Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Affetmek (bagıslamak) (1 Kullanıcı)

elifimbenim(MERHUME)

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
13 Kas 2007
Mesajlar
1,642
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
64
seni sevgisinden YARATAN;
Senin disinda olan herseyi de sevgsinden yarattigini unutma!!!
yarattigini sevdigin kadar ALLAH'i sevmis olursun
AFFETMEK ( BAĞIŞLAMAK )

Kardeşlerim ! Kişiyi veya kişileri affetmek bize çok zor gelir.Nedense biz bir hata yaptığımızda kişilerin bizi hemen affetmesini isteriz de,bize isteyerek veya istemeyerek bir şey yapıldığında affedeceğimiz yerde cezalandırmayı ve hatasını yüzüne vurmayı tercih ederiz.Biz bir hata yaptığımızda ALLAH'a tövbe eder ve bizi affetmesi için dua ederiz ama
biz birine bir hata yaptığımızda , kabahatlı olduğumuz halde ondan özür dilemeyiz aceba neden ? hiç düşündünüz mü ? Halbuki ALLAH'ım O'nun bize davrandığı gibi,bizim de yarattıklarına davranmamızı bizden ister.
Affetmemek kendimizi beğendiğimizden ve karşımızdaki kişi veya kişilerden kendimizi daha üstün gördüğümüzden değil midir ? Halbuki kimse kimseden üstün değildir.Ünüversite bitirmek,profesör olmak,zengin olmak,şöhretli olmak,makam sahibi olmak kendisini başkalarından üstün görme hakkını kimseye vermez.Biz geçici olan dünya zenginlikleri ile böbürlenip kendimizi basit seviyelere düşürüyoruz,insan olarak buna hakkımız yok.
Dünyaya insan müsveddesi olarak geliriz,kimimiz insan oluruz,kimimiz müsvedde olarak kalır göç ederiz,hepimiz insan olmaya gayret etmeliyiz.
( Eğer ALLAH'ıma varmak dilerseniz kendinizi yüksekte görmeyiniz.)
Her işe besmele ile başlamamız gerektiğini hepimiz biliyoruz.Niye besmele ilebaşlamamız gerekiyor ? besmeleyi yalnız söz ile söyleyip işe başlamamız yeterli midir ? tabii ki yeterli değildir.Evvela besmelenin anlamını bilip,besmelede bizden istenildiği gibi hareket ettiğimiz zaman,besmelenin amacını yerine getirmiş oluruz.
(Besmele : Esirgeyen,bağışlayan ALLAH'ım .........dediğimizde,her an adımımızı o isimle atmayabiliriz.Öyle olduğu zaman,koruyucu ve bağışlayıcı da olmamız gerekiyor.)
( Sevdiğini, sevmediğini kendinden kendine danışırsan,RABB'in ile şüphesizce konuşursan,yanılmayacağın cevabı alırsın,her konuda kendini doğruda bulursun.)
( Kendini buluş odur ; hatayı kendinde arayış. )
(Olayın güzelini ALLAH'ımdan bilirsiniz de,gönlünüze uymayanda neden kuldan sebep beklersiniz ? Her olanın ALLAH'dan geldiği bilinirse,” Hayır verdi " denirse ; olay denmez üzerinde durulmaz.Her hale hata buldukça,her kulda kusur gördükçe ; bir yere gelemezsin , vazife göremezsin.)
(Gülü seversin,dikenine bahane edersen hataya düşersin.Güzelin her hali sevilmeli,dikenli dalı ile de.................)
Af ile ilgili bir ayeti öğrenelim:
ŞURA SURESİ 43.ayeti : Her kim de sabredip suç bağışlarsa ,işte bu ( sabredip bağışlamak ) işlerin en hayırlısıdır.
Ramuz – ul Ehadis ( gümüşhanevi ) kitabının 1996 numaralı hadisi : Dikkat edin,size dünya ve ahiret ehlinin en hayırlısını,dünyadaki amellerin de en iyisini bildiriyorum : Kendisiyle ilgisini kesen kimseyi ziyaret eden,kendisini mahrem edene ikramda bulunan,kendisine zulüm eden kişiyi de bağışlayan kişidir.
3295 numaralı hadis : Üç şeyi kendinde bulunduran kimseyi ALLAH kolay bir hesapla geçiştirir ve onu rahmeti ile cennetine koyar : Vermeyene vermen,sana haksızlık edeni bağışlaman,seni ziyaret etmiyeni ziyaret etmen.
Kardeşlerim! Şhow TV de yayınlanan " Biri bizi gözetliyor " programı bizim yaşantımızı bize gösteriyor.Aynen o programdaki gibi dünyadaki yaşantımızı kainat seyrediyor ve biz kendimiz bir video bantıyız,bütün yaşantımızı kendi bantımıza kaydediyoruz.Bedenden sıyrılıp göç ettiğimizde ( öldüğümüzde ) kendi doldurduğumuz bandımızı herkesin önünde seyredeceğiz ve bazı yerlerinde utanıp,bazı yerlerinde sevineceğiz,sonunda kendi kendimizi yargılayacağız.Bunun böyle olduğunu bilip öyle yaşayalım ki sonradan utanandan olmayalım çünkü ALLAH'ın huzurunda gerçekleri örtemeyiz.ALLAH'ın yap dediklerini yapmaya, yapma dediklerini de yapmamaya gayret eder ve başkalarına da yardımcı olursak,göç ettiğimizde üzülmeyiz.
Daha neler yapmamız gerekiyor ?
(Yarım gün kendin için çalıştı isen,yarım gün cümleye çalışacaksın.Beden vermezse,dil ile ; dil vermezse,yol ile ; yol vermezse,hal ile.Sevgi bulaşıcıdır........yayılır,yayılır.Beraber bunu yapacağız.Sevmeyene,sevmesende gel diyeceğiz.Darda,zorda görürsek genişliği göstereceğiz.
Genişlik nedir ? Ne darda olanı,ne zorda kalanı elbet sen kurtaramazsın.Her olanın ALLAH'dan geldiğini,ALLAH'ın göreceğini söylersin,yolunu ALLAH'a bağlarsın....... genişliği öyle gösterebilirsin.)
(Hata işleyenin hatasını yüzüne vurma.Vurmazsam düzeltmez deme .Her kulun YARATAN'ı birdir.Gören ALLAH'dır,düzeltecek olan da ALLAH.Dostlukta önemli olan,kusursuz dost bulmak değildir,kusur görmemektir,her hali ile kabul etmektir.Kırmamak kadar,kırılmamak da gerekir.)
(OLUMSUZLUĞU SİLMEK ; ÇİRKİNDE GÜZELİ BULMAKLA TAMAMLANIR.)
ALLAH'ımın 99 isminden af ile ilgili üç ismini hatırlayalım ve şunu unutmayalım ki dünyaya geliş nedenlerimizden biri de,ALLAH'ımın 99 ismini dünyada iken hallenmemiz ve yaşamamız gerektiğidir.
EL GAFFAR : Gaffar,günahları bağışlayan,bağışlaması,mağfireti çok olandır.
EL GAFUR : Gafur,çok bağışlayıcı,mağfireti çok olandır.
EL AFUVV : Affı bol olan,bağışlaması,affetmesi çok olandır.
Hiç düşündünüz mü NEFS nedir ?(Nefs,yapmak istemediğin halde yaptıklarındır.Öfke sadece nefsin isyanıdır.Nefse,isyan hakkı tanımayın.Bilin ki,her nefis,sevgi ile bölünür.)
HATASIZLIK ALLAHIMA MAHSUSTUR.
ALLAH'ım ( BENİ seveni severim,BENİM yarattığımı seveni BENİ sevenden çok severim ) der.Öyleyse yarattığı her zerreyi her haliyle karşılık beklemeden ALLAH için sevelim.
(Sevgi ile bakmasını bilen gerçek ibadeti bulmuş demektir,çünkü o baktığı her yerde ALLAH'ı görür.) (Güzel görmek olmaktır,ALLAH'ına varmaktır.Gönül kırılmasın,” Ben " denilmesin.” Ben " diyen,yanılır.Dünya ve ahirette yalnız kalır.Kulu yumuşak söz,yumuşak öz eğitir,yolunu buldurur.)
ENFAL SURESİ 61.Ayeti :Eğer düşmanlar barışa yanaşırlarsa,sen de ona yanaş ve
ALLAH'a güven.ALLAH onların sözlerini işiticidir,niyetlerini bilicidir.
(Yolumuz uymaz!dersen ,yanılırsın.Çünkü,yol senin değil YÜCE'nin yoludur.
Sen uyacaksın,uyduracak değil : sen seveceksin,sevdirecek değil ! Sadece,bildiğini paylaşacaksın.)
(Örnek olun,yoldan çıkanı görün,yolunu gösterin kırmadan.Herkesi olduğu gibi kabul edin.)
En önemli konu DUA'dır.Her kapıyı açan,her zorluğu ortadan kaldıran ve her hastalığa şifa veren DUA'dır.Bir birimiz için gönülden gelerek dua edelim ve bilelim ki dua her zaman yerini bulur.Bakın RESULÜMÜZ Hz.Ömer'e ne demiş.” Ey kardeşciğim Ömer !
Salih dua'na bizi de ortak et ve bizi unutma.
ARAF SURESİ 199.Ayeti :Af yolunu tut,iyiliği emret,cahillerden yüz çevir.
(Bir birimizi sevelim hatalarımız ile,bir birimizi sevelim cümle günahlarımız ile, " gördük ! dediğimiz yerde ağzımıza yama koyalım ",Bildik ! dediğimiz yerde nokta vuralım.
Sana yapılmasını istemediğini başkasına yapma,kendin için dilediğini cümle için dile.
Bilmeyi diliyor isen "BENLİKTEN sıyrıl.Görmeyi diliyor isen "KİMLİĞİNDEN sıyrıl.
Varmayı diliyor isen "OL DEDİĞİ HALDE kal.)
 

elifimbenim(MERHUME)

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
13 Kas 2007
Mesajlar
1,642
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
64
seni sevgisinden YARATAN;
Senin disinda olan herseyi de sevgsinden yarattigini unutma!!!
yarattigini sevdigin kadar ALLAH'i sevmis olursun
AFFETMEK ( BAĞIŞLAMAK )
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Peygamber Efendimiz (asm.) "Dünya ahiretin tarlasıdır." buyuruyor. Bu dünya tarlasında kim ne ekerse Allah ona o cinsten mahsul veriyor. İnsanlar bu dünyada imanlarıyla, salih amelleriyle, güzel ahlaklarıyla manevi çiçekler ektikleri gibi, küfürleriyle, isyanlarıyla, kötü ahlaklarıyla da yine manevi dikenler ekmiş oluyorlar. Her iki tür ekimin de mahsulleri ahirette kendini gösterecek. Bu mahsullerin kârı da, zararı da insanlar için.

Bir sohbette şöyle bir örnek verilmişti:

Bütün insanlar gözlerini açsa ve gündüz nimetinden faydalansalar güneşin ışığında bir artma olmayacağı gibi, bütün insanlar güneşe göz kapasalar onun ışığında bir azalma olmaz.

Bu örnek, "İslamiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez. Gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz." cümlelerinin açıklaması yapılırken söylenmişti.

İman, irfan, ibadet, takva, güzel ahlak da öyle değil mi? Onlara kavuşan kişiler bir şeref kazanırlar, üstün insan olurlar. Bütün insanlar bunlardan mahrum olarak yaşasalar bu manevi değerler aslî kıymetlerinden hiçbir şey kaybetmezler.

Bir ilim dalını bütün insanlar takdir etseler, yahut inkâr etseler, o ilmin aslî değerinde ne bir artma olur ne de azalma.

İnsan ilme muhtaçtır; ilmin ise insana ihtiyacı yoktur. Herkes cahil de kalsa ilmin üstün mertebesinde bir değişme olmaz; onun aydınlığı cehaletin karanlığından daima üstündür.

İlim tahsil eden kişi böylece bir mertebe kazanır. Bu, öncelikle ruh ve kalb dairesinde gerçekleşir. Alim insan, üstün insan olur. "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" (Zümer, 9) ayetinde bu gerçek net biçimde ders verilir.

Bilgili olmanın dünya işlerinde de faydası görülür. Bir konuda bilgisi ve ihtisası olan kişi hak ettiği makama getirilir; diğer insanlardan daha fazla ücret alabilir.

İbadet de bir yönüyle ilim gibidir. İbadete kul muhtaçtır. İbadet edilsin veya edilmesin onun değeri ne ise odur. Bunda bir artma veya azalma düşünülemez.

İbadet bir manasıyla itaat demektir, bir diğer manasıyla şükür.

İbadet insanın yaratılışı gereğidir ve ibadeti emreden ayetler bir bakıma "insanı fıtratına uymaya" bir davettir.

Gözün yaratılışında görme vardır, ona görmenin emredilmesi ne ise, insana ibadetin emredilmesi de onun gibidir. Şu farkla ki, bu ikincisinde insan iradesi devreye girer. Dünya imtihanının bir gereği olarak, insanoğlu kendi fıtratına uygun hareket edip etmemekte serbest bırakılmıştır.

İnsan fıtratı ibadeti nasıl emrediyor? Bu noktada Nur Risalelerinden şu tespiti aktarmak isterim.

"Fıtrat-ı beşeriyede cemale karşı bir muhabbet ve kemale karşı perestiş etmek ve ihsana karşı sevmek." Lem'alar

Güzelliği sevmek insanın yaratılışında var. Gördüğümüz güzel bir manzarayı sevmemiz için aklımızı yorup, sonra karar vererek sevmeye başlamamız gerekmiyor, kalbimiz hemen sevgi ile ona meyleder.

Mükemmel bir esere hayranlık duymak da böyledir. O da yaratılışın bir gereğidir. Eseri kimin yaptığını dahi sormadan öncelikle ona hayran olur, daha sonra sanatkârı hakkında bilgi ediniriz.

Yapılan bir ikrama, bir insana karşı teşekkür etmek, minnet duygusu beslemek de yine fıtratın bir gereğidir.

O halde, bütün sıfatları sonsuz kemalde, bütün isimleri güzel ve bütün icraatları nimet ve ihsan dolu olan Rabbimize ibadet etmemiz yaratılışımızda var.

Gözün yaratılışında görme vardır, demiştik. Göz bu görevi yaptığında hemen karşılığını görür; baktığı eşyanın görüntüsü onda tecelli eder. Dağa bakmışsa onun görüntüsünü içine alır, güneşe bakmışsa güneşe kavuşur.

O halde, ibadet görevini yerine getiren insan da bir şeyler kazanacaktır. İşte bu kazanç Allah kelamında şöylece nazara verilir:

"Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki, takva mertebesine vasıl olasınız (erersiniz)." (Bakarai, 21)

Ayetin başında, ibadetin illeti, yani "Niçin ibadet ediyoruz?" sorusunun cevabı şöyle verilmiş oluyor:

"O sizin Rabbiniz olduğu için."

Kulluk, kulun görevidir. İnsan, kendisini bir damla sudan bugünkü mükemmel hale getiren, gözünü görecek, kulağını işitecek, ağzını konuşacak… şekilde terbiye eden Rabbine şükürle, ibadetle mükelleftir.

Ayetin devamında bu fıtri görevi yerine getirenlerin mükâfatı,"takva mertebesine nail olmak" şeklinde belirlenir.

Takva üçe ayrılıyor:

-Şirkten takva: Allah'a ortak koşmaktan sakınmak.

-Masiyetten takva: Günahlardan kaçınmak.

-Masivadan takva: Allah'tan gayrı her şeyi kalbinden uzak tutmak. (Sevgisini de korkusunu da Allah'a has kılmak. Mahlukları ancak O'nun namına sevmek.)

Takva konusu Fatiha'yı hemen takip eden Bakara Suresinin ikinci ayetinde şöyle nazara verilir:

"Kendisinde hiçbir şekilde şüphe olmayan o kitap (Kur'an), muttakiler (takva sahipleri) için bir hidayet kaynağı ve yol göstericidir."

Bir sonraki ayette takva sahiplerinin sıfatları şöylece sıralanır:

-Onlar gabya inanırlar,
-Namaz kılarlar,
-Kendilerine verdiğimiz mallardan zekât verirler.

Takva mertebesine ermek, imanın kuvvetlenmesini, namaz ve zekât gibi ibadetlerin daha mükemmel şekilde yerine getirilmesini netice veriyor. Böyle bir mümin, "Allah'ın kendisinden razı olduğu kul" olma mertebesine erişir. Rıza mertebesi ise bütün derecelerin üstündedir.

Bu şerefe nail olmak, başlı başına bir mükâfattır. Ama iş bununla kalmaz. Allah, razı olduğu bu kullarını ebedî saadet diyarında, sonsuz nimetlerine kavuşturur.

Takva sahipleriyle ilgili bir başka ayet-i kerimede bu bahtiyar zatların sıfatları şöylece sıralanır:

-Onlar bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar,
-(Kızdıkları zaman) öfkelerini tutarlar ve insanları affederler….
-Bir kötülük işlediklerinde, yahut nefislerine zulmettiklerinde hemen Allah'ı hatırlarlar ve günahlarına tövbe ederler….
-İşledikleri kötülüklerinde bilerek ısrar etmezler. (Âl-i İmrân, 134-5)

Bütün bunlar kâmil müminin vasıflarıdır. Demek oluyor ki, ibadetin meyvesi takva, takvanın karşılığı da böyle üstün bir mertebeye erişmektir.

Bir kulun takva ile manen yükselmesi ve yücelmesi Rabbini razı eder. Ancak şu da unutulmamalıdır ki, Allah her şeyden müstağnidir, hiç bir şeye ihtiyacı yoktur. İnsanın bu yükselişi kendisi için bir kemaldir, bir menfaattir. Allah, onun yükselmesine muhtaç olmadığı gibi alçalmasından da, (hâşâ), bir zarar görecek değildir. Her iki halde de sonuç kula aittir; zarar da menfaat de onun içindir.

"Herkesin kazandığı ya kendi lehine, yahut kendi aleyhinedir." (Bakara, 286)

Bu nokta üzerinde biraz durmak gerekiyor. Bir hadis-i kutsîde şöyle buyrulur:
"Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeye muhabbet ettim (bilinmek istedim) ve mahlukatı yarattım." (Acluni, II, 132)

Allah vardı ve hiçbir şey yoktu. Allah'ın bir ismi Samed, yani her şey O'na muhtaç, O ise hiçbir şeye muhtaç değil.

Bugün gördüğümüz her şey, yıldızından güneşine, dağından denizine kadar hep yoklukta idiler. Onları Allah var etti.

Ve Allah, onların var olmalarına muhtaç değil.

Daha sonra canlıları yarattı. Onlara göz verdi, kulak verdi.

Ve Allah, onların görmelerine ve işitmelerine muhtaç değil.

Sonra insanları yarattı, onlara akıl verdi, kalp verdi. Bu varlık alemindeki harikaları düşünme ve onları yaratana iman etme kabiliyeti lütfetti.

Ve Allah, aklın anlamasına da kalbin inanmasına da muhtaç değil.

Kısacası, Allah, yarattığı mahlukların ne kendilerine ne de yaptıkları işlere muhtaç değildir. Çünkü, onları da yaratan O, işlerini de.

Konuyu bazı örneklerle biraz daha açalım:

Güneşi o yarattığı gibi ışığı da O yaratmıştır. O halde, Allah ne güneşe muhtaçtır, ne de onun ışık vermesine.

Ağacı o yarattığı gibi meyveyi de O yaratmıştır. O halde, Allah ne ağaca muhtaçtır, ne de onun meyvesine.

Mideyi O yarattığı gibi ondaki hazım faaliyetini de O yaratmıştır. O halde, Allah ne mideye muhtaçtır, ne de onun hazmetmesine.

Madde alemindeki bu üç örneği, ruh ve mana iklimine de taşıyabiliriz.

Aklı Allah yarattığı gibi anlamayı da o yaratmıştır. O halde, Allah ne aklın varlığına muhtaçtır, ne de onun anlamasına.

Kalbi Allah yarattığı gibi ondaki inanma kabiliyetini de O yaratmıştır. O halde, Allah ne kalbin varlığına muhtaçtır, ne de onun inanmasına.

Allah kalbin inanmasına muhtaç olmadığı gibi o inancın amel alemine dökülmesi demek olan ibadete de muhtaç değildir.

Allah'ın kemali sonsuzdur. Sonsuz için ne artış düşünülebilir, ne de azalış. Bütün insanlar kâmil müminler olsalar Allah'ın kemalinde bir artış olmayacağı gibi, bütün insanlar birer Firavun kesilseler Onun kemalinde bir azalma düşünülemez.

Kazanan da insandır, kaybeden de. Allah hakkında bu kelimeler konuşulamaz.

Düşünme ve iman etme, insan ruhunun en büyük ihtiyaçlarıdır. İnsan, bunlarla gerçek insan oluyor ve kemalini buluyor. Aksi halde, bitkiler ve hayvanlarla ortak bir hayat sürüyor. O büyük sermayesini bu küçük işlere harcamakla nefsine zulmediyor, zarar ediyor, küçülüyor ve Kur'anın ifadesiyle "hayvan gibi, hatta ondan daha aşağı" bir dereceye iniyor.

Allah, onun bu düşüşünden bir zarar görmediği gibi, onun yükselişine de muhtaç değil; her ikisi de kulun kendisi
için.
 

elifimbenim(MERHUME)

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
13 Kas 2007
Mesajlar
1,642
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
64
بِسْـــــــــــــــــــــ ـمِ اﷲِارَّتْمَنِ ارَّتِيم
اَلْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ العَالَمِينَ () الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ () مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ () إيَّاكَ نَعْبُدُ وإيَّاكَ نَسْتَعِينُ () اِهْدِنَا الصِّر...اطَ الْمُسْتَقِيمَ () صِرَاطَ الَّذِينَ أنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوب...ِ عَلَيْهِمْ وَلاَ الضَّالِّيِنَ.() Bismillahirrahmanirrahim El hamdü lillahi rabbil alemin Er rahmanir rahıym Maliki yevmid din İyyake na'büdü ve iyyake nesteıyn İhdinas sıratal müstekıym Sıratallezine en'amte aleyhim ğayril mağdubi aleyhim ..ve lad dallin ....AMİNN



.

[h=6]Ellerimi her açtığımda yine ŞÜKREDİYORUM sahip olduklarıma ve uzak kaldıklarıma.Vardır her ŞERRİN bir HAYRI ve SEBEBİ. YAŞANMASI
GEREKENLERİN yazılmıştır VAKT-İ ZAMANI. Ben elimden geleni yapıyorum, geriye kalan TAKDİR-İ İLAHİ...[/h]
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
İNSANIN, her canlı gibi, algıladığı etkiye tepki veren bir varlık olduğunu hepimiz biliyoruz. Tepkilerimiz öfkelenmek, bağırmak, içe atmak, kızmak, küsmek vs. tarzında olabilmekte. Günlük hayat içinde yaşadığımız kimi olaylar nedeniyle bazen kendimize bazen de çevremizdeki insanlara kızarız. Sinirleniriz. Çoğu zaman bu kızgınlığı nefret kademesine bile taşıyabiliriz. Öyle ki çocukluğumuzda veya ilk gençlik yıllarımızda yaşadığımız bir kızgınlığın şuuraltı etkilerini bu güne bile taşımış olabiliriz.


İster geçmişten kaynaklansın isterse bu günden, bir insana veya kendimize kızmak, o negatif duyguyu sürekli beslemek, bizi belli bir duyguya esir kılmak demektir. O duyguyla hareket etmek yazımızda da açıklayacağımız gibi bizlere çok şey kaybettirir. Bu nedenle kızgınlıkları şuurlu bir şekilde ele almak, bu negatif duygunun bizden esirgediklerini anlamak, varlıksal gelişimimiz açısından bir öneme sahiptir.

Neden Bağışlamalıyız?

Kızdığımız bir insanı bağışlamak, aslında insanın kendini özgürleştirmesidir. İnsanın özgürleşmesiyle birlikte vesveselerin, içsel konuşmaların durdurulması enerji tasarrufu sağlar. Bu tasarruf varlıksal gelişimimiz açısından büyük bir kıymettir.
Tarih boyunca yöntemleri bilinegelen “Kendini Tanıma” meselesinde atılacak adımlardan biri, insanı enerji tükettiren alışkanlıklarından kurtarmaktır. Bunların bazıları; alınganlık, gereksiz acelecilik, sinirlilik, nahoş duygular üretmek, gereksiz şeyleri merak edip gereksiz yere konuşmak, dedikodu yapmak, beklentilerin esiri olmak, korkmak, kendine acımak, affedememek vs. dir.



Bu alışkanlıkları terkeden birey karşılığında çok değerli bir hazineyi, yani kozmik enerjilerin dönüştürücüsü olan bedeninin üretmeyi bildiği ince enerjileri biriktirmeye başlar. Biriktirdiği enerjiyle; gerçekte kim olduğunu hatırlamaya, niçin yaşadığını ve bedenlenmekteki amacının ne olduğunu anlamaya, hissetmeye ve incelemeye başlayabilir. Farkındalığı ve algılayışı artar. Daha şuurlu bir yaşamı organize etmeye başlayabilir.




Örneğin affedememek nedeniyle doğan nahoş duygular sayesinde zihinsel olarak konuşup durmak, karşı tarafa veya kendine lanetler yağdırıp mağdur olma psikolojisine bürünerek kendine acımak, haksızlığa uğradığımızı düşünmek, “ben bunu hak etmemiştim” diyerek ha bire içsel saldırılarda bulunmak, ürettiğimiz ve dönüştürücü gücüne mutlak ihtiyaç duyduğumuz ince enerjileri çar çur etmektir. Bedenimiz, kozmik anlamda kaba olan enerjileri alıp onları daha ince enerjilere dönüştüren bir kimya fabrikası gibidir. İnce enerjiler üretmenin temel nedeni ise yüksek şuur hâllerinin yaşanması ve merkezlerin doğru çalışması içindir.



Bir insanı niçin affetmemiz gerekir? Çünki o insana kızmış veya kırılmışızdır. Peki bir insana niçin kızarız? Bu soruya pek çok yanıt verilebilir. Kızmakta haklı da olabiliriz haksız da. Aslında mesele haklı veya haksız olmamız değildir. Asıl mesele kızdıkça tükettiğimiz enerjilerle neleri kaçırdığımızın farkında olamayışımızdır. Üstelik çoğu zaman kızgınlığımızın altında yatan neden son derece basit bir yanlış anlama da olabilir, gereksiz bir alınganlık ta. Kaale alınma isteği de olabilir, ben merkezci yaklaşımımıza karşı çıkılması da. Beklentilerimize ters düşülmesi de olabilir, bencilliğimiz de.



Özellikle geçmiş zamanlarda yaşanılan bir olayın kızgınlığını hala sürdürüyorsak orada affedilmeyi bekleyen bir insan var demektir. Bu insan ya bir başkası ya da kendimizizdir. Kızdığımız kim olursa olsun bu hatırlama-kızma ilişkisini beslediğimiz sürece o ana, o andaki negatif duygulara, o andaki saldırgan eğilimlerimize, o andaki pasif kalışımıza ya da karşı tarafa niçin şunu şunu söyleyemedimlere, keşke öyle değil de böyle deseydimlere kanca atmayı sürdürmeye devam ederiz.


Bu kanca atış, tüketilen enerji nedeniyle bu anı ve anın getirdiklerini algılayamama, kendimize değişim için gerekli olan şansları tanımama ve içten içe kemiren bir kurdu besleme eylemidir. Değişim için gerekli yakıtı boşu boşuna harcama eylemidir. Geçmiş geçmişte kalmıştır. Geri gelmesi mümkün olmayan anlara böylesine takılıp kalmak bize ne kazandırır? Zaman, o ilahi kozmik enerji her insanı değiştirir. Zamanın değiştirici etkisine boyun eğmeyen varlık olabilir mi? Dünkü biz bugünkü biz miyiz? Dünkü onlar aynı insanlar mı?



Her şey şuurun tezahürü değil mi? Her insan içinde bulunduğu anda kendi şuurunun zirvesini yaşamıyor mu? Kendi şuurunun zirvesi gereği öyle davranan ve bu davranışı bize denk düşmeyen bir varlığı yargılamak mı önemlidir? Yoksa “varlık kardeşim veya geçmişteki kızdığım ben, o anda öyle bir hâldeydik ki meseleyi daha yukarılardan göremedik” diye bağışlamak mı? “Benim içinde bulunduğum realite o zaman öyleydi, onun da içinde bulunduğu realite öyle davranmasını gerektirdi” diye hoşgörüyle bakabilmek ve geçmişten kendimizi çekip almak kendimiz ve çevremiz için önemli bir sorumluluktur.



En önemli eksiklerimizden biri kendimizi her zaman şuurlu ve tek bir ‘ben’ olarak görme yanılsaması ve yorumda aceleciliktir. Kendimizi bilge bir insanmış gibi görme ve diğerlerini yargılama aczine düşmemizdir. Uyurgezerler içinde kendimizi uyanık zannetme yanılgımızdır. Hepimiz uykudayız. Anlık uyanışları süreli zannediyoruz. Anlık flaşların hep patladığını zannediyoruz. Hayır biz bedende uyumaktayız. Üstelik bir bedende bir çok “ben” yaşatıyoruz. Bu gereksiz ve yanlış güdülemelerden beslenen, ben’lerden birinin hoşnut olmadığı bir durumun faturasını diğer bütün ‘ben’lere de ödetiyoruz.
Bir olay, hele hele iki kişi arasında yaşanan bir olay sadece karşı tarafın iradesiyle gerçekleşebilir mi? Gerçekleşen olayda belki de asıl sorgulanması gereken kendi tavrımız olamaz mı?
Elisabeth Kübler Ross ve David Kessler, “Yaşam Dersleri” adlı eserlerinde şöyle söylüyorlar. “Bütün bir hayat yaşayabilmemiz için bağışlamamız gerekir. Bağışlama acılarımızı ve yaralarımızı iyileştirmenin yoludur. Hepimiz incinmişizdir. Doğruyu söylemek gerekirse büyük bir olasılıkla başkalarını da incitmişizdir. Sorun bu incinmenin yaşanması değildir, bizim bunu bağışlayamamamız ya da bunu unutamayacak olmamızdır. İncinmeye devam eden şey bu acıdır.“
Çeşitli nedenlerle zihinsel süreçte yaşanan içsel konuşmalar bize en çok enerji kaybettiren davranışlarımızın başında gelir. Bu durum aslında, kendi güçsüzlüğümüzü ilan etmek ve yaşamsal sorumluluklarımızdan kaçmak, yaşadığımız olayların sorumluluğunu başkalarına yüklemektir. Gün, ay ve yıllar içinde bu ve benzeri olaylarla ha bire kurban psikolojisini yaşayıp enerji tüketip dururuz.
Kızdığımız her durumda hep başkalarını suçlamak olaydaki sorumluluğumuzu görmemeye direnmek değil midir? Yapılması gereken şey “ben nerede hata yapıyorum? Niçin o insana hala kızıp duruyorum? Neden onu affedemiyorum? Gerçekten o mu hatalıydı yoksa ben mi? Hangi yanlış tavrım bu olayı yaşamama neden oldu” diye sorgulamalara gidip içimizdeki bariyeri ortadan kaldırmaya kalkışmak gerekmez mi?



Dr. Henry Cloud ve Dr. John Townsend, birlikte kaleme aldıkları kitaplarında bağışlamayla ilgili şunları dile getirmektedirler.
“Birisini bağışlamak; onu kancadan kurtarmak veya size olan bir borcunu iptal etmek demektir. Birisini bağışlamayı reddettiğinizde, hâlâ o kişiden bir şey istemektesinizdir ve eğer istediğiniz intikam dahi olsa, bu sizi ona sonsuza dek bağlı kılar.



Bağışlamadığınız sürece, sizi inciten birisinden, yalnızca yaptığı bir şeyi itiraf etmesi de olsa, vermek istemediği bir şeyi talep etmektesinizdir. Bu, onu size “bağlar”. Hala kızgınlık duygusu ürettiğiniz bireyi affedin gitsin. Onu serbest bırakırsanız, asıl siz özgür olacaksınız.
Bağışlamak, silmek demektir. Vazgeçmek. Hesabı yırtmak. Hesabı, “iptal etmek”tir. Bağışlamamak, kendimize yapabileceğimiz en tahripkar harekettir. Çünki, içsel olarak gücünüzü başkalarının denetlemesine izin vermektir.



Affetmek, çekmekte olduğunuz acıyı dindirip, yüreğinizi buran geri ödeme talebini ortadan kaldırır. Affetmek, geçmişteki pasif istekler yerine, şimdiki zamanda girişimci davranışa götürebilir.
Bağışlamak çok zordur ama bunu başarabilmek, geçmişten; sizi inciten ve istismar edenden kurtulmaktır.
Ödenmemiş bir hesap peşinde koşmayın. Bırakın gitsin; siz de neye ihtiyacınız varsa, onu Tanrı’dan ve verebilecek kişilerden isteyin. Bu daha iyi bir yaşam olur. Bağışlayamadığınız sürece geçmişte kalmanızı isteyen, asla gerçekleşmeyecek şeyleri bir araya toplamaya çalışan dirence dikkat edin.
Asıl değişmesi gereken kişinin, kendiniz olduğunu görme direncinize cesaretle karşı durun. Kendinizle yüzleşmeniz hayati önem taşır. Kendinize bakarak sorunun sizin dışınızda olmasını isteme iç direncinizle yüzleşmelisiniz.
Bağışlayıcılık, yüreğimizle yaptığımız bir şeydir. Artık onu suçlamayız. O, arınmıştır. Bağışlayıcılık için, bir tek taraf gereklidir: Ben. Bana borcu olan kişinin, benim bağışlayıcılığımı istemesi gerekmez. Bu benim yüreğimdeki bir lütuf meselesidir. Kendi irademizde olan ve hayatlar boyu bize pozitif katkılar sağlayacak olan bir adımı atıp bağışlamayı seçebiliriz.”

Sonuç:

Bağışlayıcılık, sevgiyle çevrelemeye gayret etmemiz gereken zihin bahçemizi, içten içe kemirip duran düşünce parazitlerinden kurtarmaktır. Bağışlayıcılık, bize daha güçlü, daha zengin ve daha özgür insanlar olabilmek için gerekli olan içsel ve pozitif desteği verir. Pozitif desteğin verdiği özgürlük bizleri sorumlulukla ve akıllıca davranmaya yönlendirir. Aksi takdirde zihinsel süreçlerdeki tahripkar ilişki yıllar boyu sürebilir. DEĞER Mİ?
Arkadaşları, sevdikleri veya vazifesi uğruna yaşamını ortaya koymaktan daha büyük sevgi yoktur. Bu birbirine hizmet etmek demektir. Ancak bunun özgürlük içinde yapılması gerekir. Bireyin özgürleşebilmesini sağlayacak olan “kendini tanıma” sürecinde, affedebilmek bu nedenle önemlidir. Elbette ki “kendini tanıma” sadece affetmek üzerine inşaa edilen bir süreç değildir.



Manevi yaşamı zengin insanlar içerden dışarıya doğru şefkatlidir, dıştan şefkatli ve içten öfkeli değildir. Öyleyse içimizdeki öfkeyi nötralize edemeden, kızıp durduğumuz insanı veya insanları affedemeden şefkati nasıl besleriz?



Pek çok nedenle pek çok insana kızgın ve kırgın olabiliriz. Kızgınlığımızın nedeni sıradan bir olay olabileceği gibi gerçekten travmatik bir olay da olabilir. Yalan söylendiği için, davet almadığımız için, işten atıldığımız için, tacize uğradığımız için, anlaşılmayı beklerken anlaşılamadığımızı düşündüğümüz için, yanlış anlaşıldığımızı zannettiğimiz için, istediğimiz borç paranın verilmediği için, birileri tarafından terkedildiğimiz için, maddi veya manevi olarak sömürüldüğümüzü düşündüğümüz için vs. birilerine kızgın olabiliriz.



Her ne türden olursa olsun kızgınlık kendi kendini yiyip bitirmektir. Kızgınlığı sürdürüp affetmemek, o olayın üstünden yıllar geçmesine rağmen, kızgınlıkla yapageldiğimiz içsel konuşmaları yıllara yaymaktır. Yıllar boyu o olaya çengel atıp içten içe kavga edip durmaktır. Olayı unutmuş gibi davransak bile o olayı anımsatan her durumda aynı şiddetli kızgınlığı yeniden hissetmek ve enerji tüketmeye devam etmektir. Affedememek ıstırap çekmektir.
İşte bu noktada uyanmak, şuurlu bir şekilde olaydaki olası sorumluluğumuzu üstlenmek, “eyvallah hata yaptım ve bunu yaşadım”, ya da “gerçekten masumdum ama bu durum başıma geldi, artık tüm bunları geçmişte bırakıyorum, kendimi ve diğerlerini affediyor ve özgürleştiriyorum” diyebilmeyi içselleştirmek ve bunun pozitif sonuçlarını yaşar duruma gelmek kendi elimizdedir.



Affetmeyi kimse bizim yerimize yapamacağına göre bunu bizim yapmamız gerekir. Mesele yaşadığımız bir olayı değiştiremeyeceğimize göre olayı değerlendiren bakışımızı, anlayışımızı değiştirmeye bağlıdır. Anlayışımızın değişmesi, bağışlayıcılığı ve hoşgörüyü beraberinde getirir. Enerji tüketme alışkanlıklarımızı yavaş yavaş terkederek enerjiyi biriktiren bireyler olmaya yönlendirir. Bu ise gerçek pozitifliğe adım atmak, sevgi enerjisini bünyemizde toplayabilmek ve yayabilmek olgunluğuna yaklaştırır.
Kendimizi ve insanları sevebilmek Evreni sevebilmekle özdeştir. Bu koskocaman ve mükemmel yasalarla idare edilen Kâinat içinde, takılıp kaldığımız ve hem kendimizi hem de çevremizi yiyip bitirmeye yönelik olan davranışlarımızın aczini görebilmek için de çar çur ettiğimiz ince enerjilere ihtiyacımız vardır.



Kadim öğretiler “insanı ıstırapları olgunlaştırır” der. Çünki ıstıraplarımız, varlığa gelen dış tesirlerdir ve şuur bu tesirlere hâkim olmak için gücünü artırmaya uğraşır. Hâkim olmayı başardığı gün, o tesirden kaynaklanan ıstırap da kendiliğinden sona erer. İşte affedebilmek, bunu başarabilmek için çaba sarfetmek ve ıstırabı dindirmek, aslında bir tesire hâkim olabilmek için gereklidir. Istıraplardan gerekli tesiri çekebilmek daha üstün bir şuur seviyesine yükselebilme şansını yakalamaktır.
Bir tesire hakim olabilmek için yılları harcamak mı gerekir? Affetmediğimiz sürece enerji tüketip durmayı dolayısıyla ıstırabı yıllara yaymak mı gerekir?

Istırap, yüklediği tesirle, derin şuurumuza uzanmamıza vesile olup ilâhi amacı sezinlememizi sağlayan şoklardan biridir sadece. Demek ki mesele, kızıp durmak değil o ıstırabın sunacağı bilgiyle kendimizi özgürleştirmektir. Bu, özgürlükle henüz işimizin bitmediğini, halletmemiz gereken başka şeylerin de olduğunu kavrayabilmek ve tekâmül yolunda ilerlemeyi otomatik hâlden şuurlu hâle taşıyabilmek demektir

 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Hatasız insan yoktur. Varsa insan değildir.
İnsan beşer, kuldur şaşar; hata işler üçer beşer.
Hata yapmayan insan hiçbir şey yapmayan insandır.


Bu sözler Türk ve dünya büyüklerinin sözleri. Özet olarak şunu belirtiyorlar: İnsan olarak bizler kasıtlı veya kasıtsız bir şekilde ama mutlaka hata yapıyoruz. Bu hataların bazıları ise hemcinslerimize karşı olabiliyor. Kalp kıran davranışlar, aldatmalar, yalanlar, bilerek ya da bilmeyerek zarar vermeler… Bunlar bizim başlıca hatalarımız. Bir hata işlediğimizde önce hatayı üzerimize almak istemiyoruz. Hatadaki suçumuz açık olduğu zaman açıkça söyleyemesek de affımızı bekliyoruz.
Biz ise bir hata karşısında iki türlü tavır takınabiliyoruz; ya affediyoruz ya da hatayı cezalandırıyoruz. Cezalandırırken hiç zorlanmıyoruz. Çünkü ceza vermek basit. Zor olan ise affetmek. Çünkü affetmek hatayı yok saymayı, olmamış gibi görmeyi, o hatanın bizde açtığı yarayı unutmayı gerektiriyor. İşte bu yüzden olsa gerek “Affetmek büyüklüktür, affet ki büyüklük sende kalsın” diye meşhur bir söz de var.
Şöyle bir düşünelim, bu zamana kadar diğer insanlara karşı işlediğimiz suçlardan hiçbiri affedilmeseydi ne olurdu. Çevremizde herhangi bir sevdiğimiz, dostumuz kalır mıydı? Biz affedilerek büyüdük. Küçükken yaptığımız yaramazlıkları annemiz affetti. Babamız cebinden aşırdığımız paraların suçunu affetti. En sevdiğimiz arkadaşımız kalbini kırsak da bizi sonuçta yine affetti. Bize de affetmek yakışır.
Şimdi beraberce kimleri affediyoruz ya da affetmiyoruz onları inceleyelim.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Bilmelisin ki

Bilmelisin ki... Bilmelisin ki ...
Duvarda asılı diplomalar insanı insan yapmaya yetmez.

Bilmelisin ki ...
Aşk kelimesi ne kadar çok kullanılırsa, anlam yükü o kadar azalır.

Bilmelisin ki ...
Karsındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasında çizginin nereden geçtiğini bulmak zor.

Bilmelisin ki ...
Gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez. Gerçek aşkların da!

Bilmelisin ki ...
Tecübenin kaç yasgünü partisi yaşadığınızla ilgisi yok, ne tür deneyimler yaşadığınızla var.

Bilmelisin ki ...
Aile hep insanın yanında olmuyor.
Akrabanız olmayan insanlardan ilgi,sevgi ve güven öğrenebiliyorsunuz.
Aile her zaman biyolojik değil

Bilmelisin ki ...
Ne kadar yakın olursa olsunlar en iyi arkadaşlar da ara sıra üzebilir. Onları affetmek gerekir.

Bilmelisin ki ...
Bazen başkalarını affetmek yetmiyor. Bazen insanın kendisini affedebilmesi gerekiyor.

Bilmelisin ki ...
Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın dünya sizin için dönmesini durdurmuyor.

Bilmelisin ki ...
Şartlar ve olaylar, kim olduğumuzu etkilemiş olabilir. Ama ne olduğumuzdan kendimiz sorumluyuz

Bilmelisin ki ...
İki kişi münakaşa ediyorsa, bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez. Etmemeleri de sevdikleri anlamına gelmez.

Bilmelisin ki ...
Her problem kendi içinde bir fırsat saklar. Ve problem, fırsatın yanında cüce kalır.

Bilmelisin ki ...
Sevgiyi çabuk kaybediyorsun, pişmanlığın uzun yıllar sürüyor.

 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Temiz bir vicdan kadar yumuşak bir yastık yoktur.
Hedefimiz, gerçekleştirmek istediğimiz her ne olursa olsun bu konuda atacağımız en değerli adım affetmektir. Hem kendimizi hem de geçmişte yaşadığımız bizi üzen deneyimlerimizin kısıtlayıcı duygusal yüklerini özgürleştirmek için affetmektir.

Affetmek Latince bağları çözmek anlamına gelir!

Peki, o zaman affetmediğimizde neye bağlanırız.... Yaşadığımız olay geçmiştir bir anı olmuştur. Tatsız üzüntü veren bir anı.. Bu anıdan bize miras kalan ise hatırladığımız üzücü hayaller ve duygulardır.

o kişilerden ya da olaylardan özgürleşmedikçe zihnimizde sesleri… bedenimizde bizi üzen duyguları yeniden yeniden yeniden canlandırır dururuz.. ve can veririz geçmişte kalması gereken unuttuğumuz bu üzüntülerimize.. hepimizin bildiği gibi artık; beynimiz hayal ile gerçeği birbirinden ayırt etmez..bazılarımız hatırlamaz bile yaşadığı incitici anıları.. gömmüştür çoktan bilinçaltının derinliklerine..

Neden diye sorar o zaman?
Neden her ilişkim üzücü bir şekilde bitiyor?
Neden pek çok şeyim olduğu halde kendimi mutsuz hissediyorum?
Neden hep iyi başlayan iş yaşantım üzüntülü bir şekilde bitiyor?
Neden dostlarım vefasız çıkıyor?

Nedenler bitmez..

Neden mi ?
Mazeret ve neden aradığnız sürece bir çok mazeret ve neden vardır.Çünkü bir konu ya da kişi ile ya da yaşamımızda şu anda olmasını istediğimiz gerçekleşmesini istediğimiz hedeflerimizle ilgili olarak ilk kurduğumuz ilişki nasılsa ve bu konuda duygusal olarak nasıl hissediyorsak devamı da o şekilde gerçekleşir.

İçimizde bastırdığımız, doğru bir şekilde ifade etmediğimiz, incinmişliklerimiz, kırgınlıklarımız, öfkelerimiz bizi sürekli ilk kurduğumuz ilişkiye bağlayan prangalar olur. Biz her ne kadar yeni ilişkilere.. yeni işlere..yeni arkadaşlara, yeniye dair ne istiyorsak ona doğru yol aldığımızı sansak da bağlarımız bizi sıkı sıkı tutar ve olduğumuz yerde boşa adımlar atarız.. bağımızın uzunluğu kadar bir daire etrafında döner dururuz.. Bu bir kısırdöngüdür artık.

Affederek işte bu bağları çözer adımlarımızın bizi gerçekten hedeflerimize, istediklerimize götürmesini sağlarız.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Kuran'da tavsiye edilen güzel ahlak özelliklerinden biri de "affedici ve bağışlayıcı olmak"tır:
Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslam'a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir. (Araf Suresi, 199)
Bir başka ayette Allah, "... affetsinler ve hoşgörsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." (Nur Suresi, 22) şeklinde buyurmaktadır.

Kuran ahlakından uzak yaşayan kimseler için affetmek son derece zordur. Çünkü yapılan bir hata karşısında hemen öfkeye kapılırlar. Ancak Allah müminlere affetmenin daha güzel bir davranış olduğunu bildirmiştir:
Kötülüğün karşılığı, onun misli (benzeri) olan kötülüktür. Ama kim affeder ve ıslah ederse (dirliği kurup-sağlarsa) artık onun ecri Allah'a aittir... (Şura Suresi, 40)
... Yine de affeder, hoş görür (kusurlarını yüzlerine vurmaz) ve bağışlarsanız, artık elbette Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Teğabün Suresi, 14)
ImageProxy.mvc

Kuran'da "Kim sabreder ve bağışlarsa, şüphesiz bu, azme değer işlerdendir." (Şura Suresi, 43) ayetiyle de affetmenin üstün bir ahlak özelliği olduğu haber verilmektedir. Dolayısıyla müminler affedici, merhametli, hoşgörülü davrananlar ve Kuran'da bildirildiği gibi onlar, "öfkelerini yenenler ve insanlar(daki hakların)dan bağışlama ile (vaz)geçenlerdir." (Al-i İmran Suresi, 134)

Müminlerin affedicilik anlayışları, Kuran ahlakını yaşamayan kimselerinkinden çok farklıdır. Bazı kişiler, karşılarındaki kişiyi bağışladıklarını söyleseler de, bu kişilerin kalplerindeki kin ve kızgınlıktan kurtulmaları uzun sürer. Tavırları genellikle bu kızgınlığı yansıtacak şekildedir. Müminlerin affediciliği ise samimidir. Müminler insanın dünyada imtihan olan, hata yaparak öğrenen bir varlık olduğunu bildikleri için hoşgörülü ve şefkatlidirler. Ayrıca müminler, tamamen haklı oldukları ve karşı tarafın tümüyle haksız olduğu bir durumda bile hiç tereddütsüz affedebilirler. Affetme konusunda, hataları, büyük ya da küçük olarak ayırmazlar. Bir kimse hatayla büyük bir kayba sebep olabilir. Ancak meydana gelen her olayın Allah'ın kontrolünde ve bir kader dahilinde geliştiğini bilen müminler, bu tür bir olay karşısında tevekküllü davranır ve kişisel bir kızgınlık içine girmezler.

Yakın zamanda yapılan araştırmalarda Amerikalı bilim adamları, affetmesini bilen insanların hem ruhen hem de bedenen daha sağlıklı olduklarını belirlediler. Stanford Üniversitesi'nde görevli bilim adamı Frederic Luskin ve ekibi, San Francisco şehrinde oturan 259 kişi üzerinde araştırma yaptı. Denek olarak katılan kişileri 6 kez 1.5 saatlik oturumlara çağıran bu bilim adamları, yaptıkları sohbetlerde affetmeyi öğretmeyi amaçladılar.

Deneye katılan kişiler kendilerine zarar veren kimseleri affettikten sonra, daha az acı duyduklarını belirttiler. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki, affetmeyi öğrenen kişiler sadece duygusal olarak değil fiziksel olarak da kendilerini daha iyi hissetmektedirler. Örneğin deney sonucunda stresten kaynaklanan sırt ağrısı, uykusuzluk ve mide ağrısı gibi ruhsal ve fiziksel belirtilerin de bu kişilerde önemli ölçüde azaldığı tespit edildi.

Stanford Üniversitesi'nde Rehberlik ve Sağlık Psikolojisi alanında doktorası olan Frederic Luskin, Forgive for Good (İyilik için Affedin) adlı kitabının tanıtımında affetme ile ilgili olarak "Sağlık ve Mutluluk için Kanıtlanmış Bir Reçete" ifadelerine yer vermiştir. Bu kitapta affetmenin kızgınlık, acı, depresyon ve stresi azaltarak, umut, sabır ve kendine güven gibi olumlu ruh hallerinin yaşanmasını sağladığı anlatılmaktadır. Dr. Luskin'e göre, uzun süreli kızgınlık yaşanması insanların fiziksel sağlığı üzerinde de gözlemlenebilir olumsuz etkiler oluşturmaktadır. Dr. Luskin konu ile ilgili şunları ifade etmiştir:
Uzun süreli veya devam eden öfkenin zararı, vücut içindeki termostatı sıfırlamasıdır. Eğer düzenli olarak düşük seviyede öfkeye kendinizi alıştırırsanız, neyin normal olduğunu ayırt edemezsiniz. İnsanların alışkanlığa çevirebileceği bir tür adrenalin hücumuna yol açabilir. Vücudu yakar ve sağlıklı düşünmeyi zorlaştırır, bu da durumu daha kötü bir hale getirir.
Ayrıca Dr. Luskin, vücut, öfke ve stres sırasında belirli enzimler salgıladığından, kolesterol ve tansiyonun yükseldiğini, bunların da vücudun uzun süreli maruz bırakılmaması gereken bir durum oluşturduğunu belirtmektedir.
Healing Currents Magazine dergisinin Eylül-Ekim 1996 sayısında yayınlanan "Affetme" adlı makalede ise, bir kişiye ya da olaya karşı duyulan öfkenin kişilerde olumsuz duygulara yol açtığı, ruhsal dengelerini hatta fiziksel sağlıklarını bozduğu belirtilmektedir.
Aynı makalede kişilerin öfkeden dolayı yaşadıkları olumsuzlukları zaman içinde fark ettikleri ve bozulan ilişkilerini düzeltmek, problemleri halletmek için affetmeye karar verdiklerinden de bahsedilmektedir. Yaşadıklarından sonra, değerli zamanlarını ve hayatlarını öfkeyle geçirmek istemedikleri, bu nedenle kendilerini ve başkalarını affetmeyi seçtikleri de belirtilmektedir.80
Öte yandan 1500 kişiyi kapsayan bir araştırmada, dinine bağlı kişilerde depresyon, stres ve akıl hastalıklarının daha az olduğu görülmüştür. Araştırmayı yürüten Dr. Herbert Benson, bu durumu dinlerin "affetme" duygusunu teşvik etmesine bağlamakta ve şunları ifade etmektedir:
Dinler, insanlara diğer kişileri affetmeyi öğütler. Bu yüzden dini inancı olanlar, sorunlarını içlerinde biriktirmez ve hayatla daha kolay başa çıkar. Bu da depresyon ve stres gibi rahatsızlıklarla daha az karşılaşmalarını sağlar.81
Harvard Gazetesi'nde yayınlanan "Öfke Kalbinizin Düşmanıdır" adlı makalede yer alan bilgilere göre öfke, kalp sağlığı açısından son derece zararlıdır. Tıp alanında asistan profesör olan Ichiro Kawachi ve meslektaşları, bu gerçeği çeşitli test ve ölçümlerle bilimsel olarak kanıtlamışlardır. Yaptıkları çalışmalar sonucunda aksi huylu yaşlıların, daha sakin yaşıtlarından üç kat daha fazla kalp hastalıkları riskine sahip olduklarını tespit etmişlerdir. Kawachi'ye göre, "Yüksek seviyede kızgınlık ve nesneleri kırma ya da bir kişiye kavga sırasında zarar verme isteği bu riskleri artırmaktadır."82 Çünkü öfke sırasında stres hormonları artarak, kalp kaslarındaki hücrelerin daha fazla oksijen ihtiyacı duymasına ve kandaki trombositlerin yapışkanlığının artarak pıhtılaşmaya yol açmasına sebep olmaktadır. Bu da kalp sağlığını olumsuz etkilemektedir.83 Ayrıca öfkelenme sırasında kalp atışları normalin üstünde bir seviyeye çıkar ve damarlarda kan basıncının yükselmesine, dolayısıyla kalp krizi riskinin artmasına sebep olur.
Araştırmacılara göre öfke ve düşmanlık, kanda enfeksiyonla bağlantılı proteinlerin üretimini de tetikleyebilmektedir. Psychosomatic Medicine (Psikosomatik Tıp) isimli dergide, aşırı öfkenin enfeksiyona yol açan proteinlerin üretimini artırdığı, bunun da atardamarların sertleşmesine, dolayısıyla damar tıkanıklığına ve kalp krizine neden olduğu belirtilmiştir.84 Kuzey Carolina Bölgesi'ndeki Duke Üniversitesi'nden Asistan Profesör Edward Suarez'e göre, interleukin 6 (IL-6) proteini çok kızgın ve morali bozuk kişilerde normal seviyeden daha yüksek oranda bulunmaktadır. Kandaki yüksek IL-6 seviyesi ise atardamarların duvarlarında yağ birikimine, bu da damar tıkanıklığına yol açmaktadır.85 Sonuç olarak Suarez'e göre kalp hastalıkları, sigara kullanımı, yüksek tansiyon, şişmanlık ve yüksek kolesterol gibi faktörlerin yanı sıra depresyon, öfke ve düşmanlık gibi psikolojik durumlarla da yakından bağlantılıdır.86
The Times'da yayınlanan "Öfke Kalp Krizi Riskini Artırır" adlı makalede, kolay öfkelenmenin kalp krizlerine kısa bir yol olduğu, strese öfkeyle tepki veren kişilerin, kalp hastalıklarına üç kat daha fazla, erken kalp krizine ise beş kat daha fazla yakalanma riski altında oldukları belirtilmektedir.87 Maryland, Baltimore'daki John Hopkins Üniversitesi'nden bilim adamlarının tespitlerine göre, çabuk sinirlenen kişiler, ailelerinde kalp hastalıkları geçmişi olmasa da risk altında bulunmaktadırlar.88
Yapılan tüm araştırmalar göstermektedir ki öfkelenmek insanın en başta sağlığını ciddi şekilde bozan bir ruh halidir. Affetmek ise kişiye zor gelse de öfkenin getirdiği tüm olumsuzlukları ortadan kaldıran, kişinin hem fiziken hem ruhen sağlıklı bir yaşam sürmesine yardımcı olan güzel bir davranış şekli, üstün bir ahlak özelliğidir. Elbette ki affetmek, sağlıklı kalmaya vesile olan davranışlardan biridir ve herkesin yaşaması gereken olumlu bir özelliktir. Ancak affetmede asıl amaç -herşeyde olduğu gibi- Allah'ın rızasına uygun bir ahlakı yaşamak olmalıdır. Faydaları bilimsel olarak günümüzde tespit edilen bu ahlak özelliğinin Kuran'da pek çok ayetle bildirilmesi, Kuran'daki hikmetlerden sadece bir tanesidir.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt