Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Abdulkadir Geylani (ks) sohbetleri (1 Kullanıcı)

hasgül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Mar 2009
Mesajlar
1,965
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
HASET, SADAKAT, SAMİMİYET

Ey oğul!
Hasetten sakın. O ne kötü bir dosttur! İblîs’in evini harap eden, onu helak eden, cehennemliklerden olmasına sebep olan ve onu Hakk’ın (CC), meleklerinin, peygamberlerinin ve bütün halkının lanet ettiği bir kimse olmasına sebep olan şey hasettir.
Cenâb-ı Hakk’ın (CC): “Onların rızıklarını aralarında taksim ettik”[1] “Yoksa onlar Allah’ın (CC) bir ikram olarak insanlara verdiği şeylere mi haset ediyorlar?”[2] âyetlerini; Hz. Peygamber’in (SAV): “Haset, ateşin odunu yediği gibi iyilikleri yer bitirir”[3] hadîsini; âlimlerden birinin de: “Hasede âferin! Ne kadar âdil: Öldürmeye önce sâhibinden başlıyor” sözlerini işittikten sonra, haset etmek akıllı kişiye hiç yakışır mı?
Hasetçi Allah’ın (CC) düşmanıdır. Sakın, fiilleri ve yarattıkları hakkında O’nunla (CC) çekişmeyin, yoksa O (CC) öldürücü darbeyi size indirir.


Ben, konuşmamı size, evlerinizdeki erzâkınıza, mallarınıza ve hediyelerinize değer vererek yapmıyorum. Bu şekilde olduğum müddetçe konuşmamdan istifâde edersiniz, -inşaAllah-. Vâizin gözü sizin sarığınız, gömleğiniz ve cebinizde ise, sizin dükkanınıza gelip-gittiği ve size karşı tamahkâr olduğu müddetçe onun konuşmasından faydalanamazsınız. Onun sözü, özü olmayan boş bir kabuktur. Eti olmayan bir kemiktir. Tatlılığı olmayan acı bir yiyecektir. Mânâsız bir sûrettir. Onun konuşması menfaat özleminden ve yağcılıktan uzak değildir. Onda sadâkate yer yoktur. Tamahkârın konuşması tıpkı tama’ (tamah) kelimesi gibi boştur; çünkü onun harflerinin (tı, mîm, ayn) hepsinin de ortası boştur.

Ey Allah’ın (CC) kulları! Sâdık (samîmî) olunuz ki, felah bulasınız. Sâdık aslâ geriye, eski kötü hâline dönmez. Allah-ü Teâlâ’nın (CC) tevhîdinde sâdık olan kimse, nefsinin, hevâsının ve şeytanının sözüyle geriye dönmez. Muhabbetullah’ta sâdık olan kimse, ne ayıp işitir, ne de ayıp onun kulağına girer. Allah-ü Teâlâ’nın (CC), Resûlünün (SAV), sâlih kullarının muhabbetinde sâdık olan kimse ise, alçak ve günahkâr bir münâfığın sözüyle yolundan dönmez. Sâdık sâdığı, yalancı da yalancıyı tanır. Sâdığın himmeti semâda yücelerdedir; ona herhangi bir laf atan, onun hakkında ileri geri konuşan kimsenin konuşması zarar vermez. Allah (CC) her işte gâliptir, üstün gelendir.
[4] O (CC) senin için bir şey isterse sana o şeyi kolaylaştırır.


Ey oğul!
Eğer sende ilmin meyvesi ve bereketi olsaydı, nefsinin hazzı ve istekleri için sultanların kapısına gitmezdin. Âlimin, sultanların ve halkın kapısına götüren ayakları olmaz. Zâhidin, insanların mallarını almak için eli olmaz. Allah (CC) muhibbinin de, O’ndan (CC) başkasına bakan gözleri olmaz. Sâdık bir muhib, samîmî bir âşık, halktan kiminle karşılaşırsa karşılaşsın, mahbûbundan başkasına nazar etmez. Onun “baş gözü”nde dünyânın, “kalp gözü”nde âhiretin, “sır gözünde” de Mevlâ’sından (CC) gayrısının en küçük bir ehemmiyeti yoktur.

Münâfığın samîmiyeti sâdece dilindedir. Oysa sâdığın sadâkati ve samîmiyeti kalbinden ve sırrından gelir. Onun kalbi Rabbinin (CC) kapısındadır, sırrı ise kapıdan içeri girmiştir. O, eve girinceye kadar, kapının önünde feryâd-ü figâna devam eder. Vallahi, sen davranışlarının tamamında yalancısın. Allah-ü Teâlâ’nın (CC) kapısına götüren yolu bilmiyorsun. Sen bir körsün, o yola nasıl rehberlik edersin? Hevâ ve hevesin, nefsin, dünyâya muhabbetin, baş olma sevdan ve şehvetlerin seni kör etmiş iken, nasıl olur da başkasına yol göstermeye kalkarsın? Yazıklar olsun sana! Dünyâda ebedî kalmayı arzuluyorsun; halbuki bu senin elinde olan bir şey değil. Rabbinin (CC) kapısına ne zaman geleceksin? Ne zaman âhireti dünyâya tercih edeceksin? Hâlık’ı (CC) halka ne zaman tercih edeceksin? Namazı dükkanına ve kârına ne zaman tercih edeceksin? Dilenciyi kendi nefsine karşı ne zaman tercih edeceksin? O’nun (CC) emrini tutmayı ve yasaklarından kesilmeyi ne zaman öne geçireceksin? Hevâ ve hevesine uyman dolayısıyla başına gelen belâlara sabretmeyi ne zaman bileceksin? Halk yerine O’na (CC) icâbet etmeyi ne zaman tercih edeceksin?


Ey oğul!
Akıllı ol. Sen boş, bâtıl bir heves içerisindesin. Bâtını olmayan bir zâhir, özü olmayan bir görüntüsün. Mâsıyetlerin kalbine ulaşmadan, daha henüz zâhirinde iken bana gel; aksi takdirde ısrarcılardan olursun ve bu ısrarın da küfre dönüşür! Emri tut. Kolayı muhâfaza et. Elinde olduğu müddetçe ipi bırakma. Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Günde yetmiş defâ günâha dönse de, tevbe eden kimse, günah işlememiş gibidir.”[5]

Resûlullâh’ın (SAV) bir hadîsini işitir, onunla amel ve onunla yakınlığını Ashâbına (RA) uymak yoluyla da güzelleştirirsen kalbin Rabbine (CC) doğru ilerler, O’nun (CC) sözünü duyar. Allah’a (CC) tâati ve ubûdiyeti kâmilen gerçekleştiren kimse, O’nun (CC) kelâmını duyma gücüne erişir.

Mûsâ (AS) elinde Hakk’ın (CC) emir ve nehiylerini ihtivâ eden Tevrat’la kavmine geldi. O’na (AS) dediler ki: “Allah’ın (CC) vechini gösterinceye kadar senin getirdiklerini kabul etmeyecğiz ve seni dinlemeyeceğiz.” Onlara dedi ki: “O’nun (CC) vechini ben göremedim, size nasıl gösterebilirim?” Dediler ki: “Mâdemki O’nun (CC) vechini bize gösteremiyorsun, o halde kelâmını işittir.” Bunun üzerine Allah-ü Teâlâ (CC) ona şöyle vahyetti: “Onlara de ki: Eğer benim kelâmımı işitmek istiyorlarsa üç gün oruç tutsunlar. Dördüncü gün olduğunda temizlensinler ve yeni temiz elbiseler giysinler. Sonra onları getir, tâ ki, kelâmımı işitsinler.” Hz. Mûsâ bunu onlara haber verdi. Onlar da söyleneni yaptılar. Sonra Mûsâ (AS)’ın münâcât ettiği yere geldiler –ki o, kavminden yetmiş âlim ve zâhid seçmişti-. Cenâb-ı Hakk (CC) onlara hitap etti. Hepsi de kendinden geçip bayıldı, Mûsâ (AS) tek başına kaldı. O’na (AS) dediler ki: “Ey Mûsâ (AS), bizim Allah’ın (CC) kelâmını işitecek tâkatimiz yok! Sen O’nunla (CC) bizim aramızda vâsıta ol.” Allah-ü Teâlâ (CC) Hz. Mûsâ (AS) ile konuştu. O (AS) da O’nun (CC) kelâmını onlara iletti. Gerçek şu ki, Mûsâ (AS) Cenâb-ı Hakk’ın (CC) kelâmını ancak iman kuvveti ile, O’na (CC) itâat ve kulluğundaki sağlamlığı ile işitmişti. Kavmi ise imanlarındaki zayıflık sebebiyle o kelâmı işitmeye güç yetirememişlerdi. Eğer onlar onun Tevrat’ta getirdiklerini kabul etselerdi, emir ve nehye itâat etselerdi ve edepli davransalardı söyledikleri şeye cür’et edemezler ve Cenâb-ı Hakk’ın (CC) kelâmını işitmeye de muktedir olurlardı.


Ey oğul!
Rabbine (CC) itâatte bütün gayretinle çalış. Sana vermeyene sen ver. Sana gelmeyene sen git. Sana zulmedeni sen affet. Niyetinde kullarla, kalbinde ise kulların Rabbi (CC) ile berâber olmaya bak. Sâdık olmaya, yalancı olmamaya gayret et. İhlaslı omaya, münâfık olmamaya çalış. Lokman Hekim şöyle dermiş: “Ey oğulcuğum! Kalbin fısk u fücûr içerisinde olduğu halde, insanların seni takvâ sâhibi gibi görmelerinden sakın!” Vah sana! Filan filan gibi iki yüzlü, iki dilli, iki fiilli olmayasın. Her münâfık yalancı deccâl, Allah-ü Teâlâ’ya (CC) âsî olan herkes bana musallat olur. Onların en büyüğü İblîs, en küçüğü ise fâsıktır. Bâtıla çağıran her sapık ve saptırıcı bana musallat olur ve ben “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm (Güç ve kuvvet ancak yüce ve azîm olan Allah-ü Teâlâ’dandır CC.) deyip, Allah-ü Teâlâ’ya (CC) dayanarak onlarla muhârebe ederim.


Allah’ım (CC)! Bizi râzı olduğun şeyde muvaffak kıl. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”[6]


[1] Zuhruf S. A.32.
[2] Nisâ S. A. 54.
[3] Ebû Dâvûd, es-Sünen, “Edeb” hadîs no: 4903, (Dâru İhyâi’s-Sünneti’n-Nebeviyye).
[4] bak.: Yûsuf S. A.21.
[5] İbn Mâce, es-Sünen, “Zühd” hadîs no: 4250, (Mısır-1957).
[6] Bakara, 2/201. Bütün sohbetler bu âyet ile bitmektedir.
Kaynak: Gavsulazam Abdulkadir-i Geylani (KSA), Cilâü’l-hâtır fi’l-bâtın ve’z-zâhir
 

hasgül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Mar 2009
Mesajlar
1,965
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
MÜMİN, MÜNAFIK

Yazık sana! Kalbinde nifak bitmiş. Tevbeye ve teslîmiyete muhtaçsın. Yakında toz duman ortalığı kaplayınca gerçeği anlayacak ve uyanmanın ne demek olduğunu bileceksin. Her kim ki, sözlerimi işitir, onunla amel eder ve amelinde de ihlaslı olursa “mukarreb”lerden[1] olur. Çünkü benim sözlerimde kabuk yoktur.

Yazıklar olsun sizlere ki, Allah’a (CC) karşı muhabbet duyduğunuzu iddia ediyorsunuz ama, kalbinizle ondan başkasına yöneliyorsunuz!. Mecnun Leylâ’ya olan muhabbetinde sadâkat derecesine ulaşınca kalbine Leylâ’dan başkasını sokmamıştı. Bir keresinde bir topluluğa rastlamıştı. Ona dediler ki:

--Nereden geliyorsun?

--Leylâ!

--Nereye gitmek istiyorsun?

--Leylâ!

Kalp Allah-ü Teâlâ’nın (CC) muhabbetinde sâdık olursa, Mûsâ (AS) gibi olur. Allah-ü Teâlâ (CC) O’nun (AS) hakkında şöyle buyurmuştur: “Biz başkalarından süt emmesini daha önceden O’na (AS) haram kılmıştık.”[2] Yalan söyleme, çünkü senin iki kalbin yok; bir tek kalbin var. Onu neyle dolduruyorsun? O ikinci bir şeyi daha almaz ki! Allah-ü Teâlâ (CC) şöyle buyurmuştur: “Allah (CC) hiç kimsenin göğsünde iki kalp yaratmamıştır.”[3] Bir kalp ki, hem Hâlık’ı (CC), hem de halkı: Bu mümkün değildir. Yine bir kalp ki, içinde hem dünyâ, hem de âhiret olacak: Bu mümkün değildir. Hakk’ın (CC) câhili riyâkârlık ve münâfıklık yapar; âlim-billâh olan, Hakk’ı (CC) bilen ise aslâ böyle yapmaz. Ahmak, Allah-ü Teâlâ’ya (CC) âsî olur; akıllı kimse ise O’na (CC) itaatkârâr olur. Hakk’a (CC) buğzeden O’na (CC) isyan eder; O’nu (CC) seven ise itâat eder. Dünyâlık mal toplama hırsında olan riyâkârlık ve münâfıklık yapar; emeli kısa olan ise aslâ böyle yapmaz. Ölümü unutan riyâkar olur; ölümü hatırda tutan ise riyâkârlık yapamaz. Hakk’ın (CC) nazarını unutan riyâkârlık yapar; O’nun (CC) nazarını gözeten ise riyâkârlık yapamaz. Gâfil riyâkârlık yapar; uyanık ise aslâ… Allah’ın (CC) evliyâsının kendilerini gafletten uyandıran uyandırıcıları, onlara ilim öğreten öğretmenleri vardır. Allah-ü Teâlâ (CC) onlara ilim vâsıtalarını elde etmeleri husûsunda yardım eder. Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Eğer bir mü’min bir dağın tepesinde olsa Allah-ü Teâlâ (CC) ona ilim öğreten bir âlimi yine de gönderir.”

Menfaat kazanma uğruna sâlihlerin kelimelerini satma. Onların sözlerini konuşma. Onlarla nefsine destek çıkma. Kusur gizli kalmaz. Kendi malından giy, çıplak kalma. Pamuğu kendi ellerinle ek, kendi ellerinle sula, gayretinle büyüt. Sonra ondan kumaş yap, onu dik ve giy. Başkasının malıyla, başkasının elbisesiyle şımarma. Eğer başkasının sözünü kullanır, konuşur ve başkasının sözüyle iddiaya kalkışırsan, âriflerin kalpleri senden iğrenir. Fiilin olmazsa sözün de olamaz. İşin zâhirinin amelle alâkası vardır. Allah-ü Teâlâ (CC) şöyle buyurmuştur: “Amelleriniz dolayısıyla cennete girin.”[4] Mü’min hevâ ve hevesi ve mâlâyânî ile konuşarak melekleri yormaz. Onun kalbi Hakk’tan (CC) haşyet duyar. Hoş onun âzâları da Hakk’tan (CC) haşyet duyar ya! Onun kalbinin dili konuşamaz, aslında onda olan hiçbir dil konuşamaz. Onun kalbinin ateşi Rabbinin (CC) heybeti karşısında hafifler, dolayısıyla âzâlarının ateşi de zayıflar ve melekler rahat içerisinde kalır.

Ey oğul! Senin birbirinden ağır, âkıbeti müşkil, pek çok günâhın var; işin zor. Onlar ister lehine, ister aleyhine olsun; ölüm hatırlama duygusuyla uyan. Ölümünü unutman hiç de senin hayrına değildir. Kıyl-u kâli bırak, mâlâyânî ile uğraşmayı terket. Emelini kısalt. Hırsını azalt. Yakında öleceksin. Belki de sen bu hâl üzere iken ölümün gerçekleşiverecek. Buraya ayaklarınla geldin ama belki de bir cenâze olarak evine taşınacaksın. Mü’min nefsini hastalıklarından kurtarır, şifâ bulur. Hastalık eziyeti vâki olduğunda nefsine der ki: “Sana nasîhat ettim, beni dinlemedin. Bundan seni sakındırmıştım ey câhil, ey kâfir, ey Allah’ın (CC) düşmanı!” Nefsini hesâba çekmeyen ve onunla mücâdele etmeyen kimse felah bulamaz. Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Kendi kendinin vâizi olmayan kimseye başkalarının vaaz ve nasîhati fayda vermez.”[5]

Felah istiyen kimse, nefsine vaaz u nasîhatta bulunsun, onu zühde alıştırsın, onunla mücâhede. Zühd, önce haramları, sonra şüphelileri, daha sonra mübahları, en sonunda da bütün hallerde mutlak helâlleri terk etmektir. Böylece terkedilmemiş hiçbir şey kalmamış olur. Hakîkî zühd, dünyâyı ve âhireti terktir; şehvetleri ve zevkleri terktir; varlığı terktir; hâli, dereceyi, kerâmeti, makâmı talep etmeyi terktir; kâinâtın Rabbinin (CC) dışında her şeyi terktir. Böylece, her şeyin kendisinde son bulduğu Hâlık’tan (CC) başka hiçbir şey kalmaz ki, O (CC) bütün emellerin nihâyetidir. Bütün işler O’na (CC) döner. Konuşmacılardan kimisi kalbiyle konuşur, kimisi sırrıyla konuşur ve kimisi de nefsiyle, hevâsıyla ve şeytanıyla konuşur. Mü’minin âdeti önce tefekkür etmek, sonra konuşmaktır. Münâfık ise önce konuşur, sonra düşünür. Mü’minin lisânı aklının ve kalbinin ötesindedir. Münâfığın lisânı ise aklından ve kalbinden öndedir.

Allah’ım (CC)! Bizi mü’minlerden eyle. Münâfıklardan eyleme. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.” (Âmîn)



[1] “Mukarreb”: İbâdet ve ihlas gibi şeylerle Cenâb-ı Hakk’a (CC) yakınlaşmış kimse.
[2] Kasas S. A.12.
[3] Ahzâb S. A.4.
[4] Nahl S. A.32.
[5] bak.: Abdullâh b. Mübârek, Kitâbü’z-zühd, hadîs no: 1103, (Beyrut-tsz).



Kaynak: Gavsulazam Abdulkadir-i Geylani (KSA), Cilâü’l-hâtır fi’l-bâtın ve’z-zâhir
 

azizislam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 May 2006
Mesajlar
1,330
Tepki puanı
0
Puanları
0
böyle beyler ne güzel nasihat veriyor.
keşke nasihatlenecek bir Allah dostu bulunsa yanımda.
 

hasgül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Mar 2009
Mesajlar
1,965
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
RIZA, TEVBE

Ey oğul! Kalp kitap ve sünnet ile amel işlerse “kurbiyet”[1] kazanır. Kurbiyet kazanınca da neyin lehine, neyin aleyhine, neyin Allah (CC) için, neyin gayrısı için, neyin hak, neyin bâtıl olduğunu bilir ve görür. Mü’min, nûrâ sâhip olunca onunla bakar. Cenâb-ı Hakk’a (CC) yakınlık kazanmış ve sâdık olan bir mü’minin böyle bir nûru nasıl olmaz ki? İşte bunun içindir ki, Hz. Peygamber (SAV) mü’minin bu nazarından sakındırarak şöyle buyurmuştur: “Mü’minin ferâsetinden sakının; zîrâ o Allah’ın (CC) nûru ile bakar.”[2]

Mukarreb ârife de bir nur ihsan edilir. Ârif de kendisine bahşedilen bu nur ile Rabbine (CC) olan kurbiyetini görür. Ârif kalp cihetinden Rabbinin (CC) yakınlığını görür. Meleklerin, nebîlerin ruhlarını görür. Sıddıkların ruhlarını ve kalplerini görür. Onların hal ve makamlarını seyreder. Bütün bunlar onun kalbinin derinliklerinde ve sırrının safâsında olur. O Rabbi (CC) ile ebedî bir ferahlık içerisindedir. O artık Rabbinden (CC) alan ve O’nun (CC) halkına dağıtan bir vâsıtadır. Bunlardan kimi vardır ki, hem “kalp” hem de “dil” (hitâbet kâbiliyeti) âlimidir. Kimi de vardır ki, yalnızca kalp âlimidir, hitâbet âlimi değildir. Münâfığa gelince, onun hitâbeti süslüdür ama kalp âlimi değildir. Bütün ilmi dilindedir onun. Bundan dolayı Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Ümmetim için en çok korktuğum şey, dili bilgin münâfıktır.”[3]

Ey oğul! Benim yanıma geldiğinde ilmini ve nefsini görmeyi bir kenara dür. Yanıma hiçbir şey sâhibi olmadan, bir müflis olarak gir. Eğer benim yanıma ilmini ve nefsini görerek gelirsen, işâret ettiğim bu “tasavvuf” işi senden perdelenir. Vah sana ki, bana buğzediyorsun; halbuki ben sâdece gerçeği söylüyorum ve hakîkati dile getiriyorum. Bana ancak Allah’ı (CC) bilmeyen, sözü çok, ameli az câhil buğzeder ve benden câhil kalır. Buna karşılık, Allah’ı (CC) bilen, ameli çok, sözü az kimseler beni sever. Eğer bana muhabbet edersen, bunun menfaati sana döner. Bana buğzedersen bunun zararı da yine sana döner. Ben halkın övmesi veyâ yermesi ile ayakta duran birisi değilim. Yeryüzü üzerinde ne bir insan, ne de bir cin, hiç kimse yoktur ki, ben ondan korkayım, bir şey umayım; ne bir hayvan, ne bir haşere ve ne de mahlûkattan herhangi birisi… Ben sâdece Hakk’tan (CC) korkarım. Ne zaman âciz kalsam “havfim” (korkum) artar. Zîrâ O (CC) “istediğini yapandır”.[4] “O (CC) yaptığından sorumlu tutulmaz, bilakis onlar (insanlar) sorumludur.”[5]

Ey oğul! Kalp elbisen kirli iken kalbinin üzerindeki elbiseyi temizlemekle uğraşma, pis kalbinin üzerindeki elbiseyi bırak, önce kalbini, sonra elbiseni temizle. İki tarafı yıkamayı, temizlemeyi birleştir. Elbiseni pislikten, kalbini de günahlardan temizle. Hiçbir şeye aldırma, zîrâ Rabbin (CC) “istediğini yapan”dır. Bununla ilgili sâlih bir zattan şöyle rivâyet edilmiştir: O bir gün sırf Allah’ın (CC) rızâsı için kardeşlik yaptığı birini ziyâret eder ve şöyle der: “Ey kardeşim! Yaklaş, tâ ki, Allah’ın (CC) bizim hakkımızdaki “ilmine” (hükmüne) ağlayalım!”

Bu sâlih kulun sözü ne kadar da hoş! O ârif-billâhtır. O Hz. Peygamber’in (SAV) şu sözünü işitmiştir: “Sizden biriniz cennet ehlinin amelini işler; tâ ki, onunla cennet arasında bir arşın mesâfe kalır…”[6]

Ey oğul! Eğer bütün kalbin ve himmetinle O’na (CC) döner ve O’nun (CC) rahmet kapısına yapışırsan, kendin ile şehvetler arasına demirden bir set çekersen, kabri ve ölümü baş ve kalp gözünün önüne dikersen, Hakk’ın (CC) seni gördüğü, senin yaptığını bildiği ve senin yanında olduğu şuurunu gözetirsen, fakr ile yetinir, iflâsa râzı olur, hudûd içerisindeki aza kanâat edersen –ki bu, emirlere sarılmak ve nehiylerden kaçınmanın ta kendisidir- ve kaderin getirdiğine sabredersen Allah’ın (CC) senin hakkındaki hükmü senin için ayan beyan olur. Bu hal üzere devam edersen kalbin Rabbin (CC) ile mülâkî olur. Sırrın O’nun (CC) katına girer. İşte o zaman eşyâ sana keşfolunur. Gözün gözünü görürsün. Emîrü’l-mü’minîn Alî b. Ebî Tâlib’in (KV) dediği gibi olursun: “Perde kaldırılsaydı dahi yakînim artmazdı.” Yine, O’na (KV) derler ki: “Rabbini (CC) gördün mü?” Şöyle cevap verir: “Görmediğim Rabbe (CC) kulluk etmem!”

Sâlih bir zâta: “Rabbini (CC) gördün mü?” diye soruldu. Dedi ki: “Eğer O’nu (CC) görmeseydim mekânımı paramparça ederdim.” Birisi: “Nasıl görürsün?” diye sorarsa derim ki: “Halk kulun kalbinden çıkar ve orada Hakk’tan (CC) başka bir şey kalmazsa, işte o zaman O’nu (CC) dilediği gibi görür, dilediği gibi O’na (CC) yakınlaşır. Diğerlerine zâhiren gösterildiği gibi, O’na (CC) da “bâtınen” (iç âleminde) gösterilir. Tıpkı Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (SAV) Mîraç Gecesinde gösterildiği gibi, bu kul da, O’nu (CC) rüyâsında görür, O’na (CC) yakınlaşır, O’nunla (CC) konuşur. Onun kalbi ise yakaza hâlinde O’nun (CC) tarafına cezbedilir; vücut gözlerini kapattığında kalp gözleri ile tıpkı zâhirde olduğu gibi Hakk’ı (CC) görür. Cenâb-ı Hakk (CC) ona başka bir mânâ (meleke) daha verir, o da onunla O’nu (CC) görür. O’nun (CC) sıfatlarını görür. O’nun (CC) “kerâmetlerini” (ikramlarını), fazlını, ihsânını ve zaferini görür. O’nun (CC) iyiliğini ve desteğini görür. Hakk’a (CC) ubûdiyeti, mâbûdiyeti, mârifetullâhı gerçekleştiren kimse “bana görün-görünme, bana ver-verme” gibi laflar etmez. Fânî ve müstağrak olur. Bu makâma ulaşan bir zat şöyle der idi: “Bana senden gelen her şey kabul!” Onun en güzel sözü ise şudur: “Ben O’nun (CC) kölesiyim; kölenin ise efendisine karşı ihtiyârı ve irâdesi olmaz!.”

Adamın biri bir köle satın aldı. Bu köle din ve salah sâhibi idi. Ona: “Ne yemek istersin?” dedi. “Bana yedirdiğini” diye cevap verdi. “Ne giymek istersin?” diye sordu. “Bana giydirdiğini” diye cevap verdi. “Nerede oturmak istersin?” dedi. “Senin beni oturttuğun yerde” diye cevap verdi. “Neyle uğraşmayı seversin?” diye sordu. “Bana neyi emredersen” diye cevap verdi. Adam ağlamaya başladı ve şöyle dedi: “Müjdeler olsun bana! Ne dersin? Keşke senin benimle olduğun gibi ben de kendi sâhibim (Rabbim) (CC) ile olabilseydim.” Köle şöyle karşılık verdi: “Efendim! Kölenin efendisinin irâdesi karşısında irâdesi ve ihtiyarı olur mu?” Adam dedi ki: “Sen Allah (CC) rızâsı için hürsün. Fakat senin benimle berâber kalmanı isterim ki, canımla ve malımla sana hizmet edeyim.” Ârif olanın irâdesi ve ihtiyârı kalmaz. O “Senden gelen her şey hoştur” der. Ne kendi işlerinde, ne de başkalarının işlerinde kader ona zahmet vermez.

Beni dinleyin, ey îtirazcılar, çekişmeciler! Beni dinleyin ey kötü edepliler! Ben peygamberlerin huzûrunda bir münâdîyim, onların tâbilerinden ve aracılarından biriyim. Ben önce Kitap ve Sünnete göre, sonra da kalbime göre hüküm veririm. Mukarreb bir kalbe sâhip olan kimseye benim söylediklerim gizli kalmaz. Allah’ın (CC) kullarından, halka karşı zâhid olan, Kur’ân tilâveti ve Resûlullâh’ın (SAV) sözlerini dinleyerek ünsiyet bulan çok az kimse vardır. Hoş, onlar Hakk (CC) ile ünsiyet, kurbiyet kesbetmiş bir “kalp” de sâhibidirler. Kendi nefislerini de, başkalarınınkini de bu kalp ile görürler. Onların kalpleri sağlamdır. Sizin hiçbir şeyiniz onlara gizli kalmaz. Onlar sizin bâtınlarınız hakkında konuşur, evlerinizde olanı size haber verirler.

Yazık sana! Akıllı ol! Cehâletinle sûfîlerle yarışma. Kitaplardan birşeyler öğrenir öğrenmez, hemen kürsüye çıkıp insanlara konuşuyorsun; oysa elin ve elbisen kapkara! Bu “iş” (tasavvuf) zâhirî ve bâtınî hükümlere birlikte riâyet etmeyi ve sonra da her şeyden fânî olmayı gerektirir.

Ey kendileri hakkında murad edilenden gâfil olanlar! Kıyâmet ânını düşünün! Özel kıyâmeti düşünün! Büyük kıyâmeti düşünün! Özel kıyâmet sizden birisinin ölmesidir. Büyük kıyâmet ise Allah-ü Teâlâ’nın (CC) vaadettiği kıyâmettir. Allah-ü Teâlâ’nın (CC) şu buyruğunu düşünüp hatırlayın: “O gün müttakîleri vefd olarak Rahmân’ın (CC) huzûrunda haşrederiz. Mücrimleri ise vird olarak cehenneme sevkederiz.”[7] “Vefd” cemâat demektir. “Vird” ise susuz demektir. Müttakîler haşredilirler; mücrimler ise sevkedilirler. Allah-ü Teâlâ (CC) o günü dünyâ hayâtında iken düşünmüş olan kuluna acır da, müttakîler arasına katar ve onlar arasında haşreder.

Ey takvâyı terkedenler! Kıyâmet günü müttakîler Rahmân’ın (CC) huzûrunda haşredilirler; onların etrâfında melekler olur. Amelleri sûret kazanır da, onlar o güzîde amellere binerler. Onların asâleti, güzelliği, önderi o gün amelleri olur. Amellerin sûreti vardır; kiminin güzeldir, kiminin çirkindir. Takvânın anahtarı tevbedir. Tevbede sebatkâr olmak ise Allah-ü Teâlâ’ya (CC) yakınlığın anahtarıdır. Her aslî ve fer’î hayrın anahtarı tevbedir. Bu sebepledir ki, sâlihler hiçbir hallerinde tevbeden müstağnî durmazlar.

Ey gühahkârlar, ey isyankârlar! Tevbe ediniz. Rabbinizle (CC) kendi aranızda tevbe vâsıtasıyla barış imzâlayın. Bu kalp, içinde dünyâdan, âhiretten, halktan zerrece bir şey kaldığı müddetçe salah bulamaz, düzelemez. Eğer O’nun (CC) sohbetine, yakınlığına ulaşmak istiyorsanız, dünyâyı da, âhireti de kalbinizden çıkarın. Bu size zarar veremez. Eğer vuslatı gerçekleştiriseniz, siz O’nun (CC) kapısında olduğunuz halde, O (CC) size dünyâyı da, halkı da verir. Bu tercübe edilmiş bir şeydir. Dünyâya zâhid olanlar, vedâ edenler ve onu terketmiş olanlar bunu tecrübe etmişlerdir.

Ey oğul! Namazında, orucunda, haccında, zekâtında ve bütün fiillerinde Allah (CC) rızâsı için ihlaslı ol. O’na (CC) vâsıl olmadan önce O’nun (CC) ahdiyle donan. O’nun(CC) ahdi tevhîddir, ihlastır, sabırdır, şükürdür, tefvîzdir, halkı reddetmektir, O’dan (CC) istemek ve gayrısından yüz çevirmektir, kalbin ve sırrınla O’na (CC) dönmektir. Hoş, O (CC) dünyâda sana bir kurbiyet, herşeye karşı bir zühd, kendisine karşı bir muhabbet bir iştiyak bahşettiği gibi, âhirette de gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiçbir beşerin aklına gelmeyecek nîmet ve kendisine yakınlık bağışlar.

Ey oğul! Rabbinin (CC) rahmetine götüren şeylere alâka duy. Şeytan seni ayartmaya kalkıştığında ondan Rabbine (CC) sığın, senden öncekilerin yaptığı gibi sen de O’ndan (CC) yardım iste. Amelini güzelleştir. Sonra Rabbine (CC) karşı zannını hüsn-i zan ile güzelleştir. O’na (CC) itâat et. Eğe O’na (CC) karşı, peygamberlerine karşı, sâlih kullarına karşı hüsn-i zan beslersen, O da (CC) sana nice güzel şeyler ihsan eder. İşte bol hayır bundadır.

Hayıf sana! “Sûfî” (dupduru) olduğunu iddia ediyorsun, ama senin her tarafın bulanık. Oysa sûfî bâtınını ve zâhirini Allah’ın (CC) Kitâbına ve Resûlünün sünnetine uymak yoluyla tertemiz arıtandır. O, sâfiyeti artarsa, vücut denizinden çıkar, irâdesini, dileğini, ihtiyârını terkeder. Resûlullah (SAV), kalbini temizleyen kimse ile Rabbi (CC) arasında sefir (elçi) olur. Hayrın esâsı, sözde ve fiilde Hz. Peygamber’e (SAV) uymaktır.

Bir kulun kalbi ne zaman saf, tertemiz olursa, o zaman Hz. Peygamber’i (SAV) rüyâsında görür; ona bir şeyler emreder, onu bir şeylerden nehyeder. Onun her şeyi “kalp” olur, niyetiyle başbaşa kalır. O, alenî olmayan bir “sır” ve bulanıklığı olmayan bir “safâ” olur. Her şeyi kalpten çıkarmak dağların direklerini söküp atmak gibidir; mücâhede vâsıtalarını, tuzaklara ve başa gelen âfetlere sabretmeyi gerektirir. Nasîbiniz olmayan şeyi duâ etmeyin.

Müjdeler olsun sizlere ki, beyazlıktaki bu siyahlığı bildiniz ve müslüman oldunuz. Müjdeler olsun sizlere ki, kıyâmet günü müslümanlar arasında olacaksınız, kâfirler gürûhunda olmayacaksınız. Müjdeler olsun bize ki, cennet toprağında, ya da onun hemen kapısında oturuyoruz; cehennemliklerden değiliz.

Tevâzulu olun, kibirlenmeyin. Tevâzu yüceltir, kibir alçaltır. Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Kim ki, Allah (CC) için tevâzu sâhibi olursa, Allah (CC) onu yüceltir.”[8] Allah-ü Teâlâ’nın (CC), dağlar kadar hayır işleyen kulları vardır. Bunlar Allah (CC) için tevâzu gösterirler ve şöyle derler: “Bizi cennete amellerimiz sokmaz; biz cennete ancak Allah’ın (CC) rahmeti sâyesinde gireriz. Eğer cennete giremezsek de, bu ancak O’nun (CC) adâletinin gereğidir.” Onlar bu şekilde, iflas ve yokluk hali üzerinde olmayı elden bırakmazlar.

Tevbe edin. Acziyetinizi ve kusurlarınızı îtiraf edin. Tevbe Hakk’ın (CC), yeryüzünü öldükten sonra suyla tekrar dirilttiği “hayat” sıfatıdır. Hak, kalpleri, öldükten sonra tekrar tevbe ve uyanıklık ile diriltir. Ey isyankârlar! Tevbe edin; Rabbinizin (CC) rahmetinden ümit kesmeyin. O’nun (CC) merhametinden ümitsizliğe kapılmayın. Ey ölü kalpliler! Rabbinizi (CC) zikretmeye, O’nun (CC) Kitâbını okumaya, Nebîsinin (SAV) sünnetine uymaya devam edin ve zikir meclislerinde bulunmaya devam edin. O zaman yağmurun gelip ölü toprağı dirilttiği gibi, sizin kalpleriniz de dirilecektir. Zikre devam etmek dünyâ ve âhirette hayrın sürekliliğine vesîledir.

Allah’ım (CC)! Bizi, Seni râzı eden ve bizden râzı olacağın şeye muvaffak kıl! Ey âlemlerin Rabbi (CC)! “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”



[1] “Kurbiyet”: İbâdet ve ihlas gibi şeylerle Cenâb-ı Hakk’a (CC) yakınlık kesbetmek.
[2] Tirmizî, es-Sünen, “Tefsîr” hadîs no: 3133, (Medîne-tsz).
[3] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I/22, (İstanbul-1992).
[4] Bürûc S. A.16.
[5] Enbiyâ S. A.23.
[6] Müslim, es-Sahîh, “Keyfiyyetü’l-halk” hadîs no: 2643, (Mısır-tsz).
[7] Meryem S. A.85-86.
[8] bak.: Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, II/216 (no:2443), (Beyrut-1997).


Kaynak: Gavsulazam Abdulkadir-i Geylani (KSA), Cilâü’l-hâtır fi’l-bâtın ve’z-zâhir
 

06hitaf06

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Mar 2010
Mesajlar
86
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
hasgül arkadaşım paylaşım için çok teşekkür ederim size.sizden bir özel rica Abdulkadir Geylani (ks) sohbetlerinden elinizde varsa eğer yayınşamaya devam etmeniz ve eğer içinde benim gibi yapmak isteyipte yapmayan beyinsizlerle alakalı bir sohbet yazısı varsa yayınlamanızı rica ederim.
TEŞEKKÜR EDERİM
 

hasgül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Mar 2009
Mesajlar
1,965
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
hasgül arkadaşım paylaşım için çok teşekkür ederim size.sizden bir özel rica Abdulkadir Geylani (ks) sohbetlerinden elinizde varsa eğer yayınşamaya devam etmeniz ve eğer içinde benim gibi yapmak isteyipte yapmayan beyinsizlerle alakalı bir sohbet yazısı varsa yayınlamanızı rica ederim.
TEŞEKKÜR EDERİM

Selamun aleyküm değerli kardeşim,
Faideli olabildiysem ne mutlu bana...
Tüm sohbetleri elimde mevcut, her gün bir sohbetini ekleyeceğim inşALLAH
Faydalananlardan ve hayatına okudukları/öğrendikleri ölçüsünde yön verenlerden olalım.

Selametle...
 

hasgül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Mar 2009
Mesajlar
1,965
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
ARİFLERİN UYKUSU

Kalp düzelince, sağlamlaşınca onda zikir dâimî olur; onun etrâfına ve her tarafına zikir yazılır. Böylesi bir kalbin sâhibinin gözleri uyuyabilir, ama onun kalbi Rabbini (CC) zikreder. Bu hal o mü’mine peygamberi Muhammed’den (SAV) mîras kalmıştır.

Sâlih zatlardan birisinin bir tesbihi var idi. Bâzı geceler o tesbih elinde olduğu halde uyur, sonra uyandığında kendisi döndürmediği halde tesbih elinde dönüyor ve dili Rabbini (CC) tesbîh ediyor olurdu.

Sûfîler, uyku üzerlerine ağır basınca Peygamberlerinin (SAV) sünneti gereği uyurlar. Bâzı sûfîler ise gecenin bir kısmını özellikle uyuyarak geçirirler. Böylece, hem seher vaktini ibâdetle geçirmek için o uykudan istifâde etmiş, hem de nefislerinin hakkını ödemiş olurlar; nefis de şikâyette bulunmaz ve eziyet vermez. Sâlihlerden kimileri de vardır ki, onlar bâzı geceler hiç de ihtiyaçları olmadığı halde uykulalarını getirmeye çalışırlar ve uyku için hazırlanırlar. Bu durum kendilerine sorulduğunda: “Kalbim uykuda Rabbimi (CC) görüyor” derler. Doğru da söylerler. Zîrâ sâdık rüyâ Allah’tan (CC) bir vahiydir. Sâlihin göz aydınlığı uykusundadır.

Hakk’ın (CC) yakınlığını kazanmış olan kişi için özel melekler olur. O melekler ona vekillik ederler. Her zaman onu korurlar. O uyuduğu zaman onun yanıbaşında, ayaklarının ucunda otururlar. Önünden ve arkasından onu muhâfaza ederler. Şeytan ona yaklaşmaya cesâret bile edemez. O, Allah-ü Teâlâ’nın (CC) muhâfazası içinde uyur, O’nun (CC) muhâfazası içinde uyanır, O’nun (CC) muhâfazası içinde yürür, oturur.

Allah’ım (CC)! Bizi her hâlimizde muhâfazan altına al. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”


Kaynak: Gavsulazam Abdulkadir-i Geylani (KSA), Cilâü’l-hâtır fi’l-bâtın ve’z-zâhir
 

meviza

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Nis 2013
Mesajlar
1
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
Abdülkadir Geylani Hazretleri'nin Sohbetleri

Abdülkadir Geylani Hazretleri'nin Sohbetleri


"Ey ölü! Ey toprak! Yarın toprak olacaksın. Kabrin ayaklar altında çiğnenecek. Toprak olmuş şu bedenin bir mezardan diğer bir mezara taşınacak. Senin bundan haberin bile yok. Zira sen bir sağırsın. Allah'ın kelamını işitmiyorsun. Sende akıl kıtlığı var, mecnunluk var. Allah'ın kelamını düşünemiyorsun. Ölüm seni uyandırmadan önce, sen kendin uyan!"



"...Ey zavallı! Sana fayda vermeyen şeyler hakkında konuşmayı bırak. Dünya ve ahirette sana fayda verecek işlerle uğraş. Boş işlerle uğraşmayı bırak. Kalbinden dünya düşüncelerini çıkar. Çünkü yakında dünyadan alınacak, ahirete götürüleceksin. Dünyada rahat ve hoş bir hayat arama. Resul-i Ekrem; hayat, ahiret hayatıdır. buyurdu..."


"...Ey münafık ! Sen, bu yapmacık ve ikiyüzlü hareketlerinle kendi nefsani gururunu yüceltiyorsun. İnsanların gönlünde yer etmek ve onlara kendini sevdirmek istiyorsun. Elini öptürmek istiyorsun. Bu halinle sen, dünyada ve ahirette, hem kendine hem de terbiyesiyle meşgul olduğun kişilere uğursuzluk saçıyorsun, kötülük saçıyorsun! Sen bir müraisin! Sen bir deccalsin!

Hiç şüphesiz, bu durumda senin kabul olunmuş bir duan bulunmayacak. Davetine kimse icabet etmeyecek. Sıddıkların gönlünde yerin olmayacak. Allah seni, bir ilim üzerine dalalete düşürmüştür. Yakında, hakikat ortaya çıkınca, altındaki bineğinin at mı yoksa eşek mi olduğunu göreceksin. Hakikat ortaya çıkınca, Allah dostlarının asil atlar üzerinde olduklarını, kendinin ise, onların ardısıra giden uyuz ve dingin bir eşek üzerinde olduğunu göreceksin.

Hem de şeytanlarla iblislerin elinde oyuncak olarak."


Abdülkadir Geylani Hazretleri

Evliyalar Sultanı Abdulkadir Geylani Hazretleri'nin Sohbetleri. Tamamıyla seslendirilmiş, toplam 46 saatlik 62 SOHBET.
Hidayet nurları saçan bu sohbetleri, dilediğiniz her zaman ve her yerde, Abdulkâdir Geylânî Hazretleri - Gavsu'l Azam, Sultanü'l Evliya, Sertacü'l Evliya, Kutbu'r Rabbani adresinden ister izleyin, ister dinleyin...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt