DiLaRa_I NuR
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 27 Eyl 2009
- Mesajlar
- 2,576
- Tepki puanı
- 4
- Puanları
- 0
- Yaş
- 45
Ahiret Azabından Korkanlara İbret:
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde o günü, inkar edenlerin o gündeki hallerinin ne kadar feci olacağını haber vermektedir:
“Hiçbir dost diğer bir dostunu soramaz. Yalnız birbirine gösterilirler.” (Meâric: 10-11)
Onlar birbirini tanırlar, sonra en sıcak dostlar, en şefkatli yakınlar bile birbirinden nefret ederler, birbirlerinin hallerini soracak durumda bulunamazlar.
Korkunç dehşet, başta nesep bağı olmak üzere bütün bağlılıkları kesip atar. Kendilerini her şeyden alıkoyan bir şeyle meşgul olurlar.
Başlarına gelecek azaptan kendilerini kurtarabilmek için insanlar arasında en çok değer verdikleri, en sevimli ve en kıymetli kimseleri fidye olarak vermeyi candan arzulayacaklardır. Sonra ellerinden gelse yeryüzündeki bütün insanları fidye olarak vermek isteyeceklerdir.
“Suçlu kişi o günün azabından kurtulmak için;
Oğullarını,
Karısını,
Kardeşini,
Kendisini barındırmış olan sülâlesini,
Yeryüzünde bulunan herkesi feda etmek ve böylece kendisini kurtarmak ister.
Fakat ne mümkün!” (Meâric: 11-12-13-14-15)
Zira her şey zamanında olacaktı. Zamanı geçtikten sonra kurtuluş çaresi aramanın hiç faydası yoktur.
•
İlâhî dâvete icabet edenlerle etmeyenlerin, inananlarla inanmayanların, aklını kullananlarla akıllı geçinenlerin âkıbetlerini beyan etmek üzere Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurur:
“Rabb’lerinin davetine uyanlara en güzel karşılık vardır.
O’nun dâvetine uymayanlara gelince, eğer yeryüzünde bulunan her şey ve bir o kadarı daha onların olsa, azaptan kurtulmak için hepsini fedâ ederlerdi.” (Ra’d: 1
Allah-u Teâlâ’nın azabı o kadar çetindir!
“Eğer yeryüzünde bulunanların hepsi ve bir o kadarı daha o zâlimlerin olsaydı, kıyamet günü o kötü azaptan kurtulmak için hepsini feda ederlerdi.” (Zümer: 47)
Fakat ne mümkün? Hangi sebebe sarılsalar elleri boş çıkacak, azabı başlarından savamayacaklar. Zira teklif dönemi bitmiş, çare arama zamanı geçmiş, hesap görme dönemi başlamıştır. Artık ne tevbenin, ne pişmanlığın, ne de teslimiyet göstermenin bir manası vardır. Onların zamanı ve mekânı dünya idi, ahiret değil.
“O inkâr edenler var ya, eğer yeryüzünde bulunan her şey ve bunların bir o kadarı daha onların olsa da, kıyamet gününün azabından kurtulmak için fedâ etseler yine kendilerinden kabul edilmez.
Onlar için pek acıklı bir azap vardır.” (Mâide: 36)
Seve seve vermek isterler, feda etmekten çekinmezler, lâkin ricaları kabul edilmez, arzularına kavuşamazlar, azaptan kurtulamazlar.
Bir insan her şeyden önce kendi canını düşünür, en kıymetli olarak onu görür. Nice insanlar vardır, sağlığına kavuşabilmek için bütün servetini harcamak ister. Ahirette de bu böyle olacak, herkes kendini kurtarmanın yollarını arayacak. Buradan şu anlaşılıyor ki, bütün dünya ve içindekilerle beraber bir misli dahi, ahiret azabının bir zerresine bile denk olamaz.
Bu son derece şiddetli bir tehdittir.
Onlar doğru yolda olduklarına, yaptıklarının iyi olduğuna inanırken; yollarının ne kadar bâtıl olduğunu, doğru bildikleri şeylerin ne kadar yanlış olduğunu anlayacaklardır.
Âyet-i kerime’de:
“O gün Allah tarafından, hiç hesaba katmadıkları şeyler karşılarına çıkacaktır.” buyuruluyor. (Zümer: 47)
Ve bu yüzden çeşit çeşit azaplara maruz kalırlar. Kendilerinin doğru yolda olduklarını zannettikleri için Allah-u Teâlâ’dan taltif beklerken, azapla karşılaşmaları üzüntülerini daha çok artırır.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Yaptıkları işlerin kötülükleri o gün karşılarına çıkacak ve alaya aldıkları azap onları kuşatacaktır.” (Zümer: 4
Öyle bir kuşatışla kuşatacak ki, inkârın ne demek olduğunu o zaman görecekler, o zaman anlayacaklar!
“Onların varacakları yer cehennemdir. Ne kötü bir yataktır.” (Ra’d: 1
Büyük küçük, gizli ve aşikar her ne işlemişse hepsinden birer birer mesul olacaklar ve onların mekânları cehennemdir.
Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“O bütün varını fidye olarak verse, yine de ondan alınmaz. Onlar kendi kazandıkları yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir.” (En’âm: 70)
Onlar ahirette cehennem ateşinin ağuşuna teslim olunacaklardır.
“Nefsine zulmeden herkes, yeryüzünde ne varsa kendisinin olsaydı, onu fedâ etmek isterdi. Azabı gördükleri zaman da pişmanlıklarını gizlemeye çalışırlar. Aralarında adaletle hükmolunur ve onlara zulmedilmez.” (Yunus: 54)
Öyle bir felâkete uğrarlar ki, dilleri tutulur. Söz söylemeye, ağlamaya, bağırıp çağırmaya takatleri kalmaz.
“O gün mülk Allah’ındır, onların arasında hükmeder. İman edip sâlih amel işleleyenler Naîm cennetlerindedirler.” (Hacc: 56)
İki hasım zümre böylece birbirlerinden ayrılmış olur. Dünyada da cennet hayatı yaşayan mümin, orada gerçek cennete kavuşur.
“Hiç şüphesiz ki bunda ahiret azabından korkanlar için bir âyet (ibret) vardır.” (Hûd: 103)
Böyle bir kimse daha dünyada iken hayatını düzene sokar, Allah’tan korkar, kendisini cehenneme götürecek olan her türlü günahtan kaçınır, dünyasını da cennete çevirir.
“Allah’tan korkanlara, o kâfirlerin hesabından bir şey yoktur. Sadece hatırlatmak gerekir. Umulur ki korkarlar.” (En’âm: 69)
İman eder, küfrü terkederler, sapıklıktan vazgeçerler.
(ALINTI)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde o günü, inkar edenlerin o gündeki hallerinin ne kadar feci olacağını haber vermektedir:
“Hiçbir dost diğer bir dostunu soramaz. Yalnız birbirine gösterilirler.” (Meâric: 10-11)
Onlar birbirini tanırlar, sonra en sıcak dostlar, en şefkatli yakınlar bile birbirinden nefret ederler, birbirlerinin hallerini soracak durumda bulunamazlar.
Korkunç dehşet, başta nesep bağı olmak üzere bütün bağlılıkları kesip atar. Kendilerini her şeyden alıkoyan bir şeyle meşgul olurlar.
Başlarına gelecek azaptan kendilerini kurtarabilmek için insanlar arasında en çok değer verdikleri, en sevimli ve en kıymetli kimseleri fidye olarak vermeyi candan arzulayacaklardır. Sonra ellerinden gelse yeryüzündeki bütün insanları fidye olarak vermek isteyeceklerdir.
“Suçlu kişi o günün azabından kurtulmak için;
Oğullarını,
Karısını,
Kardeşini,
Kendisini barındırmış olan sülâlesini,
Yeryüzünde bulunan herkesi feda etmek ve böylece kendisini kurtarmak ister.
Fakat ne mümkün!” (Meâric: 11-12-13-14-15)
Zira her şey zamanında olacaktı. Zamanı geçtikten sonra kurtuluş çaresi aramanın hiç faydası yoktur.
•
İlâhî dâvete icabet edenlerle etmeyenlerin, inananlarla inanmayanların, aklını kullananlarla akıllı geçinenlerin âkıbetlerini beyan etmek üzere Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurur:
“Rabb’lerinin davetine uyanlara en güzel karşılık vardır.
O’nun dâvetine uymayanlara gelince, eğer yeryüzünde bulunan her şey ve bir o kadarı daha onların olsa, azaptan kurtulmak için hepsini fedâ ederlerdi.” (Ra’d: 1
Allah-u Teâlâ’nın azabı o kadar çetindir!
“Eğer yeryüzünde bulunanların hepsi ve bir o kadarı daha o zâlimlerin olsaydı, kıyamet günü o kötü azaptan kurtulmak için hepsini feda ederlerdi.” (Zümer: 47)
Fakat ne mümkün? Hangi sebebe sarılsalar elleri boş çıkacak, azabı başlarından savamayacaklar. Zira teklif dönemi bitmiş, çare arama zamanı geçmiş, hesap görme dönemi başlamıştır. Artık ne tevbenin, ne pişmanlığın, ne de teslimiyet göstermenin bir manası vardır. Onların zamanı ve mekânı dünya idi, ahiret değil.
“O inkâr edenler var ya, eğer yeryüzünde bulunan her şey ve bunların bir o kadarı daha onların olsa da, kıyamet gününün azabından kurtulmak için fedâ etseler yine kendilerinden kabul edilmez.
Onlar için pek acıklı bir azap vardır.” (Mâide: 36)
Seve seve vermek isterler, feda etmekten çekinmezler, lâkin ricaları kabul edilmez, arzularına kavuşamazlar, azaptan kurtulamazlar.
Bir insan her şeyden önce kendi canını düşünür, en kıymetli olarak onu görür. Nice insanlar vardır, sağlığına kavuşabilmek için bütün servetini harcamak ister. Ahirette de bu böyle olacak, herkes kendini kurtarmanın yollarını arayacak. Buradan şu anlaşılıyor ki, bütün dünya ve içindekilerle beraber bir misli dahi, ahiret azabının bir zerresine bile denk olamaz.
Bu son derece şiddetli bir tehdittir.
Onlar doğru yolda olduklarına, yaptıklarının iyi olduğuna inanırken; yollarının ne kadar bâtıl olduğunu, doğru bildikleri şeylerin ne kadar yanlış olduğunu anlayacaklardır.
Âyet-i kerime’de:
“O gün Allah tarafından, hiç hesaba katmadıkları şeyler karşılarına çıkacaktır.” buyuruluyor. (Zümer: 47)
Ve bu yüzden çeşit çeşit azaplara maruz kalırlar. Kendilerinin doğru yolda olduklarını zannettikleri için Allah-u Teâlâ’dan taltif beklerken, azapla karşılaşmaları üzüntülerini daha çok artırır.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Yaptıkları işlerin kötülükleri o gün karşılarına çıkacak ve alaya aldıkları azap onları kuşatacaktır.” (Zümer: 4
Öyle bir kuşatışla kuşatacak ki, inkârın ne demek olduğunu o zaman görecekler, o zaman anlayacaklar!
“Onların varacakları yer cehennemdir. Ne kötü bir yataktır.” (Ra’d: 1
Büyük küçük, gizli ve aşikar her ne işlemişse hepsinden birer birer mesul olacaklar ve onların mekânları cehennemdir.
Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“O bütün varını fidye olarak verse, yine de ondan alınmaz. Onlar kendi kazandıkları yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir.” (En’âm: 70)
Onlar ahirette cehennem ateşinin ağuşuna teslim olunacaklardır.
“Nefsine zulmeden herkes, yeryüzünde ne varsa kendisinin olsaydı, onu fedâ etmek isterdi. Azabı gördükleri zaman da pişmanlıklarını gizlemeye çalışırlar. Aralarında adaletle hükmolunur ve onlara zulmedilmez.” (Yunus: 54)
Öyle bir felâkete uğrarlar ki, dilleri tutulur. Söz söylemeye, ağlamaya, bağırıp çağırmaya takatleri kalmaz.
“O gün mülk Allah’ındır, onların arasında hükmeder. İman edip sâlih amel işleleyenler Naîm cennetlerindedirler.” (Hacc: 56)
İki hasım zümre böylece birbirlerinden ayrılmış olur. Dünyada da cennet hayatı yaşayan mümin, orada gerçek cennete kavuşur.
“Hiç şüphesiz ki bunda ahiret azabından korkanlar için bir âyet (ibret) vardır.” (Hûd: 103)
Böyle bir kimse daha dünyada iken hayatını düzene sokar, Allah’tan korkar, kendisini cehenneme götürecek olan her türlü günahtan kaçınır, dünyasını da cennete çevirir.
“Allah’tan korkanlara, o kâfirlerin hesabından bir şey yoktur. Sadece hatırlatmak gerekir. Umulur ki korkarlar.” (En’âm: 69)
İman eder, küfrü terkederler, sapıklıktan vazgeçerler.
(ALINTI)