Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

30.Mektub İmâm-ı Rabbânî (1 Kullanıcı)

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Bu mektûb da, seyh Nizâm-ı Tehânîserîye yazılmısdır. Âfâkda ve enfüsde olan sühûdları ve abdiyyet makâmını bildirmekdedir:

Allahü teâlâ sizi Muhammed aleyhisselâma tâm uymakla sereflendirsin ve Muhammed Mustafânın “aleyhi ve alâ âlihi minessalevâti efdalühâ ve minettehıyyâti ekmelühâ” sünnetlerinin süsü ile zînetlendirsin!
Ne yazacagımı bilemiyorum. Mevlâmız, sâhibimiz “teâlâ ve tekaddes” hazretlerinden söz edersem, yalan söylemis ve iftirâ etmis olurum. O, o kadar büyükdür ki, bu saçma sapan konusan asagı kimsenin söz konusu olmakdan çok yüksekdir. Maddeden yapılmıs olan, his organlarının esîri bulunan bir kimse, maddesiz olandan ve his organları ile anlasılamıyandan ne söyleyebilir?
Yok iken sonradan yaratılmıs olan bir kimse, hiç yok olmayandan ne anlayabilir? Maddeli, zemânlı ve mekânlı olan, maddesiz, zemânsız ve mekânsız olana nasıl yol bulabilir? Zevallı mahlûk, kendi âleminden dısarıya nasıl çıkabilir? Dısarıdan haber alamaz. Fârisî beyt tercemesi:
Çok iyi veyâ çok fenâ olsa da bir zerre,
Ömrünce dolassa, gezer kendi âleminde!
Bu hâl, seyr-i enfüsîde de hâsıl olmakdadır. (Seyr-i enfüsî), bu yolun nihâyetinde ele geçer. Yüksek hocamız Behâeddîn-i Naksibend kaddesallahü sirrehül akdes” hazretleri buyurdu ki, (Ehlüllah, ya’nî Allah adamları, Fenâ ve Bekâ makâmına kavusdukdan sonra, her gördüklerini kendilerinde görürler. Her tanıdıklarını kendilerinde tanırlar. Bunların hayretleri, anlayamamaları kendilerinde olur). Zâriyât sûresinin yirmibirinci âyetinde meâlen, (Kendinizdedir, görmüyor musunuz?) buyuruldu. Seyr-i enfüsîden önce olan seyrlerin ya’nî ilerlemelerin hepsi, (Seyr-i âfâkî) idi. Seyr-i âfâkîde ele geçen seyler hiçdir. Ya’nî, aranılana göre hiç sayılır. Yoksa, sühûd-i enfüsîye kavusmak için, önce seyr-i âfâkî lâzımdır. Aldanmamalı!
Sühûd-i enfüsîyi, sühûd-i tecellî-i sûrî ile karısdırmamalıdır. Hâsâ ikisi bir sey degildir. Tecellî-i sûrîler nasıl olursa olsun, sâlikin nefsinde ya’nî kendinde müsâhede olunurlar, ya’nî görünürler ise de, hepsi seyr-i âfâkîde hâsıl olmakdadır. Ve (Ilm-ül-yakîn) mertebesinde hâsıl olurlar. Sühûd-i enfüsî ise, (Hakk-ul-yakîn) mertebesindedir. Bu mertebe ise, yüksek mertebelerin sonuncusudur. Baska kelime bulunamadıgı için sühûd diyoruz.
Çünki, aranılan, istenilen sey, hiçbir seye benzemedigi gibi, Ona uygun olan, Ona baglı olan hersey de anlasılamaz ve anlatılamaz. Anlasılabilen seyler, anlasılamıyan seylere benzemez. Fârisî iki beyt tercemesi:
Anlasılmaz, ölçülemez baglılıkdır,
Nâsın Rabbi, kuluna böyle baglıdır!
Insan bu baglılıgı anlamaz aslâ,
Herseyi bilir, cânını bilen Mevlâ!
Sühûd-i enfüsîyi bu sühûd-i sûrî ile karısdırmak, insanın her iki makâmda Bekâ hâsıl etmesinden ileri gelmekdedir. Çünki, tecellî-i sûrî, sâliki fânî yapmaz. Birçok baglılıklarını yok eder ise de, fenâya kadar götüremez.Bundan dolayı, bu tecellîde, sâlikin varlıgından birseyler bulunmakdadır.Seyr-i enfüsî, tâm Fenâdan ve son Bekâdan sonra oldugundan ve sâlikin anlayısı az oldugundan, bu iki Bekâyı birbirinden ayıramaz. Ikisini birlesmis sanır. Eger bu ikinci bekâya (Bekâ-billah) denildigini ve bu varlıga, Allahü teâlânın verdigi vücûd denildigini bilseydi, ikisini karısdırmakdan kurtulurdu.
Süâl: (Bekâ-billah) demek, kendini Hak teâlâ olarak bulmak degil midir?
Cevâb: Hayır, öyle degildir. Tesavvuf büyüklerinin birkaçının sözlerinden böyle oldugu anlasılmakda ise de, bu bekâ, birçoklarına, cezbe makâmında, kendilerini yok bildikden sonra hâsıl olmakdadır. Kendilerini böyle yok bilmeleri, Fenâ makâmına kavusmaga benzemekdedir. Naksibendiyye büyükleri “kaddesallahü teâlâ esrârehüm” bu Bekâya (Vücûd-i adem) adını vermislerdir. Bu, fenâdan öncedir. Bu hâl yok olabilir. Yok oldugu görülmüsdür de. Zemân olur ki, bu hâli ondan alırlar. Sonra geri verirler. Tam Fenâdan sonra hâsıl olan Bekâ ise, hiç yok olmaz. Hiç sarsılmaz. Bunların Fenâsı, devâmlıdır. Bekâda iken fânîdirler. Fenâda iken de bâkîdirler.Çabuk geçen, tükenen fenâ ve bekâ, kalbin hâlleri ve degisiklikleri sırasında gelip geçici seylerdir. Bizim anlatmak istedigimiz ise, böyle degildir.
Hâce Behâeddîn-i Naksibend “kaddesallahü teâlâ sirreh” buyurdu
ki, (Vücûd-i adem denilen hâl, insanın tabî’î hâline döner. Fekat vücûd-i fenâ, insanlık vücûdüne dönmez). Bunun için Fenâ sâhiblerinin hâlleri elbette hiç degismez. Vaktleri süreklidir. Belki, bunların vaktleri ve hâlleri yokdur. Bunlar, vaktleri ile degil, vaktlerin sâhibi iledir. Bunların isi hâlleri veren iledir. Geçip gitmek, bitmek, vaktde ve hâlde olur. Hâlden ve vaktden kurtulanlar için bitmek, yok olmak tehlükeleri kalmaz. Bu Allahü teâlânın öyle bir ni’metidir ki, diledigine verir. Allahü teâlâ, büyük ihsân sâhibidir.
Vaktin devâmlı olması demek, bu vaktdeki hâlin bilinmesi ve baska seyleri gibi eserlerinin, alâmetlerinin devâmlı olması demek degildir. Belki, vaktin oldugu gibi devâm etmesi ve hâlin kendisinin devâmlı olması demekdir.Bir seyi yanlıs zan etmek, onun dogru olmasına ziyân getirmez. Hattâ çok zanlar vardır ki, günâh olur.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
30.Mektub Devamı...

30.Mektub Devamı...

Söz uzadı. Biz yine kendimize gelelim! Mukaddes meydânda “celle sânüh”söz binicisini kosturamıyacagımız için, kendi kullugumuzu, asagılıgımızı ve gücümüzün yetersiz oldugunu anlatalım. Insan, kulluk vazîfelerini yapmak için yaratıldı. Bir kimseye baslangıçda ve ortalarda ask ve muhabbet verilirse, onun Allahü teâlâdan baska seylere olan baglılıklarını kesmesi için verirler. Ask ve muhabbet de aranılacak, özenilecek sey degildir.
Kulluk makâmına kavusmak için birer aracıdırlar. Bir kimsenin Allahü teâlâya kul olması için, Ondan baska seylere kul olmakdan ve baglanmakdan tam kurtulması lâzımdır. Ask ve muhabbet, bu baglılıkları kesmekden baska bir ise yaramaz. Bunun için, vilâyet ya’nî evliyâlık mertebelerinin sonu, en yüksegi (Abdiyyet makâmı) dır. Vilâyet derecelerinde, abdiyyet makâmının üstünde hiçbir derece yokdur. Bu makâmda, kul ile sâhibi arasında, kulun sâhibine muhtâc olmasından ve sâhibin kendisinin ve sıfatlarının hiçbir seye hiç muhtâc olmamasından baska hiçbir baglılık yokdur.
Burasını iyi açıklayalım ki, kendisi ile Onun kendisi arasında ve sıfatları ile Onun sıfatları arasında ve kendi isleri ile Onun isleri arasında, hiçbir bakımdan hiçbir benzerlik bulmayacakdır. Onun zılli, görüntüsü oldugunu söylemekde, bir benzerlik, bir baglılık olur. Bundan da kaçınmak lâzımdır. Onu yaratıcı, kendisini yaratılmıs bilmelidir. Bundan baska hiçbir seye agız açmamalıdır. Tesavvuf yolunda ilerliyenlerin çogu “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” (Tevhîd-i fi’li) ile karsılasmakdadır. Her seyi yapan Allahü
teâlâdır derler. Bu büyükler, bu isleri yaratanın bir oldugunu bilir. Bu
isleri yapan birdir demek istemezler. Böyle söylemek, zındıklık olur. Bunu bir misâl ile açıklıyalım: Kukla oynatan bir kimse, perde arkasında oturur. Tahtadan, kartondan insan seklinde yapılmıs cansız seyleri iple oynatır. Seyrciler, perdede oynayan karton, tahta parçalarının birçok seyler yapdıgını görür. Aklı olan kimseler bu hareketleri, perde arkasında oturan adamın yapdıgını anlar.
Fekat bu isler, perdedeki tahta parçalarından meydâna gelmekdedir. Bunun için, bu sekller hareket ediyor denir. Perde arkasındaki adam hareket ediyor denmez. Bu sözleri, isin dogrusunu göstermekdedir. Peygamberlerin“aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” yolları da böyle oldugunu bildirmekdedir.
Isleri yapan bir yapıcıdır demek, sekr hâlinde söylenen sözlerdendir.
Sözün dogrusu söyledir ki, isleri yapan çokdur. Isleri yaratan birdir. Tevhîd-i vücûd bilgileri de böyledir. Sekr vaktinde ve hâl kapladıgı zemân söylemislerdir.
Kesf yolu ile edinilen bilgilerin dogru olması, islâmiyyetde açıkça
anlasılan bilgilere uygun olmaları ile ölçülür. Kıl kadar ayrılık sekrden
ileri gelir. Din bilgilerinin dogrusu, Ehl-i sünnet vel-cemâ’at âlimlerinin“rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” anladıkları bilgilerdir. Bunlara uymamak yâ zındıklık ve ilhâddır, ya’nî dogru yoldan ayrılmakdır, yâhud sekr hâlinde söylenmisdir. Sekrden tam kurtulmak, (Abdiyyet makâmı)nda olur. Baska makâmların hepsinde az çok sekr bulunur. Fârisî mısrâ’ tercemesi:
Dahâ söylersem sonu gelmez.
Hâce Behâeddîn-i Naksibend “kaddesallahü teâlâ sirrehül akdes”
hazretlerinden (Sülûk niçin yapılıyor?) diye soruldugunda, (Kısa, toplu olan bilgilerin genislemesi, açıklanması ve akl ile, düsünce ile bulunan bilgilerin, kesf ile, kalb ile anlasılması için) buyurdu. Islâmiyyetin bildirdigi bilgilerden baska seyler ögrenmek için demedi. Tesavvuf yolunda ilerlerken, islâmiyyetde bulunmayan seylerle karsılasılmakda ise de, yolun sonuna varınca bu bilgilerin hepsi yok olur. Yalnız islâmiyyetin bildirdigi seyler, açık ve genis olarak bilinir. Aklın dar çerçevesinden kurtularak, kesfin sonsuz meydânına açılmak hâsıl olur. Ya’nî Peygamberimiz “aleyhissalâtü vesselâm” bu bilgileri melekden aldıgı gibi, bu büyükler de, bu bilgilerin hepsini, kalblerine gelen ilhâm yolu ile kaynakdan alırlar.Âlimler, bu bilgileri islâmiyyetden alırlar. Kısaca, topluca bildirirler. Bu bilgiler, Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” kesf yolu ile genis, uzun bildirildigi gibi, Evliyâya da böylece bildirilmekdedir. Ancak Peygamberler “aleyhimüssalâtü vesselâm” asıldırlar, önce gidenlerdir.
Evliyâ ise bunların arkalarında, izlerinde gelenlerdir. Evliyânın yükseklerinden pek azını “rahmetullahi aleyhim ecma’în” ancak yüzlerle sene sonra, birbirinden pek uzak zemânlarda seçerek, bu yüksek makâma kavusdururlar.
Akl ile, düsünce ile anlasılan bir bilgiyi kesf yolu ile açıklamak istiyordum.Fekat kâgıdda yer kalmadı. Böyle olmasında Allahü teâlânın hikmeti olsa gerek. Vesselâm.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt