HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 60
-2-
Gücünün Sırrını Keşfet!
Sebep-sonuç prensibi İslam ümmetinin hayatında en önemli mefhumlardan biridir:
Sebep-sonuç prensibi hayatı başarmak demektir. İşte sebep-sonuç prensibi budur. Bu itibarla baktığımızda sebep-sonuç prensibinin Müslümanların belki en önemli ve esas kavramlardan/mefhumlardan biri olduğunu görürüz. Bu mefhumun her zamanda Müslümanların zihinlerinde arı duru, anlaşılır ve net olması gerekir. Çünkü bu dünya hayatında belli ve yüce bir gaye için yaşayan İslam ümmeti Risalet ümmetidir. Bu Risalet ise amel ve amel eden taşıyıcılar gerektirir. Hayatta İslam ümmetinin ana rol oynaması ve dünyaya liderlik yapması buna bağlıdır. Allah-u Teala şöyle buyurmuştur:
{وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا}
"İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resul'ün de size şahit olması için sizi adil bir ümmet kıldık." (Bakara 143)
Bazı müfessirlerin bu ayet ile ilgili Arapça olarak tefsirlerine göz atmak gerekirse şöyle açıklamaktadırlar:
1- Kurtubi Tefsiri:
'Bu buyruğa dair açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız:
1- Vasat Ümmet: "Vasat, adaletli ve dengeli demektir. Bunun asıl anlamı ise her şeyin en övüleninin vasatı olduğundan dolayıdır. Tirmizî'nin Ebu Said el-Hudrî'den rivâyetine göre Peygamber (صلى الله عليه وسلم) yüce Allah'ın: "Böylece sizi vasat bir ümmet kıl¬dık" buyruğu hakkında, yani "adaletli ve dengeli bir ümmet kıldık" dediği¬ni nakletmektedir. Tirmizî: Bu hasen, sahih bir hadistir, demiştir."
2- Fahruddin Er-Razi Tefsiri:
"Vasatın Manası"; ...Alimler, kelimenin açıklanması hususunda ihtilâf ederek, şu hususları zikretmişlerdir: 1- (âdil, dosdoğru) demektir...
3- Taberi Tefsiri:
Ebu Said el-Hudri, Rasulullah (صلى الله عليه وسلم)'ın, âyette zikredilen "Sizi orta yolu tutan bir ümmet kıldık." ifadesini, "Biz sizi, adaletli bir ümmet kıldık." şeklinde izah ettiğini rivayet etmiştir. Ebu Hureyre de Rasulullah (صلى الله عليه وسلم)'ın, bu ifadeyi bu şekilde izah ettiğini rivayet etmiştir.
'Mücahid, Katade, Rebi' b. Enes, Abdullah b. Abbas, Ata ve Abdullah b. Kesir de âyette zikredilen ve "Orta yolu tutan" şeklinde tercüme edilen kelimesini "Adaletli davranan" diye izah etmişlerdir. Taberi buradaki adaletten maksadın "Seçkinlik" olduğunu söylemiş bu İfadenin manasını; "Biz sizi seç¬kin bir ümmet kıldık" demek olduğunu beyan etmiştir.'
4- İbn-i Kesir Tefsiri:
'Vasat Ümmet: «Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık ki insanların üzerine şâhidler olasınız. Peygamber de sizin üzerinize şâhid olsun.» Allah Teâlâ buyuruyor ki; Sizi İbrâhîm (a.s.)'in kıblesine döndürmekle ve orayı sizin için kıble yapmakla sizi kıyamet gününde bütün milletlere şehâdet eden, ümmetlerin en hayırlısı kılmak üzere seçtik. Bütün ümmetler sizin faziletinizi kabul ederler. Buradaki «vasat» kelimesi en seçkin ve en iyi demektir. Nitekim «Kureyş soy ve yurt bakımından Arapların vasatıdır» denildiği zaman, en iyisidir denilmek istenir. Rasûlullah (صلى الله عليه وسلم) da kavminin arasında vasat idi. Yani nesep bakımından en şereflisi idi. Orta namaz, namazların en efdali olarak belirtilir ki bu, ikindi namazıdır. Sahih hadislerde böyle sabit olmuştur. Allah Teâlâ bu ümmeti en seçkin ümmet yapınca, ona şeriatların en mükemmelini, sistemlerin en doğrusunu, yolların en açığını vermiştir.'
Zira sebep-sonuç prensibi Müslüman'ın günlük hayatını ve davranışını yakından ilgilendiren bir mefhumdur. Çünkü o, günlük hayatında sebep-sonuç prensibi/kuralı olmadan hiçbir işleme girişmemektedir. Yüksek kalkınma kuşağı ve İslam'ın ilk kuşağı olan peygamberlik kuşağı, ondan sonra gelen kuşaklar Selef-i salih, Tabi'in ve Tabi't Tabi'in kuşakları bu sebep-sonuç prensibini çok net ve tam olarak idrak edip, kendi davranışlarında canlı olarak tatbik ettiklerinden dolayı günümüzün tabiriyle olağanüstü ve muhteşem işler yaparak tarihi imzalar atmışlardır. Onlar İslam Risaletini muazzam, parlak ve arı duru olarak kavrayıp, İslam davasını dünyanın her tarafına taşıdılar ve en büyük fetihler gerçekleştirdiler. Bütün bunları bulundukları zamanın teknik ve imkan şartlarının oldukça kısıtlı olmasına rağmen başarmışlardır. Allah-u Teala onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
{إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أُولَئِكَ هُمْ خَيْرُ الْبَرِيَّةِ. جَزَاؤُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ ذَلِكَ لِمَنْ خَشِيَ رَبَّهُ}
"İman edip salih ameller işleyenlere gelince, halkın en hayırlısı da onlardır. Onların Rableri katındaki mükâfatları, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir. Allah kendilerinden hoşnut olmuş, onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır. Bu söylenenler hep Rabbinden korkan içindir." (Beyyine 7-8)
Ne var ki bu kuşaklardan sonra gelen Müslümanlar bir takım önemli mefhumların parlaklığını ve sadeliğini kaybedince sebep-sonuç prensibini de; ‘Tevekkül', ‘Kaza ve Kader' ve ‘Allah'ın ilmi' ile karıştırarak hayatlarında ihmal edip kendilerini kaderciliğe ve işlerin olurluğuna vermişlerdir. Bu sebeple günümüzün İslam ümmeti ne yazık ki tarihi işler ve yüksek hedefler gerçekleştirmenin gerisinde kalıp asıl Risaletini/daveti taşıma görevini yapmamaktadır. Hatta küfür nizamının varlığını, canavarlığını, kokuşmuşluğunu, zalimliğini ve tehlikesini hayatlarının her alanında gördüğü halde harekete geçip onu değiştirme ihtiyacını bile duymamaktadır. Bu ise gerçekten içler acısıdır. Ayrıca İslam ümmeti askeri, ilmi, fikri, iktisadi ve siyasi alanlarda ciddi gerileme kaydedip sahip olduğu servetler, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri ucuz hain ve kütük yöneticiler sayesinde sömürgeci kafir devletler tarafından çalınmakta ve sömürülmektedir. Allah'ın kanunu olan sebep-sonuç prensibini ihmal etmenin faturası oldukça kabarık görülmektedir. İslam toprakları işgal edilmiş durumda, İslam beldeleri Allah'ın indirdiğiyle hükmedilmemekte, Müslümanların iç ve dış güvenlikleri kendileri tarafından sağlanılmamakta, tatbik edilmek üzere indirilen Kur'an-ı Kerim raflara kaldırılmakta, korunulması gereken ırzlar ve namuslar kirletilmekte, İslam'ın kutsal bütün prensipleri ayaklar altına alınmakta ve kırmızıçizgiler aşılmaktadır... İslam ümmeti İslam'ı bir hayat nizamı olarak terk etti, İslam'ın hayat ortamından uzaklaştırılmasına sessiz kaldı, hayatının her alanında Batı'yı taklit etti, İslam'ın net fikirlerini bırakıp Batı'nın hadaratını ve yaşam tarzını aldı ve gayrı İslami bir hayat yaşamayı garipsemez bir duruma geldi.
Yaşadığımız hayatta bulunan yüksek değerler ve yüce hedeflere sahip olan kişiler, şahsiyetlerin dava taşıyıcıları gibi gerçek manada ideolojik bir hayat bilincine sahip olup belli bir gaye için yaşadıklarını görürüz. Zira onlar diğer insanlar gibi basit işleri ve asalak olarak yaşamayı kabul etmezler. Aksine onlar hayatın terk edilmiş köşelerinde yaşamaya asla rıza göstermezler, hayat ortamında etkilenen kişiler değil etkileyen ve aktif rol oynayan şahsiyetler olarak yaşamak isterler. Belirledikleri hedefe ulaşmak ve tayin ettikleri gayeyi gerçekleştirmek uğruna gerekli ve ilgili işlemleri yapmaya azami gayret gösterirler. O kadar ki yapmaya giriştikleri her işte asıl hedefi ve gayeyi canlı tutarlar. Ta ki işleri gerçekleştirene ve yüksek hedeflere ulaşana kadar. Onlar sonucu ve meyveyi elde etmek üzere işlere; tahrik edilerek ve tepkisel olarak değil, planlı projeli, işlerin mahiyetini inceleyip araştırdıktan, sebep-sonuç prensibi gereği olarak sebepleri bilip sonuçlarına sahih olarak bağladıktan sonra girişirler. Bu işlemi ve prensibi küçük büyük her işte ve amelde gözetirler. Zira sebep-sonuç prensibi hayatta büyük işleri başarmanın ve yüksek hedeflere ulaşmanın kuralı ve sırrıdır.
Devamı var...
Gücünün Sırrını Keşfet!
Sebep-sonuç prensibi İslam ümmetinin hayatında en önemli mefhumlardan biridir:
Sebep-sonuç prensibi hayatı başarmak demektir. İşte sebep-sonuç prensibi budur. Bu itibarla baktığımızda sebep-sonuç prensibinin Müslümanların belki en önemli ve esas kavramlardan/mefhumlardan biri olduğunu görürüz. Bu mefhumun her zamanda Müslümanların zihinlerinde arı duru, anlaşılır ve net olması gerekir. Çünkü bu dünya hayatında belli ve yüce bir gaye için yaşayan İslam ümmeti Risalet ümmetidir. Bu Risalet ise amel ve amel eden taşıyıcılar gerektirir. Hayatta İslam ümmetinin ana rol oynaması ve dünyaya liderlik yapması buna bağlıdır. Allah-u Teala şöyle buyurmuştur:
{وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا}
"İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resul'ün de size şahit olması için sizi adil bir ümmet kıldık." (Bakara 143)
Bazı müfessirlerin bu ayet ile ilgili Arapça olarak tefsirlerine göz atmak gerekirse şöyle açıklamaktadırlar:
1- Kurtubi Tefsiri:
'Bu buyruğa dair açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız:
1- Vasat Ümmet: "Vasat, adaletli ve dengeli demektir. Bunun asıl anlamı ise her şeyin en övüleninin vasatı olduğundan dolayıdır. Tirmizî'nin Ebu Said el-Hudrî'den rivâyetine göre Peygamber (صلى الله عليه وسلم) yüce Allah'ın: "Böylece sizi vasat bir ümmet kıl¬dık" buyruğu hakkında, yani "adaletli ve dengeli bir ümmet kıldık" dediği¬ni nakletmektedir. Tirmizî: Bu hasen, sahih bir hadistir, demiştir."
2- Fahruddin Er-Razi Tefsiri:
"Vasatın Manası"; ...Alimler, kelimenin açıklanması hususunda ihtilâf ederek, şu hususları zikretmişlerdir: 1- (âdil, dosdoğru) demektir...
3- Taberi Tefsiri:
Ebu Said el-Hudri, Rasulullah (صلى الله عليه وسلم)'ın, âyette zikredilen "Sizi orta yolu tutan bir ümmet kıldık." ifadesini, "Biz sizi, adaletli bir ümmet kıldık." şeklinde izah ettiğini rivayet etmiştir. Ebu Hureyre de Rasulullah (صلى الله عليه وسلم)'ın, bu ifadeyi bu şekilde izah ettiğini rivayet etmiştir.
'Mücahid, Katade, Rebi' b. Enes, Abdullah b. Abbas, Ata ve Abdullah b. Kesir de âyette zikredilen ve "Orta yolu tutan" şeklinde tercüme edilen kelimesini "Adaletli davranan" diye izah etmişlerdir. Taberi buradaki adaletten maksadın "Seçkinlik" olduğunu söylemiş bu İfadenin manasını; "Biz sizi seç¬kin bir ümmet kıldık" demek olduğunu beyan etmiştir.'
4- İbn-i Kesir Tefsiri:
'Vasat Ümmet: «Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık ki insanların üzerine şâhidler olasınız. Peygamber de sizin üzerinize şâhid olsun.» Allah Teâlâ buyuruyor ki; Sizi İbrâhîm (a.s.)'in kıblesine döndürmekle ve orayı sizin için kıble yapmakla sizi kıyamet gününde bütün milletlere şehâdet eden, ümmetlerin en hayırlısı kılmak üzere seçtik. Bütün ümmetler sizin faziletinizi kabul ederler. Buradaki «vasat» kelimesi en seçkin ve en iyi demektir. Nitekim «Kureyş soy ve yurt bakımından Arapların vasatıdır» denildiği zaman, en iyisidir denilmek istenir. Rasûlullah (صلى الله عليه وسلم) da kavminin arasında vasat idi. Yani nesep bakımından en şereflisi idi. Orta namaz, namazların en efdali olarak belirtilir ki bu, ikindi namazıdır. Sahih hadislerde böyle sabit olmuştur. Allah Teâlâ bu ümmeti en seçkin ümmet yapınca, ona şeriatların en mükemmelini, sistemlerin en doğrusunu, yolların en açığını vermiştir.'
Zira sebep-sonuç prensibi Müslüman'ın günlük hayatını ve davranışını yakından ilgilendiren bir mefhumdur. Çünkü o, günlük hayatında sebep-sonuç prensibi/kuralı olmadan hiçbir işleme girişmemektedir. Yüksek kalkınma kuşağı ve İslam'ın ilk kuşağı olan peygamberlik kuşağı, ondan sonra gelen kuşaklar Selef-i salih, Tabi'in ve Tabi't Tabi'in kuşakları bu sebep-sonuç prensibini çok net ve tam olarak idrak edip, kendi davranışlarında canlı olarak tatbik ettiklerinden dolayı günümüzün tabiriyle olağanüstü ve muhteşem işler yaparak tarihi imzalar atmışlardır. Onlar İslam Risaletini muazzam, parlak ve arı duru olarak kavrayıp, İslam davasını dünyanın her tarafına taşıdılar ve en büyük fetihler gerçekleştirdiler. Bütün bunları bulundukları zamanın teknik ve imkan şartlarının oldukça kısıtlı olmasına rağmen başarmışlardır. Allah-u Teala onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
{إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أُولَئِكَ هُمْ خَيْرُ الْبَرِيَّةِ. جَزَاؤُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ ذَلِكَ لِمَنْ خَشِيَ رَبَّهُ}
"İman edip salih ameller işleyenlere gelince, halkın en hayırlısı da onlardır. Onların Rableri katındaki mükâfatları, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir. Allah kendilerinden hoşnut olmuş, onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır. Bu söylenenler hep Rabbinden korkan içindir." (Beyyine 7-8)
Ne var ki bu kuşaklardan sonra gelen Müslümanlar bir takım önemli mefhumların parlaklığını ve sadeliğini kaybedince sebep-sonuç prensibini de; ‘Tevekkül', ‘Kaza ve Kader' ve ‘Allah'ın ilmi' ile karıştırarak hayatlarında ihmal edip kendilerini kaderciliğe ve işlerin olurluğuna vermişlerdir. Bu sebeple günümüzün İslam ümmeti ne yazık ki tarihi işler ve yüksek hedefler gerçekleştirmenin gerisinde kalıp asıl Risaletini/daveti taşıma görevini yapmamaktadır. Hatta küfür nizamının varlığını, canavarlığını, kokuşmuşluğunu, zalimliğini ve tehlikesini hayatlarının her alanında gördüğü halde harekete geçip onu değiştirme ihtiyacını bile duymamaktadır. Bu ise gerçekten içler acısıdır. Ayrıca İslam ümmeti askeri, ilmi, fikri, iktisadi ve siyasi alanlarda ciddi gerileme kaydedip sahip olduğu servetler, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri ucuz hain ve kütük yöneticiler sayesinde sömürgeci kafir devletler tarafından çalınmakta ve sömürülmektedir. Allah'ın kanunu olan sebep-sonuç prensibini ihmal etmenin faturası oldukça kabarık görülmektedir. İslam toprakları işgal edilmiş durumda, İslam beldeleri Allah'ın indirdiğiyle hükmedilmemekte, Müslümanların iç ve dış güvenlikleri kendileri tarafından sağlanılmamakta, tatbik edilmek üzere indirilen Kur'an-ı Kerim raflara kaldırılmakta, korunulması gereken ırzlar ve namuslar kirletilmekte, İslam'ın kutsal bütün prensipleri ayaklar altına alınmakta ve kırmızıçizgiler aşılmaktadır... İslam ümmeti İslam'ı bir hayat nizamı olarak terk etti, İslam'ın hayat ortamından uzaklaştırılmasına sessiz kaldı, hayatının her alanında Batı'yı taklit etti, İslam'ın net fikirlerini bırakıp Batı'nın hadaratını ve yaşam tarzını aldı ve gayrı İslami bir hayat yaşamayı garipsemez bir duruma geldi.
Yaşadığımız hayatta bulunan yüksek değerler ve yüce hedeflere sahip olan kişiler, şahsiyetlerin dava taşıyıcıları gibi gerçek manada ideolojik bir hayat bilincine sahip olup belli bir gaye için yaşadıklarını görürüz. Zira onlar diğer insanlar gibi basit işleri ve asalak olarak yaşamayı kabul etmezler. Aksine onlar hayatın terk edilmiş köşelerinde yaşamaya asla rıza göstermezler, hayat ortamında etkilenen kişiler değil etkileyen ve aktif rol oynayan şahsiyetler olarak yaşamak isterler. Belirledikleri hedefe ulaşmak ve tayin ettikleri gayeyi gerçekleştirmek uğruna gerekli ve ilgili işlemleri yapmaya azami gayret gösterirler. O kadar ki yapmaya giriştikleri her işte asıl hedefi ve gayeyi canlı tutarlar. Ta ki işleri gerçekleştirene ve yüksek hedeflere ulaşana kadar. Onlar sonucu ve meyveyi elde etmek üzere işlere; tahrik edilerek ve tepkisel olarak değil, planlı projeli, işlerin mahiyetini inceleyip araştırdıktan, sebep-sonuç prensibi gereği olarak sebepleri bilip sonuçlarına sahih olarak bağladıktan sonra girişirler. Bu işlemi ve prensibi küçük büyük her işte ve amelde gözetirler. Zira sebep-sonuç prensibi hayatta büyük işleri başarmanın ve yüksek hedeflere ulaşmanın kuralı ve sırrıdır.
Devamı var...