Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Adı Gibi Talihide Kara Olan Ülke NİJER (1 Kullanıcı)

Tevazu_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Mar 2009
Mesajlar
35
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Sayın;Op. Dr. Fahrettin ER 'in NİJER hikayesini ibretle okudum..Bu insanlar bu işleri Allah için yaptılar ve buradada duayı hak ediyorlar.. Allah O duyarlı Doktorlardan Razı olsun..

( nijer seyahatimizden notlar)

Kısaca NİJER ;Çoğunlukla güney komşusu NİJERYA ile olan isim benzerliğinden dolayı ayrı bir ülke olarak algılanmayan bir ülkedir.
NİJERYA'nın petrol ve doğalgaz zengini bir ülke olduğu bilindiği için NİJER'in ekmeğe suya bile ihtiyacı olduğu çoğunlukla bu yüzden hiç bilinmez.Bütün dünya gibi bizim ülkemizde de çok bilinmez NİJER.Kelime anlamı kara kapkara demek olan nijer kelimesi gerçektende derileri ve talihleride
NİJERE GİTMEK NEREDEN AKLIMIZA GELDİ
Hekim olduğum günden beri hep ihtiyaç sahibi insanlara mesleğim ile nasıl yardım edebilirim diye düşünüyordum.2007 yılının nisan mayıs aylarıydı içindeki bu istek televizyonlarımızdaki seyrettiğim Afrikayı anlatan belgeseller ve 2006 yılının hemen başlarında bir başka Afrika ülkesi olan SUDAN'a yapmış olduğum seyahatin de etkisiyle olsa gerek iyice artmıştı.
Afrikaya gidip hekim olarak hizmet etmek istiyordum. Ve şükürki Allaha bizleri iyi insanlarla tanıştırdı.Bu düşüncemi Fatih ALTINAY ismindeki bir arkadaşıma açtığımda bana hemen Dr. Mustafa MERTER ile tanışmam gerektiğini söyledi.Çünkü Dr.Mustafa MERTER daha önce iki çocuğu ile beraberce buralara muhtaç insanlara yardıma gitmiş ve oralarda çok sayıda ileri derecede fıtık ve hidrosel hastaları görmüş bunları kaydetmiş,onları ameliyat ettirmek için 2007 yılının temmuz ayında tekrar girmek için planlama yapıyormuş.Üç beş gün geçmişti ki arkadaşım Fatih ALTINAY beni telefon ile aradı
İşte tanışmanı istediğim Dr.Mustafa METER yanımda telefon ile seninle konuşmak istiyor dedi.Telefon ile hemen tanıştık,konuştuk.Tam aradığım gibiydi 2 temmuz 2007 günü NİJER'e gidiyorlardı ve ameliyat yapacak doktorlara ihtiyaçları vardı.Hemen üroloji uzmanı olarak gelebileceğimi söyledim Dr.Mustafa MERTER de buna çok memnun olacağını söyledi ancak tek doktor ile ameliyat yapmanın zor olacağını varsa iki cerrah daha olursa çok uygun olacağını söylediğinde hiç düşünmeden ,aynı hastanede çalıştığım genel cerrah Op.Dr.Fatih HASKARACA ve sınıf arkadaşım olan Op.Dr.Muzaffer YUTTAŞ 'ın isimlerini yazdırdım. Manisalı üç hekim olarak dünyanın en fakir ülkesi NİJER'e gitmek için gün sayıyorduk.Bu esnada grubun bir diğer cefakar ve vefakar insanı işadamı İbrahim CEYLAN ile de telefonda tanıştık nelere ihtiyaç olduğunu neler götürmemiz gerektiğini karşılıklı kararlaşırdık.
Her şeye ihtiyaç vardı ekmek ve su hariç her şeyi buradan götürmemiz gerekiyordu.
Ameliyat yapılacak aletlerden ,ameliyatta kullanılacak dikiş iplerine ,eldivene,maskeye,bonelere, ameliyat yerinin bantlanmasında kullanılacak flasterlere ,ameliyat sonrası ağrı kesici ve antibiyotiklere kadar her şey buradan götürülecekti.
İhtiyacımız olan tıbbi malzemeleri bizim Manisa'dan temin etmemizin daha doğru olacağını düşündük .Çünkü bu malzemeleri biz kullanacaktık kod numaralarını ,ve özelliklerini görerek almamız daha doğru olurdu.
Durumu Manisa Belediye Başkanına ve Manisa Sağlık Müdürüne açtım ihtiyacımız olan tüm tıbbi malzemeleri ortaklaşa karşılayabileceklerini söylediklerinde dünyalar benim oldu.Aynı şekilde gerekli olan antibiyotik ve ağrıkesicileri de BANK ASYA karşılayacaktı.
2 temmuz 2007 günü istanbulda Atatürk Havalanında grup olarak buluştuk grubun çoğu birbiri ile havalanında tanıştı.Nijer'e direk uçak olmadığı için önce THY uçağı ile Fas'ın Kazablanka kentine 4 saat dan fazla süren bir uçuşla uçtuk orada 8 saatlik bir beklemenin ardından Fas Hava Yolları ile yine 4 saatlik bir uçuşla Nijer'in başkenti Niamey'e vardık.
Bu yorucu yolculuktan sonra bizi çok daha zor bir yolculuk bekliyordu.Ameliyat yapacak olduğumuz yer Nijer'in başkenti Niamey'e 770 km uzaklıkta idi ,yol çok kötü olduğu için bu yolculuk 18 -20saat civarında sürecekti .Bu yolculuğu kliması bile çalışmayan amortisörleri neredeyse hiç olmayan bir minibüs ile yapacaktık üstelik bu otobüs ülkenin en iyi taşıma araçlarından birisiydi.
Uçağımız öğleye doğru Nijer'e varmıştı ,havaalanı perişanlık içindeydi pist dışında her yer toprak ve kum kaplıydı.Tuvaletlerine giden arkadaşlar kullanmadan geriye geliyordu.Tüm işlemler bilgisayar yerine elle yazılarak yapılıyordu. Her ülkenin havaalanları o ülke hakkında olumlu fikir versin diye en güzel yerleridir.Nijer'in tek havaalanını görünce adeta başka bir gezegene geldiğimi zannettim .

NİJERDE TÜRK KOLEJİ

Libya ve Cezayir'in güneyinde,Nijerya'nın kuzyinde ,Çad'ın batısında,Mali'nin doğusundaki büyük sahra Çölünün tam ortasındaki 13 milyon nüfusunun neredeyse tamamı Hausa,Pöl,Flani,Jarga,Tuarek gibi 7 büyük zenci Müslüman kabileden oluşan ,ortalama gelirin kişi başı yıllık 200-250 dolar olduğu,ortalama ömrün 40 yıl olduğu,ülkedeki toplam doktor sayısının 300 olduğu yani 40 000 kişiye bir doktorun düştüğü,insanlarının % 80' ninin açlık sınırının altında yaşadığı ,dünyadaki bebek ölüm hızının en yüksek olduğu dünyanın en fakir ikinci ülkesinde hiç Türk var mıdır derken.Havaalanında bizi karşılayanların Nijer'deki BEDİR TÜRK KOLEJİ 'nin müdürü ve öğretmenleri olduğunu öğrenince inanamadık.Buralarda nasıl olurda Türk Koleji olabilirdi zira bu ülkede büyükelçiliğimiz bile yoktu.Ama az sonra uzun ve yorucu yolculuğumuzun ardından TÜRK KOLEJİ'ne gidince orada sıcak çayımızı ve öğle yemeğimizi yiyince anladık ki orası TÜRK KOLEJİ idi.Çok sayıda üst düzey yetkili bakan ve cumhurbaşkanının çocuk ve torunlarının da aralarında olduğu yaklaşık 800 öğrencisi olan ,12 adet Türk öğretmeni olan 4 yıldır buralarda eğitim veren bir TÜRK KOLEJİ nin olduğunu öğrenmek, adeta yorucu uçak yolculuğundan sonra ve çıkacağımız daha da yorucu olacağı baştan belli olan 18-20 saatlik çöl yolculuğundan önce bizi fazlası ile dinlendirmişti.

MİNİBÜS İLE 18 SAAT SÜREN YOLCULUK

Yanımızda götürdüğümüz ekmek ve su hariç her şeyimizin içinde olduğu çok sayıdaki kolilerimizi minübüsümüzün üzerine ve arka koltuklarına doldurup yükledikten sonra kalan koltuklara da sıkış tepiş oturarak, akşam saatlerinde yola çıktık.Bu zorlu çöl yolculuğumuzu gece yapmak zorundaydık zira gündüz hava sıcaklığı zaman zaman 50 dereceyi buluyordu.Yol uzun ve çok zorlu idi ,ama hiç birimizde bıkkınlık ve yılgınlık yoktu.Çünkü buralara gönüllü olarak yani gönülden Allah Rızası için gelmiştik.Bu uzun yolda sadece ve sadece 360 km sonra Brindizi denen bir kasabada-köyde benzin istasyonu vardı .Su ve tuvaletin de ancak bu kasabada var olduğunu daha önce buralara gelmiş olan Dr.Mustafa MERTER sıkı sıkı tembih etmişti yolculuğun başında.
Yollar öylesine bozuktu ki arabamız S harfleri çizerek ilerliyordu Büyük Sahra Çölünün ıssız,sessiz ve karanlık 3 temmuz 2007 nin gecesinde.Yolların bozukluğundan adeta iç organlarımızın yerleri değişmişti.
Dr.Mustafa MERTER psikiatri uzmanı olduğu için halimizi en iyi anlıyanlardandı ,birde grubumuzun idari sorumlusu olan İbrahim CEYLAN abi iyi anlıyordu.Kah gülerek ,kah hafiften kendimizle dalga geçerekten yolun yarıya yakınını kat etmiştik ki ilk mola yerimiz olan Brindizi'ye gelmiştik ,mola vermek zorundaydık çünkü tuvalet ihtiyaçları son haddindeydi.Benzin istasyonu denilen yer ışıkların kendisini bile zor aydınlattığı( muhtemel jeneratörden elde ediliyor-ülkede düzenli elektrik ağı ve üretimi yok) her yerin kum olduğu,benzinlerin cam şişelerde eski bir tahta masanın üzerinde dizili olduğu ,fiyatının bile belli olmadığı bir yer.Benzin işiyle daha çok Dr.Mustafa MERTER ile İbrahim CEYLAN beyler ilgileniyorlar.Çünkü Nijer'in anadili eski bir Fransız sömürgesi olduğu için Fransızca Dr.Mustafa MERTER de çok iyi Fransızca biliyor,para işlerinede İbrahim CEYLAN abi bakıyor.
Tuvalet ihtiyacımızın son safhada olduğunu söylemiştim grup içinde bayanlara öncelik olsun diye önce diş hekimi Şenay hanımı yolladık el fenerimizide kendisine vererek çünkü tuvalette ışık yoktu.
Şenay hanım çok kısa sürede geriye gelince şaşırdık.Bize WC nin kullanılamayacak kadar kötü olduğunu söyleyince merak edip gittim ve fotoğrafını çektim.Tuvalet taşında" TOTAL" yazısını görünce önce buraların eski Fransız sömürgesi olduğundan bir Fransız petrol- akaryakıt markası olan TOTAL ile bağlantı kurdum ama çok geçmeden gerçeği anladım.Buradaki TOTAL yazısı wc taşı gibi kullanılan beton bir zemindeki küçük bir deliğin etrafına yazılmıştı ve küçük-büyük ayrımı olmadığını bütün ihtiyacın bu delikten görülmesi gerektiğini anlatan toptancı bir ifade olarak kullanılıyordu.Hepimizin çok tuhafına gitti ve uzun süre bu duruma güldük durduk.
Benzinimizi aldık ve herkes farklı yöntemlerle wc ihtiyacını hallettikten sonra buradaki elindeki üç beş kutu cola ve suyu adeta gözünüze sokarcasına satmak isteyen çocuklardan da ihtiyaç olan içeceklerimizi aldık ve tekrar yola çıktık .Aldığımız içeceklerle arabamızda bulunan bazı hazır yiyecek ve bisküviler ile açlığımızı da yatıştıraraktan asıl hedefe Büyük Sahra Çölünün en kurak,en sıcak,en fakir bölgesine TESSEOUA 'ya doğru yola devam ettik.Çünkü adı geçen bu bölgede ameliyat yapacaktık.
Sabahın ilk ışıkları ile hiç görmediğimiz ve alışmadığımız bir manzara ile karşı karşıyaydık .Sazdan , ottan ve çamurdan evlerden oluşan köy benzeri yerlerden geçiyorduk hiç ışık yoktu bu köylerde çünkü elektrik yoktu.Güneş yavaş yavaş ilk ışıklarını gösterdiğinde etrafımızda tek renk vardı toprak rengi evler ,duvarlar,çatılar hep kum rengiygi.Birde siyah renk vardı onlarda buralarda yaşayan insanların derilerinin rengiydi.Az sayda bodur ağaçlar vardı çiçek görmek neredeyse imkansızdı.

İKİBUÇUK ODALI HASTANEMİZ

Uzun yolculuğumuz bitmiş çölde kiraladığımız , Tesseoua bölgesinin en güzel evine yerleşmiştik.Evimiz üç odası banyosu ,tuvaleti olan ancak mutfağı bahçede açıkta olan bir evdi.Çok acıkmıştık yanımızda getirdiğimiz tarhana ile,çok iyi bir cerrah olmanın yanında çok iyi de aşçı olan Op.Dr.Fatih Haskaraca hemencecik çorba yaptı ve üzerine de çay içip kısa bir dinlenmenin ardından ameliyatımızı yapacağımız binaya gittik.Hastaları ameliyat edeceğimiz yer eski bir hastane binası olup içersinde kırık bir ameliyat masasın dışında çalışan tek alet tıbbi aletleri steril edilmede kullanılan basit elektrikli bir otoklav (fırın)cihazıydı.
Getirdiğimiz alet ve ilaçlarımızı kutulardan çıkarıp yerleştirdik ,binamızın kapısına Ay Yıldızlı bayrağımızı astık artık ekibimiz ameliyat biçin hazırdı.
Bu binanın bahçesi günler öncesinden geleceğimizi bildikleri için hasta doluydu.Bu insanlar toprakta yatıyorlar yarı aç yarı tok yatıyorlardı.Ameliyatlar başladı tek ameliyat masasını daha çok ameliyat yapmak için orada bulunan tahta bir masayı ikinci ameliyat masası olarak kullanmaya karar verdik.
Her yer ileri derecede fıtık hastası ile doluydu ,bizde daha çok fıtık ameliyatı yapmak için gelmiştik.Çöl insanı beslenmesi çok kötü olduğu için neredeyse hiç protein tüketmediği için karın duvarı dayanıksız oluyordu,birde yapabildikleri tarımın hepsini el gücü ile yapmaları,su kuyularından elle su çekiyorlardı.Tüm bu sebepler fıtık olma ihtimalini o kadar çok arttırıyordu ki adeta iki kişiden birisi fıtık hastasıydı.

MASAYA BAĞLAYARAK AMELİYAT ETTİK

Ameliyat edilecek hastaların anestezilerini spinal anestezi dediğimiz yöntemle ,hastanın belinden ince bir iğne ile uyuşturucu bir ilacı vererek kendimiz yapıyorduk.Bu anestezinin yapılabilmesi için hastanın yaşının 14-15 yaşından yukarı olması gerekiyordu.
Adı Hüseyin olan 9-10 yaşlarında çok sevimli bir çocuk getirdiler.Muayene ettik sağ kasığında fıtığı vardı,fıtık boğulup hastanın ölümüne sebep olabilecek bir hastalık olduğundan mutlaka ameliyat edilmeliydi.Ancak çocuğun yaşı küçük olduğu için nasıl anestezi yapacaktık.Bu durumlar da ancak çok tecrübeli bir ekibin yapabileceği bir ihtimal vardır.Bir enjektöre lokal anestezik madde çekilir ameliyat yapılacak yerin cıvarına ilaç azar azar yapılır buna lokal anestezi denilir.Bizde bu yolu tercih etmeye karar verdik ve küçük hüseyinin fıtığını lokal anestezi ile yapacaktık.Fıtık bölgesinin çevresine lokal anestzik ilacımızı yaptık bir müddet sonra ilk cilt kesisini yaptığımızda çok iyi uyuşmamış olacak ki küçük Hüseyin ilk kesi ile çok ağrı duydu.Bunun üzerine fıtık bölgesine biraz daha lokal anestezik ilacımızdan yaptık ,ancak ilaç biraz fazla gelmiş olacak ki ilacın yan etkisi olarak çocukta bulantı,kusma ve terleme başladı.Bu durum karşısında Op.Dr.Fatih Haskaraca ile durumu değerlendirip ,bu ameliyatı yapmamaya karar verdik.Çünkü bu çocuğa ameliyat esnasında bir şeyler olursa sonucun ne olacağını kestiremiyorduk.
Kararımızı vermiştik bunu küçük Hüseyine anlatması için tercümanımız Sali'yi çağırdık,Sali çocukla konuştu ameliyat olamayacağını söylediğinde küçük Hüseyinin cevabı çok enteresandı.Adeta zaman durmuş aldığımız cevap karşısında şoke olmuştuk.Küçük Hüseyin şöyle diyordu.
Ben ameliyat olmak istiyorum,ben hayatımda bir daha doktor bulamam beni ne olur ameliyat masasına bağlayın ben acıya dayanırım diyordu.
Bunun üzerine eski bir çarşafı yırtarak küçük Hüseyini kollarından ve dizlerinden sıkıca bağlayarak ameliyata başladık.Op.Dr.Fatih Haskaraca ile birbirimizin yüzüne bakamıyorduk çünkü şahit olduğumuz ,duyduklarımız karşısında ikimizde için için ağlıyorduk.Bu çocuklarda insandı onlarında anne ve babaları vardı.Tek suçları derilerinin renginin siyah olması ve Nijer 'li mi olmalarıydı.
Hızla ameliyata başladık grubumuzun üyelrinden mühendis İrfan YAĞCI küçük Hüseyini.n terini siliyordu.Bu esnada küçük Hüseyin devamlı olarak bir cümleyi tekrarlıyordu .Hepimizin dikkati bu cümleye yönelmişti sanki bu cümleyi bir yerlerden tanıyorduk ve daha önce duymuştuk küçük Hüseyinin zannedersem beşinci tekrarıydı.Hepimiz bu cümlenin ne olduğunu anlamıştık.Küçük Hüseyin şöyle söylüyordu.
"İNNE LİLLAHİ VE İNNE İLAHİ RACİUN" anlamı "eninde sonunda öleceğiz Allaha döneceğiz" anlamında olan bir ayet idi.

Bir kez daha taş kesilmiştik gizli gizli ağlamamız aşikar olmuştu.İrfan Yağcı bey kendini kaybedip yere yığıldı.Bir müddet sonra kendisine geldiğinde küçük Hüseyinin hepimize olgunluk,tevekkül,sabır dersi verdiğini ağlayarak söylüyordu.Evet hepimiz bu Nijer'li küçük Hüseyinden sabır dersi almış adeta olgunlaşmıştık.
 

Tevazu_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Mar 2009
Mesajlar
35
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
ELMAS ,ALTIN, ve AÇLIK AYNI YERDE AFRİKADA

Dünyad en çok altın Afrikada,en çok elmas Afrika da ,daha bir çok değerli yer altı ve yer üstü zenginliği Afrikadayken,aynı yerde açlık sefalet nasıl olabilir.
Afrika'nın elması Afrikalı için kırık cam hükmünde olup bir değer ifade etmiyor Ancak, Amsterdam da ki elmas borsasına gelince anlam ifade ediyor.
Altın için de aynı şey geçerli Londra da ki altın borsası için altın zenginlik demektir, güç demektir,refah demektir.
Kısacası Avrupa medeniyetinde Afrika insanının kanı ve gözyaşı vardır.

HASTALARIMIZA MAKARNA PİŞİRİP VERDİK

Vakit öğleni geçmişti çok sayıda ameliyat yapmıştık.Hastalarımız bahçede çoğu basit bir hasır üzerinde veya karton üzerinde yatıyordu.Hatta bazı hastalarımızın tansiyonları düşmesin diye başlarının altına yastık bulamadığımızdan taş koymuştuk.İşte bu hastaların arasında kontrol maksadı ile dolaşıyordum.Yanımda da tercümanımız vardı ,hastaların yemek yiyebileceklerini söyledim tercümanımıza.Tercüman Sali bana mahcup bir şekilde bu hastaların çoğu birkaç gündür buralardadır,çoğunun yiyecek bir şeyi yoktur dediğinde adeta Dünya başıma yıkıldı.Hemen Dr.Mustafa Merter'e durumu ilettim.
Dr.Mustafa abi hemencecik makarnalarımızdan biraz pişirip bu hastalara azar azar da olsa verelim dedi.Biz nasıl olsa Dr.Muzaffer Bey'in getirdiği tarhanalardan çorba yapıp yeriz dedik ve 10 paket makarnamızı hemen bir kazan bulup ateş yakıp pişirdik.

Yanımızda getirdiğimiz kağıt tabaklara servis yapacaktık. Ancak dağıtmak için bir kabımız yoktu neyin içine koyalım da tabaklara dağıtalım derken aklımıza kullanmadığımız çöp kovamız geldi içini alkol ve batikon ile yıkayarak pişirdiğimiz makarnaları doldurup kağıt tabaklarımız a servise başladığımızda hastalarımızın gözlerinin içi gülüyordu.Bu durum karşısında kendi halimize ne kadar şükretmemiz gerektiğini düşündük.

GÜNDE ÜÇ ÖĞÜN YEMEK ÇOKTAN UNUTULMUŞ

Buralarda bazı bölgeler var son otuz yıldır hiç yağmur düşmemiş.Zaten yağmur yılda iki kez ,temmuz başı ve eylül sonu yağıyor .Yağmur yağarken herkez elinde ne kadar su kabı varsa bunların da çoğu kiremit küpler, onu doldurmak için koşuşturuyor.Bu biriktirilen suyu daha sonra kum torbalarında süzerek kullanıyor.
Bu kuraklıkta bu topraklarda yetişebilen tek bitki halkın MİL dediği ,Fransızların ise MİLET dediği bizim kuş yemi olarak kullandığımız bitkiden başkası yok. Bu bikrinin tohumlarını tahta dibeklerde ellerine aldıkları tokmaklarla saatlerce dövüp elde ettikleri unu kaynatarak çorba yapıyorlar bu çorbaları sabah akşam ellerindeki plastik veya tahta çanaklarla içiyorlar.
Çok sayıda insanın üzerinde ki kıyafetler eskilikten adeta lime lime olmuş.Su olmadığı için kadınlar adeta çamaşır yıkamayı hiç bilmiyorlar.
Çoğu Nijer'li hayatında hiç doktor görmemiş,doktorun,ilacın,hastanenin olmadığı bu yerlerde insanlar çaresizce muskalardan medet umar hale gelmiş.Bu yüzden olsa gerek her nijerlide mutlaka birkaç muska vardır.Bazen bu muskaların ilgili organ şeklinde olması insanı çok şaşırtıyor.

SU KUYULARI AÇTIRDIK

Su hayat demektir sözünün ne anlama geldiğini ancak buralarda anlayabilirsiniz.Bu fikirden hareketle ekibimiz ülkemizdeki hamiyetperver insanımızın yardımlarıyla çok sayıda kuyunun açılmasına ön ayak oldu .Buralarda bir su kuyusu 10 ile 20 bin dolar cıvarına mal oluyor.Ekibimiz şimdiye kadar yaklaşık 25 kuyunun açılmasına sebep olmuştur.Kuyularımızın başı neredeyse 24 saat su almaya gelen insanlarla dolu bazı insanlar 10-15 km uzaklardan su almaya geliyorlar.

DUL KADINLARA KEÇİLER DAĞITTIK

Ortalama ömür çok kısa olunca çok sayıda kadın çocuklarıyla dul kalıyor.Bunların çoğuna bir yardım eli uzanmazsa çocukları açlık ve beslenememekten ölüyor.Bu durumu gören ekibimiz hemen bir proje geliştirdi.
Bir atasözününde dediği gibi" tarlanın kuşunu tarlanın taşıyla vurmak gerekir" yani problemi yerel imkanlarla yerinde çözmek gerekir.Bu prensip ile her dul kadına üç dişi bir erkek keçilerden oluşan keçi aileleri verdik.Bu 4 keçiden oluşan aileleri bu dul kadınlara üç yıllığına ödünç verdik bunu yerel bir dernek olan GOULBİ 'nin yardımlarıyla yaptık.Üç yıl boyunca bu dört keçi yaklaşık 25-30 yavru yapıyor bu yavrular dul kadınların oluyor.Üç yılın sonunda ilk başta verdiğimiz 4 keçiyi yeni yavrulardan geri alıp ihtiyaç sahibi diğer kadınlara veriyoruz.Böylelikle zincir,sistem devam ediyor.Bunun için gerekli olan kaynağıda insanımızın desteği ile sağladık. Bir dul kadına 4 keçi vermenin bedeli yaklaşık 150 dolar olup bunu verenlerin isimlerini bir kağıda yazıp çıktı alarak hangi dul kadına verdiysek onun eline sponsorunun ismini tutuşturarak fotoğraflayıp geri dönüşte sponsorlara bu fotoğrafları verdik.Bu yöntem çok ilgi ve takdir gördü.Şimdiye kadar yaklaşık 1500-2000 kadına bu tarz yardımda bulunduk.

NİJERE YARDIM İÇİN GİTMİŞTİK
AMA ASIL YARDIMI KENDİMİZ ALMIŞ OLARAK GERİ GELDİK.
GERİ GELDİKTEN SONRA EŞYAYA BAKIŞ AÇIMIZ DEĞİŞTİ. EŞYAYI ALGILAMAMIZ DEĞİŞTİ.
YANİ KISACASI NİJERE DEĞİL KENDİMİZE YARDIM ETMİŞTİK.
 

ahde

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Mar 2009
Mesajlar
590
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
43
Emeğine sağlık tevazu kardeşim

Emeğine sağlık tevazu kardeşim

ülkemiz coğrafi bakımıyla verimli topraklara sahip
ne yazıkki korkunç bir israf söz konusu
insanları bu konu'da uyarmak gerekli
gerçekten ibret verici
paylaşımın 10 numara allllah şükretmeği bilenlerden eğlesin
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Selamün Aleyküm..
Güzel ve ibret dolu bir paylaşım.. Rabbimiz, dünyaca uyanışımıza vesile eyler inşallah..
Konuma yazdığınız yorum vesilesiyle bu konunuza ulaştım.. Açıklamanız için teşekkür ediyorum, anlatmak istediklerinizi, sonradan daha makul cümlelerle ifade ettiğiniz için..
Avrupa'daki zenginliklerini tüketmiş olan barbar Avrupalılar, coğrafi keşiflerden itibaren dünyada sömürebilecekleri, hakimiyet kuracakları yeni pazar arayışlarına girdiler. Amerika kıtasının keşfi ve Afrika'nın yeraltı ve yerüstü kaynaklarının da son yüzyıllarda farkına varılması, emperyalist ve kapitalist Batı'nın vahşi zihniyetini bizler için bir kez daha gözler önüne serdi.. Önce tedrici olarak İslam'a yabancılaştırmak ve ardından, İncil'e tabi kılmaya çalışıp kızılderili halka yapılan işkencelerin bir benzeriyle halkı selsefil bırakıp onların nimetleri ve zenginlikleri ile kendilerine birer küçük krallık kuran ''modern Avrupalı egemen kesim''in, zenginlik ve hegomonyalarını mazlum ve ezilmiş halkların üzerine inşa etmeleri, bugün Afrika'daki dramın, mahrumiyetin en büyük sebebidir.. Yine aynı sömürgecilerin kurduğu UNICEF gibi kuruluşlar ise sadece kendi sistemlerine çıkar sağlamak ve üzerlerindeki küresel baskıyı ortadan kaldırmak için kurdukları birer naylon kuruluşlardır.. Öyle ki bir sistemin, bir taraftan gasp edip bir taraftan lütufmuşçasına yardım kuruluşu kurması, perhiz ve lahana turşusu misalini hatırlatıyor bizlere.. Gasp ile aldığı hakkı, ''kendinden'' veriyormuşçasına bir pişkinlik ile..
Bu örnekleri yeryüzündeki hiçbir ülke unutmamalı..
Rahman, tüm ezilmiş halklara İslam'ın nuru ile, kıyam nasip etsin; zafere mühürlesin ''talihlerini'' inşallah..
Emeğinize sağlık.. Selam ve Dua ile.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt