
Bir gün gelecek, bu avlular seni de ağırlayacak. Kimliğini sormadan,
varlığına, servetine, şanına ve şöhretine bakmadan. Velhasıl ayrım
gayrım yapmadan buyur edecek seni, kim bilir belki bir öğlenin
kavuruculuğunda, belki de bir ikindinin mahcup kızıllığında. Ve ya
yağmurla kuşanmış bir vaktin sırılsıklamlığında ya da ayaz bir günün
donduruculuğunda. An, mekân, varlığın anlamlarını kaybettiği yolculuğun
en koyu sularında…
varlığına, servetine, şanına ve şöhretine bakmadan. Velhasıl ayrım
gayrım yapmadan buyur edecek seni, kim bilir belki bir öğlenin
kavuruculuğunda, belki de bir ikindinin mahcup kızıllığında. Ve ya
yağmurla kuşanmış bir vaktin sırılsıklamlığında ya da ayaz bir günün
donduruculuğunda. An, mekân, varlığın anlamlarını kaybettiği yolculuğun
en koyu sularında…

Bir gün gelecek, sormak istediklerin dilinde mühür olup kalacak, kelamı
lisanın başka dillerde varlık bulacak. Sen lal olup susarken, sana
mihmandarlık yapan bir ses, o hüzün yüklü avluda yankılanacak.
Helalliğini istemeye bile belki de vaktin olmayacak…
lisanın başka dillerde varlık bulacak. Sen lal olup susarken, sana
mihmandarlık yapan bir ses, o hüzün yüklü avluda yankılanacak.
Helalliğini istemeye bile belki de vaktin olmayacak…

Bir gün gelecek, sessizliğin çığlıklarından uzaklaşamayacaksın. Acizliğin
dikenli bir tel gibi dolanacak ayaklarına. Gözlerin kapalı olsa da, hiç bu
kadar derinlikleri görmemiş olacaksın. Seni uğurlamaya gelenlerin belki
de yarısını tanımayacaksın.
Haykıracaksın suskun feryadınla yanı başındakilere;”sakın geç kalmayan,
söz sizdeyken bilin kıymetini, vakit son saniyesini vurmadan, siz her an
ölümle süsleyin saliselerinizi, ama ne olur, ne olur son nefese saklamayın
tövbelerinizi, pişmanlıklarınızı ve helalliklerinizi…” kim bilir belki duyulur
çaresiz feryatların, kim bilir belki de musalla taşında emanet kalır, bir
diğer yolcuya kadar nasihatlerin…
dikenli bir tel gibi dolanacak ayaklarına. Gözlerin kapalı olsa da, hiç bu
kadar derinlikleri görmemiş olacaksın. Seni uğurlamaya gelenlerin belki
de yarısını tanımayacaksın.
Haykıracaksın suskun feryadınla yanı başındakilere;”sakın geç kalmayan,
söz sizdeyken bilin kıymetini, vakit son saniyesini vurmadan, siz her an
ölümle süsleyin saliselerinizi, ama ne olur, ne olur son nefese saklamayın
tövbelerinizi, pişmanlıklarınızı ve helalliklerinizi…” kim bilir belki duyulur
çaresiz feryatların, kim bilir belki de musalla taşında emanet kalır, bir
diğer yolcuya kadar nasihatlerin…

Bir gün gelecek, duruşundaki ifade böylesine ibret verici olmayacak.
Suskunluğun kimi yüreklere unutulanları haykıracak, kimilerinde ise anlık
bir hüzzam dokunuşu bırakacak. Belki de şu soğuk taştaki fani bedenin,
dünyalık icraatların süslediği ömür cümlende artık, bir nefes alma virgülü
değil, son nefesinde bittiğini beyan eden nokta olacak…
Suskunluğun kimi yüreklere unutulanları haykıracak, kimilerinde ise anlık
bir hüzzam dokunuşu bırakacak. Belki de şu soğuk taştaki fani bedenin,
dünyalık icraatların süslediği ömür cümlende artık, bir nefes alma virgülü
değil, son nefesinde bittiğini beyan eden nokta olacak…




Velhasıl o bir gün gelecek, kim bilir belki bugün, belki yarının tan
ağarışında, önemli olan geleceği muhakkak olan güne ne kadar hazır
olduğumuz, ne kadar o sahnenin tozunu yutmaya hevesli olduğumuz ve
ne kadar dönülmesi imkânsız yolculukların gözü pek seyyahı olduğumuz…
Bir gün gelecek ölüm kapımızı çalacak, o kapımızı çalmadan biz kapımızı
aralayalım ölüme, ölmeden ölmeyi tadalım ki, hüsrana uğramayalım son
perdede…
ağarışında, önemli olan geleceği muhakkak olan güne ne kadar hazır
olduğumuz, ne kadar o sahnenin tozunu yutmaya hevesli olduğumuz ve
ne kadar dönülmesi imkânsız yolculukların gözü pek seyyahı olduğumuz…
Bir gün gelecek ölüm kapımızı çalacak, o kapımızı çalmadan biz kapımızı
aralayalım ölüme, ölmeden ölmeyi tadalım ki, hüsrana uğramayalım son
perdede…