Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

1 kıssadan 2 hisse (İNSANLIK ÖLDÜMÜ) (1 Kullanıcı)

bedavih

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 May 2009
Mesajlar
299
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Tuba ağacı

cennet içinde bir ağaca uğradım; güzellikte ve cemalde onun bir benzerini görmedim. Altına varıp yukarı doğru baktığım zaman gördüm ki: Gayet büyük. Dalları her yana yayıldığından, ağaçtan başka bir şey görünmüyor.

O ağaçta öyle güzel bir koku buldum ki, cennet içinde ondan daha güzel bir koku koklamadım.

O ağacın her tarafına baktım. Onun yapraklan beyaz, kırmızı, yeşil, sarı ve çeşitli renklerde cennetin her birine has hülleler ve libaslardır.

O ağacın yemişleri koca sırıklar gibi idi. Onun her yemişinde; yerin ve semanın nekadar nimeti ve yemişi varsa, hepsinin rengi, lezzeti, letafeti, kokusu ondan mevcuttu.

O ağaca, onun güzelliğine, onun letafetine ve süsüne hayran kaldım

— bu ne ağacıdır?. Dedim; cebrail şöyle anlattı:

— bunun adına, tuba ağacı derler.

cennetler

bundan sonra cebrail bana şöyle dedi:

— buyurun size cenneti göstereyim.

Sonra, beni alıp cennete götürdü. Cennetin kapısına şunların yazıldığını gördüm:

— sadakanın birine on sevap verilir.

— borç verenin birine on sekiz sevap verilir. Cebrail'e şöyle sordum:

— sadakanın birine on sevap, borcun birine on sekiz sevap verilmesinin sırrı ve hikmeti nedir?.

şöyle anlattı:

— ya resulellah, sadaka bazan muhtaç olana düşer; bazan da muhtaç olmayana.. Ania borç böyle olmaz; o mutlaka lâyık olana verilir.

Cennetin kapısının üst çıkıntılı kısmında şu üç satır yazılı idi:

— la ilahe illallah muhammedün resulullah. (allah'tan başka ilân yoktur, muhammen allah'ın resulüdür.)

— önce gönderdiğimizi burada bulduk; yediğimiz yanımıza kâr kaldı; geriye bıraktığımızı kaybettik.

— günahkâr kullar; bağışlayıcı yüce rabb.» ikinci satırın kısaca açıklaması şudur:

— şu mallarımız ki, biz onları hayırlı yerlere harcadık, fakirlere, zaiflere sadaka olarak verdik; onu bugün burada hazır bulduk. şu mallarımız ki, onu yiyip bitirdik^ bunun faydasını gördük. şu mallarımız ki, onu da ölünce geride bıraktık; bunda da aldandık ve ziyan ettik.

üçüncü satırın.şerhi ise şöyledir:

— muhammed s.a.v ümmeti büyük ve çokça günah işlerler. Onları hidayet nuruna irşad etmek sureti ile pürnur edip, resulüllah'ın s.a. ümmetlik bölüğüne koydu. Böylece, nur üstü nur saadetine maz-har eden yüce rabbımız tam manası ile bağışlayıcıdır. Onların küçük, büyük, gizli ve aşikâr, bilerek ve bilmeyerek irtikâb ettikleri cürüm ve günahlarını, ayıp ve zenblerini af mağfiret edip sırf lütuf, kerem, fazıl velayeti ile meccanen umumî rahmetine nail eder; üstün cennetlerine koyar. Cümle nimetlerin en azizi ve en lezizi büyük rızasına ka-vuşturur. Bütün bunlarla, ümmet-i muhammedi sair ümmetlerden daha faziletli kılmış olur.

Nitekim bu manalarda allah-ü taâlâ kur'an-ı kerim'de söyle buyurdu:

"söyle: Ey kendi aleyhlerine haddi aşanlar, allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. çünkü, allah bütün günahları bağışlar. şüphesiz o, çok bağışlayandır; çok merhametlidir.» (39/53) bir başka âyet-i kerimede ise şöyle buyurdu:

— «siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı ümmetsiniz, iyiliği emreder; kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız. Allah'a inanıyorsunuz; ehl-i kitap da inansaydı, kendileri için hayırlı olurdu. Içlerinden iman edenler var; ama, pek çoğu fasiklerdir.» (3/10)

bütün bu âyetlerde anlatılan mana, ümmet-i muhammed'e büyük bir müjdedir.

Resulüllah s.a. Efendimizin anlattıklarına devam edelim; şöyle buyurdu:

— «cennetin kapısı kızıl altındandı. Her kanadının kalınlığı beş yüz yıllık yoldu. O kapının dört yüz çivisi (veya direği - sütunu) vardı: Inciden, lâalden, yakuttan, zümrütten idi. Her çivinin ortasında bir büyük halka vardı. Bu halka, kırmızı yakuttandı; gayetle büyüktü. Içinde kırk bin şehir vardı; her şehrin içinde de, kırk bin kubbe vardı. Her kubbenin içinde ise, kırk bin melek oturmuştu. Bu melekler ellerinde ikişer tabak tutuyorlardı; biri hülle, biri de nur dolu idi. Bunları cebrail'den sordum, bana şöyle dedi:

— ya resulellah, bunlar âdem'den seksen bin sene evvel yaratıldı. Bu makamda ellerinde tabaklar böylece beklerler; sırf sana ve ümmetine niyaz etmek için... Kıyamet günü, izzet ve saadetle ümmetinle

teşrif buyurduğun, buranın eşiğine kadem bastığın zaman, bu melekler hoşgeldin ve izzet ikram babında bu tabaklardakileri saçarlar. Bundan sonra, cebrail, cennetin kapısını tahrik etti. Cennetin hazinedarı olan rıdvan:

— kimdir?. Diye sordu.

— cebrailim. Deyince, tekrar sordu:

— ya seninle beraber olan kimdir?.

— muhammed'dir. Deyince, tekrar sordu:.

- onun peygamberlik zamanı geldi mi?. Onun bu sorusuna da cebrail:

— evet, geldi. Deyince:

— allah'a hamd olsun. Deyip kapıyı açtı.

Gördüm ki, kapının bentleri gümüşten, eşiği inciden, çerçeveleri de cevahirden..

Içeri girince rıdvan'ı gördüm, işlemeli bir taht üzerine otur-muştu. Melekler de, çevresinde el bağlayıp durmuşlardı. Bana tazim tekrim ettiler.

Selâm verdim; karşılığını verdi ve bana sevinçli göründü; müjdeledi:

— cennet ehlinin pek çoğu senin ümmetindendir. Dedim ki:

— bana ümmetimden haber ver. şöyle dedi:

- yüce hak, cenneti üç kısma ayırdı, ikisini senin ümmetine birini de sair ümmetlere verdi.

Rıdvan'ın önünde, nurdan çokça anahtarlar vardı; gördüm. Sordum:

— bu anahtarlar nedir?. şöyle anlattı:

—: ümmetinden bir kimse:

- la ilahe illallah. (allah'tan başka ilâh yoktur.)

derse, yüce hak onun için bir köşk yaratır. O köşkün anahtarını da bana teslim eder. O kimse, kıyamet günü kabirden kalktığı zaman, köşkünün anahtarını kendisine veririm. Gider; menziline girer.

Rıdvan'ın halifelerini ve askerlerini gördüm.

Cennetin kapısına bir halife koymuştu.

Her halifenin hizmetinde yedi yüz bin melek vardı.

Yalnız, rıdvan'ın yetmiş bin kumandanı vardı. Her kumandanın yetmiş bin askeri vardı.

Rıdvan'ın okuduğu teşbih duası şuydu:

— büyük yaratıcı yüce bilgin zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Kerimlerin en kerimi yüce zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Kendisine itaat edene sevap olarak naim cennetini ihsan eden yüce zat, .noksan sıfatlardan münezzehtir. (1)

bundan sonra, bana naim cennetini gösterdi.

Hâsılı: O kadar çeşitli nimetler gördüm ki, bütün ömrümü onun beyanı için harcasam, onu. Anlatıp bitirmek mümkün olmazdı.

Cennetin duvarlarını şöyle gördüm: Bir kerpici altın, bir kerpici gümüş, bir kerpici kızıl yakut, bir kerpici yeşil zeberced, bir kerpici inci.. Harç yerine misk ve kâfur kullanmışlardı.

Duvarın kalınlığı beş yüz yıllık yoldu.

Duvarı o kadar berrak ki, dışarıdan içerisi, içeriden de dışarısı görünür. Ayna gibi idi.

Yedi kat sema, yedi kat yer, arş, kürsî onun duvarlarından müşahede edilirdi.

Cennetin toprağı, misk, anber ve kâfurdu. Otları zafiran ve erguvan idi.

Cennetin ufak çakıl taşı yerine zümrüt, yakut, inci dökülmüştü.

Cennette köşkler gördüm: Bazısı yakuttandı, kubbeleri de incidendi. Bazısı da cevahirden olup, kubbeleri de zümrüttendi. Bazısı da altındandı.

Her köşkte yetmiş bin saray vardı; her sarayda da yetmiş bin hücre.. Her hücrede ise,, yetmiş bin hane vardı. Her hanenin de bazısında altından, bazısında gümüşten taht vardı. Her taht üzerinde zeber-cetten bir çadır, her çadırda ise, yetmiş bin dibaceden yatak vardı. Yetmiş bin yatak pek süslü döşenmişti. Hiç bir yatak, diğerine benzemiyordu; türlü anber, misk ile doldurulmuştu.

Orada bulunan hurilerin, giydikleri hüllelerden etleri, derileri, kemikleri ve ilikleri görünüyordu. Her hurinin başında bir taç vardı; cevahirle süslenmişti. Her bir hurinin kırk bin zülüflü bukle misk saçı vardı. Her birinin zülüfü yetmiş bin zinetle bezenmişti. O zinet-lerin her birinden çeşitli tatlı sesler çıkıyordu. Ki onları dinlemekten büyük lezzetler hasıl oluyordu.

Her hurinin önünde yetmiş bin hizmetkâr durmuştu.

Her tahtın etrafında altından ve gümüşten, inciden, zümrütten, kâfurdan kürsüler dizilmişti. Bir kürsü diğer kürsüye benzemiyordu.

Cennette ırmaklar gördüm: Sütten, sudan, şaraptan, baldan... Her köşke bu dört ırmaktan kol ayrılıyor; o köşklerin içine akıyordu: Kâfurdan, beyaz, baldan tatlı, kokusu miskten güzel.

Orada çeşmeler gördüm: Rehiykten, selsebilden, tesnimden... O ırmakların ve çeşmelerin kenarları altın, inci, gümüş ve yakuttandı.

ö ırmakların içindeki taşlar, kaynaklarda olan cevahir ve inciler çeşitli renklerle renkleniyordu.

O ırmakların köpüğü misk ve anber idi. .çevresinde biten otlar, sünbül ve zafiran idi.

Orada ağaçlar gördüm şöyle ulu idi: Bir kimse, yörük atla yetmiş bin sene koşsa, onun gölgesinden çıkamaz. O ağaçların kökü altından, dalları yakuttan, inciden, zeberceddendi. O ağacın yaprakları, sündüsten, harirden, dibacdandı. Onun her yaprağı kaftan kafa kadar dünyayı tutmuştu. O ağacın her meyvesi, büyük testi kadar iri idi. Her meyvede yetmiş türlü lezzet vardı.

Her meyve kendisini cennet ehline arz eder. Cennet ehlinin gönlü o meyveyi istediği zaman, yerinden kopar; altın bir tabak içinde onun ağzı hizasına gelir. Hem de zahmetsizce, duraklamadan.. O ağaç, bin yıllık uzakta olsa dahi, derhal isteyenin yanına gelirdi; dudağına yaklaşırdı. Yani: O ağacın meyvesi gelirdi. Cennet ehli ise., onu istediği gibi yer.. O yedikten sonra, hemen yenisi o meyvenin yerine çıkar. ,

o ağacın üzerinde kuşlar gördüm: Deve misali idiler. Cennette ne çeşit renk varsa, onların üzerinde o renkten vardı. Tahtların önünden geçip yüz çeşit ayrı sesler ve nağmeler çıkarıyorlardı.

Cennet ehli o kuşlardan birine sorar:

— sesin mi güzeldir; yoksa suretin mi daha güzeldir.

Ondan şu cevabı alırlar:

— etim, ikisinden de güzeldir.

Kuşun bu deyişi üzenine, o kimsenin iştahı olursa, derhal o kuş büryan olur; isteyenin önüne gelir. Nasıl isterse öyle yer. Yedikten sonra, o kuş tekrar ve hemen dirilir. O ağacın üzerinde nağmelerle ötmeye başlar; hep birden cennet ehlini överler.

Bana sekiz cenneti arz ettiler; bunların dördü bağ ile bostan idi. O cennetler şunlardı:

1. Firdevs cenneti.

2. Me'va cenneti.

3. Adn cenneti.

4. Naim cenneti.

şunlar, saraylar ve bağlar, bahçelerden ibaretti.

5. Dar'üs - selâm. (selâm yurdu.)

6. Dar'ül - celâl. (celâl yurdu.)

7. Dar'ül - karar. (karar yurdu.)

8. Dar'ül - huld. (daimî yurt.)

bit son sayılan cennetlerin her birinde; gökteki yıldızlar ve yerde, yabanda olan kumlar sayısında çimenler ve bostanlar vardır. Arş-ı rahman, cennetin tavanıdır.

Bana yalnız adn cennetikdeki köşkleri gösterdiler; göklerde oîan yıldızlar sayısı kadardı. Onların pek çoğu, ashabım ve ümmetimin ismine idi. Her köşk yerle sema arası kadardı. Cebrail o köşkleri bana gösterdi ve şöyle dedi:

— şu falanın köşküdür, şu da falanın köşküdür. Böylece, onları bir bir tayin etti.

Onların içinde bir köşk gördüm; cümlesinden yüksek ve büyüktü.

— bu köşk kimindir?. Diye sordum, söyle dedi:

— ebu bekir sıddık'ındır.

Daha sonra ömer'in, daha sonra osman'ın, daha sonra ali'nin köşklelini gösterdi.»

bu, arada, resulüllah s.a.v efendimiz hz. Ebu bekir'e r.a. şöyle buyurdu:

—«ey ebu bekir, senin kasrını (köşkünü) gördüm; kızıl altındandı. Onda olan lütufları, hazırlanan ihsanları müşahede ettim.»

bunun üzerine, hz. Ebu bekir r.a. şöyle dedi:

— o kasrın sahibi sana fedadır ya resulellah. Bundan sonra, hz. ömer'e r.a. şöyle buyurdu:

— «senin köşkünü de gördüm; yakuttan idi. Orada çokça huriler vardı. Içeri girdim; senin kıskançlığı düşündüm.»

bundan sonra, hz. Osman'a r.a. şöyle buyurdu:

— «seni her semada gördüm. Cennetteki köşkünü de gördüm; mütalaa ettim.»

daha sonra, hz. Ali'ye r.a. şöyle buyurdu:

—"ya ali, senin suretini dördüncü semada gördüm; cibril'e sordum; şöyle anlattı:

— ya resulellah, melekler ali'yi görmeğe müştak oldular. Onun için yüce hak onun suretinde bir melek yarattı; dördüncü kat semaya bıraktı. Ta ki, melekler onu ziyaret edeler.

Sonra., senin köşküne girdim. Bir ağaçtan yemiş aldım; kokladım. Oradan bir huri çıktı; perdesini çekti. Ona:

— sen kimsin?.

Diye sordum; şöyle dedi:

— senin kardeşin ve amcanın oğlu ali için yaratıldım ya resulellah,.»

seyyid'ül - kevneyn resul'üs - sakaleyn îmam'ül - harameyn re-sulüllah s.a.v efendimiz bundan sonrasını şöyle anlattı: —«önümde bir ayak sesi işittim. Cebrail'e:

— bu kimin ayak sesidir?. Diye sordum; şöyle dedi:

— ya resulellah, müezzininiz bilâl'ın ayak sesidir.»

rivayet edildiğine göre, resulüllah s.a.v efendimiz, bilâl'e r.a.

şöyle sordu

— «miraca çıktığım gece, cennette ayağının sesini işittim. Sen ne amel ettin ki, o rütbeye nail oldun?.»

resulüllah s.a.v efendimizin bu sorusu üzerine bilâl r.a. şöyle anlattı:

— fazladan bir amelim yoktur. Ancak her abdest bozduğumda yeniden abdest alırım. Her abdest aldığımda iki rekât namaz kılarım.

Bunun üzerine, resulüllah s.a.v efendimiz şöyle buyurdu:

— «işte, seni önümde yürüten bu amelindir.» resulüllah s.a.v efendimiz devamla şöyle buyurdu:

— «bu arada önümde yine yürüyen bir ayak sesi işittim. Durumu cebrail'e sordum; şöyle dedi:

— bu, ansardan sabırlı fakir bir hatunun, ayak sesidir. Ki o: Mil-han kızı gamsa'nın ayak sesidir.

Yine orada gördüm ki: Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'in iki büyük menzilesi var.

Bunun sebebi şuydu: Biri isa'nın şeriatı ile amel ettiğinden ötürü verilmişti; diğeri de, ben resul olup isa'nın şeriatı kaldırıldığı için, şeriatımla amel ettiğinden verildi. Işbu sebeplerden ona iki derece ihsan olundu.

Bu arada, inciden yapılma kubbeler gördüm; bunların toprağı

misktendi. Cebrail'e sordum:

— bunlar kimlerindir?. Diye, şöyle anlattı:

— ümmetinden imamların ve müezzinlerindir.

Bu arada şunu da gördüm: Cafer b. Ebi talib, meleklerle uçub duruyordu.

Yine cennette amcam hamza'yı gördüm; cennette bir şerire dayanmış vaziyette oturuyordu.

Hatice'yi cennet nehirlerinden bir nehir üzerinde inciden bir köşk içinde gördüm.

0 yorum

etiket : Miraç

tahiyyat duası

resulüllah s.a. Efendimizin anlattıklarına devam edelim; şöyle buyurdu:

— «cemal nimeti ile mükerrem olduğumdan dilime şöyle demek geldi:

— et-tahiyyatü lîllahî ves-salâvatü vet-tayyîba-tü. (lisan ile sena, hamd ve ibadet, beden ile ibadet; mal ile ibadet ancak allah-ü azimüşşan'a mahsustur. Hak mabud ancak odur.)

ben, böyle dedikten sonra, celâl ve ikram sahibi yüce allah şöyle buyurdu:

— es-selâmü aleyke eyyüha'n-nebîyyü ve rahmetul-lahi ve berekâtühu. (selâm sana ey peygamber. Yani: Dünya ve âhiretin cümle azaplarından ve kötülüklerinden dehşet ve şiddetlerinden selâmette ol, ey şanlı peygamber. Allah'ın rahmeti ve bereketleri de sana..)

bu şekilde bana has bir selâm verdi; buna karşılık şöyle dedim:

— es-selâmü aleyna. Ve âlâ ibadlllah'is-salîhîn. (o selâma icabet ve kabul ettiğimizden, dünyanın ve âhiretin selâmeti bizlere olsun. Yani: Bütün peygamberlere.. Sonra, salih kullara olsun. Ki: Salih kullar muhammed ümmetinin adıdır. Bu manaya göre:

— selâm ümmetimin de üzerine olsun. Demektir.)

cebrail bu sırdan haberdar oldu; bulunduğu madamdan şöyle şe-hadet etti:

— eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühu ve resulüh. (şehadet ederim ki, allah'tan başka ilâh yoktur; yine şehadet ederim ki, muhammed onun kulu ve resulüdür.)

bundan sonra, izzet sahibi yüce allah bana şöyle sordu:

— ya muhammed, sema ehli hangi amelin işlenmesini temenni ve arzu ederler, bilir misin?.

şöyle dedim:

— bilmem ey rabbım, her şeyi sen bilirsin. Gaybleri de yine sen bilirsin.

Tekrar izzet sahibi rabbım şöyle buyurdu:

— ya muhammed, mele-i âlâ hangi ameli işlemeyi arzu ve temenni eder, bilir misin?.

şöyle dedim:

— bilmem ey rabbım, onu ve herşeyi ancak sen bilirsin. çünkü sen, gaybîeri bilensin.

Bundan sonra, lütfunu, keremini, fazlını, ihsanını verip her şeyi keremi ile öğretti. Cümle ilimlere vâsıl eyledi. Tekrar sordu:

— mele-i âlâ hangi ameli işlemek ister bilir misin?. şöyle dedim:

— günahlara kefaret olan ve onları kapatan amelleri, cennetteki dereceleri yükselten amellerin işlenmesini isterler.

îzzet sahibi rabbım sordu:

— günahlara kefaret olan ameller nedir?. şöyle dedim:

— soğuk günlerde soğuk sû ile abdest alıp azalarını tam yıkamak, cemaatle namaz kılmaya ayakları ile yürüyüp gitmek, bir na-ması kıldıktan sonra, öbür namazı beklemek, (yani: Vakit yaklaştı mı diyerek hazırlanmak), bu üç amel günahlara kefarettir. Her kim bu üç ameli işlerse, o kimse, hayırla ömür sürüp gider; daima hayır içinde olur. Anasından doğduğu günkü gibi günahlarından temizlenir.»

son iki cümleye verilen mana, cümîe-i hayriye olduğu düşünülerek verilen manadır. Ama inşaiye ve duâiye de olabilir; o zaman da mana şöyle olabilir:

— «her kim bu üç ameli işlerse, rica ve niyazım odur ki, o kimse hayırla ömür sürüp geçinsin. Daima hayır içinde olsun. Anasından doğduğu günkü gibi günahlarından yana temiz pak olsun.»

resulullah s.a.v efendimizin anlattıklarına devam edelim; şöyle buyurdu:

"— «izzet sahibi rabbım-tekrar sordu:

- cennette dereceleri âli kılan amel nedir?.

şöyle dedim:

— misafire ve halka yemek yedirmek, rasgeldiği mümine selâm vermek, gece insanlar uyurken kalkıp namaz kılmak., bu üç amel, cennette dereceleri âli kılar.

Bundan sonra, sübhan olan yüce hak, bana tekrar şöyle buyurdu:

— söyle, ya muhammed.

— ne söyleyeyim?., ya rabbi. Dedim, yüce hak şöyle buyurdu:

- şu duayı oku: Allahım, senden iyiliklere dair amel işlemeyi, kötülükleri terki istiyorum. Bir kavme azab edeceksen, ben de onların arasındaysam, azaba uğramadan beni zatına al. »

server-i alem seyyid-i veled-i beniâdem resulüllah s.a.v efendimiz yakınlık makamına nail olup cemal müşahedesine erdi. Izzet sahibi rabbın kelâmını duyarak ilmelyakin derecesinden aynelyakine ulaştı gaybî imanı şuhuda dayalı bir imana çevrildi. Sübhan olan yüce hak, bu mânayı resulüllah s.a.v efendimize haber verip şöyle buyurdu:

— «rabbından, kendisine gelene resul iman etti.» (2/285) burada:

— «resul.»

lafzından murad, resulüllah s.a. Efendimizdir. Resulüllah s.a. Efendimiz şöyle buyurdu:
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt