Sayın;Op. Dr. Fahrettin ER 'in NİJER hikayesini ibretle okudum..Bu insanlar bu işleri Allah için yaptılar ve buradada duayı hak ediyorlar.. Allah O duyarlı Doktorlardan Razı olsun..
( nijer seyahatimizden notlar)
Kısaca NİJER ;Çoğunlukla güney komşusu NİJERYA ile olan isim benzerliğinden dolayı ayrı bir ülke olarak algılanmayan bir ülkedir.
NİJERYA'nın petrol ve doğalgaz zengini bir ülke olduğu bilindiği için NİJER'in ekmeğe suya bile ihtiyacı olduğu çoğunlukla bu yüzden hiç bilinmez.Bütün dünya gibi bizim ülkemizde de çok bilinmez NİJER.Kelime anlamı kara kapkara demek olan nijer kelimesi gerçektende derileri ve talihleride
NİJERE GİTMEK NEREDEN AKLIMIZA GELDİ
Hekim olduğum günden beri hep ihtiyaç sahibi insanlara mesleğim ile nasıl yardım edebilirim diye düşünüyordum.2007 yılının nisan mayıs aylarıydı içindeki bu istek televizyonlarımızdaki seyrettiğim Afrikayı anlatan belgeseller ve 2006 yılının hemen başlarında bir başka Afrika ülkesi olan SUDAN'a yapmış olduğum seyahatin de etkisiyle olsa gerek iyice artmıştı.
Afrikaya gidip hekim olarak hizmet etmek istiyordum. Ve şükürki Allaha bizleri iyi insanlarla tanıştırdı.Bu düşüncemi Fatih ALTINAY ismindeki bir arkadaşıma açtığımda bana hemen Dr. Mustafa MERTER ile tanışmam gerektiğini söyledi.Çünkü Dr.Mustafa MERTER daha önce iki çocuğu ile beraberce buralara muhtaç insanlara yardıma gitmiş ve oralarda çok sayıda ileri derecede fıtık ve hidrosel hastaları görmüş bunları kaydetmiş,onları ameliyat ettirmek için 2007 yılının temmuz ayında tekrar girmek için planlama yapıyormuş.Üç beş gün geçmişti ki arkadaşım Fatih ALTINAY beni telefon ile aradı
İşte tanışmanı istediğim Dr.Mustafa METER yanımda telefon ile seninle konuşmak istiyor dedi.Telefon ile hemen tanıştık,konuştuk.Tam aradığım gibiydi 2 temmuz 2007 günü NİJER'e gidiyorlardı ve ameliyat yapacak doktorlara ihtiyaçları vardı.Hemen üroloji uzmanı olarak gelebileceğimi söyledim Dr.Mustafa MERTER de buna çok memnun olacağını söyledi ancak tek doktor ile ameliyat yapmanın zor olacağını varsa iki cerrah daha olursa çok uygun olacağını söylediğinde hiç düşünmeden ,aynı hastanede çalıştığım genel cerrah Op.Dr.Fatih HASKARACA ve sınıf arkadaşım olan Op.Dr.Muzaffer YUTTAŞ 'ın isimlerini yazdırdım. Manisalı üç hekim olarak dünyanın en fakir ülkesi NİJER'e gitmek için gün sayıyorduk.Bu esnada grubun bir diğer cefakar ve vefakar insanı işadamı İbrahim CEYLAN ile de telefonda tanıştık nelere ihtiyaç olduğunu neler götürmemiz gerektiğini karşılıklı kararlaşırdık.
Her şeye ihtiyaç vardı ekmek ve su hariç her şeyi buradan götürmemiz gerekiyordu.
Ameliyat yapılacak aletlerden ,ameliyatta kullanılacak dikiş iplerine ,eldivene,maskeye,bonelere, ameliyat yerinin bantlanmasında kullanılacak flasterlere ,ameliyat sonrası ağrı kesici ve antibiyotiklere kadar her şey buradan götürülecekti.
İhtiyacımız olan tıbbi malzemeleri bizim Manisa'dan temin etmemizin daha doğru olacağını düşündük .Çünkü bu malzemeleri biz kullanacaktık kod numaralarını ,ve özelliklerini görerek almamız daha doğru olurdu.
Durumu Manisa Belediye Başkanına ve Manisa Sağlık Müdürüne açtım ihtiyacımız olan tüm tıbbi malzemeleri ortaklaşa karşılayabileceklerini söylediklerinde dünyalar benim oldu.Aynı şekilde gerekli olan antibiyotik ve ağrıkesicileri de BANK ASYA karşılayacaktı.
2 temmuz 2007 günü istanbulda Atatürk Havalanında grup olarak buluştuk grubun çoğu birbiri ile havalanında tanıştı.Nijer'e direk uçak olmadığı için önce THY uçağı ile Fas'ın Kazablanka kentine 4 saat dan fazla süren bir uçuşla uçtuk orada 8 saatlik bir beklemenin ardından Fas Hava Yolları ile yine 4 saatlik bir uçuşla Nijer'in başkenti Niamey'e vardık.
Bu yorucu yolculuktan sonra bizi çok daha zor bir yolculuk bekliyordu.Ameliyat yapacak olduğumuz yer Nijer'in başkenti Niamey'e 770 km uzaklıkta idi ,yol çok kötü olduğu için bu yolculuk 18 -20saat civarında sürecekti .Bu yolculuğu kliması bile çalışmayan amortisörleri neredeyse hiç olmayan bir minibüs ile yapacaktık üstelik bu otobüs ülkenin en iyi taşıma araçlarından birisiydi.
Uçağımız öğleye doğru Nijer'e varmıştı ,havaalanı perişanlık içindeydi pist dışında her yer toprak ve kum kaplıydı.Tuvaletlerine giden arkadaşlar kullanmadan geriye geliyordu.Tüm işlemler bilgisayar yerine elle yazılarak yapılıyordu. Her ülkenin havaalanları o ülke hakkında olumlu fikir versin diye en güzel yerleridir.Nijer'in tek havaalanını görünce adeta başka bir gezegene geldiğimi zannettim .
NİJERDE TÜRK KOLEJİ
Libya ve Cezayir'in güneyinde,Nijerya'nın kuzyinde ,Çad'ın batısında,Mali'nin doğusundaki büyük sahra Çölünün tam ortasındaki 13 milyon nüfusunun neredeyse tamamı Hausa,Pöl,Flani,Jarga,Tuarek gibi 7 büyük zenci Müslüman kabileden oluşan ,ortalama gelirin kişi başı yıllık 200-250 dolar olduğu,ortalama ömrün 40 yıl olduğu,ülkedeki toplam doktor sayısının 300 olduğu yani 40 000 kişiye bir doktorun düştüğü,insanlarının % 80' ninin açlık sınırının altında yaşadığı ,dünyadaki bebek ölüm hızının en yüksek olduğu dünyanın en fakir ikinci ülkesinde hiç Türk var mıdır derken.Havaalanında bizi karşılayanların Nijer'deki BEDİR TÜRK KOLEJİ 'nin müdürü ve öğretmenleri olduğunu öğrenince inanamadık.Buralarda nasıl olurda Türk Koleji olabilirdi zira bu ülkede büyükelçiliğimiz bile yoktu.Ama az sonra uzun ve yorucu yolculuğumuzun ardından TÜRK KOLEJİ'ne gidince orada sıcak çayımızı ve öğle yemeğimizi yiyince anladık ki orası TÜRK KOLEJİ idi.Çok sayıda üst düzey yetkili bakan ve cumhurbaşkanının çocuk ve torunlarının da aralarında olduğu yaklaşık 800 öğrencisi olan ,12 adet Türk öğretmeni olan 4 yıldır buralarda eğitim veren bir TÜRK KOLEJİ nin olduğunu öğrenmek, adeta yorucu uçak yolculuğundan sonra ve çıkacağımız daha da yorucu olacağı baştan belli olan 18-20 saatlik çöl yolculuğundan önce bizi fazlası ile dinlendirmişti.
MİNİBÜS İLE 18 SAAT SÜREN YOLCULUK
Yanımızda götürdüğümüz ekmek ve su hariç her şeyimizin içinde olduğu çok sayıdaki kolilerimizi minübüsümüzün üzerine ve arka koltuklarına doldurup yükledikten sonra kalan koltuklara da sıkış tepiş oturarak, akşam saatlerinde yola çıktık.Bu zorlu çöl yolculuğumuzu gece yapmak zorundaydık zira gündüz hava sıcaklığı zaman zaman 50 dereceyi buluyordu.Yol uzun ve çok zorlu idi ,ama hiç birimizde bıkkınlık ve yılgınlık yoktu.Çünkü buralara gönüllü olarak yani gönülden Allah Rızası için gelmiştik.Bu uzun yolda sadece ve sadece 360 km sonra Brindizi denen bir kasabada-köyde benzin istasyonu vardı .Su ve tuvaletin de ancak bu kasabada var olduğunu daha önce buralara gelmiş olan Dr.Mustafa MERTER sıkı sıkı tembih etmişti yolculuğun başında.
Yollar öylesine bozuktu ki arabamız S harfleri çizerek ilerliyordu Büyük Sahra Çölünün ıssız,sessiz ve karanlık 3 temmuz 2007 nin gecesinde.Yolların bozukluğundan adeta iç organlarımızın yerleri değişmişti.
Dr.Mustafa MERTER psikiatri uzmanı olduğu için halimizi en iyi anlıyanlardandı ,birde grubumuzun idari sorumlusu olan İbrahim CEYLAN abi iyi anlıyordu.Kah gülerek ,kah hafiften kendimizle dalga geçerekten yolun yarıya yakınını kat etmiştik ki ilk mola yerimiz olan Brindizi'ye gelmiştik ,mola vermek zorundaydık çünkü tuvalet ihtiyaçları son haddindeydi.Benzin istasyonu denilen yer ışıkların kendisini bile zor aydınlattığı( muhtemel jeneratörden elde ediliyor-ülkede düzenli elektrik ağı ve üretimi yok) her yerin kum olduğu,benzinlerin cam şişelerde eski bir tahta masanın üzerinde dizili olduğu ,fiyatının bile belli olmadığı bir yer.Benzin işiyle daha çok Dr.Mustafa MERTER ile İbrahim CEYLAN beyler ilgileniyorlar.Çünkü Nijer'in anadili eski bir Fransız sömürgesi olduğu için Fransızca Dr.Mustafa MERTER de çok iyi Fransızca biliyor,para işlerinede İbrahim CEYLAN abi bakıyor.
Tuvalet ihtiyacımızın son safhada olduğunu söylemiştim grup içinde bayanlara öncelik olsun diye önce diş hekimi Şenay hanımı yolladık el fenerimizide kendisine vererek çünkü tuvalette ışık yoktu.
Şenay hanım çok kısa sürede geriye gelince şaşırdık.Bize WC nin kullanılamayacak kadar kötü olduğunu söyleyince merak edip gittim ve fotoğrafını çektim.Tuvalet taşında" TOTAL" yazısını görünce önce buraların eski Fransız sömürgesi olduğundan bir Fransız petrol- akaryakıt markası olan TOTAL ile bağlantı kurdum ama çok geçmeden gerçeği anladım.Buradaki TOTAL yazısı wc taşı gibi kullanılan beton bir zemindeki küçük bir deliğin etrafına yazılmıştı ve küçük-büyük ayrımı olmadığını bütün ihtiyacın bu delikten görülmesi gerektiğini anlatan toptancı bir ifade olarak kullanılıyordu.Hepimizin çok tuhafına gitti ve uzun süre bu duruma güldük durduk.
Benzinimizi aldık ve herkes farklı yöntemlerle wc ihtiyacını hallettikten sonra buradaki elindeki üç beş kutu cola ve suyu adeta gözünüze sokarcasına satmak isteyen çocuklardan da ihtiyaç olan içeceklerimizi aldık ve tekrar yola çıktık .Aldığımız içeceklerle arabamızda bulunan bazı hazır yiyecek ve bisküviler ile açlığımızı da yatıştıraraktan asıl hedefe Büyük Sahra Çölünün en kurak,en sıcak,en fakir bölgesine TESSEOUA 'ya doğru yola devam ettik.Çünkü adı geçen bu bölgede ameliyat yapacaktık.
Sabahın ilk ışıkları ile hiç görmediğimiz ve alışmadığımız bir manzara ile karşı karşıyaydık .Sazdan , ottan ve çamurdan evlerden oluşan köy benzeri yerlerden geçiyorduk hiç ışık yoktu bu köylerde çünkü elektrik yoktu.Güneş yavaş yavaş ilk ışıklarını gösterdiğinde etrafımızda tek renk vardı toprak rengi evler ,duvarlar,çatılar hep kum rengiygi.Birde siyah renk vardı onlarda buralarda yaşayan insanların derilerinin rengiydi.Az sayda bodur ağaçlar vardı çiçek görmek neredeyse imkansızdı.
İKİBUÇUK ODALI HASTANEMİZ
Uzun yolculuğumuz bitmiş çölde kiraladığımız , Tesseoua bölgesinin en güzel evine yerleşmiştik.Evimiz üç odası banyosu ,tuvaleti olan ancak mutfağı bahçede açıkta olan bir evdi.Çok acıkmıştık yanımızda getirdiğimiz tarhana ile,çok iyi bir cerrah olmanın yanında çok iyi de aşçı olan Op.Dr.Fatih Haskaraca hemencecik çorba yaptı ve üzerine de çay içip kısa bir dinlenmenin ardından ameliyatımızı yapacağımız binaya gittik.Hastaları ameliyat edeceğimiz yer eski bir hastane binası olup içersinde kırık bir ameliyat masasın dışında çalışan tek alet tıbbi aletleri steril edilmede kullanılan basit elektrikli bir otoklav (fırın)cihazıydı.
Getirdiğimiz alet ve ilaçlarımızı kutulardan çıkarıp yerleştirdik ,binamızın kapısına Ay Yıldızlı bayrağımızı astık artık ekibimiz ameliyat biçin hazırdı.
Bu binanın bahçesi günler öncesinden geleceğimizi bildikleri için hasta doluydu.Bu insanlar toprakta yatıyorlar yarı aç yarı tok yatıyorlardı.Ameliyatlar başladı tek ameliyat masasını daha çok ameliyat yapmak için orada bulunan tahta bir masayı ikinci ameliyat masası olarak kullanmaya karar verdik.
Her yer ileri derecede fıtık hastası ile doluydu ,bizde daha çok fıtık ameliyatı yapmak için gelmiştik.Çöl insanı beslenmesi çok kötü olduğu için neredeyse hiç protein tüketmediği için karın duvarı dayanıksız oluyordu,birde yapabildikleri tarımın hepsini el gücü ile yapmaları,su kuyularından elle su çekiyorlardı.Tüm bu sebepler fıtık olma ihtimalini o kadar çok arttırıyordu ki adeta iki kişiden birisi fıtık hastasıydı.
MASAYA BAĞLAYARAK AMELİYAT ETTİK
Ameliyat edilecek hastaların anestezilerini spinal anestezi dediğimiz yöntemle ,hastanın belinden ince bir iğne ile uyuşturucu bir ilacı vererek kendimiz yapıyorduk.Bu anestezinin yapılabilmesi için hastanın yaşının 14-15 yaşından yukarı olması gerekiyordu.
Adı Hüseyin olan 9-10 yaşlarında çok sevimli bir çocuk getirdiler.Muayene ettik sağ kasığında fıtığı vardı,fıtık boğulup hastanın ölümüne sebep olabilecek bir hastalık olduğundan mutlaka ameliyat edilmeliydi.Ancak çocuğun yaşı küçük olduğu için nasıl anestezi yapacaktık.Bu durumlar da ancak çok tecrübeli bir ekibin yapabileceği bir ihtimal vardır.Bir enjektöre lokal anestezik madde çekilir ameliyat yapılacak yerin cıvarına ilaç azar azar yapılır buna lokal anestezi denilir.Bizde bu yolu tercih etmeye karar verdik ve küçük hüseyinin fıtığını lokal anestezi ile yapacaktık.Fıtık bölgesinin çevresine lokal anestzik ilacımızı yaptık bir müddet sonra ilk cilt kesisini yaptığımızda çok iyi uyuşmamış olacak ki küçük Hüseyin ilk kesi ile çok ağrı duydu.Bunun üzerine fıtık bölgesine biraz daha lokal anestezik ilacımızdan yaptık ,ancak ilaç biraz fazla gelmiş olacak ki ilacın yan etkisi olarak çocukta bulantı,kusma ve terleme başladı.Bu durum karşısında Op.Dr.Fatih Haskaraca ile durumu değerlendirip ,bu ameliyatı yapmamaya karar verdik.Çünkü bu çocuğa ameliyat esnasında bir şeyler olursa sonucun ne olacağını kestiremiyorduk.
Kararımızı vermiştik bunu küçük Hüseyine anlatması için tercümanımız Sali'yi çağırdık,Sali çocukla konuştu ameliyat olamayacağını söylediğinde küçük Hüseyinin cevabı çok enteresandı.Adeta zaman durmuş aldığımız cevap karşısında şoke olmuştuk.Küçük Hüseyin şöyle diyordu.
Ben ameliyat olmak istiyorum,ben hayatımda bir daha doktor bulamam beni ne olur ameliyat masasına bağlayın ben acıya dayanırım diyordu.Bunun üzerine eski bir çarşafı yırtarak küçük Hüseyini kollarından ve dizlerinden sıkıca bağlayarak ameliyata başladık.Op.Dr.Fatih Haskaraca ile birbirimizin yüzüne bakamıyorduk çünkü şahit olduğumuz ,duyduklarımız karşısında ikimizde için için ağlıyorduk.Bu çocuklarda insandı onlarında anne ve babaları vardı.Tek suçları derilerinin renginin siyah olması ve Nijer 'li mi olmalarıydı.
Hızla ameliyata başladık grubumuzun üyelrinden mühendis İrfan YAĞCI küçük Hüseyini.n terini siliyordu.Bu esnada küçük Hüseyin devamlı olarak bir cümleyi tekrarlıyordu .Hepimizin dikkati bu cümleye yönelmişti sanki bu cümleyi bir yerlerden tanıyorduk ve daha önce duymuştuk küçük Hüseyinin zannedersem beşinci tekrarıydı.Hepimiz bu cümlenin ne olduğunu anlamıştık.Küçük Hüseyin şöyle söylüyordu.
"İNNE LİLLAHİ VE İNNE İLAHİ RACİUN" anlamı "eninde sonunda öleceğiz Allaha döneceğiz" anlamında olan bir ayet idi.
Bir kez daha taş kesilmiştik gizli gizli ağlamamız aşikar olmuştu.İrfan Yağcı bey kendini kaybedip yere yığıldı.Bir müddet sonra kendisine geldiğinde küçük Hüseyinin hepimize olgunluk,tevekkül,sabır dersi verdiğini ağlayarak söylüyordu.Evet hepimiz bu Nijer'li küçük Hüseyinden sabır dersi almış adeta olgunlaşmıştık.
( nijer seyahatimizden notlar)
Kısaca NİJER ;Çoğunlukla güney komşusu NİJERYA ile olan isim benzerliğinden dolayı ayrı bir ülke olarak algılanmayan bir ülkedir.
NİJERYA'nın petrol ve doğalgaz zengini bir ülke olduğu bilindiği için NİJER'in ekmeğe suya bile ihtiyacı olduğu çoğunlukla bu yüzden hiç bilinmez.Bütün dünya gibi bizim ülkemizde de çok bilinmez NİJER.Kelime anlamı kara kapkara demek olan nijer kelimesi gerçektende derileri ve talihleride
NİJERE GİTMEK NEREDEN AKLIMIZA GELDİ
Hekim olduğum günden beri hep ihtiyaç sahibi insanlara mesleğim ile nasıl yardım edebilirim diye düşünüyordum.2007 yılının nisan mayıs aylarıydı içindeki bu istek televizyonlarımızdaki seyrettiğim Afrikayı anlatan belgeseller ve 2006 yılının hemen başlarında bir başka Afrika ülkesi olan SUDAN'a yapmış olduğum seyahatin de etkisiyle olsa gerek iyice artmıştı.
Afrikaya gidip hekim olarak hizmet etmek istiyordum. Ve şükürki Allaha bizleri iyi insanlarla tanıştırdı.Bu düşüncemi Fatih ALTINAY ismindeki bir arkadaşıma açtığımda bana hemen Dr. Mustafa MERTER ile tanışmam gerektiğini söyledi.Çünkü Dr.Mustafa MERTER daha önce iki çocuğu ile beraberce buralara muhtaç insanlara yardıma gitmiş ve oralarda çok sayıda ileri derecede fıtık ve hidrosel hastaları görmüş bunları kaydetmiş,onları ameliyat ettirmek için 2007 yılının temmuz ayında tekrar girmek için planlama yapıyormuş.Üç beş gün geçmişti ki arkadaşım Fatih ALTINAY beni telefon ile aradı
İşte tanışmanı istediğim Dr.Mustafa METER yanımda telefon ile seninle konuşmak istiyor dedi.Telefon ile hemen tanıştık,konuştuk.Tam aradığım gibiydi 2 temmuz 2007 günü NİJER'e gidiyorlardı ve ameliyat yapacak doktorlara ihtiyaçları vardı.Hemen üroloji uzmanı olarak gelebileceğimi söyledim Dr.Mustafa MERTER de buna çok memnun olacağını söyledi ancak tek doktor ile ameliyat yapmanın zor olacağını varsa iki cerrah daha olursa çok uygun olacağını söylediğinde hiç düşünmeden ,aynı hastanede çalıştığım genel cerrah Op.Dr.Fatih HASKARACA ve sınıf arkadaşım olan Op.Dr.Muzaffer YUTTAŞ 'ın isimlerini yazdırdım. Manisalı üç hekim olarak dünyanın en fakir ülkesi NİJER'e gitmek için gün sayıyorduk.Bu esnada grubun bir diğer cefakar ve vefakar insanı işadamı İbrahim CEYLAN ile de telefonda tanıştık nelere ihtiyaç olduğunu neler götürmemiz gerektiğini karşılıklı kararlaşırdık.
Her şeye ihtiyaç vardı ekmek ve su hariç her şeyi buradan götürmemiz gerekiyordu.
Ameliyat yapılacak aletlerden ,ameliyatta kullanılacak dikiş iplerine ,eldivene,maskeye,bonelere, ameliyat yerinin bantlanmasında kullanılacak flasterlere ,ameliyat sonrası ağrı kesici ve antibiyotiklere kadar her şey buradan götürülecekti.
İhtiyacımız olan tıbbi malzemeleri bizim Manisa'dan temin etmemizin daha doğru olacağını düşündük .Çünkü bu malzemeleri biz kullanacaktık kod numaralarını ,ve özelliklerini görerek almamız daha doğru olurdu.
Durumu Manisa Belediye Başkanına ve Manisa Sağlık Müdürüne açtım ihtiyacımız olan tüm tıbbi malzemeleri ortaklaşa karşılayabileceklerini söylediklerinde dünyalar benim oldu.Aynı şekilde gerekli olan antibiyotik ve ağrıkesicileri de BANK ASYA karşılayacaktı.
2 temmuz 2007 günü istanbulda Atatürk Havalanında grup olarak buluştuk grubun çoğu birbiri ile havalanında tanıştı.Nijer'e direk uçak olmadığı için önce THY uçağı ile Fas'ın Kazablanka kentine 4 saat dan fazla süren bir uçuşla uçtuk orada 8 saatlik bir beklemenin ardından Fas Hava Yolları ile yine 4 saatlik bir uçuşla Nijer'in başkenti Niamey'e vardık.
Bu yorucu yolculuktan sonra bizi çok daha zor bir yolculuk bekliyordu.Ameliyat yapacak olduğumuz yer Nijer'in başkenti Niamey'e 770 km uzaklıkta idi ,yol çok kötü olduğu için bu yolculuk 18 -20saat civarında sürecekti .Bu yolculuğu kliması bile çalışmayan amortisörleri neredeyse hiç olmayan bir minibüs ile yapacaktık üstelik bu otobüs ülkenin en iyi taşıma araçlarından birisiydi.
Uçağımız öğleye doğru Nijer'e varmıştı ,havaalanı perişanlık içindeydi pist dışında her yer toprak ve kum kaplıydı.Tuvaletlerine giden arkadaşlar kullanmadan geriye geliyordu.Tüm işlemler bilgisayar yerine elle yazılarak yapılıyordu. Her ülkenin havaalanları o ülke hakkında olumlu fikir versin diye en güzel yerleridir.Nijer'in tek havaalanını görünce adeta başka bir gezegene geldiğimi zannettim .
NİJERDE TÜRK KOLEJİ
Libya ve Cezayir'in güneyinde,Nijerya'nın kuzyinde ,Çad'ın batısında,Mali'nin doğusundaki büyük sahra Çölünün tam ortasındaki 13 milyon nüfusunun neredeyse tamamı Hausa,Pöl,Flani,Jarga,Tuarek gibi 7 büyük zenci Müslüman kabileden oluşan ,ortalama gelirin kişi başı yıllık 200-250 dolar olduğu,ortalama ömrün 40 yıl olduğu,ülkedeki toplam doktor sayısının 300 olduğu yani 40 000 kişiye bir doktorun düştüğü,insanlarının % 80' ninin açlık sınırının altında yaşadığı ,dünyadaki bebek ölüm hızının en yüksek olduğu dünyanın en fakir ikinci ülkesinde hiç Türk var mıdır derken.Havaalanında bizi karşılayanların Nijer'deki BEDİR TÜRK KOLEJİ 'nin müdürü ve öğretmenleri olduğunu öğrenince inanamadık.Buralarda nasıl olurda Türk Koleji olabilirdi zira bu ülkede büyükelçiliğimiz bile yoktu.Ama az sonra uzun ve yorucu yolculuğumuzun ardından TÜRK KOLEJİ'ne gidince orada sıcak çayımızı ve öğle yemeğimizi yiyince anladık ki orası TÜRK KOLEJİ idi.Çok sayıda üst düzey yetkili bakan ve cumhurbaşkanının çocuk ve torunlarının da aralarında olduğu yaklaşık 800 öğrencisi olan ,12 adet Türk öğretmeni olan 4 yıldır buralarda eğitim veren bir TÜRK KOLEJİ nin olduğunu öğrenmek, adeta yorucu uçak yolculuğundan sonra ve çıkacağımız daha da yorucu olacağı baştan belli olan 18-20 saatlik çöl yolculuğundan önce bizi fazlası ile dinlendirmişti.
MİNİBÜS İLE 18 SAAT SÜREN YOLCULUK
Yanımızda götürdüğümüz ekmek ve su hariç her şeyimizin içinde olduğu çok sayıdaki kolilerimizi minübüsümüzün üzerine ve arka koltuklarına doldurup yükledikten sonra kalan koltuklara da sıkış tepiş oturarak, akşam saatlerinde yola çıktık.Bu zorlu çöl yolculuğumuzu gece yapmak zorundaydık zira gündüz hava sıcaklığı zaman zaman 50 dereceyi buluyordu.Yol uzun ve çok zorlu idi ,ama hiç birimizde bıkkınlık ve yılgınlık yoktu.Çünkü buralara gönüllü olarak yani gönülden Allah Rızası için gelmiştik.Bu uzun yolda sadece ve sadece 360 km sonra Brindizi denen bir kasabada-köyde benzin istasyonu vardı .Su ve tuvaletin de ancak bu kasabada var olduğunu daha önce buralara gelmiş olan Dr.Mustafa MERTER sıkı sıkı tembih etmişti yolculuğun başında.
Yollar öylesine bozuktu ki arabamız S harfleri çizerek ilerliyordu Büyük Sahra Çölünün ıssız,sessiz ve karanlık 3 temmuz 2007 nin gecesinde.Yolların bozukluğundan adeta iç organlarımızın yerleri değişmişti.
Dr.Mustafa MERTER psikiatri uzmanı olduğu için halimizi en iyi anlıyanlardandı ,birde grubumuzun idari sorumlusu olan İbrahim CEYLAN abi iyi anlıyordu.Kah gülerek ,kah hafiften kendimizle dalga geçerekten yolun yarıya yakınını kat etmiştik ki ilk mola yerimiz olan Brindizi'ye gelmiştik ,mola vermek zorundaydık çünkü tuvalet ihtiyaçları son haddindeydi.Benzin istasyonu denilen yer ışıkların kendisini bile zor aydınlattığı( muhtemel jeneratörden elde ediliyor-ülkede düzenli elektrik ağı ve üretimi yok) her yerin kum olduğu,benzinlerin cam şişelerde eski bir tahta masanın üzerinde dizili olduğu ,fiyatının bile belli olmadığı bir yer.Benzin işiyle daha çok Dr.Mustafa MERTER ile İbrahim CEYLAN beyler ilgileniyorlar.Çünkü Nijer'in anadili eski bir Fransız sömürgesi olduğu için Fransızca Dr.Mustafa MERTER de çok iyi Fransızca biliyor,para işlerinede İbrahim CEYLAN abi bakıyor.
Tuvalet ihtiyacımızın son safhada olduğunu söylemiştim grup içinde bayanlara öncelik olsun diye önce diş hekimi Şenay hanımı yolladık el fenerimizide kendisine vererek çünkü tuvalette ışık yoktu.
Şenay hanım çok kısa sürede geriye gelince şaşırdık.Bize WC nin kullanılamayacak kadar kötü olduğunu söyleyince merak edip gittim ve fotoğrafını çektim.Tuvalet taşında" TOTAL" yazısını görünce önce buraların eski Fransız sömürgesi olduğundan bir Fransız petrol- akaryakıt markası olan TOTAL ile bağlantı kurdum ama çok geçmeden gerçeği anladım.Buradaki TOTAL yazısı wc taşı gibi kullanılan beton bir zemindeki küçük bir deliğin etrafına yazılmıştı ve küçük-büyük ayrımı olmadığını bütün ihtiyacın bu delikten görülmesi gerektiğini anlatan toptancı bir ifade olarak kullanılıyordu.Hepimizin çok tuhafına gitti ve uzun süre bu duruma güldük durduk.
Benzinimizi aldık ve herkes farklı yöntemlerle wc ihtiyacını hallettikten sonra buradaki elindeki üç beş kutu cola ve suyu adeta gözünüze sokarcasına satmak isteyen çocuklardan da ihtiyaç olan içeceklerimizi aldık ve tekrar yola çıktık .Aldığımız içeceklerle arabamızda bulunan bazı hazır yiyecek ve bisküviler ile açlığımızı da yatıştıraraktan asıl hedefe Büyük Sahra Çölünün en kurak,en sıcak,en fakir bölgesine TESSEOUA 'ya doğru yola devam ettik.Çünkü adı geçen bu bölgede ameliyat yapacaktık.
Sabahın ilk ışıkları ile hiç görmediğimiz ve alışmadığımız bir manzara ile karşı karşıyaydık .Sazdan , ottan ve çamurdan evlerden oluşan köy benzeri yerlerden geçiyorduk hiç ışık yoktu bu köylerde çünkü elektrik yoktu.Güneş yavaş yavaş ilk ışıklarını gösterdiğinde etrafımızda tek renk vardı toprak rengi evler ,duvarlar,çatılar hep kum rengiygi.Birde siyah renk vardı onlarda buralarda yaşayan insanların derilerinin rengiydi.Az sayda bodur ağaçlar vardı çiçek görmek neredeyse imkansızdı.
İKİBUÇUK ODALI HASTANEMİZ
Uzun yolculuğumuz bitmiş çölde kiraladığımız , Tesseoua bölgesinin en güzel evine yerleşmiştik.Evimiz üç odası banyosu ,tuvaleti olan ancak mutfağı bahçede açıkta olan bir evdi.Çok acıkmıştık yanımızda getirdiğimiz tarhana ile,çok iyi bir cerrah olmanın yanında çok iyi de aşçı olan Op.Dr.Fatih Haskaraca hemencecik çorba yaptı ve üzerine de çay içip kısa bir dinlenmenin ardından ameliyatımızı yapacağımız binaya gittik.Hastaları ameliyat edeceğimiz yer eski bir hastane binası olup içersinde kırık bir ameliyat masasın dışında çalışan tek alet tıbbi aletleri steril edilmede kullanılan basit elektrikli bir otoklav (fırın)cihazıydı.
Getirdiğimiz alet ve ilaçlarımızı kutulardan çıkarıp yerleştirdik ,binamızın kapısına Ay Yıldızlı bayrağımızı astık artık ekibimiz ameliyat biçin hazırdı.
Bu binanın bahçesi günler öncesinden geleceğimizi bildikleri için hasta doluydu.Bu insanlar toprakta yatıyorlar yarı aç yarı tok yatıyorlardı.Ameliyatlar başladı tek ameliyat masasını daha çok ameliyat yapmak için orada bulunan tahta bir masayı ikinci ameliyat masası olarak kullanmaya karar verdik.
Her yer ileri derecede fıtık hastası ile doluydu ,bizde daha çok fıtık ameliyatı yapmak için gelmiştik.Çöl insanı beslenmesi çok kötü olduğu için neredeyse hiç protein tüketmediği için karın duvarı dayanıksız oluyordu,birde yapabildikleri tarımın hepsini el gücü ile yapmaları,su kuyularından elle su çekiyorlardı.Tüm bu sebepler fıtık olma ihtimalini o kadar çok arttırıyordu ki adeta iki kişiden birisi fıtık hastasıydı.
MASAYA BAĞLAYARAK AMELİYAT ETTİK
Ameliyat edilecek hastaların anestezilerini spinal anestezi dediğimiz yöntemle ,hastanın belinden ince bir iğne ile uyuşturucu bir ilacı vererek kendimiz yapıyorduk.Bu anestezinin yapılabilmesi için hastanın yaşının 14-15 yaşından yukarı olması gerekiyordu.
Adı Hüseyin olan 9-10 yaşlarında çok sevimli bir çocuk getirdiler.Muayene ettik sağ kasığında fıtığı vardı,fıtık boğulup hastanın ölümüne sebep olabilecek bir hastalık olduğundan mutlaka ameliyat edilmeliydi.Ancak çocuğun yaşı küçük olduğu için nasıl anestezi yapacaktık.Bu durumlar da ancak çok tecrübeli bir ekibin yapabileceği bir ihtimal vardır.Bir enjektöre lokal anestezik madde çekilir ameliyat yapılacak yerin cıvarına ilaç azar azar yapılır buna lokal anestezi denilir.Bizde bu yolu tercih etmeye karar verdik ve küçük hüseyinin fıtığını lokal anestezi ile yapacaktık.Fıtık bölgesinin çevresine lokal anestzik ilacımızı yaptık bir müddet sonra ilk cilt kesisini yaptığımızda çok iyi uyuşmamış olacak ki küçük Hüseyin ilk kesi ile çok ağrı duydu.Bunun üzerine fıtık bölgesine biraz daha lokal anestezik ilacımızdan yaptık ,ancak ilaç biraz fazla gelmiş olacak ki ilacın yan etkisi olarak çocukta bulantı,kusma ve terleme başladı.Bu durum karşısında Op.Dr.Fatih Haskaraca ile durumu değerlendirip ,bu ameliyatı yapmamaya karar verdik.Çünkü bu çocuğa ameliyat esnasında bir şeyler olursa sonucun ne olacağını kestiremiyorduk.
Kararımızı vermiştik bunu küçük Hüseyine anlatması için tercümanımız Sali'yi çağırdık,Sali çocukla konuştu ameliyat olamayacağını söylediğinde küçük Hüseyinin cevabı çok enteresandı.Adeta zaman durmuş aldığımız cevap karşısında şoke olmuştuk.Küçük Hüseyin şöyle diyordu.
Ben ameliyat olmak istiyorum,ben hayatımda bir daha doktor bulamam beni ne olur ameliyat masasına bağlayın ben acıya dayanırım diyordu.Bunun üzerine eski bir çarşafı yırtarak küçük Hüseyini kollarından ve dizlerinden sıkıca bağlayarak ameliyata başladık.Op.Dr.Fatih Haskaraca ile birbirimizin yüzüne bakamıyorduk çünkü şahit olduğumuz ,duyduklarımız karşısında ikimizde için için ağlıyorduk.Bu çocuklarda insandı onlarında anne ve babaları vardı.Tek suçları derilerinin renginin siyah olması ve Nijer 'li mi olmalarıydı.
Hızla ameliyata başladık grubumuzun üyelrinden mühendis İrfan YAĞCI küçük Hüseyini.n terini siliyordu.Bu esnada küçük Hüseyin devamlı olarak bir cümleyi tekrarlıyordu .Hepimizin dikkati bu cümleye yönelmişti sanki bu cümleyi bir yerlerden tanıyorduk ve daha önce duymuştuk küçük Hüseyinin zannedersem beşinci tekrarıydı.Hepimiz bu cümlenin ne olduğunu anlamıştık.Küçük Hüseyin şöyle söylüyordu.
"İNNE LİLLAHİ VE İNNE İLAHİ RACİUN" anlamı "eninde sonunda öleceğiz Allaha döneceğiz" anlamında olan bir ayet idi.
Bir kez daha taş kesilmiştik gizli gizli ağlamamız aşikar olmuştu.İrfan Yağcı bey kendini kaybedip yere yığıldı.Bir müddet sonra kendisine geldiğinde küçük Hüseyinin hepimize olgunluk,tevekkül,sabır dersi verdiğini ağlayarak söylüyordu.Evet hepimiz bu Nijer'li küçük Hüseyinden sabır dersi almış adeta olgunlaşmıştık.