Gülüşü Yaralı
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 6 Şub 2008
- Mesajlar
- 5,741
- Tepki puanı
- 3
- Puanları
- 0
- Yaş
- 39
- Konum
- ha bura :)
- Web Sitesi
- www.facebook.com
Abartırım seni ey sevgili senden!
"Ben hiç melek görmedim, gösterin çizeyim" der ünlü Fransız ressam Gustave Courbet.
Bu sözüyle katı gerçekçiliğini temellendirdiğini düşünür "L'Origine du monde"un ressamı. Kendince.
Sanki resmederken gerçekten de gerçeği resmediyormuş gibi.
Resmetmiş gibi.
"Ressamın Atölyesi"nde. "Alemin Menşei"nde.
Courbet kendi meleklerini çizdi oysa.
Gördüklerini. Görebildiklerini. "Taş Kırıcıları"nı.
* * *
Sanatçılar veya düşünürler, ulaşabildikleri son noktada dahî gerçeğin ne tarafını, daha da önemlisi ne kadarını görebilir ve(ya) gösterebilirler?
Evet, ne tarafı ve ne kadarı gösterilebilir gerçeğin?
Ancak görülebildiği tarafı ve görülebildiği kadarı.
Yani en çok bir tarafı ve bir mikdarı.
Sanatın ve düşüncenin kaderi, 'taraf' ve 'kadar'ın sınırları içinde hareket etmek, mümkün olduğunca bu sınırları hem de gidebilecekleri en uç noktaya değgin zorlamaktır.
Abartmak yani.
* * *
Yüksek düşünce ve sanatın özü, Aristo'dan bu yana tekrarlandığı gibi hiç de mimetik değildir. Gerçek, hiçbir surette kendi olağan sınırları içinde görülemez ki gösterilebilsin.
Büyütme zorunludur. Abartma. Gerçeği eteklerinden çekip genişletme.
Nereye kadar?
Gidebildiği yere kadar!
Mimesis, sığ zekâların avuntusu. Mukallidlerin. Görüneni bir gerdanlık (kılâde) gibi boyunlarına geçiren taklitçilerin.
Taklid'deki 'kılâde'yi göremeyenlerin.
* * *
Gerçeğin, hatta bazen gerçekliğin 'taraf' ve 'kadar' sözcükleriyle ilişkilendirilmek suretiyle anlatılması, böyle bir anlatım zorunluluğunun ortaya çıkması, gerçeğin doğası gereği.
Tecessüm etmiş, yani bir cisme, bir bedene, bir heykele dönüşmüş olan gerçekliğin elbette boyutları olmak zorunda. Kendine özgü boyutları. Eni, boyu ve derinliği. Hacmi.
Hâl böyle olunca, işin içine taraf da, mikdar da girmek zorunda. Nicelik yani. Ölçülebilir ve sayılabilir olan. Hesap.
Gerçek ölçülebilir olduğu sürece, gerçeğin ancak bir tarafını ve bir mikdarını görmek ve göstermek zorundadır düşünürler ve sanatçılar. Üstelik her defasında gerçeğin bir tarafından ve bir mikdarından bahsettiklerini de farketmek boyunlarının borcu.
* * *
Peki gerçeklik?
Hakikat?
Hakikatin boyutları olmaz. Ne hacmi, ne eni, boyu ve derinliği vardır hakikatin. Ölçülemez. Hesaplanamaz. Niceliğe indirgenemez. Sadece kavranır. Bir bütün olarak yaşanır. Bir anda. Bir defada.
Elinize mezura, pergel, gönye almanıza gerek yok bu yüzden. Muhayyilenizden yardım isteyin bir tek. Hayal edin, tahayyül edin, muhayyilenizi zorlayın, düşleyin, aynanın arkasına geçmeye çalışın. Perdenin arkasındakini görmeyi deneyin. Perdelerin arkasındakini. Kendinizin. Gerçeğin arkasındakini.
Abartın gerçeği son sınırlarına kadar. Hakikati buluncaya kadar. Hiç değilse Nesimî kadar.
"Mende sığar iki cihan, ben bu cihana sığmazam
Gevher-i lâ mekân menem, kevn ü mekâna sığmazam"
* * *
'Abartı' karşılığında eskiden 'mübalâğa' sözcüğü kullanılırdı. Mübalâğa'nın kökünde, kökeninde er(dir)mek, ulaş(tır)mak mânâsı vardır. Sözlükler ne kadar susarsa sussun, 'abartma'nın da öyle.
'Apar(t)mak' sözcüğüyle akraba olduğundan niçin kuşkulanalım?
"A-parmak", en son tahlilde "alıp parmak", yani "alıp götürmek" demektir. Alıp kaçırmak. Uçurmak.
Nitekim 'parmak/barmak' sözcüğünün aslı 'varmak'tır. Bilenler bilir, 'barmak'tan türeyen 'barış' sözcüğü de iki şeyin birbirine kavuşması, uyması, uzlaşması demektir. Aslı da varış'tır. Yani parmaklar birbirine barmalı, barışmalı, eller sıkılıp eller birbirine kavuşmalı.
Gerçeğe değen parmaklarınız gerçekliğe de uzanmalı. Hakikate.
* * *
Hakikati avucunuzun içine alamazsınız. Ona ancak parmaklarınızı değdirebilirsiniz. Parmaklarınızın uçlarını. Parmak uçlarınızı.
Abartmalısınız o hâlde, gerçeğin sınırlarını son kerteye değin zorlamalısınız. Gittiği gidebildiği yere kadar. Parmak uçlarınızın değebildiği yere kadar. O'na kadar. Zatına kadar.
Hüsn-i cemâli, size sizi unutturana kadar.
* * *
Söz Nesimî'ye değdi madem, Nesimî'de erisin:
"Menim nem var bu tende, can ânındır
Ki cane kim kıyar, canan ânındır"
Ne yaman çelişki değil mi, sevgilinin sizi sizden geçiren o hüsn-i cemali dahî bir abartının eseri. Kendi eseri.
Tanrının eseri.
Dücane Cündioğlu