HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
4- ÖŞÜR, HARAÇ VE SULH ARAZİLERİ
Ebu Ubeyd şöyle dedi: “Arazilerin fethedilmesi hakkında Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem ve ondan sonra gelen halifelerden şu üç hükmü getiren eserlerin rivayet edildiğini gördük:
1- Halkı üzerinde Müslüman olmuş araziler.
Bu arazilerin mülkü onlara aittir. Bu araziler öşür arazileridir. Bu araziler hakkında sahiplerine öşürden başka verilecek başka bir zorunluluk yoktur.
2- Belirli bir haraç karşılığı sulh yoluyla fethedilen araziler.
O arazi üzerinde bulunanlar, hakkında anlaştıkları miktardan fazlasını ödemeye zorlanmazlar.
3- Savaş ve zorlama yoluyla alınan araziler.
Bu arazi hakkında Müslümanlar ihtilaf etmişlerdir. Bazıları; ‘bunlar hakkında takip edilen yol ganimetler hakkında takip edilen yoldur. Beşe bölünüp paylaştırılır. Beşte dördü, o araziyi fethedenler arasında parselleştirilir. Beşte biri de Allah’u Teâlâ’nın üstün kıldığı kimseye/halifeye ait olur’ dediler. Bazıları da; ‘onun hakkında hüküm ve görüş imama aittir. Eğer imam o araziyi ganimet yapmayı uygun görürse, Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in Hayber’de yaptığı gibi onu beşe bölüp paylaştırır. Eğer onun fey olmasını uygun görürse ne beşe böler ne de paylaştırır. Fakat o arazi Müslümanlar var oldukları sürece onlara ait genel mülk olarak kalırlar. Ömer’in Irak bölgesinin ekilip dikilen arazilerine yaptığı gibi yapar.’dedi. Fethedilen arazi hükümleri işte bunlardır.”[1]
Allah’u Teâlâ’nın; Rasulü Muhammed SallAllah’u Aleyhi Vesellem’i göndermesinden itibaren yeryüzüne ve üstündekilere varis olasıya kadar İslâm’da arazi ya öşür arazisidir, ya haraç arazisidir, ya da sulh arazisidir.
1- Öşür arazisine gelince:
Bu, kendisinden elde edilen ürününden zekât olarak öşür ya da öşrün yarısı alınan arazidir. Dolayısıyla o öşrî arazidir. Bu arazinin böyle isimlendirilmesi, arazinin ürününden zekât olarak alınan öşre nispetle olmuştur.
Öşür arazisi, Medine-i Münevvere ve Endonezya arazisi gibi üzerindeki halkı savaş olmaksızın Müslüman olan tüm arazileri kapsar. Medine halkı, Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem ve ondan sonra halifeler döneminde, sadece arazilerinin ürünlerinden zekât olarak öşür ödüyorlardı.
Aynı şekilde, ister Medine gibi halkı savaş olmaksızın Müslüman olsun, ister Mekke gibi zorlama ve kuvvet yoluyla fethedilmiş olsun, Arap Yarımadasının tamamı öşür arazisi sayılır. Zira Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem Mekke arazisini halkından almayıp onlara terk etti. Arap Yarımadasının diğer kesimi de aynı şekildedir.
Çünkü Allah’u Teâlâ müşrik Araplardan sadece Müslüman olmalarını ya da savaşmalarını kabul etti. Allah, Rasulü’nü SallAllah’u Aleyhi Vesellem’i onların arasından seçti. Kur’an’ı onların dili ile indirdi. Onun için onlar onu anlamaya ve idrak etmeye daha muktedirler. Bundan dolayı onların hepsine Müslüman olmalarını emretti. Müslüman olmayanların ise öldürülmesini emretti. Dinleri üzere kaldıkları halde onlardan cizye kabul etmedi. Onlara ikram edip bu küçülmüşlükten kurtardı. Başlarına cizye, arazilerine haraç koymadı. Bilakis Arap Yarımadasının tamamını da öşür arazisi yaptı. Bu ister halkı savaş yapmaksızın Müslüman olsun, ister zor ve kuvvet kullanma yoluyla fethedilsin fark etmez. Bu arazinin sakinlerini de Müslüman yaptı.
Rasül SallAllah’u Aleyhi Vesellem oradan Yahudilerin çıkartılmasını emretti, ta ki orada İslam’dan başka din kalmasın. Dâremî, Ebu Ubeyde b. Cerrâh yoluyla şu rivayeti tahriç etti:
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in son konuşmalarından birisi şu sözüdür: أخرجوا اليهود من الحجاز وأهل نجران من جزيرة العرب “Yahudileri Hicaz’dan ve Necran halkını da Arab Yarımadasından çıkartın.”[2] Ömer RadıyAllah’u Anh onları dışarı attı.
Onun için bu araziden, Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’den bu güne kadar sadece ürünlerinden zekât olarak öşür alınır, başka değil.
Hayber arazisi gibi, Müslümanların silah gücü ile fethedip, imamın savaşçılar arasında paylaştırdığı her arazi öşür arazisine katılıp öşrî arazi olur. Ya da; Şam ve Hamas’da Müslüman askerlerinin bir kısmında kalmalarını imamın kabul ettiği araziler de öşür arazisi olur.
- Nitekim el-Ahves b. Hakim’den şu rivayet edilmiştir: “Hamas’ı fetheden Müslümanlar oraya girmediler. Bilakis el-Erbed nehrinde askerler ordugâh kurdular. Orayı ihya ettiler. Ömer ve Osman’ın zamanını da böyle geçirdiler.”
- Rivayet edildiğine göre; Allah Müslümanları Şam ülkesine üstün/hakim kıldığında, onlar Allah Subhenehû ve Teala düşmanlarını kırıp geçirmeden ve zaferlerini tamamlamadan fethettikleri şehirlere girmeyi kerih görüp o fethedilen Hamas ve Şam ehli ile anlaşma yaptılar. Bunun üzerine Müslüman askerler el’Mezze’den Şa’bân otlağı arasındaki Berdî otlağında toplandılar. Berdî’nin kenar otlakları, Şam ve köyleri arasında serbest bölge idi. Onlardan bir kişiye ait değildi. Dolayısıyla askerler oraya yerleştiler. Bu Ömer’e haber verildiğinde Ömer onu onayladı. Ondan sonra da Osman onayladı. Bu arazi üzerine, ehlinden haraç alınmadı. Bilakis onlar öşür ödediler. Çünkü o arazi ilk defa Müslümanlara mülk oldu, bu arazilere haraç konulmadı.
Aynı şekilde; imamın zor kullanarak fethedilen arazilerden ikta yoluyla, insanlara vermiş olduğu ikta/tımar arazileri de öşür arazisine katılıp öşür arazisi olurlar. Bu araziler, fetih esnasında sahiplerinin Müslümanlardan kaçarak terk ettikleri arazilerdir, ya da mülkiyeti fethedilen devlete ait olan, oradaki yöneticiye, ailesine veya akrabalarına ait olan arazilerdir. Medine’nin ileri gelen yaşlılarının bazılarından rivayet edildiğine göre, divanda/hazineye ait hesap defterinde; Ömer RadıyAllah’u Anh Kisra’nın ailesinin ve arazisinden kaçan herkesin, savaş alanında öldürülenlerin malına, göllere vr ormanlara el koyduğu görülmüştür. Ömer, bu arazilerden ikta ediyordu ve onlardan öşür alıyordu. Böylece bu araziler devlet gücü ile fethedilmiş olsa da öşür arazisi kabul edildi. Çünkü o araziler sahiplerinin elinde kalmadı ve üzerlerine de haraç konulmadı. Bilakis o araziler imam tarafından ikta edilmesi/tımar olarak verilmesi ile Müslümanlar sahip oldu.
Aynı şekilde, imamın henüz fethedilmemiş arazilerden tımar olarak verdiği bölüm de -Allah Müslümanlara o araziyi fethetmeyi nasip etmesinden sonra kendisine- tımar olarak verilen kimseye hibe olur. Nitekim Halil’de Aynün, el-Martüm, Habrün ve Habrî arazisini Temim el-Dârî, cemaatı ile birlikte Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in huzuruna çıktığında, Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’den Allah Müslümanlara fethetmeyi nasip ederse bu yerleri kendilerine ikta’ etmesini talep etti. Bunun üzerine Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem oraları ona tımar olarak verdi. Buna dair de ona bir yazı verdi. Ömer de bu yazıya şahit olan iki şahidin birisi idi. Allah, Ömer zamanında oraları Müslümanlara fethetmeyi nasip ettiğinde Temim oraları Ömer’den talep etti. Ömer de Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in vermesine bağlı kalarak oraları ona teslim etti.
İmamın, sahipsiz öşür arazilerinden insanlara tımar olarak verdikleri de aynı şekildedir. Bu Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in, Bilal b. Hâris el-Meznî’ye belirli bir vadinin tamamını tımar olarak vermesi gibidir. Bu arazi, Medine’ye yakın bir öşür arazisidir.
Aynı şekilde, insanın ihya çeşitlerinden birisi ile “ihya” ettiği her ölü arazi de öşür arazisine katılıp öşür arazisi olur. Bu ihya edilen arazi, ister -Arap Yarımadası ve Endonezya gibi- halkı üzerinde fetihten önce Müslüman olmuş öşür arazilerinden olsun, ister ise zor kullanılarak fethedilmiş ülkelerden -Mısır, Şam, Irak arazileri gibi- haraç arazisi olsun fark etmez.
Câbir Abdullah’tan, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in şöyle dediği rivayet edildi: مَنْ أَحْيَا أَرْضًا مَيْتَةً فَهِيَ لَهُ “Kim ölü bir araziyi ihya ederse, o onundur.”[3]
Sa’id b. Zeyd yoluyla da Nebi SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in şöyle dediği rivayet edildi: مَنْ أَحْيَى أَرْضًا مَيِّتَةً فهِيَ لَهُ وَلَيْسَ لِعِرْقٍ ظَالِمٍ حَقٌّ “Kim bir ölü araziyi ihya ederse, o onundur. Bir zalimin terine (emeğine) bir hak yoktur.”[4]
Bu arazi çeşitlerinin hepsi de öşrî arazidir. Bu araziler hakkında sadece; eğer yağmur suyu ile sulanmış iseler ürünlerinden öşür/onda bir alınır veya kuyular, nehirler, sulama kanalları ile sulanmış iseler ürünlerinden öşrün yarısı/yirmide bir alınır.
Bu arazilerin konumu değiştirilmez. Her ne kadar bu araziler el değiştirse, sahipleri değişse de sıfatı değişmediğinden dolayı konumları değişmez ve değiştirilemez. Zira o araziler, üzerindeki halkın Müslüman olduğu, ya da başlangıçta Müslümanların sahip olduğu veya Arap Yarımadasından olan arazilerdir. Bu sıfatlar ebediyen baki kalır. Bu araziler Müslümanların mülkiyetinden bir kâfirin mülkiyetine geçse dahi bu sıfatlar devam eder. Çünkü sıfat onda ayrılmaz olarak kalır.
Üründen zekât olarak öşrün ödenmesi de o arazi hakkında vacip olarak kalır. O araziden ürün elde edilmez ise, onun hakkında zekât olmaz. Onun için ziraat yapılmadıkça ve ticaret için kullanılmadıkça iskân arazisine zekât yoktur. Ziraat arazisi ticaret için kullanıldığında ticaret mallarından bir mal olur ve o zaman onun hakkında ticaret mallarıyla ilgili zekât vacip olur.
Öşür arazisi sahiplerinin mülküdür. Sahipleri öşür arazisinin mülkiyetine ve menfaatine sahip olurlar. Satmak, ticaret, rehin olarak vermek, hibe olarak vermek, vakfetmek gibi ondaki tasarruf çeşitlerinin hepsine sahip olurlar. Öşür arazisi aynı şekilde sahiplerinden miras olarak varislerine geçer, rızaları olmadıkça sahiplerinden alınmaz.
Eğer devlet onu sahiplerinden almak istiyorsa, arazinin mülk ve menfaat değerini öder. Ancak arazi sahibi bu araziyi işletmeksizin, imar etmeksizin üç yıl ihmal etmiş ise devlet onu sahibinden alır başkasına verir. Devlet ona herhangi bir mülkiyet ve menfaat bedeli ödemez. Arazinin mülkiyet sebebi; satın almak, miras, ikta ya da ihya gibi ne olursa olsun fark etmez. Çünkü arazinin mülkiyet sebebine değil, işletilmeksizin ihmal edilmesine itibar edilir.
Bundan dolayı Ömer b. Hattab, Bilal b. el-Hâris el-Müznî’den kendisine tımar olarak verilen vadinin arazisinden işletemediği bölümü geri vermesini istedi. Ona şöyle dedi: “Muhakkak ki Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem onu sana, insanlardan alıkoyman için tımar olarak vermedi. Sana orayı ancak işletmen için verdi. İşletmeye gücünün yettiği kadarını al, arta kalanını iade et.” Bunun üzerine Bilal ona şöyle dedi: “Allah’a yemin olsun ki bir şey yapmam. Onu bana Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem tımar olarak verdi.” Bunun üzerine Ömer; “Allah’a yemin olsun ki yapacaksın.” Böylece ondan işletmekten aciz olduğu bölümü, karşılığında hiç bir şey vermeksizin geri alıp Müslümanlar arasında paylaştırdı. Aynı şekilde Ömer’in minberden şöyle dediği rivayet edildi: “Kim bir araziyi ihya ederse, o onundur. Araziyi taşla çevirerek sahip olanın, işletmeksizin üç yıl bekletmesinden sonra bir hakkı yoktur.” Ve şöyle dedi: “Kim işletmeksizin üç sene araziyi boş bırakırsa, sonra da başkası gelip onu imar ederse o, onundur.”
Araziyi işletmeksizin üç yıl terk eden kimseden alınıp başkasına verilmesi hususunda Sahabenin İcmaı oluştu.
Ebu Ubeyd şöyle dedi: “Arazilerin fethedilmesi hakkında Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem ve ondan sonra gelen halifelerden şu üç hükmü getiren eserlerin rivayet edildiğini gördük:
1- Halkı üzerinde Müslüman olmuş araziler.
Bu arazilerin mülkü onlara aittir. Bu araziler öşür arazileridir. Bu araziler hakkında sahiplerine öşürden başka verilecek başka bir zorunluluk yoktur.
2- Belirli bir haraç karşılığı sulh yoluyla fethedilen araziler.
O arazi üzerinde bulunanlar, hakkında anlaştıkları miktardan fazlasını ödemeye zorlanmazlar.
3- Savaş ve zorlama yoluyla alınan araziler.
Bu arazi hakkında Müslümanlar ihtilaf etmişlerdir. Bazıları; ‘bunlar hakkında takip edilen yol ganimetler hakkında takip edilen yoldur. Beşe bölünüp paylaştırılır. Beşte dördü, o araziyi fethedenler arasında parselleştirilir. Beşte biri de Allah’u Teâlâ’nın üstün kıldığı kimseye/halifeye ait olur’ dediler. Bazıları da; ‘onun hakkında hüküm ve görüş imama aittir. Eğer imam o araziyi ganimet yapmayı uygun görürse, Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in Hayber’de yaptığı gibi onu beşe bölüp paylaştırır. Eğer onun fey olmasını uygun görürse ne beşe böler ne de paylaştırır. Fakat o arazi Müslümanlar var oldukları sürece onlara ait genel mülk olarak kalırlar. Ömer’in Irak bölgesinin ekilip dikilen arazilerine yaptığı gibi yapar.’dedi. Fethedilen arazi hükümleri işte bunlardır.”[1]
Allah’u Teâlâ’nın; Rasulü Muhammed SallAllah’u Aleyhi Vesellem’i göndermesinden itibaren yeryüzüne ve üstündekilere varis olasıya kadar İslâm’da arazi ya öşür arazisidir, ya haraç arazisidir, ya da sulh arazisidir.
1- Öşür arazisine gelince:
Bu, kendisinden elde edilen ürününden zekât olarak öşür ya da öşrün yarısı alınan arazidir. Dolayısıyla o öşrî arazidir. Bu arazinin böyle isimlendirilmesi, arazinin ürününden zekât olarak alınan öşre nispetle olmuştur.
Öşür arazisi, Medine-i Münevvere ve Endonezya arazisi gibi üzerindeki halkı savaş olmaksızın Müslüman olan tüm arazileri kapsar. Medine halkı, Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem ve ondan sonra halifeler döneminde, sadece arazilerinin ürünlerinden zekât olarak öşür ödüyorlardı.
Aynı şekilde, ister Medine gibi halkı savaş olmaksızın Müslüman olsun, ister Mekke gibi zorlama ve kuvvet yoluyla fethedilmiş olsun, Arap Yarımadasının tamamı öşür arazisi sayılır. Zira Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem Mekke arazisini halkından almayıp onlara terk etti. Arap Yarımadasının diğer kesimi de aynı şekildedir.
Çünkü Allah’u Teâlâ müşrik Araplardan sadece Müslüman olmalarını ya da savaşmalarını kabul etti. Allah, Rasulü’nü SallAllah’u Aleyhi Vesellem’i onların arasından seçti. Kur’an’ı onların dili ile indirdi. Onun için onlar onu anlamaya ve idrak etmeye daha muktedirler. Bundan dolayı onların hepsine Müslüman olmalarını emretti. Müslüman olmayanların ise öldürülmesini emretti. Dinleri üzere kaldıkları halde onlardan cizye kabul etmedi. Onlara ikram edip bu küçülmüşlükten kurtardı. Başlarına cizye, arazilerine haraç koymadı. Bilakis Arap Yarımadasının tamamını da öşür arazisi yaptı. Bu ister halkı savaş yapmaksızın Müslüman olsun, ister zor ve kuvvet kullanma yoluyla fethedilsin fark etmez. Bu arazinin sakinlerini de Müslüman yaptı.
Rasül SallAllah’u Aleyhi Vesellem oradan Yahudilerin çıkartılmasını emretti, ta ki orada İslam’dan başka din kalmasın. Dâremî, Ebu Ubeyde b. Cerrâh yoluyla şu rivayeti tahriç etti:
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in son konuşmalarından birisi şu sözüdür: أخرجوا اليهود من الحجاز وأهل نجران من جزيرة العرب “Yahudileri Hicaz’dan ve Necran halkını da Arab Yarımadasından çıkartın.”[2] Ömer RadıyAllah’u Anh onları dışarı attı.
Onun için bu araziden, Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’den bu güne kadar sadece ürünlerinden zekât olarak öşür alınır, başka değil.
Hayber arazisi gibi, Müslümanların silah gücü ile fethedip, imamın savaşçılar arasında paylaştırdığı her arazi öşür arazisine katılıp öşrî arazi olur. Ya da; Şam ve Hamas’da Müslüman askerlerinin bir kısmında kalmalarını imamın kabul ettiği araziler de öşür arazisi olur.
- Nitekim el-Ahves b. Hakim’den şu rivayet edilmiştir: “Hamas’ı fetheden Müslümanlar oraya girmediler. Bilakis el-Erbed nehrinde askerler ordugâh kurdular. Orayı ihya ettiler. Ömer ve Osman’ın zamanını da böyle geçirdiler.”
- Rivayet edildiğine göre; Allah Müslümanları Şam ülkesine üstün/hakim kıldığında, onlar Allah Subhenehû ve Teala düşmanlarını kırıp geçirmeden ve zaferlerini tamamlamadan fethettikleri şehirlere girmeyi kerih görüp o fethedilen Hamas ve Şam ehli ile anlaşma yaptılar. Bunun üzerine Müslüman askerler el’Mezze’den Şa’bân otlağı arasındaki Berdî otlağında toplandılar. Berdî’nin kenar otlakları, Şam ve köyleri arasında serbest bölge idi. Onlardan bir kişiye ait değildi. Dolayısıyla askerler oraya yerleştiler. Bu Ömer’e haber verildiğinde Ömer onu onayladı. Ondan sonra da Osman onayladı. Bu arazi üzerine, ehlinden haraç alınmadı. Bilakis onlar öşür ödediler. Çünkü o arazi ilk defa Müslümanlara mülk oldu, bu arazilere haraç konulmadı.
Aynı şekilde; imamın zor kullanarak fethedilen arazilerden ikta yoluyla, insanlara vermiş olduğu ikta/tımar arazileri de öşür arazisine katılıp öşür arazisi olurlar. Bu araziler, fetih esnasında sahiplerinin Müslümanlardan kaçarak terk ettikleri arazilerdir, ya da mülkiyeti fethedilen devlete ait olan, oradaki yöneticiye, ailesine veya akrabalarına ait olan arazilerdir. Medine’nin ileri gelen yaşlılarının bazılarından rivayet edildiğine göre, divanda/hazineye ait hesap defterinde; Ömer RadıyAllah’u Anh Kisra’nın ailesinin ve arazisinden kaçan herkesin, savaş alanında öldürülenlerin malına, göllere vr ormanlara el koyduğu görülmüştür. Ömer, bu arazilerden ikta ediyordu ve onlardan öşür alıyordu. Böylece bu araziler devlet gücü ile fethedilmiş olsa da öşür arazisi kabul edildi. Çünkü o araziler sahiplerinin elinde kalmadı ve üzerlerine de haraç konulmadı. Bilakis o araziler imam tarafından ikta edilmesi/tımar olarak verilmesi ile Müslümanlar sahip oldu.
Aynı şekilde, imamın henüz fethedilmemiş arazilerden tımar olarak verdiği bölüm de -Allah Müslümanlara o araziyi fethetmeyi nasip etmesinden sonra kendisine- tımar olarak verilen kimseye hibe olur. Nitekim Halil’de Aynün, el-Martüm, Habrün ve Habrî arazisini Temim el-Dârî, cemaatı ile birlikte Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in huzuruna çıktığında, Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’den Allah Müslümanlara fethetmeyi nasip ederse bu yerleri kendilerine ikta’ etmesini talep etti. Bunun üzerine Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem oraları ona tımar olarak verdi. Buna dair de ona bir yazı verdi. Ömer de bu yazıya şahit olan iki şahidin birisi idi. Allah, Ömer zamanında oraları Müslümanlara fethetmeyi nasip ettiğinde Temim oraları Ömer’den talep etti. Ömer de Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in vermesine bağlı kalarak oraları ona teslim etti.
İmamın, sahipsiz öşür arazilerinden insanlara tımar olarak verdikleri de aynı şekildedir. Bu Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in, Bilal b. Hâris el-Meznî’ye belirli bir vadinin tamamını tımar olarak vermesi gibidir. Bu arazi, Medine’ye yakın bir öşür arazisidir.
Aynı şekilde, insanın ihya çeşitlerinden birisi ile “ihya” ettiği her ölü arazi de öşür arazisine katılıp öşür arazisi olur. Bu ihya edilen arazi, ister -Arap Yarımadası ve Endonezya gibi- halkı üzerinde fetihten önce Müslüman olmuş öşür arazilerinden olsun, ister ise zor kullanılarak fethedilmiş ülkelerden -Mısır, Şam, Irak arazileri gibi- haraç arazisi olsun fark etmez.
Câbir Abdullah’tan, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in şöyle dediği rivayet edildi: مَنْ أَحْيَا أَرْضًا مَيْتَةً فَهِيَ لَهُ “Kim ölü bir araziyi ihya ederse, o onundur.”[3]
Sa’id b. Zeyd yoluyla da Nebi SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in şöyle dediği rivayet edildi: مَنْ أَحْيَى أَرْضًا مَيِّتَةً فهِيَ لَهُ وَلَيْسَ لِعِرْقٍ ظَالِمٍ حَقٌّ “Kim bir ölü araziyi ihya ederse, o onundur. Bir zalimin terine (emeğine) bir hak yoktur.”[4]
Bu arazi çeşitlerinin hepsi de öşrî arazidir. Bu araziler hakkında sadece; eğer yağmur suyu ile sulanmış iseler ürünlerinden öşür/onda bir alınır veya kuyular, nehirler, sulama kanalları ile sulanmış iseler ürünlerinden öşrün yarısı/yirmide bir alınır.
Bu arazilerin konumu değiştirilmez. Her ne kadar bu araziler el değiştirse, sahipleri değişse de sıfatı değişmediğinden dolayı konumları değişmez ve değiştirilemez. Zira o araziler, üzerindeki halkın Müslüman olduğu, ya da başlangıçta Müslümanların sahip olduğu veya Arap Yarımadasından olan arazilerdir. Bu sıfatlar ebediyen baki kalır. Bu araziler Müslümanların mülkiyetinden bir kâfirin mülkiyetine geçse dahi bu sıfatlar devam eder. Çünkü sıfat onda ayrılmaz olarak kalır.
Üründen zekât olarak öşrün ödenmesi de o arazi hakkında vacip olarak kalır. O araziden ürün elde edilmez ise, onun hakkında zekât olmaz. Onun için ziraat yapılmadıkça ve ticaret için kullanılmadıkça iskân arazisine zekât yoktur. Ziraat arazisi ticaret için kullanıldığında ticaret mallarından bir mal olur ve o zaman onun hakkında ticaret mallarıyla ilgili zekât vacip olur.
Öşür arazisi sahiplerinin mülküdür. Sahipleri öşür arazisinin mülkiyetine ve menfaatine sahip olurlar. Satmak, ticaret, rehin olarak vermek, hibe olarak vermek, vakfetmek gibi ondaki tasarruf çeşitlerinin hepsine sahip olurlar. Öşür arazisi aynı şekilde sahiplerinden miras olarak varislerine geçer, rızaları olmadıkça sahiplerinden alınmaz.
Eğer devlet onu sahiplerinden almak istiyorsa, arazinin mülk ve menfaat değerini öder. Ancak arazi sahibi bu araziyi işletmeksizin, imar etmeksizin üç yıl ihmal etmiş ise devlet onu sahibinden alır başkasına verir. Devlet ona herhangi bir mülkiyet ve menfaat bedeli ödemez. Arazinin mülkiyet sebebi; satın almak, miras, ikta ya da ihya gibi ne olursa olsun fark etmez. Çünkü arazinin mülkiyet sebebine değil, işletilmeksizin ihmal edilmesine itibar edilir.
Bundan dolayı Ömer b. Hattab, Bilal b. el-Hâris el-Müznî’den kendisine tımar olarak verilen vadinin arazisinden işletemediği bölümü geri vermesini istedi. Ona şöyle dedi: “Muhakkak ki Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem onu sana, insanlardan alıkoyman için tımar olarak vermedi. Sana orayı ancak işletmen için verdi. İşletmeye gücünün yettiği kadarını al, arta kalanını iade et.” Bunun üzerine Bilal ona şöyle dedi: “Allah’a yemin olsun ki bir şey yapmam. Onu bana Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem tımar olarak verdi.” Bunun üzerine Ömer; “Allah’a yemin olsun ki yapacaksın.” Böylece ondan işletmekten aciz olduğu bölümü, karşılığında hiç bir şey vermeksizin geri alıp Müslümanlar arasında paylaştırdı. Aynı şekilde Ömer’in minberden şöyle dediği rivayet edildi: “Kim bir araziyi ihya ederse, o onundur. Araziyi taşla çevirerek sahip olanın, işletmeksizin üç yıl bekletmesinden sonra bir hakkı yoktur.” Ve şöyle dedi: “Kim işletmeksizin üç sene araziyi boş bırakırsa, sonra da başkası gelip onu imar ederse o, onundur.”
Araziyi işletmeksizin üç yıl terk eden kimseden alınıp başkasına verilmesi hususunda Sahabenin İcmaı oluştu.