Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

__Gençliğe Hitabe__ (N.Fazıl) (1 Kullanıcı)

Aşk-ı Hicab

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Şub 2009
Mesajlar
12,148
Tepki puanı
25
Puanları
38
Yaş
39
Gençliğe Hitabe


Bir gençlik, bir gençlik ,bir gençlik. Zaman bendedir ve mekan bana emanettir, şuurunda bir gençlik.

Devlet ve milletinin büyük çapa ermiş yedi asırlık hayatında ilk iki buçuk asrını; aşk, vech, fetih ve hakimiyetle süsleyici, üç asrını kaba softa ve ham yobaz elinde kenetleyici; son bir asrını, ´ın Kur´an´nında "belhüm adal" dediği hayvandan aşağı taklitçilere kaptırıcı; en son yarım asrını da işgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, Türk´ü madde planında kurtardıktan sonra ruh planında helak edici tam dört devre bulunduğunu gören. Bu devreleri yükseltici aşk, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi... Beşinci devrenin kapısı önünde dimdik bekleyen bir gençlik...

Gökleri çökertecek ve yeni kurbağa diliyle bütün "dikey"leri "yatay" hale getirecek bir nida kopararak, "mukaddes emaneti ne yaptınız?" diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik...

Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün davacısı bir gençlik...

Halka değil hakk´a inanan, meclisinin duvarına "Hakimiyet Hakk´ındır" düstüruna hasret çeken, gerçek adaleti bu inanışta ve halis hürrüyeti hakk´a kölelikte bulan bir gençlik...

Emekçiye "Benim sana acıdığım ve yardımcı olduğum kadar sen kendine acıyamaz ve yardımcı olamazsın! Ama sen de, zulüm gördüğün iddiasıyla kendi kendine hakk´ı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başı boş bırakılamzasın", kapitalist´e ise buyruğunu ve Resul ölçüsünü kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamzsın! ihtarını edecek... Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin, aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrakine sahip bir gençlik...

Birbuçuk asırdır yanıp kavrulan, bunca keşfine ve oyuncağına rağmen buhranını yenemiyen ve kurtuluşu arayan batı adamının bulamadığını, Türk´ün de yine birbuçuk asırdır işte bu hasta batı admında bulduğunu sandığı şeyin, o mübarek oluş sırrını çözecek ve her sistem mezhep, ortada ne kadar hastalık varsa tedavisinin ve ne kadar cennet hayali varsa hakikikatinin İslam´da olduğunu gösterecek ve bu tavrırda yurduna, İslam alemine ve bütün insanlığa numûnelik teşkil edecek bir gençlik...

"Kim var?" diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert "Ben varım!" cevabını verici, her ferdi "Benim olmadığım yerde kimse yoktur!" duygusuna sahip bir dava ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik...

Can taşıma liyakâtini, canların cânı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nisbette strateji ve taktik sahibi bir gençlik...

Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifiri karanlıkta, ak sütün içindeki, ak kılı farkedecek kadar gözü keskin bir gençlik...

Bu gün, komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, çıkartma kağıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, fuhş albübü gazetesi, şaşkına dönmüş ailesi ve daha nesi ve nesi, hâsılı, güya kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden silkip atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine telkin ve temmiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, tek başına onlara karşı durabilecek ve çetinler çetini ve bu işin destanlık savaşını kazanabilecek bir gençlik...

Annesi, babası, ninesi ve dedeside içinde olsa, gelmiş ve geçmiş bütün eski nesillerden hiçbirini beğenmeyen, onlara "Siz güneşi ceketinizin astarı içinde kaybetmiş marka müslümanlarsınız! Gerçek müslüman olsaydınız bu hallerden hiç biri başınıza gelmezdi! diyecek ve gerçek müslümanlığın "ne idüğü"nü ve "nasıl"ını gösterecek bir gençlik...

Tek cümleyle, ´ın kâinatı yüzüsuyu hürmetine yarattığı Sevgilisinin âlemleri manto gibi bürüyen eteğine tutunacak, O´ndan başka hiçbir tutanak, dayanak, sığınak, barınak tanımayacak ve O´nun düşmanlarını ancak kubur farelerine denk muameleye lâyık görecek bir gençlik...

Bu gençliği karşımda görüyorum. Maya tutması için otuz küsür yıldır, devrimbaz kodamanlarının viski çektiği kamıştan borularla ciğerimden kalemine kan çekerek yırtındığım, kıvrandığım ve zindanlarda çürüdüğüm bu gençlik karşısında, uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp, bir ömür ´a hamd etme makamındayım. Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim, manevi babanın tabutunu musalla taşına, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymandır.

Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!
Ey kahbe rüzgar, atrık ne yandan esersen es!...

Üstad Necip Fazıl
 

Aşk-ı Hicab

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Şub 2009
Mesajlar
12,148
Tepki puanı
25
Puanları
38
Yaş
39
O VAR!..

Her defa haberi taze bir müjde;
O var!
Her defasında, geç, gafletten vecde;
O var!
Ne sen varsın, ne ben, ne yâr, ne kimse;
O var!
Bütün sevdiklerin elden gittiyse;
O var!
Kalacak kim var ki, dost tomarından?
O var!
Sana daha yakın şah damarından;
O var!
Arama, bir ilaç yok eczahanede!
O var!
Gayede, sebepte ve bahanede;
O var!
Sevdiğini ebed boyu tutan dinç;
O var!
Ölümsüzlük şevki, ilâhî sevinç;
O var!
Yıkılmaz dayanak, kırılmaz destek;
O var!
Tekten de tek, bir tek, tek başına tek;
O var!


N.Fazıl Kısakürek
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com

O VAR!..


Her defa haberi taze bir müjde;
O var!
Her defasında, geç, gafletten vecde;
O var!
Ne sen varsın, ne ben, ne yâr, ne kimse;
O var!
Bütün sevdiklerin elden gittiyse;
O var!
Kalacak kim var ki, dost tomarından?
O var!
Sana daha yakın şah damarından;
O var!
Arama, bir ilaç yok eczahanede!
O var!
Gayede, sebepte ve bahanede;
O var!
Sevdiğini ebed boyu tutan dinç;
O var!
Ölümsüzlük şevki, ilâhî sevinç;
O var!
Yıkılmaz dayanak, kırılmaz destek;
O var!
Tekten de tek, bir tek, tek başına tek;
O var!

N.Fazıl Kısakürek
Eyvallah can gönüldaşımız...
En sevdiğim şiirdir...
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün davacısı bir gençlik...

Halka değil hakk´a inanan, meclisinin duvarına "Hakimiyet Hakk´ındır" düstüruna hasret çeken, gerçek adaleti bu inanışta ve halis hürrüyeti hakk´a kölelikte bulan bir gençlik...

"Kim var?" diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert "Ben varım!" cevabını verici, her ferdi "Benim olmadığım yerde kimse yoktur!" duygusuna sahip bir dava ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik...

Can taşıma liyakâtini, canların cânı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nisbette strateji ve taktik sahibi bir gençlik...

Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifiri karanlıkta, ak sütün içindeki, ak kılı farkedecek kadar gözü keskin bir gençlik...

Tek cümleyle, ´ın kâinatı yüzüsuyu hürmetine yarattığı Sevgilisinin âlemleri manto gibi bürüyen eteğine tutunacak, O´ndan başka hiçbir tutanak, dayanak, sığınak, barınak tanımayacak ve O´nun düşmanlarını ancak kubur farelerine denk muameleye lâyık görecek bir gençlik...

Üstad Necip Fazıl
...........
 

kardelele

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Ocak 2009
Mesajlar
15,425
Tepki puanı
28
Puanları
0
Yaş
55
Konum
istanbul
Müjdecim,kurtarıcım, efendim,biricik peygamberim
sana uymayan ölçü hayat olsa teperim.


çok guzelll bır sozz
 

İPARHAN

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Ağu 2010
Mesajlar
279
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
Vefatının 28.yıldönümünde seni rahmetle anıyoruz...hani sen şöyle demiştin:

Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!
Ey kahbe rüzgar, artık ne yandan esersen es!.


Böylesine mukaddes bir gedik açtın...asla eskimeyecek olan ve kıyamete dek süreceğine inandığımız...senin inandığın güvendiğin o Aşk, vecd, fetih ve hakimiyet…şuurunda bir
gençlik olmaya biz de çaba göstereceğiz...Sen Allahın davasını tavizsiz çıkarsız savundun...bize de bunu vasiyet ettin...vasiyetin başımızn üstüne...ölene dek...ölümüne...

NECİP FAZIL ÖLMEDİ KAVGAMIZDA YAŞIYOR!
YAŞASIN BÜYÜK DOĞU!..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
300717_258575010837773_255946604433947_1000555_3357373_n.jpg
 

KatrePare

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Tem 2011
Mesajlar
4,014
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
28
Elhamdulillah..
Bize bundan baska zihniyete itikat bu zamanda haram olsun!
O genclik benim, o genclik biziz!
Rabbim ayirmasin davamizdan!
ALLAH deyince herseyi sileriz.
 

KatrePare

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Tem 2011
Mesajlar
4,014
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
28
Vefatının 28.yıldönümünde seni rahmetle anıyoruz...hani sen şöyle demiştin:

Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!
Ey kahbe rüzgar, artık ne yandan esersen es!.


Böylesine mukaddes bir gedik açtın...asla eskimeyecek olan ve kıyamete dek süreceğine inandığımız...senin inandığın güvendiğin o Aşk, vecd, fetih ve hakimiyet…şuurunda bir
gençlik olmaya biz de çaba göstereceğiz...Sen Allahın davasını tavizsiz çıkarsız savundun...bize de bunu vasiyet ettin...vasiyetin başımızn üstüne...ölene dek...ölümüne...

NECİP FAZIL ÖLMEDİ KAVGAMIZDA YAŞIYOR!
YAŞASIN BÜYÜK DOĞU!..

Bas ustune eyvallah..
Buyuk Dogu !
Kavgamiz buyuk !
Allah daha buyuk!
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Gençliğe Hitabeye Şerh Denemesi

dertt.jpg


Reel politiğin tüm insani oluş alanlarını peşine takıp herşeyin sahte ve yapay olanını sergilediği ve konjonktürel olanın herşeyi silip süpürdüğü bir zeminde Üstad Necip Fazıl'ın Gençliğe Hitabesi'nin oldukça lüks ve fantazi sayılacağını biliyoruz. Bizim, böyle bir lüksümüz (daha doğrusu kaygımız) yok! Çünkü Necip Fazıl'a bağlılık iddia edenlerin, o'nun Ocağından geldiğini söyleyenlerin, 'Biz Büyük Doğu'dan yetiştik' diyenlerin reel-politik karşısında 'tazim'e durduğu ve 'hiza'ya geldiği günümüzde, her zaman ve zeminde 'Ya Ol Ya Öl' 'Ya Hep Ya Hiç' diyen ve bunun kavgasını veren ve ömrü boyunca;

“Gözleri kara, alınları fikir çizgili, kalbleri ceylan, iradeleri çelik, imanları volkan, irfanları tarla, idrakleri bıçak, edaları şiir, diyalektikleri ipekten örgü, geliyorlar!”

diyerek “özlediği nesil”i bekleyen Üstad Necip Fazıl’ı yılın belli günlerinde “ölü ağlayıcıları” mistisizmi içerisinde anmak değil, O’nun “Büyük Doğu”sunu bünyeleştirmiş bir “anlayış”la her an O’nunla yaşayabilmek lazım..

Kim yaşayacak?

Ancak O’na bağlılık iddia edenlerin cevaplayabilecekleri bir soru bu..

Gençliğe;

“Genç Adam! Kalabalıkların modalaşmış yollarına düşme! Nefs murakabesi denilen o ulvi melekeye yapış ve düşün! Yol kalabalıkların yönü değil, hakikatin istikametidir! Sen O’na dön ve kalabalıkları döndür!”

uyarısını 79 yıllık yaşamının her karesinde ‘fiziki acı’ şiddetinde yaşayan ve yaşatan Üstad’ın bir antik Yunan Şairi’nden aktardığı “Meğer ben bir ömür katırlara saman yerine çiçek sunmuşum” inkisarını yaşamadığını pek söyleyemeyiz!

Burada; 79 yıllık destansı bir kavganın manifestosu diyebileceğimiz Üstad’ın Gençliğe Hitabe’sini şerh etmek gibi oldukça çetin ve yorucu bir işe girişmek, ‘Gençliğe Hitabe’yi dikkatlere yeniden sunmayı deneme’dir aslında.. Yoksa Üstad’ı şerh’e kalkışmak ‘kaf dağını aşmak’ gibi ‘imkansız’ birşeydir..

Gençliğe Hitabe’sine başlarken öncelikle (genel geçer söylem ve anlayışlarla özdeşleştirmemek kaydıyla) şunu söylemek gerekiyor: Üstadın hayatı tek bir genç aramakla geçmiştir. Bu ‘tek’lik sayısal anlamda ‘tek’ değil, keyfiyet, muhteva anlamında bir “yekpare” bütünlüktür.

Ruh ve kaslarıyla bir genç..

Hayatının başından sonuna kadar;
“Ey genç adam yolumu adım adım bilirsin
Erken gel beni evde bulamayabilirsin!”

Hitabıyla bu genç adamı her an liflerinde, duygularında, düşüncelerinde, rüyalarında yaşatmış, hissetmiş bir büyük devrimci, bir büyük evrimcidir Üstad ..

Gençliğe Hitabe; bütün eserleri ve hayatında “fikri yaşamak yaşamayı da fikir” bilmiş Üstadın gençliğe bir manifestosu niteliğindedir..

Manifestosuna “Zaman bendedir ve mekan bana emanettir şuurunda bir gençlik” diye başlar Üstad!

Üstadın kendi terminolojisi, kendi tanımlamaları içerisinde “Zaman” ruhu, manayı ifade eder. “Zaman bendedir”.. Yani ruhun kendisinde olduğu, “Ve mekan bana emanettir”dediğinde.. (mekan maddeyi ifade eder…) Emanetin kendisine tevdi edildiği..

Kısaca şöyle diyebiliriz: zaman ruhu, mekan maddeyi ifade eder.

“Zaman bendedir ve mekan bana emanettir” demek düpedüz insanın memuriyet ve mesuliyetini ortaya koymaktır.

İnsanın memuriyet ve mesuliyeti (kendisine tevdi edilen emanet-ki dağlara taşlara teklif edilen- öncelikle aslına rücu edici yörüngede cereyan ediyor. Dolayısiyle zamanın insanda olması mekanın o zamanın uygulanacağı bir atmosfer olarak karşımıza çıkıyor ve bütün bir gençliğe emanetini, bütün bir gençliğin eşya ve hadiseleri yani zamanı tasarruf etmesi gibi bir mükellefiyeti gerekli kılıyor. Ve bu şuurla donanmış, bu şuuru kuşanmış bir gençlik özlemi içerisinde Üstad..

Gene bir şiirinde ;

“İşte bütün meselem, her meselenin başı
Ben bir genç arıyorum gençlikle köprü başı”


diyebileceği bir nesil arıyor. Emaneti bir sonraki nesillere tevdi edebilecek bir neslin özlemi, sancısı, çabası ve yetiştiriciliği rolünde Üstad.

Gençliği tanımlarken “gençlik yaş işi değil ruh işidir” diyordu ve verdiği örnekler de doksan yaşında Seyh Sadi’den, doksan yaşında sahabeden Ebu Talha Hazretleri’ne kadar genç örneğini veriyordu. Yani kasları ihtiyarlasa bile ruhu genç kalmış ve ruhuyla genç kalabilmiş bir genç tanımı vardı Üstad’ın.

Dolayısiyle fiziksel gerçekliğin ötesinde, doğumdan ölüme kadar bir süreç olarak gençliği tanımlar Üstad.

Hitabesinin hemen başında bir tarih muhasebesiyle işe başlar. Bir dünya görüşü kurucusunun inşaya başlarken yapması gereken öncelikle bir tarih muhasebesidir, bir tarih ayıklayıcılığıdır.

(Biraz geriye alarak ifadelendirmek gerekirse) Kanuni’den bu tarafa biz kaybede ede geliyoruz. Devleti kaybettik, toplumu kaybettik, aileyi kaybettik, insanı kaybettik. Bu kaybedişleri lif lif sentetik bir örgüde (İdeolocya Örgüsü) dokuyan, bunu örgüleştiren Üstad yeniden bunları kazanabilmenin, yeniden bunlara sahip olabilmenin, yeniden bu ruhla donanabilmenin örgüsünü oluşturmak için evvela bir tarih muhasebesiyle işe başlar ve şöyle der:

”Devlet ve milletinin büyük çapa ermiş yedi asırlık hayatında ilk iki buçuk asrını aşk,vecd,fetih ve hakimiyetle süsleyici”..

Bu iki buçuk asırı yükseltici aşk dönemi diye tanımlar. Bu aşk dönemi; Osman Bey’den Kanuni’ye kadar olan asırdır ve işte bu iki buçuk asır aşk, vecd, fetih ve hakimiyetle süslü; devlet-i ebed müddet şuurunun nirengi noktasına vardığı bir dönemdir.

“Üç asrını kaba softa ve ham yobaz elinde kenetleyici”.. Burası da Kanuni’den Tanzimat’a kadar olan dönemdir. Üstad’ın ifadesiyle çürütücü taklitçilik dönemidir. Eşya ve hadisiler zeminine Kaba softa ve ham yobazın egemen olduğu bir dönem.

Son bir asrını da (belki de en önemli diyebileceğimiz bir asır) Allah’ın Kuran’ında Belhüm Adal dediği hayvanlardan aşağı taklitçilere kaptırıcı en son yarım asrını da işgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle Türk’ü madde planında kurtardıktan sonra ruh planında helak edici tam dört evre bulunduğunu gören.. Bu evreleri yükseltici aşk,çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi evet şimdi beşinci devrenin kapısı önünde dimdik bekleyen bir gençlik.”

Üstadın ifadeleri bu..

Burada gördüğümüz şu: Üstad bir cümleyle bütün bir tarih muhasebesini, bütün bir tarih felsefesini ortaya koyuyor. Bir toplumsal proje teklif eden Üstad; evvela toplumsal projeyi inşa edeceği zeminin arka planını çiziyor ve üçe ayırıyor bunu.

Birincisi yükseltici aşk dediğimiz devir, o emanetin (zamanın mekana aplike edilmesi) mükemmel biçimde muhafaza edildiği bir dönem. Ondan sonraki dönem çürütücü taklitçilik ve en son dediği evet şimdi ve kendisinde çok önemli bulduğu ve bütün kavgasını sürdürdüğü o üçüncü dönem dediği öldürücü küfür dönemini çerçeveliyor Üstad. Bütün eserlerini de öldürücü küfür dediği bu dönem içerisinde vermiştir.

İkinci devrede Üstad’ın Kaba Softa ve Ham Yobaz dediği bir tip vardır. Bu tipi Cumhuriyet tarihimizde ilk defa teşhis eden Üstad olmuştur. Teşhis edip böyle olunmaması gereken bir tip olarak ortaya koymuştur.

Üstad’ın bir ilkesi vardı: Bir davanın istikametini muhafaza edebilmesi, hedeflendirilebilmesi için ana ilke öncelikle özünü zıtlarından ayıklayabilmesiyle kaimdir derdi..

Özünü zıtlarından ayıklayabilmek..

Üstad’ın oluşturmak istediği, kavgasını verdiği genç tipide işte bu özünü zıtlarından ayıklaması gereken bir genç tipiydi. Yani (eskilerin deyimiyle) ağyarını mani efradını cami (kendinden olan bütün güzellikleri, iyilikleri,doğrulukları toplayıcı kendinden olmayan her türlü kötülükleri,yanlışlıkları ve çirkinlikleri dışlayıcı) bir genç tipi tarif ediyordu.

Üstad bir ideal adamıydı, bir ideoloji adamıydı.. İdeoloji inşa ediciydi.

(Ülkemizde hala anlaşılmayan bu inşa edici fonksiyon anlaşılmadan Üstad gerçek anlamıyla anlaşılamayacaktır.)

Üstad’ın getirdiği herşey tatbik edilmeye dairdir. Burayı kesinlikle gözden kaçırmamak gerekiyor.

Necip Fazıl çok değişik şekillerde tarif edilebiliyor.

Necip Fazıl;

Kimilerine göre büyük şair yani Sultanüş Şuara,
Kimilerine göre büyük hatip, usta konuşmacı,
Kimilerine göre büyük tiyatro ve hikaye yazarı,
Kimilerine göre büyük şiiri bırakmış politika adamı,
Kimilerine göre sanat ve estetik dehası..
Kimilerine göre tecrit ufkunda yaşayan bir mücerretler adamıdır.

Burada Üstad’ın asıl vasfını kaybetmek gibi tanımlamalar seziyoruz. Yani Üstad sadece ideallerin adamı, toplumdan uzaklaşmış bir adam olarak da algılanma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bunu kendisi de belirtmişti: ”Çok defa en ulvi tecrit ve manalandırmalara en sufli teşhis ve maksatlandırmalar musallat olur” Ve peşinden gene şunu diyordu: ”…ben mücerretler adamı o kadar indim ki mutlaka her türlü tecridin sonunda varması gereken yer müşahhasdır, toplumdur, insandır, eşyadır, olaydır” diyordu. Bütün kavgasını bu topluluğu oluşturmak üzere vermişti. Yani o idealizasyonu uygulamaya koymak, tatbik etmek için yapmıştır.

Devam ediyoruz gençliğe hitabesine: “Gökleri çökertecek ve yeni kurbağa diliyle bütün dikeyleri yatay haline getirecek bir nida kopararak mukaddes emaneti ne yaptınız? diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik”

Bir cümleyle bir tarih diliminin muhasebesi yatıyor burada.. O en son devre dediğimiz öldürücü küfür devresinin adeta bir özeti var burada.

Yeni kurbağa dili cümlesiyle de dil devriminin korkunçluğunu ve eleştirisini yapıyor.

Bir şiirinde bunu değişik bir şekilde de ifade ediyor:

”Bir şey koptu benden şey her şeyi tutan bir şey
Benim adım bay
Necip babamınki Fazıl Bey”


İki nesli bölen ayıran, dünyalarını birbirinden çalan bir ayırım olmuştur dil ve Üstad bunu yeni kurbağa dili şeklinde ifadelendiriyor.

Bütün dikeyleri yatay hale getirecek bir nida kopararak: Mukaddes emaneti ne yaptınız…

Geriye doğru gidersek.. Sahabe devrinden baktığımızda; sahabe dönemi, hicri asırlar, Emevi, Abbasi, Selçuklu,
Osmanlı ortada devlet-i ebed müddet dediğimiz bir yapı var. Bütün doğrularıyla-yanlışlarıyla, uygulamalarıyla böyle bir yapı var. Belli bir zaman sonra Üstad’ın öldürücü küfür diye yaftaladığı bir kavşağa geliyoruz. (Bu kavşak Cumhuriyet kavşağıdır). Bu kavşakta (Üstadın ifadesiyle) işgal ordularının dahi yapamayacağı korkunç bir cinayetle bu mukaddes emanet kesilip atılıyor. Cumhuriyete kadar mukaddes emanetin yürütücüleri, taşıyıcıları mevcut.

Bu mukaddes emanetin bertaraf edildiğini Üstad görüyor ve bir nida kopararak mukaddes emaneti ne yaptınız diye meydan yerine çıkıyor..

Aslında Üstad Gençliğe seslenirken, kendisi bizzat bu seslenişin gereğini yerine getiriyor.

Bu hınçla dolu fakat öfkesini sadece yeniçeri ruhiyatı ve tavrı ile sadece kaslarından ibaret refleks olarak ortaya koyacak değil, bu mukaddes emanete kaplık yapabilecek, onu taşıyabilecek bir bünyeye sahip öfkeyle dolu bir gençlik arıyor Üstad.. Gününü bekleyen bir gençlik.. Bir sinir kumkuması halinde, rahatsızlık içinde psikolojik sapmalarıyla gerilimli bir gençlik değil. Öfkesini ölçülendirebilen, muhtevasıyla taşıyabilen bir gençliğe sesleniyor ve “dininin, dilinin, beyninin ilminin, ırzının, evinin, çilinin, öcünün davacısı bir gençlik”.

Bütün olumlu ve olumsuz vasıflarıyla davasını bütünleştirebilmiş, bu davasını iyi,güzel ve doğruya inkılap ettirebilecek, dönüştürebilecek birikimlerle donanmış bir gençlik ümit ediyor, hayal ediyor ve yetiştirmeye çıkıyor Üstad…

Öncelikle de dininin davacısı.. Bunu aktarabilecek dilinin, zihinselleştirebilecek beyninin, bilimselliğinin, ırzının, evinin davacısı..(Yukarıda belirttiğimiz Kanuni’den bu tarafa herşeyi kaybede kaybede gelen bir kuşağın yeniden herşeye sahip olabilmesinin adeta bir yangın yerinden koparcasına yangın yerini gül bahçesine çevirircesine çetin bir mücadeleye, çetin bir davaya adanmış, çetin bir davayı göğüslemeye çabalamış bir gençlik).

Halka değil hakka inanan, meclisinin duvarında hakimiyet hakkındır düsturuna hasret çeken, gerçek adaleti bu inanışta ve halis hürriyeti hakka kölelikte bulan bir gençlik.

Gençliğe Hitabenin (manifestonun) ana damarlarından biri: halka değil hakka inanan.. Bu kavramsal ifade ile İslami dünya görüşünden koparılmamızın ve sonuçta bütün muhtevayı kaybedişimizin, bütün kaliteyi kantiteye, sayısallığa döküşümüzün batıdan adapte reformalardan özellikle sayısal yani niceliğe döküşümüzün acı halini ifadelendiriyor.. Üstad hakikati işaretliyor ve “meclisinin duvarında hakimiyet hakkındır düsturuna hasret çeken gerçek adaleti bu inanışta ve halis hürriyeti hakka kölelikte bulan bir gençlik” diyor.

Üstat’ın terminolojisinde önemli tanımlarından bir tanesi de Hürriyetin tanımıdır:“Hürriyet hakka köleliktir” diyor ve köleliği bile bir özgürlük tanımına kavuşturuyordu. Bilinen anlamda maddi refleksler altında ezilmiş bir kölelik değil. Hakikat, doğruya esarettir diyerek bir tanım farklılığı getiriyor.

Devam ediyor: “Emekçiye benim sana acıdığım ve yardımcı olduğum kadar sen kendine acıyamaz ve yardımcı olamazsın. Ama sen de zulüm gördüğün iddiasıyla kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başı boş bırakılamazsın. Kapitalist’e ise Allah buyruğunu ve Resul ölçüsünü kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın ihtarını edecek kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrakine sahip bir gençlik…”

Gençliği değişik bir boyutuyla daha yaklaşıyor Üstad. Daha doğrusu gençliğin temel sorumluluk alanlarından birisini ortaya koyuyor.

O da nedir?

Adına emek ve sermaye tabanında sistem kurulmuş, ideoloji üretilmiş iki ana kesimi emek ve sermayeyi hakikatine çekiyor ve hakikatinde temellendiriyor. Emekçiye benim sana acıdığım ve yardımcı olduğum kadar sen kendine acıyamaz ve yardımcı olamazsın diyor.

Burada üstadın tesbitlerinden birisini daha hatırlıyoruz. Şöyle: ”Bizim toplumumuzda hasta kendi hastalığına razı olsa bile toplum onun hastalığına rıza göstermeyecek derecede hassasiyete sahip, o derecede müşfikleşmiştir..”
şeklinde ifadeleri var Üstadın. Burada da aynısı. Emekçiye benim sana acıdığım ve yardımcı olduğum kadar sen kendine acıyamaz ve yardımcı olamazsın. Ama sende zulüm gördüğün iddiasıyla kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başı boş bırakılamazsın.. Yani mutlaka ölçülendirilmiş, sınırları çizilmiş, kendi makul mecrası içerisinde denetime alınmış bir emek hakkı bir emekçi kesimi…

Kapitalistte ise Allah buyruğunu ve resul ölçüsünü kalbinin ve kasanın kasasına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın ihtarını edecek.

Nedir bu Allah Buyruğu ve Resul ölçüleri? Örneğin “Alnının teri kurumadan emeğinin karşıılğını veriniz” Bunun gibi birçok mutlak ölçüler mevcut. İkisini unsurlar üstü bir zevk alanında, bir kıvamda birleştiriyor Üstad.. Zıtlar üstü bir ahenkte.. Emek ve sermayenin birbirine bir hasım gibi değil, (deyim yerindeyse) hısımlaştığı bir ilişkiler bütünü..

Bunlar idealizasyonlar yani olması gerekenler, büyük ölçüde yaşananlar değil..

Devam ediyor Hitabesi’ne: “Birbuçuk asırdır yanıp kavrulan, bunca keşfine ve oyuncağına rağmen buhranını yenemeyen ve kurtuluşunu arayan batı adamının bulamadığını..” (burası önemli bir nokta)… Biliyorsunuz Batının önemli dinsel, bilimsel serüvenleri, reformları arayışları, çatışmaları var.. Burada Üstad Rönesans’tan bahsediyor: Rönesanstan itibaren keşif ve oyuncak dediği teknolojik dönüşümlere, çevrimlere işaret ediyor.. Ve bütün bunlara rağmen buhranını yenemeyen, kurtuluşunu arayan diyor.. Bütün bu keşifler, bilimsel donanımlar buhranını yenmeye değil, buhranını artırmaya neden olmuştur.. Kurtuluşunu arayan batı adamının bulamadığını, Türk’ün de yine birbuçuk asırdır (Üstadın muhasebesini yaptığı başlarken belirttiğimiz) Türk’ün de işte bu batı adamında bulduğunu sandığı şeyi (burada gene Üstadın bir tesbitini hatırlıyoruz): Biz güneşi ceketimizin astarında kaybettik. Başka ceplerde arıyoruz… Batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını çözecek ve her sistem ve mezhep, ortada ne kadar hastalık varsa tedavisinin ve ne kadar cennet hayali varsa hakikatinin İslam’da olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna, İslam alemine ve bütün insanlığa nümunelik teşkil edecek bir gençlik.. Ve bu gençliğin yüklenmesi gereken donanımın temellerine işaret ediyor Üstad.

Kısa bir tarih muhasebesinde şöyle ifadelendiriyor bunu Üstadın yanlış anlaşılan ana ilkelerinden birisidir bu..)

“İslam Türk’ün elinde bozuldu ve heryerde bozuldu. Ve bu Allah’ın Türk’e ilahi bir ihtarıdır. Türkiye’de düzelmelidir ki her yerde düzelsin! Kendisinde bozulanın ancak kendisinde düzeldikçe, o nisbette yurdunda İslam aleminde, bütün dünyada da düzelebileceğine ilişkin ilahi bir işaret, ilahi bir ihtardır..” Nasıl bir modelden maketleşerek bütün Arap alemiyle İslam alemi bozulduysa ancak Türkiye’den çıkacak yeni modeli tatbik suretiyle kendisini bulabilir… Gençliğe hitabesinde de bunu dolaylı olarak belirtiyor.

Bu bir kaderciliğin veya bir coğrafya tutkusunun veya bir etnik tutkunun değil, korkunç bir mükellefiyet ve mesuliyet idrakinin ifadesidir. Bende bozuldu, ancak ben düzelirsem düzelecek idraki.. (biraz sonra geleceğiz)

“Kim var diye seslenilince sağına ve soluna bakınmadan fert fert ben varım cevabını verici, benim olmadığım yerde kimse yoktur duygusuna sahip bir dava ahlakını pırıldatıcı bir gençlik..”

Yahya Düzenli

26.02.2012 / Milat Gazetesi
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,591
Tepki puanı
957
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Üstad Necip Fazıl Kısakürek.
Hatıratında anlatıyor.
27 MAYIS İHTİLÂLİ

Mahut gece, otelimde, sabaha kadar uyuyamadım.. Sanki ruhum, Japon denizinde zelzeleyi sezen bir balık nevinin renk değiştirmesi gibi. sabaha karşı patlayacak olan baskını haber verici hâller içindeydi. Üstünde kırık bir cam ve camın altında bir sinema artistinin resmi bulunan küçük masaya geçip bir piyes mevzuu tasarlamaya başladım. İmkânı mı var? Ruhumun üstünde kangal kangal sıkıntı… Evime telefon edip zevceme sordum:
- Yarın sana ne göndereyim?
- Ne gönderebilirsin?
- 1000 lira yeter mi?
-Az!…
- Peki, 2000 olsun…
-İyi!…
4000 lirayı cebimde farz ediyorum. Ayrıca mevcudum, yelek cebi malı olarak 575 kuruşluk madeni paradan ibaretti.
Yattım. Biraz sonra boğulur gibi yataktan fırladım. Bu ne garip sıkıntı!… Banyo, birkaç kaza namazı, tekrar İstanbul’a telefon, yine piyes denemesi… Ferahlamanın ve uykuyu kolaylaştırıcı bir huzura ermenin çaresi yok…
Saat 4…
Yine yatak… İçinde timsahların kaynaştığı bir derecede hayalim, bir kütüğe binmiş, akıntı boyunca kaçmaya çalışırken birdenbire bir gürültü… Yarı uykulu, yarı uyanık, bu gürültüyü, otelin arkasındaki bahçecikte yığılı odunların yıkılmasından geliyor sandım. Henüz “Ne oluyor?” diye düşünmeye vakit kalmadan odamın kapısı yumruklanmaya başlandı:
- Necip Fazıl Bey, kalkın!
- Ne var kuzum, ne oluyor?
- Bütün otel aşağıda, radyo başında… İhtilâl var!.,. Oteldekiler sizi çağırıyor! Yorumunuzu bekliyorlar!
Yarı giyinik aşağıya koşuyorum. Radyodan tok ve kalın bir ses geliyor:
- Güvendiğiniz Silâhlı Kuvvetler Radyo’ya el koydu!
Ve malûm nakarat:
- Hareket, hiçbir sınıfa, hiçbir zümreye, hiçbir grupa karşı değildir!
Ve dışarıya karşı emniyet tedbiri:
- (NATO) ya, (CENTO)ya, bütün anlaşmalarımıza sâdıkız.
İlk ağızda bu işi Adnan Menderes’in bir tertibi ve “Hükümet içinde hükümet” numarası sandım. Fakat bu hayalim birkaç dakikadan fazla sürmedi. Telefonla aradığım Menderes’in akrabasından, İzmir Mebusu Sadık Giz şöyle dedi:
- Aynı ihtimali Konya Mebusu Bibioğlu da bana telefonla bildirdi. Sanmıyorum! Hepimizi topluyorlar. Bana da gelmelerini bekliyorum.
Telefonda Tevfîk İleri’nin zevcesi, örneklik Müslüman – Türk hanımefendisi Vasfiye hanım:
- Tevfik’i götürdüler! Hayırlısı olsun. Necip Fazıl bey, her işte bir hayır aramalı… Memlekete hayırlı olur inşallah…
Hanımefendinin sesinde öyle bir dehşet tonu var ki, âdeta bir deli neşesiyle, sevinçli üslûp içinde konuşuyor…
Gerisi malûm… İhtilâl dedikleri gece hareketinin çepçevre anlatılacağı ve bir kıymet hükmüne bağlanacağı eser benim zindan çilelerime mahsus bu kitap olmadığı için alâkalı bazı noktalarına dokunup tafsilâta girişmiyorum.
Bir yazımda belirttiğim gibi, “Yoğurttan bir hükümete mukavvadan bir hançer saplanmış” ve daha ilk günlerde bu hançeri tutan ellerin hiçbir fikir sahibi olmadıkları meydana çıkmıştır.
İhtilâl’i ve ona ezelî itaatinden Ötürü körü körüne âlet edilen Mehmetçiğin bu haletini belirtmek için gayet hususî bir levha göstereyim;

Bir aralık otelden çıkarak Ulus meydanı tarafındaki ana caddeye bir göz atayım dedim. Önümden Tevfik İleri’nin makam arabası geçmez mi? İçinde bir takım genç subaylar ve kucakta bir kadın… Kadının iskarpinleri, otomobilin açık camından dışarıya sarkmış… Şoför yerindekiler de, caddedeki nöbetçi erlere, parmaklarının hususî bir hareketiyle ihtilâlin zafer işaretini veriyor. O sırada beni görüp “Yasak!” diye haykıran bir er, kendisine ettiğim son derece tatlı mukabele üzerine âdeta silâhını yere atmak istercesine ruhî bir isyan edasiyle içini döktü:
- Nedir bu hal, ağabey? Bizi toplayıp, toparlayıp bu işe sürdüler ama, bakalım Allah razı mı bu işten? Hayra mı sürüyorlar bizi?..
Ve başladı hüngür hüngür ağlamaya… İleriden bir takım askerlerin geldiğini gören ben, hiçbir cevap vermeden, gözlerim yaş içinde, otele kapağı attım.

Akşam saat 5 sıralarında sokağa çıkma izni… Bankalar caddesinin asfaltı, kar üstünden arabalar geçmiş gibi, tank paletlerinin izleriyle oyulu…
” Ne olur ne olmaz!” hesabiyle, başıma bir kasket, gözlerime siyah camlı bir gözlük oturtup, bir de bıyıklarımı traş edip istasyon yolunu tuttum. Cebimde sadece 575 kuruşluk madenî para, ayrıca birinci mevki aylık basın bileti, ilk kalkan trene atladım.

Ertesi sabah, Feneryolu’nda oturduğum köşkü bir cenaze evi halinde buldum. Sanki Adnan Bey bizim evden alınıp götürülmüştü. Zevcem, çocuklarından biri trafik kazasına uğramış gibi bir hal içinde…

Radyoda ihtilâlin ilk belirtilerinden biri:
- Büyük Doğu kapatılmıştır.
Halbuki Büyük Doğu zaten kapalıydı, çıkmıyordu. Bu bildiri “Ölü tekrar öldürülmüştür!” demeye benziyordu.

Kapı çalındı: Elinde bir bavul, Bolu Mebusu Reşat Akşemsettinoğlu:
- Sana geldim! Evinde saklanmaya geldim!
- Ayol Reşat, dedim; beni yakalamaları saat meselesi… O zaman bütün evi arayıp tarayacaklarına göre seni de bulacaklar ve üstelik baş gericinin evinde ele geçmiş olmakla suçlandıracaklar… Sana başka yerde de saklanmanı tavsiye etmem! Git. teslim ol ve akıbetine katlan!

Reşat gittikten iki saat sonra kapımda polis ve asker dolu üç jip… Zevcemin kürk astarına kadar jiletle söküp her tarafı aradılar, kitaplarımı delik-deşik ettiler ve içlerinde, tehlikeli mevzu olarak bula bula, General (Liman Von Sandres)in “Silâhlı Millet” isimli kitabını enseleyip beni jipe attılar ve götürdüler.
Arkamdan zevcem bağırıyor:
- Her şeyi Allaha havale et ve hiçbir şey düşünme!

(Cinnet Mustatili’nden)
 

Aşk-ı Hicab

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Şub 2009
Mesajlar
12,148
Tepki puanı
25
Puanları
38
Yaş
39
Tek cümleyle, Allah'ın, kâinatı yüzüsuyu hürmetine yarattığı Sevgilisinin,
alemleri manto gibi bürüyen eteğine tutunacak, O'ndan başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak, barınak tanımayacak ve O'nun düşmanlarını ancak kubur farelerine denk muameleye layık görecek bir gençlik...

N.F.K.
 

Aşk-ı Hicab

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Şub 2009
Mesajlar
12,148
Tepki puanı
25
Puanları
38
Yaş
39
Çocuktum. 6-7 yaşlarında var yoktum. Bir Ramazan günüydü. Çemberlitaşta oturduğumuz büyük Konaktan sokağa çıktım. İleride, bir sehpaya oturttuğu tablasından çoluk çocuğa şeker meker satan birini gördüm. 10 para mı, 20 para mı, ne verdiğimi hatırlayamadığım bir horoz şekeri satın aldım. Şekeri eme eme Konağa dönmek üzereydim ki, üzerime hamal kılıklı bir adam çullandı. Yarı ciddi, yarı şakacı bir edâ ile haykırdı:

-Şu bacaksıza da bak! Sokakta, elâlemin karşısında yiyor!

Ödüm patlamıştı sanki... Şekeri yere attım ve evime doğru koşmaya başladım.
:a12:

Adam beni kapıya kadar kovaladı. Konağın açık kapısını bu herifin suratına çarparcasına kapatıncaya kadar adeta baygınlık geçirdim.

Şimdi, masum çocuklara değil, Ramazan günü açıkça ve iftihar edercesine sigaralarını tüttüren her vasıf dışı insanlara o hamal kılığı içindeki saffet ve hassasiyetle hitap etmek istiyorum:

-Günahınızı niçin Allahla aranızda bırakmıyor ve sanki onun reklâmını yaparcasına, zedelediğiniz Allah hakkına kul hakkını da ekliyorsunuz? Eskiden Ermenisi, Rumu, Yahudisi bu kul hakkına tecavüz etmemek için Ramazanlarda müslümanların karşısında oruca aykırı bir harekette bulunmazlardı. Düşünün, sizin derekeniz ne olmalı!

Hamalın kovaladığı çocuk bugün 75 yaşında ama, kovalayanın soyundan kimse kalmadı.

N.F.K.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt