Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Zincirler kırılsın ayasofya açılsın.... (1 Kullanıcı)

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
129 yıl boyunca, dışarıdan Batı emperyalizmasının, içeriden de onların sadık ajanları sıfatiyle kozmopolitlerin, masonların ve nihayet hepsinin birden ana sermayesi ve gönüllü fedaisi halinde, adı Türk, küfür tip ve zümrelerinin idare ettiği bu cereyan, Ayasofya'yı müzeye çevirmekle, sağlık müzelerindeki balmumundan frengili suratlar şeklinde, Türkün öz ruhunu müzeye kaldırmış oldu.

Frenk kelimesinden gelen "frengi" ismine dikkat ediniz! Türkün mukaddesatına frengili bir surat gibi bakan bu insanlardır ki, "frengi" mefhumunun ta kendisidirler ve ciğerlerine kadar frengilidirler... !> Şimdi buradan saffet devrimize geçelim. Şairin;

Şayestedir denilse,
Âlem senin mezarın...

Hala gelir zeminden
Tekbir-i zar-ü-zarin...

Diye belirtmeğe çalıştığı; dava ve gayesi bakımından Büyük İskender ve Sezar'ı oda hizmetçiliğine kabul etmeyecek kadar üstün hükümdar, başbuğ ve (aksiyon) adamı Fatih, İstanbul'u fethedip onun kalbi Ayasofya'da namazını eda ettiği zaman, Cenubî Fransa'da kırılıp Viyana'da tekrar Batıyı dişleyecek olan İslam taarruz kıskacının mihver çivisini ele geçirmişti.

Ayasofya işte bu incecik mildir, bu çividir; onu İslam kıskacına yerleştiren Fatih Sultan Mehmed'dir; ve eğer ondan sonra kıskaç kapatılamadıysa suç kapatamıyanlardadır. Fatih'e düşen şerefse, erişilir soydan değildir. Kendisinden sonra, Kanunî sultansüleyman® gibi, iyi ve kötü arasındaki ayırıcı çizgiden başka bir şey olmayan meccanî ihtişam kahramanı, karaların ve denizlerin yüce hakanına kadar süren muazzam (aksiyon) akışında en büyük hız payı, yine Fatih'indir. Kanunî devrinde teşekkül eden büyük ahenk tablosunun unsurları, Ebussuud gibi şeyhülislam, Sokullu gibi sadrazam, Baki gibi şair, Sinan gibi mimar ve Barbaros gibi amiral, sadece ve sadece Fatih'in, hareket noktasına bu mili yerleştirdiği kıskaç yüzüsuyu hürmetine yetişmiş büyükler...

Tarihimizde, Fatih'ten başka her hükümdarın (aksiyomu, isterse vatana eklediği toprak Fatih'inkinden bin misli fazla olsun, ulvî kemal ve noksansızlık manasına, tamam olmaktan uzaktır. Yalnız Fatih'dedir ki, kendi zaman ve mekanına göre, dava hedefini, muhteşem ve muazzam bir tamamlık içinde buluyoruz.

İşte bütün bunları (sembolize) eden, remzlendiren de cihanın en güzel beldesi İstanbul ve onun kalbi Ayasofya...

Salibin ağırlığından kurtarılıp hilalin kanatlarıyla kendisine gök kubbe yolu açılan, böylece Yirminci Asır dünyasına gerçek medeniyet ve ebediyet mimarisinin ne olduğu onunla gösterilen, Batı aklı ve Doğu ruhunu birleştiren eski Bizans eseri ve artık yeni tekbir yuvası tarihi kubbe...

Demek ki, Ayasofya, ne taş, ne çizgi, ne renk, ne cisim, ne de madde senfonisi; sadece mana, yalnız mana...

İstanbul'daki Süleymaniye, Edirne'deki Selimiye, bunlara karşılık da Roma'daki (Sen Piyer) ve Paris'teki (Notrdam), bizde ve onlarda daha niceleri, madde ve hatta gayelerine bağlı mana kıymeti olarak, Ayasofya'nın eşik taşına bile denk olamaz. Zira bunlardan herbiri, kendi gayesinin tabiî şartları içinde, tek taraflı olarak yükseltilmiş bir eser... Ayasofya ise bunların yanında bir kümes bile olsa, öyle bir nasibin sahibi ki, ne madde, ne de tek taraflı mana ölçüsüyle ona varmak kabil... Ayasofya, bir mananın, zıd manaya taarruz ve onu zebun edişinin, bütün dünyada eşi olmayan abidesi...

Fatih Sultan Mehmed, bu hikmeti sezdi; ve Ayasofya'yı, İstanbul gibi misilsiz bir mahfazanın içinde, güneş çapında bir pırlanta gibi zapt ve fethetti.

Tarihimizde daha nice zapt ve fetih hareketinin kahramanı var; niçin hiçbirinin adı, has isim olarak Fatih değil?..

İmdi:

Biraz evvel işaret ettiğimiz gibi, (İmperyum Romanum)dan üstün bir imparatorluğun dev adamı olan Türk'ü binbir tarihî saik yüzünden çüceleştiriyorlar, 10 milyon kilometre karelik bir servet ve nimet zeminini 700 bin kilometre kare fakir bir anavatan kadrosuna kadar indiriyorlar, fakat bütün bu olanlara rağmen, Fatih'in o kadar maharetle yerine oturttuğu mili söküp atamıyorlar, çekip alamıyorlar. Zira İstanbul ve Ayasofya, muazzam nasibi icabı, anavatana bitişik ve onun içinde kalıyor; hiçbir şey yapılamayınca da, dünyada hiçbir milletin başına gelmemiş bir felakete yol açılıyor; Ayasofya Türk'ün öz evi ve anayurdu içinde güya Türk'lerin eliyle manasından koparılıyor, duvarlarından Allah(c.c.) ve Resulünün mukaddes isimleri indiriliyor, iç sıvaları kazınıp putlar meydana çıkarılıyor ve hilalden ziyade salibin faziletlerini ilana memur bir müze, yani içinde İslamiyetin gömülü olduğu bir lahid haline getiriliyor. Artık o, basit bir taş yığınıdır. Öyle bir taş yığını ki, sadece kendisinde kıyılan ulvî mananın katillerini ilan ve ihtarla kalmıyor, üstelik her an salibin ağzından salyasını akıtıcı bir iştah telkiniyle, Türk'ün, ruhiyle beraber maddesini, maddesiyle beraber de ruhunu hıristiyanlık alemine peşkeş çeken, "buyurun, ne duruyorsunuz; gelin ve bizi esir edin!" diyen bir hava yaşatıyor. Ayasofya'nın hilal hakimiyetinden uzaklaştırılmasıyla düşmana aşılanan gayret, bir ordunun harp planlarını satmaktan beter bir tehlike ve suç belirtir. Eğer o kökünden traş edilse ve yıkılsa bir şey değil de, bu haliyle, bütün bir milleti ve tarihi her an öldürüp yine dirilten ve tekrar öldüren bir felaket...

Böylece, Batı dünyasının bize içimizden, içimizdeki ajanları vasıtasıyla yaptırdığını, ne Haçlılar yapabildi, ne Moskof, ne de Ayasofya'nın gözü dönmüş şehvetlisi Yunanlılar...

Milyonluk bir orduda, bir emirle, herkes silahını kalbine dayayıp tetiği çekse ve intihar etse, bu emrin o orduya vereceği zararı hangi düşman sağlayabilir?..

Ayasofya'nın kapatılması işte böyle olmuştur. Ve Türk tarihine, mukaddesatına, ruhuna, ihanetlerin en büyüğü şeklinde meydana gelmiştir. Türk'ü yoktan var ettiğini iddia eden bir zümre ve (klik) zihniyeti, Ayasofya ile Türk vatanını, göklerdeki aslî ve hakikî vatanıyla beraber satmıştır.

Allah(c.c.) diyen bu millet mutlaka kalacak; ve kalacağına göre, öteki dünyadakinden evvel, bu dünyada hesap gününü açacaktır. Ayasofya, muayyen bir idare ve zihniyetin getirdiği, ruhî, ahlakî, içtimai, iktisadî, idarî, siyasî felaketler eliyle Batı dünyasına takdim edilen hediye kutusu üzerindeki fiyonklu kordeladır. Topyekûn şahsiyetlerini düşmana teslim edici böyle hediyeleri veren milletler ise, hediyeyi alanlar nazarında hakir ve zelildir. İşte Kıbrıs davası!.. O kadar Batılılaştığımızı, uygarlaştığımızı, özgürleştiğimizi, kendisinden olduğumuzu iddia ettiğimiz Batının bize muamelesine dikkat etmiyor muyuz? Bizim, kendimizi, kendisinden saymamız pahasına, Batılı bizi asla kendisinden saymıyor. O, ne Doğulu, ne de Batılı, bu mukallit ve bulamaç insanı asla benimsemiyor; ve ismini taşıdığı (Greko-Latin) medeniyetinin piçleşmiş uzvunu, sefil Yunanlıyı, şımarık çocuğu halinde her an tatmin ve bize tercih etmekten başka bir şey düşünmüyor. Büyük İngiliz şairi Lord (Baynn)ın Türklere karşı Yunan istiklal çarpışmalarında öldüğünü ve Yunan topraklarında yattığını bilmeyen diplomatlarımız, hala selameti, Türk'ün öz şahsiyetinde değil, Batılıya Batılı görünmek özenişinde arıyor.

Hayır! Batılıdan, sığıntısı olmak yoluyla sağlanabilecek hiçbir himaye mevcut değildir. Biz bu kafayla gittikçe de başımıza daha neler geleceği görülecektir.

Bütün bu manalar Ayasofya'ya bağlı... Daha neler ve neler!.. Türk İstiklal Savaşı'nın temiz ruhuna leke düşürenler, o ruha ve onun müspet temsilcilerine rağmen, kazanılmış bir istiklali topyekûn tersine çevirme yoluna girmişlerdir.

Belirttik ki, kendi öz mukaddesat ve tarihini kendi öz yurdunda maskara edenlere, o mukaddesat ve tarihin düşmanları hürmet etmez, tiksintiyle bakar. İşte, dünyada ve dış politikada yüzümüze kapanan kapılar bunun için kapanıyor. Doğrudan doğruya bunun için olmasa da dolayısıyla bunun için... Şahsiyetsizliğin ceremesi... Bunun içindir ki, Avrupa, köküne kadar şahsiyet heykeli İkinci Abdülhamid Han'a hürmet ediyordu. Almanya imparatoru (Vilhelm) siyaseti ondan öğrendiğini söylüyor ve Prens (Bismark) tam bir Abdülhamid düşmanı olduğu halde, onu, asrın en büyük siyaset dehası diye gösteriyordu. Eğer Abdülhamid'e, Ayasofya'yı müze yapması karşılığında bütün dünya hazinelerini vereceklerini söyleseler, nefretle reddeder, imparatorluğunu elinden almakla tehdit etseler son damla kanına kadar akıtmakta tereddüt etmezdi. İnkarcı (Volter)in Allah(c.c.)'ın Sevgilisine ait piyesini Fransız tiyatrolarından Fransa devleti marifetiyle kaldırtan, yoksa bunun harp sebebi olacağını Fransa hükümeti'nin suratına çarpan, Ulu Hakan Abdülhamid Han'dan başka kim olabilmiştir? O Abdülhümid Han ki, bunca ordusundan yalnız bir tanesiyle birkaç gün içinde Atina kapılarında görünüvermiş ve küçücük bir Yunan şımarıklığını, onlara Ayasofya'dan bahsettirmek yerine (Akropol) önünde ordugah kurmakla cezalandırmıştı. Şimdi o Yunanlı, baykuş gözlerini üzerimize dikmiş, birinde Ayasofya, öbüründe Rumelihisarı'nın hayali, İstiklal Savaşı'ndaki küstahlığından beter bir nefs emniyeti içinde dikilip duruyor da, bizde, onun iki gözünü birden çıkaracak (enerji)den eser görünmüyor.

Sebep?

Çünkü Ayasofya'nın kapılarıyla beraber ruhumuzu kilitlediler. Her mana, her hikmet, her münasebet Ayasofya'ya bağlı...

Ayasofya açılmalıdır. Türk'ün bahtıyla beraber açılmalıdır.

Ayasofya'yı kapalı tutmak, Yunanlıya "ben yapamıyorum; sen gel de kendi hesabına aç!" demekten farksızdır.

Ayasofya'yı kapalı tutmak, Birleşmiş Milletler'den Afrikalı yamyam devletlerine kadar aleyhimize rey verdirip kendileri müstenkif geçinen Batılılara "artık benim hayat hakkım kalmadı!" demektir.

Ayasofya'yı kapalı tutmak, bu toprağın üstündeki 30 milyon ve altındaki 30 milyar Türk'ün semaları tutuşturan lanetine hedef olmaktır.

Ayasofya'yı kapalı tutmak, Allah(c.c.)'a sövmeye, Kur'ana tükürmeye, Türk tarihini kubura atmaya, Türk iffetini kirletmeye, Türk vatanını satmaya denk bir suçtur.

Gençler! Bugün mü, yarın mı, bilemem!

Fakat Ayasofya açılacak!.. Türk'ün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar, Ayasofya'nın da açılıp açılmayacağından şüphe edebilirler.

Ayasofya açılacak... Hem de öylesine açılacak ki, kaybedilen bütün manalar, zincire vurulmuş masumlar gibi onun içinden fırlayacak!.. Öylesine açılacak ki, bu millete iyilik ve kötülük etmişlerin dosyaları da onun mahzenlerinde ele geçecek...

Ayasofya açılacak!... Bütün değer ölçülerini, tarih hükümlerini, dünyalar arası mahsup sırlarını, her iş ve herşey hakkındaki gerçek miyarları çerçeveleyici bir kitap gibi açılacak...

Allah(c.c.) tarafından mühürlenmiş kalplerin mühürlediği Ayasofya, onların aynı şekilde mühürlemeğe yeltenip de hiçbir şey yapamadığı, günden güne kabaran akınını durduramadığı ve çığlaştığı günü dehşetle kolladığı mukaddesatçı Türk gençliğinin kalbi gibi açılacak...

Ayasofya'yı, artık önüne geçilmez bu sel açacak...

Bekleyin gençler!.. Biraz daha rahmet yağsın... Sel yakındır.

Fatih ve Onun Yeni Nesline Selam!


14e8nx0.jpg
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com

Cennet mekan Fatih Sultan Mehmed'in(rh.a) Ayasofya Vakfiyesinden bir bölüm,

Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse, Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen LANETİ ONUN VE ONLARIN ÜZERİNE OLSUN, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın! Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır. Allah’ın azabı onlaradır. Allahcc işitendir, bilendir.

Fatih Sultan Mehmed Han - 1 Haziran 1453
(Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nde Bulunan Ayasofya İle İlgili Arapça Vakfiye'nin Tercümesinden Bir Bölüm)
 

ya mucib

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Ara 2008
Mesajlar
1,037
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
33
ALLAH razı olsun inşaALLAH kardeşim
 
H

hado77

selamün aleyküm ve rahmetullahi ve berakatühü

ayasofya içinde bir sütunda HZ.CEBRAİL(AS) ın yaptığı rivayet edilen bir delik vardır. Fatih Sultan namaz için kıbleye döndüğünde 3 kere namazı bozulur farkederler ki caminin kıblesi yanlışmış. bu sırada hz.cebrail(as) olduğu söylenen zat sütunlrtdan birine baş parmağını geçirir ve bir insanın yapamayacağı 360 derecelik bir tur yapar. kıble düzelir namaz eda edilir.

hz.cebrail(AS) ın fiili insanın akli melekelerine de olur. baş parmağını alnına sokar ve bütün bir alemi tekvir eder durur.kıblesini değiştirmek için insanın. insan ALLAH(CC) dışındaki her değere boyun eğişi nispetinde karışan/karıştırılan olur. efendimiz(sas) beni dağınıklıktan kurtar ya rab demesi anlamlıdır.

hz.cibril (as) getirdiği kitabın emini olarak onu kıyamete kadar kour ve insanların kıblesini hakka doğru kabeye doğru çevirir. bu bakımdan ayasofya haktan ayrılmışlığı ölçüsünde her kıblesi yanlış insanın amelini hatırlatır. kelamullah kıbleleri düzeltir. kelam okunan kalp ve beyin sahipleri artık nefsinin zulmünden kurtulur ayasofya olur da kıblesi düzelir. duamız her ruhunda ayasofya taşıyana olsun kıbleleri düzelten zat yardımcımız, ALLAH(CC) koruyanımız rıza gösterenimiz olsun.

ALLAH(cC) bizlerden razı olsun.
 

firdes

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 May 2007
Mesajlar
1,974
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
16
Konum
½ $@K@RY@'dannn:D *1984*
istanbulumuz öyle mübarek ve bereketli bir şehir ki,,camilerimiz zenginliğimiz,,kültürümüz tüm milletlere örnek.
yahudisi,isevisi bu topraklardan gözlerini birtürlü alamıyor.ağızlarının suyu akıyor.

şimdi müze.şuanda türkiyenin elinde,,ama laik bir ülke olduğumuz için,,camiye çevirme gibi bir olasılık görünmüyor.neyi savunup ta,,camiye çevirmeyi kabul ettirecekler.
şuanki durumuna şükredelim..
selam ve bakii muhabbetle..
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Ayasofya, eski kudsî vaziyetine çevrilmeli

b694003640_179533648640_1482.jpg

Ayasofyayı, beş yüz sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine çevirmek. (...) Âlem-i İslâmı, hattâ bir kısım Hıristiyan devletlerini de memnun etmek için, Ayasofyayı muzahrafattan temizleyip ibadet mahalli yapmaktır.
[Adnan Menderes’e gönderilmek niyetiyle evvelce yazılan içtimaî hayatımıza ait bir hakikatın
haşiyesini takdim ediyoruz.]

Haşiye: Eskilerin lüzumsuz keyfî kanunları ve su-i istimalleri neticesinde, belki de tahrikleriyle zuhur eden Ticanî meselesini dindar Demokratlara yüklememek ve âlem-i İslâmın nazarında Demokratları düşürmemenin çare-i yegânesi kendimce böyle düşünüyorum:
Ezan-ı Muhammedînin (a.s.m.) neşriyle Demokratlar on derece kuvvet bulduğu gibi; Ayasofya’yı, beş yüz sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine çevirmek ve halen İslâmda çok hüsn-ü tesir yapan ve bu vatan ahalisine âlem-i İslâmın hüsn-ü teveccühünü kazandıran, yirmi sekiz sene mahkemelerin muzır cihetini bulamadıkları ve beş mahkeme de beraatine karar verdikleri Risâle-i Nur’un resmen serbestîsini dindar Demokratlar ilân etmeli ve bu yaraya bir nevî merhem vurmalıdırlar. O vakit âlem-i İslâmın teveccühünü kazandıkları gibi, başkalarının zâlimane kabahatları onlara yüklenmez fikrindeyim. Dindar Demokratlar, hususan Adnan Menderes gibi zatların hatırları için, otuz beş seneden beri terk ettiğim siyasete bir iki saat baktım ve bunu yazdım.
Emirdağ Lâhikası, s. 396
***
Ankara’ya bu defa geldiğimin mühim bir sebebi, İslâmiyete ciddî taraftar Dahiliye Vekili Namık Gedik’i görmek ve İslâmiyetin kahramanı olan Adnan Beye ve Tevfik İleri gibi mühim zatlara bir hakikatı söylemektir ki:
Hem Demokrata ezan-ı Muhammedî gibi çok kuvvet vermek ve Risâle-i Nur’un neşrine müsaadesi gibi çok taraftar olmak ve âlem-i İslâmı, hattâ bir kısım Hıristiyan devletlerini de memnun etmek için, Ayasofya’yı muzahrafattan temizleyip ibadet mahalli yapmaktır. Bu ise, bu mesele için otuz sene siyaseti terk ettiğim halde, bu nokta hatırı için Namık Gedik’i görmek istedim ve geldim. Adnan Bey, Namık Gedik ve Tevfik İleri gibi zatların hatırı için başka yere gitmedim.
Hem Risâle-i Nur, Kur’ân’ın kanun-u esasiyesiyle bütün Anadolu ve vilâyât-ı şarkiyede âsâyişi temin eden Risâle-i Nur’un 500 bin nüshası komünistliği susturduğu gibi, âsâyişi temin ettiğine bir delili budur ki:
On küsur sene evvel Afyon Müdde-i Umumîsi “600 bin fedakâr talebesi var; 500 bin nüsha Risâle-i Nur’dan neşretmiş. Belki âsâyişe zarar gelir” dedi.
Ona karşı Said demiş ki: “Mâdem 600 bin fedakâr talebesi var. Bu on beş senedir bana bu kadar zulmediliyor. Birtek vukuatı hiçbir zabıta ve mahkeme gösteremedi.”
Hem dedim: “Ey müdde-i umumî! Eğer bin müdde-i umumî, bin emniyet müdürü kadar âsâyişin teminine Risâle-i Nur hizmet etmemişse, Allah beni kahretsin. Siz de bana ne ceza verirseniz verin” dedim. O bu sözüme karşı hiçbir çare bulamadı.
Emirdağ Lâhikası, s. 449
***
Ayasofya’yı puthane ve Meşîhatı kızların lisesi yapan bir kumandanın keyfî kanun namındaki emirlerine fikren ve ilmen taraftar değiliz. Ve şahsımız itibarıyla amel etmiyoruz. Ve bu yirmi sene işkenceli esaretimde eşedd-i zulüm şahsıma edildiği halde siyasete karışmadık, idareye ilişmedik, âsâyişi bozmadık. Yüz binler Nur arkadaşım varken, âsâyişe dokunacak hiçbir vukuatımız kaydedilmedi. Ben şahsım itibarıyla hiç hayatımda görmediğim bu âhir ömrümde ve gurbetimde şiddetli ihanetler ve damarıma dokunduracak haksız muameleler sebebiyle yaşamaktan usandım. Tahakküm altındaki serbestiyetten dahi nefret ettim. Size bir istida yazdım ki, herkese muhalif olarak ben beraatimi değil, belki tecziyemi talep ediyorum ve hafif cezayı değil, sizden en ağır cezayı istiyorum. Çünkü, bu emsalsiz, acip zulmî muameleden kurtulmak için, ya kabre veya hapse girmekten başka çarem yok. Kabir ise, intihar caiz olmadığından ve ecel gizli olmasından şimdilik elime geçmediğinden, beş altı ay tecrid-i mutlakta bulunduğum hapse razı oldum. Fakat, bu istidayı mâsum arkadaşlarımın hatırları için şimdilik vermedim.

Şuâlar, s. 342

LÜGATÇE:

vaziyet-i kudsiye: Kudsî vaziyet.
muzahrafat: Pislikler, süprüntüler.
müdde-i umumî: Savcı.
Meşîhat: Diyanet işleri dairesi, dinî ilimler dairesi.
istida: Dilekçe.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Fatih bunu bilse İstanbul'u fetheder miydi?

tarih.gif
08 Nisan 2010
kullanici.png
Anadolu Haber
Cennet mekân Fatih Sultan Mehmet Han, fetihten beş buçuk asır sonra bir kültür bakanının kendi vakfı bir cami olan Ayasofyanın ibadete açılması talebine karşı, Ayasofyanın özel statüsüyle durmasından yanayız. Ayasofya için sadece bir tek dinin değil, birçok dinin talebi olabilir. Hepsine birer gün verdiğimiz zaman müze olma vasfını yitirir diyebileceğini bilse idi, İstanbulu fetheder miydi?
Cennet mekân Fatih Sultan Mehmet Han, fetihten beş buçuk asır sonra bir kültür bakanının kendi vakfı bir cami olan Ayasofya’nın ibadete açılması talebine karşı, “Ayasofya’nın özel statüsüyle durmasından yanayız. Ayasofya için sadece bir tek dinin değil, birçok dinin talebi olabilir. Hepsine birer gün verdiğimiz zaman müze olma vasfını yitirir…” diyebileceğini bilse idi, İstanbul’u fetheder miydi?

El cevap: Asla!
Bu cevap değil kültür bakanına, ortalama kültürlü bir vatandaşa dahi yakışmaz!
Tarihin yeniden yazıldığı bir süreçte tarihten sıfır çeken, tarih şuurunun “t”sinden yoksun bir kişi siyaseten kültür bakanı olmaya devam ediyor.
Atalarımızın zaten manastır veya kilise olarak tanıyıp tescil ettiği mekânların artık cemaatsiz kalmış olmalarına rağmen zaman zaman ibadethane olarak kullanıma açılması sözkonusu.
Bunda tuhaf bir durum yok. Bir mabed sonsuza kadar mabeddir.
Ayasofya’nın veya başka bir mabedin hangi gerekçeyle olursa olsun ibadethane olmaktan çıkarılıp müze yapılması, “ibadethane” kavramı ile bağdaşmaz.
Ayasofya Bizans’ın en büyük kilisesi idi.
Mimari olarak diğer Bizans kiliselerinden hayli farklı bir yapı. Osmanlı’nın tutku haline getirdiği cemaati tek büyük kubbe altında toplama fikrinin Osmanlı öncesi tecessüm etmiş tek örneği. Bizans’ta da başka benzeri yok.
İstanbul, fatihi olacak Mehmet Han tarafından son defa muhasara edildiğinde teslim talebine olumlu cevap alınsa idi, belki de statüsü değişmeyecekti. Fakat Bizans teslim olmayı reddetti. Fatih İstanbul’u barış yoluyla alamadı, o yüzden onun varlıkları üzerinde tasarruf hakkına sahip oldu. Bu yüzden Ayasofya fetihten itibaren camidir.
Yahya Kemal, İstanbul’un işgal altında olduğu günlerde devletin devamını ifade eden iki sembolden bahseder: biri Ayasofya’da fetihten beri hiç aksatılmadan okunan ezan, diğeri Yavuz Sultan Selim’in mukaddes emanetleri Topkapı Sarayı’na getirdikten sonra Hırka-yı Saadet dairesinde okunmaya başlanan Kur’an.
Yahya Kemal’in Ayasofya ile ilgili yazısının yayınlandığı günlerde bu fetih sembolünün kiliseye tahvili için bastırılıyordu. İdarecilerimiz ve askerlerimizin Ayasofya’nın işgalciler tarafından ele geçirilip kilise yapılmaması için gerekirse onu havaya uçurmayı göze aldıklarını biliyoruz.
İstanbul işgal altında olduğu halde Ayasofya’da ezanlar susmadı. Peki cumhuriyetin 10. yılından sonra ne oldu?
Ayasofya neden müzeye tahvil edildi! Cumhuriyetten 11 yıl sonra Sevr’e ait bir konu neden Sevr’i dayatanların istediği şekilde sonuçlandırıldı? Hani ya Lozan?
Bunlar bakanı aşan ciddi mevzular!
Ayasofya hakkında birçok dinin talebi olabilir miş!
Hangi dinlerin mesela?
Bu bakan daha önce doğduğu memleketinin onca meselesi dururken camilerinin pisuvarlarına takmış ve bu yolla genç bir valiyi görevinden uzaklaştırmaya muvaffak olmuştu.
Şimdi de bu tarih şuurundan yoksun zata tavsiyemiz, ille de kendini Ayasofya ile ilgilenmek mecburiyetinde hissediyorsa, sadece pisuvarları ile ilgilenmeye devam etmesi!


D.Mehmet Doğan - Vakit
1E2R3T4U5%C4%9E...rul.JPG


İLGİLİ HABERLER
Ayasofya Ayakta Durduğu Sürece Müze Olarak Kalacak mış!


Ne Açılımmış Be! Sıra 'AZİZ PAUL'de

 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ZİNCİRLER KIRILSIN, AYASOFYA AÇILSIN

28 Mayıs 2010
Saadet Partisi İstanbul İl Kadın Kolları, İstanbulun fethinin 557. Yıldönümünde Ayasofya Camii önünde bir araya gelerek, fethin sembolü Ayasofyanın yeniden ibadete açılması istedi.
AYASOFYA “KİLİSE MÜZE” HÜVİYETİ KAZANDI
Çok sayıda vatandaşın da destek verdiği eylemde bir basın açıklaması yapan Saadet Partisi İstanbul İl Kadın Kolları Başkanı Nagehan Gül Asiltürk, Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması için geçen yıl düzenledikleri imza kampanyasında 1 milyon imza topladıklarını söyledi. “Namluyu kendi öz canına çevirmiş nadanlar durumuna düşmeyelim!’ diye haykırıyoruz. Bize emanetler bırakan ecdadımızı hayırla yâd ederken, yediden yetmişe herkesi, İstanbul’a, Ayasofya’ya, Türkiye’ye, Kudüs’e, Mescid-i Aksa’ya, mazlum coğrafyalara ve insanlığın geleceğine sahip çıkmaya davet ediyoruz” diyen Asiltürk, Ayasofya’nın ibadete kapatıldığı günden itibaren “cami müze” hüviyetiyle bilindiğini, ancak son yıllarda yapılan tadilat çalışmalarıyla “kilise müze” hüviyetine büründürüldüğünü vurguladı.
NAGEHAN GÜL ASİLTÜRK’ÜN AÇIKLAMASI ŞÖYLE:
Dünya, altın harflerle hafızasına bir tarih kaydetti… BİN DÖRT YÜZ ELLİ ÜÇ.
O tarih ki; ortaçağın karanlıkları üzerine adalet, merhamet, barış güneşinin doğduğu gün…
O ortaçağ ki; doğuda Cengiz’in katliamları, batıda Engizisyon işkenceleri ve kana susamış örnekleri ile cehaleti ile insanlığı şaşkına çeviren bir zaman dilimi…
Ve imdada can havliyle yetişen bir fetih ve fethettiği şehre girerken güllerle, sevinç çığlıkları ile karşılanan, övgüyle en layık olan tarafından övülen, komutan, mücahit, âlim, fazıl Fatih Sultan Muhammed Han…
O Fatih ki; dünyayı aydınlatmaya ve insanlığın topyekûn kurtuluşuna muktedir bir medeniyetin temsilcisi…
O Fatih ki; Yaradan’a tazim, yaratılana merhamet anlayışına sahip koca sultan…
O şehir ki; sokaklarında kardinal şapkası yerine Osmanlı sarığı görmenin tercih edildiği Constantinople...
Medeniyetler beşiği dediğimiz İstanbul, fetih ve Fatihle bir hakikat çağı başlatmış, insanlık tarihine yön vermiş, belli bir bölgenin başkenti değil dünya başkenti olma vasfına bürünmüştür. Bu vasfı ebediyen korumak, Fatih’in neslinin birinci vazifesidir.
Ey mutluluk vaadi ile dünyayı ağlatan! Ey Özgürlük vaadi ile insan haklarını insan onurunu çiğneyen, haksızlıkları zulümleri barış sloganları atarak ustaca gizlemeye çalışan! Ey zehirli hançerlerini mazlum coğrafyaların bağrına çiçekler arasında saplayan! Ey Dünyayı yakıp kavuran ateş medeniyetinin, yeni dünya düzenin sahipleri size sesleniyoruz:
Yirmi dört milyon kilometre karelik bir sahada, yetmiş iki buçuk milleti ve iki yüz elli altı ayrı inancı, altı yüz küsur sene sükûnet, barış ve huzurla yaşatma ve tüm zamanların en ideal ve orijinal “birlikte yaşama modeli”ni sunma başarısını çarpık sistemlerinizle asla elde edemeyeceksiniz.
Size soruyoruz:
Yer kürenin bir milyar insanının aç olduğu utanç yılında Bir Trilyon Dolarlık silah yatırımlarınızla mı dünyaya nizam vereceksiniz?
Sizce Osmanlı hâkimiyetinin sona erişinden yüz elli yıl sonra bir Yugoslav tarihçisine “imparatorluğumuz yıkılmadan önce, ne kadar mesut ve haysiyetliydik” dedirten kuvvet nedir?
“Bizi bıraktığınız için kabahat sizdedir” diyen Yunan ataşesine bu sözü kim söyletiyor?
Yunanistan’la mübadele edilen Anadolu Rumları “bizi niçin gâvur elince bıraktınız” diye şikâyet ediyorlar?
Gül Baba Türbesi önünde milletin kaderinin ağlayan Macar tarihçisi, “Arap birliği sadece Türkler zamanında vardı” diyen Lübnanlı tarihçi, “Türklerle birlikte huzur ve bereket gitti” diyen Yemenli, Osmanlı valilerini evliya mertebesine çıkaran Bağdatlı, “Türkler geliyor” diye evine Türk bayrağı çeken Suriyeli hangi hasreti dile getiriyor?
Beş yüz elli yedi yıl sonra, Fatih’in İstanbul’unda, Fatih’in Anadolu’sunda ve Osmanlı coğrafyasında görülen manzara yürek parçalayıcıdır. Balkanlar, Ortadoğu, Uzakdoğu, Afrika ve Kafkaslarda gelişen her hadise üzerimize düşen tarihi görevimizi hatırlatıyor.
Ecdadımızın eseri olan camiler, sebiller, türbeler taş taş dökülmekte, çaresizlere çare olmuş vakıflar, darüşşifalar, hanlar-hamamlar çökmektedir. O muazzam hazineleri çağımızın “silip süpüren elleri”ne teslim etmek suçların en büyüğüdür. Kısır menfaatler, sığ hedefler için Fener Rum Patrikhanesi’nin ekümenikliğinin avukatlığına soyunanlar, Ruhban okullarının açılması için her şeyi göze alanlar, Fatih’in vakfiyelerinden ve onun ideallerinden vazgeçme hakkına sahip değildir. Ayasofya’nın gerçek hükmü şahsiyetine ulaştırılması, Fatih’e vefa ve geleceğimizin bekası için şarttır.
Avrupa Parlamentosu üyesi bir grup milletvekili tarafından son yıllarda Ayasofya’nın yeniden kilise yapılması için çalışma yürütülüyor. İsviçre Zürih Üniversitesi’nde akademisyen olduğu belirtilen Angelika Papagika tarafından internette başlatılan bir kampanyada Ayasofya’nın kilise haline dönüştürülmeden Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olmaması gerektiği savunuluyor, “Ayasofya ikinci Kudüs’tür” deniliyor. Bazı Ortodokslar Ayasofya’nın Yunanistan’a verilmesi gerektiğini, bazıları Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlı olması gerektiğini savunuyor.
Geçtiğimiz yıllarda gelişen bu üzücü olaylara kayıtsız kalmayan biz, Saadet Partisi İstanbul İl Kadın Kolları, fethin sembolü “Ayasofya’ya sahip çıkma” imza kampanyasını halkımızın büyük bir teveccühü ile kısa zamanda bir milyon kişinin destek imzasıyla tamamladık.
Madem ki biz hazırız, halkımız hazır, İstanbul hazır, Türkiye hazır ve gözünü bize çevirmiş bir buçuk milyar İslam âlemi hazır, manen ve maddeten çökmüş sistemlerinden yakınan altı milyar insanlık hazır, o halde “namluyu kendi öz canına çevirmiş nadanlar durumuna düşmeyelim!” diye haykırıyoruz. Bize emanetler bırakan ecdadımızı hayırla yâd ederken, yediden yetmişe herkesi, Ebu Eyyub el-Ensariler’in, Fatihler’in ruhuyla, Milli Görüş ruhuyla, aynı ruhla emanetleri ehline teslim ederek, İstanbul’a, Ayasofya’ya, Türkiye’ye, Kudüs’e, Mescid-i Aksa’ya, mazlum coğrafyalara ve insanlığın geleceğine sahip çıkmaya davet ediyoruz.
wol_error.gif
This image has been resized. Click this bar to view the full image. The original image is sized 640x425 and weights 63KB.
Resim_1275050100.jpg
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
16570_184534261670_98105406670_3491575_3526001_n.jpg


Emanetin Namusumuz!
O hâlde şimdi sormak lâzımdır, Ayasofya neyin simgesi? Sanırım buna da herkes meşrebince farklı cevap verebilir. Tıpkı, Macaristanın Peç ve Almanyanın Essen şehirleriyle birlikte, 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti ilan edilen İstanbulun Hangi kültürün başkenti? sorusuna muhatap olması gibi.

Fatih’in emaneti, Ayasofya açılsın!
Haçlıların yüzüne, zincirleri saçılsın!

Simge - Sembol - Remz

“Marka nedir?” diye sorsak, -en basit anlamıyla- bir ürünü diğerlerinden farklılaştırmaya, ayırmaya yarayan özel “simge”lerdir cevabını verebiliriz. Çünkü simgeler, belirleyici ve ayırt edici bir özellik taşır. Nike’ın simgesinden tutun da, Mercedes’in simgesine kadar birçok ticarî mal için bunu düşünebilirsiniz. “Simge” aynı zamanda da, duyularla ifade edilemeyen bir şeyi belirten somut nesne veya işarettir (Zaten “simge”, Farsça “sim” -işaret- kökünden, dil devrimi esnasında türetilmiş bir kelime). Mesela “beyaz” renk, temizliğin ve masumiyetin simgesidir; bundan dolayı da gelinliklerin rengi beyazdır. “Aslan” liderlik ve cesaretin simgesi, “tilki” zekâ ve sağduyunun simgesi, “haç” Hıristiyanlığın simgesi, “gökyüzü” özgürlüğün simgesi gibi… Bu örneklere elbette ki yüzlerce daha eklemek mümkündür, zira farkında olsak da olmasak da hayatımızda birçok simge vardır ve hayat; ticaretten matematiğe, sanattan dine kadar birçok sahada -bir nevi- simgelerle yürüyordur. Bu noktada bir not da düşelim: “Simge”nin Fransızcası “sembol”, hatta Türkçede “simge” yerine daha çok “sembol” kullanılıyor, Arapçası ise “remz”.

İstanbul’un simgesi
Hemen hemen her büyük (gelişmiş) ülke aslında şehirleriyle ilk akla gelir. Bunlar o ülkelerin önde gelen, -ham uyaranlar arasından sıyrılıp ilk algılanan- şehirleridir ki istisnaları olsa da (New York, İstanbul gibi) genellikle de başkentleridir. Bu şehirlerin kolay hatırlanmasında en büyük unsur ise söz konusu şehirlerin simgeleridir. Fransa’yı hiç görmeyen biri bile, Fransa’yla ilgili konuşulduğunda aklına hemen “Paris” gelir; zira Eyfel Kulesi oradadır. Tıpkı “Moskova” denilince, akıllara Kremlin Sarayı ve Meydanı; “New York” denilince de, Özgürlük Anıtı gelmesi gibi… Ezcümle, ülkeler şehirleriyle markalaşır, farklılaşır ve bilinir; şehirler de simgeleriyle zihinlerde yer alır. Bundan dolayı da gezi kataloglarında, ülke tanıtımlarında hep bu simgeler kullanılır.
Peki, İstanbul’un simgesi? Elbette buna herkes kendince bir cevap verebilir. Kimine göre Kapalıçarşı, kimine göre Kızkulesi, kimine göre de başka bir yer olabilir. Şimdi bu hususta dilerseniz, mevzuumuzu müşahhaslaştırabilme adına, bir araştırmaya göz atalım. Turizmci, reklamcı, akademisyen, politikacı, gazeteci gibi farklı mesleklere sahip kişilere, Hürriyet gazetesi sormuş, “İstanbul’un simgesi neresi?” diye. Uğur Dündar’dan Cem Boyner’e, Egemen Bağış’tan Ertuğrul Günay’a, Kemal Kılıçdaroğlu’ndan Nimet Çubukçu’ya, Betül Mardin’den Ayşe Kulin’e, Fazıl Say’dan Ayşe Arman’a kadar elli kişiden müteşekkil jürinin oylarıyla; Kızkulesi üçüncü, Sultanahmet Camii ikinci çıkarken, birincilik açık arayla Ayasofya’nın olmuş (Hürriyet Pazar, 21 Mart 2010, Sayfa: 11). Evet, İstanbul’un birinci simgesi: Ayasofya!

Ayasofya neyin simgesi, İstanbul “hangi kültürün” başkenti?
O hâlde şimdi sormak lâzımdır, Ayasofya neyin simgesi? Sanırım buna da herkes meşrebince farklı cevap verebilir. Tıpkı, Macaristan’ın Peç ve Almanya’nın Essen şehirleriyle birlikte, 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti ilan edilen İstanbul’un “Hangi kültürün başkenti?!” sorusuna muhatap olması gibi. Malum, kültür ansiklopedi ezberciliği değil, topyekûn bir hayat tarzıdır; sadece kitap, sinema, müzik meselesi değildir. Kültür, “yaşanmaya değer hayatın” tezahürüdür ve ruha ait bir keyfiyettir. Bundan dolayı da, ne kadar kültür varsa, o kadar da ahlak vardır. Kısacası, Ayasofya’nın neyin simgesi olduğuna yahut İstanbul’un hangi kültürün başkenti olduğuna cevap aranırken, bunun bir ahlak anlayışını zorunlu kıldığı aşikârdır. İstanbul’a ve Ayasofya’ya bakarken, Coni’nin ahlakıyla, küresel-egemen kültürle mi bakacağız; yoksa Peygamber müjdesine nail olan -çağ açıp, çağ kapatan- Sultan Fatih ve hocası Akşemseddin Hazretleri gibi mi bakacağız? Ne gördüğümüz, nasıl baktığımızla, bakış açımızla ilgili bir keyfiyettir. Yunanlı Ayasofya’ya baktığında Bizans’ı görür; Anadolu için ise Ayasofya, fatihlik mührü ve fethin simgesidir!
Evet, Ayasofya ne taş, ne binadır; Ayasofya bir mânânın, zıt mânâyı kuşatmasıdır! Ayasofya, cihat ruhunun remzi; akıncıların nal seslerinin, tekbir sesleriyle buluştuğu nizam-ı âlem davasının, “İlay-ı Kelimetullah” aşkının yapı taşıdır. Ayasofya, Fatih Sultan Mehmed Han’ın emanetidir! İşte yeri:

Fatih’in Ayasofya Vakfiyesi
(Vakfiye: Bir vakfın şartlarını bildiren belge)
“İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirirse; Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti onun ve onların üzerine olsun. Azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın. Kim bunları işittikten sonra hâlâ bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır. Allah’ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir.” (Fatih Sultan Mehmed Han - Haziran 1453)

Mozaik taş değil, keyfiyet Ayasofya
Keyfiyet zamanın, kemiyet de mekânın ressamıdır. Zamanın mekânda yoğunlaştığı hakikatini nispetle de keyfiyetler kendilerini kemiyetle ifade ederler. Zira suretler olmasa, mânâlar ebediyen tecelliye gelmez.
İsrail’deki “Ağlama Duvarı” nedir? Mesela, bir Siyonist, bu duvarın kenarında ibadet ettiğinde “Burada şu kadar kilo taş, bu kadar kilo da boya kullanılmış” diye mi düşünür? Doğu bloğuyla, Batı bloğunu birbirinden ayıran “Berlin Duvarı”nın bir zamanlar keyfiyeti neydi? Yahut Kâbe’nin maddî değeri ölçülebilir mi? Yerden şu kadar yükseğe, şu kadar bez kullanılmış falan gibi bir safsatayla ona kıymet biçilebilir mi? Muhakkak ki hayır! Burada asli husus tamamen keyfiyete aittir ve “materyalist” bakış açılarıyla hakikatine vasıl olunamaz!
“Ayasofya’nın cami olarak açılmasına ne gerek var ki, nasıl olsa etraf cami kaynıyor; namaz kılacak olana yer mi yok...” Birilerinin iğdiş edilmiş idraklerinden, bu ve benzeri yorumlar süzülse de, dünya üzerinde böyle ahmaklığa ancak gülünür! “Ne yani, etraf bilmem ne de kaynıyor, o zaman hane-aile içinde neden sadakat arıyorsun” diye -adam olana- sorarlar! He hane içinde sadakat peşinde değil, ihanet peşindeyseler o da başka bir meseledir zaten. Ezcümle Ayasofya, dünyanın en önemli sanat eserleri arasında yer alıyor olsa da, bizim için ne taş, ne mekânlar içinde herhangi bir mekândır; Fatih’in emaneti Ayasofya, fethin simgesi ve fatihlik remzidir. Ve bu emanet namusumuzdur! Has odamızdır! Bu noktada tarihî bir olayı da aktaralım: Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İstanbul işgal edilince, Ayasofya kilise olarak ibadete açılmak istenir. Teşkilat-ı Mahsusa’nın hayatta olan yiğit fedaileri, işgal ordularına haber gönderirler, “Eğer Ayasofya kilise olarak ibadete açılırsa bombalarız!” İşgal orduları bu hamleden çekinir ve isteklerinden geri adım atarlar. İşte Ayasofya budur, vatanın harim-i ismetidir!

Bugünkü hâl
Bankalarında İslâm dünyasına ait hesapların kabardığı İsviçre, minareleri yasaklıyor… Independent gazetesi, İngiliz ordusunun atış talimlerinde cami şeklinde hedef tahtaları kullandığını, İngiliz Savunma Bakanlığı’nın ise konunun ortaya çıkmasının ardından özür dilediğini yazıyor… Irak’ta bir milyon Müslüman’ı katleden ABD, Afganistan’da insansız uçaklarla sivilleri katlediyor… Ayrıca hemen hemen her hafta ABD’nin yaptığı yeni işkence görüntüleri medyaya yansıyor… En son ortaya çıkan bir görüntüde ise Amerikan askerleri, bilgisayar oyunu oynar gibi, Irak’taki sivillerin üzerine ateş açıyor… Kana susamış İsrail, Gazze’yi boğmak için elinden gelen her şeyi yapıyor, hatta Filistin yönetimi (El-Fetih) ile bile çapraz ilişkiye giriyor; gözünü Mescid-i Aksa’ya dikmiş, onu altından oyuyor… Doğu Türkistan’ın hâli ortada, yalnız ve çaresiz… Dünya üzerindeki tüm Müslümanlar yüzünü Anadolu’ya, halifenin topraklarına çeviriyor, herkes bir şey bekliyor… Bu sırada Ermeni meselesi, ABD’den İsveç’e kadar her yerde gündeme geliyor… Ermeni soykırımının tanınmasını durdurmaya çalışan Türkiye, nedense Fatihalarla açtığı Millet Meclisi’nde, İsrail’in Gazze’de soykırım yaptığını yahut ABD’nin Irak’ta soykırım suçlusu olduğunu oylayamıyor…
İşte tam da böyle bir hâl ve gidişatta, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, hükümet olarak birçok açılıma öncülük ederken, Ayasofya’nın ibadete açılamayacağını söylüyor. Sayın Günay, keşke Nazım’ın mezarını Türkiye’ye getirme isteği kadar, bu konuda da irade gösterse. Zira şu anda partisinde bulunan vekillerin bir bölümü vakti zamanında “Zincirler kırılsın, Ayasofya açılsın!” diye haykıran meydanlardan geliyor. Bu arada, sahi onlardan neden bir ses çıkmıyor? Acaba, kelle koltukta yürümesi gereken devlet adamları, işin içine turuncu koltuk girince eski ulvi ideallerini, küresel düşüncelere feda mı ediyor? Aslında birileri -realpolitik ne olursa olsun- millî olmadan, milletlerarası olunamayacağını söylemeli. Birileri Ayasofya’nın müze olarak kalmasının Lozan’ın gizli maddeleri arasında yer aldığını her dönem yeniden hatırlatmalı. Hatırlatmalı diyorum, zaten bunu bilmesi gerekenler biliyor. Sadece nedense unutuluyor. Akıllardan çıkarılmaması gereken soru şu: İstiklâl mücadelesi verilmemiş olsaydı ve İstanbul işgal kuvvetlerinin elinde bulunsaydı, Ayasofya’yı müze mi yaparlardı yoksa kilise olarak yeniden açarlar mıydı?! I. ve II. Gazze savaşlarından sonra, 1917 yılında Kudüs’e girdiğinde ilk sözü “Haçlı savaşları şimdi bitti!” olan, dönemin İngiliz komutanı General Allenby, Ayasofya konusunda nasıl bir tasarruf gösterirdi? Müze mi yapardı?
Yeri gelmişken bir de Ayasofya’nın müzeye çevriliş hikâyesine bakalım.

Ayasofya Camii nasıl müze oldu?
Boston Bizans Enstitüsü, -ABD’nin isteği doğrultusanda- Thomas Whittemore başkanlığında Ayasofya’nın mozaiklerini onarmak ve incelemek için Türkiye Cumhuriyeti hükümetine müracaat eder. 1931 tarihinde Bizans Enstitüsü’nün istediği özel izin verilir ve böylece çalışmalar başlar. Bir süre sonra, namaz kılanların yanında çalışmaların yürütülmesinin zor olduğu bahanesiyle caminin ibadete kapatılması teklif edilir. Zaten Bizans Enstitüsü’nün çalışmalarıyla eş zamanlı olarak da hem yurt içinde, hem de yurt dışında Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi için kampanyalar başlatılır. Enstitünün isteği, hiçbir hukukî dayanağı olmadan, âdeta oldu-bittiye getirilerek, kabul edilir. 24 Kasım 1934’te Bakanlar Kurulu kararıyla Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesine karar verilir; 1 Şubat 1935 tarihinde de müzenin açılışı yapılır.
Şimdi “bağlayıcı ve toplayıcı hüküm” dâhilinde, İstanbul’un fethinin 557’nci yılında, sözü Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl’a bırakalım; -bundan tam 45 yıl önce- 1965 yılında Millî Türk Talebe Birliği’nde verdiği Ayasofya Konferansı’ndan birkaç satırbaşı:

Ayasofya Hitabesi
(…)
Bakın nedir bu bakımdan Ayasofya?
Bizi bu hâle getiren, annemizin cennet kokulu başörtüsünü sarhoş kusmuğuna bez diye kullanan, ahlâkımızı Paris’in dünya çapındaki (Şabane) kerhanesinden daha aşağıya düşüren, millî kültürümüzü çöplüğe ve millî iktisadımızı kumarhaneye çeviren, zekâmızı maymunlaştıran ve kalbimizi kanserleştiren, tarihi 129 yıllık cereyanın, kendi öz evimizde, yüzümüze kapadığı oda, mukaddesat odamız...
Ayasofya budur!
129 yıl boyunca, dışarıdan Batı emperyalizmasının, içeriden de onların sadık ajanları sıfatıyla kozmopolitlerin, masonların ve nihayet hepsinin birden ana sermayesi ve gönüllü fedaisi hâlinde, adı Türk, küfür tip ve zümrelerinin idare ettiği bu cereyan, Ayasofya’yı müzeye çevirmekle, sağlık müzelerindeki balmumundan frengili suratlar şeklinde, Türk’ün öz ruhunu müzeye kaldırmış oldu.
Frenk kelimesinden gelen “frengi” ismine dikkat ediniz! Türk’ün mukaddesatına frengili bir surat gibi bakan bu insanlardır ki, “frengi” mefhumunun tâ kendisidirler ve ciğerlerine kadar frengilidirler!
(…)
Büyük İskender ve Sezar’ı oda hizmetçiliğine kabul etmeyecek kadar üstün hükümdar, başbuğ ve (aksiyon) adamı Fatih, İstanbul’u fethedip onun kalbi Ayasofya’da namazını eda ettiği zaman, Cenubî Fransa’da kırılıp Viyana’da tekrar Batıyı dişleyecek olan İslâm taarruz kıskacının mihver çivisini ele geçirmişti.
Ayasofya işte bu incecik mildir, bu çividir; onu İslâm kıskacına yerleştiren Fatih Sultan Mehmed’dir; ve eğer ondan sonra kıskaç kapatılamadıysa suç kapatamayanlardadır. Fatih’e düşen şerefse, erişilir soydan değildir.
(…)
Demek ki, Ayasofya, ne taş, ne çizgi, ne renk, ne cisim, ne de madde senfonisi; sadece mânâ, yalnız mânâ...
(…)
Ayasofya’nın kapılarıyla beraber ruhumuzu kilitlediler. Her mânâ, her hikmet, her münasebet Ayasofya’ya bağlı...
Ayasofya açılmalıdır. Türk’ün bahtıyla beraber açılmalıdır.
Ayasofya’yı kapalı tutmak, Yunanlıya “Ben yapamıyorum; sen gel de kendi hesabına aç!” demekten farksızdır.
Ayasofya’yı kapalı tutmak, Birleşmiş Milletler’den Afrikalı yamyam devletlerine kadar aleyhimize rey verdirip kendileri müstenkif geçinen Batılılara “artık benim hayat hakkım kalmadı!” demektir.
Ayasofya’yı kapalı tutmak, bu toprağın üstündeki 30 milyon ve altındaki 30 milyar Türk’ün semaları tutuşturan lanetine hedef olmaktır.
Gençler! Bugün mü, yarın mı, bilemem!
Fakat Ayasofya açılacak!.. Türk’ün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar, Ayasofya’nın da açılıp açılmayacağından şüphe edebilirler.
Ayasofya açılacak... Hem de öylesine açılacak ki, kaybedilen bütün mânâlar, zincire vurulmuş masumlar gibi onun içinden fırlayacak!.. Öylesine açılacak ki, bu millete iyilik ve kötülük etmişlerin dosyaları da onun mahzenlerinde ele geçecek...
Ayasofya açılacak!.. Bütün değer ölçülerini, tarih hükümlerini, dünyalar arası mahsup sırlarını, her iş ve her şey hakkındaki gerçek miyarları çerçeveleyici bir kitap gibi açılacak...
Allah tarafından mühürlenmiş kalplerin mühürlediği Ayasofya, onların aynı şekilde mühürlemeğe yeltenip de hiçbir şey yapamadığı, günden güne kabaran akınını durduramadığı ve çığlaştığı günü dehşetle kolladığı mukaddesatçı Türk gençliğinin kalbi gibi açılacak...
Ayasofya’yı, artık önüne geçilmez bu sel açacak...
Bekleyin gençler!.. Biraz daha rahmet yağsın...

Son söz
Cer Modern’in açılışına sırf Başbakan geliyor diye zorla getirildiğini açıklayan kimi Ankaralı sanatçılara; “Nasıl insanlarsınız, siz sanatçı mısınız?” diye ateş püsküren Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, akabinde de şöyle demişti: “Ankara Ulus’ta yeni açılan sanat merkezi Cer Modern’i düşündükçe sevinçten içimden ağlamak geliyor!”
Evet, bizim de içimizden ağlamak geliyor! Lâkin sevinçten değil, bizimkisi kahırdan! Bilmem ne otellerinin hizmet verdiği, bilmem kimlere dönük turizm politikalarının şekillendiği, gay-lezbiyen barların açık olduğu; Eyüp El-Ensarî’lerin, Fatih’lerin, Abdülhamid’lerin, Hüdaî’lerin ve daha nice mübareğin bulunduğu İslâm başkenti İstanbul’da, bizim de içimizden ağlamak geliyor; “Ayasofya neden kapalı” diye!


HAYREDDİN NİHAT

Genç Dergisi – Mayıs 2010
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Bartholomeos: Sümela ayini bizim için lütuf..

images

15 Ağustos 2010

Fener Rum Patriği Bartholomeos, ''Yarın Meryem Ana'nın göğe yükseliş günü olması hasebiyle kutsal bir gündür. Bugünü tarihi Sümela Manastırı'nda kutlayabilmemiz bir lütufdur'' dedi.
Bartholomeos, Maçka ilçesindeki Sümela Manastırı'nda verilen özel izinle yarın gerçekleştirilecek olan ayini yönetmek için beraberindeki diğer ilgililerle birlikte tarifeli uçakla Trabzon'a geldi.

Havalimanında gazetecilere açıklama yapan Bartholomeos, çok mutlu olduklarını, tarihi bir gün yaşadıklarını ifade ederek şöyle konuştu:

''Bugünü, sayın hükümetimizin bize lütfettiği izne borcuyuz. Müteşekkiriz ve yalnız Karadenizli müminler için değil, bütün Ortadokslar ve Hristiyan alemi için yarın Meryem Ana'nın göğe yükseliş günü olması hasebiyle kutsal bir gündür. Bugünü tarihi Sümela Manastırı'nda kutlayabilmemiz bir lütufdur. İlk önce yüce Allah'ın, sonra hükümetimizin bir lütfudur. Şükranlarımı bir kere daha arz ediyorum. Karadenizlilere şahsım, Patrikhanenin ve Rum Cemiyeti'nin hayır dualarını, sevgilerini, saygılarını getirmekle büyük mutluluk duymaktayız. Karadenizlilerin hem mert, hem hoşgörülü hem de misafirperver olduklarını biliyoruz ve bunu bir kere daha hepimiz şahsen teyit edeceğiz. Bundan eminim.''

Bartholomeos, bir gazetecinin daha önce Trabzon'a gemi ile geldiklerinde karşılaştıkları tepkiyle ilgili sorusuna, ''O unutulmuştur. 1997'den bugüne kadar 13 yıl geçti. Kötü şeyleri unutmak istiyoruz. Yalnız güzel şeyleri hatırlamak istiyoruz. Eminim ki bu sefer hiçbir huzursuzluk olmayacak'' yanıtını verdi.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Sümela'ya var Ayasofya'ya yok...

Kafire Var,Müslümana Yok...
15 Ağustos 2010
Bugün Fener Rum Patriği Papaz Bartelemeos'un yöneteceği bir ayin ile Sümela Manastırında binlerce Rum ve Hiristiyanın katılacağı bir tören düzenlenecek.
Türkiye'de müze halinde bulunan kilise ve manastırlarda yılda bir-iki kere dahi olsa ibadet izni verilmesi kararı tartışılırken aynı durumun asırlarca cami olarak vazife gören Ayasofya için geçerli olmaması şaşkınlığa yol açtı. Ertuğrul Günay, Ayasofya Müzesi ile ilgili bir soruyu şöyle cevaplamıştı
“Akdamar Kilisesi halen bir müzedir. Müze olarak işlev görmeye devam edecektir. Ama aynı zamanda tarihi bir kilisedir. Orada yılda hiç olmazsa bir gün, belki iki gün bu inancın özel bir gününde ibadet yapılması konusunda talep vardı. Biz bunun gerçekleşebileceğine karar verdik. Müze vasfı ortadan kalkmadı. Benzer bir şeyi Sümela ve belki daha kapsamlı şekilde, izinle Saint Paul’da gerçekleştireceğiz. Türkiye’de çeşitli inançlar için önemli duraklar var. Mevlana, Hacı Bektaş nasıl bizim mistik dünyamızda önemli bir yer yakalıyorsa, Meryem Ana, Noel Baba Kilisesi, Akdamar, Sümela, Saint Paul veya Hatay St. Pierre de aynı ilgi buluyor. Yılda bir gün, birkaç saat insanlar ibadet ritüellerini yerine getiriyorlar. Biz Türkiye topraklarında ayağımızı yere sağlam basıyoruz. Herhangi bir müzemizde insanların birkaç saat veya birkaç gün farklı bir biçim ve dilde Yaradan’a dua etmeleri kimse için bir sakınca oluşturmaz.”


AYASOFYA MÜZE OLARAK DEVAM EDECEK
Ayasofya’nın bunlardan çok farklı ve çok özel bir mekan olduğunu kaydeden Ertuğrul Günay, “İnsanlığın en eski mabetlerinden birisi. Uzun yıllar kilise ve cami olarak kullanılmış. Şu anda müzedir. İçindeki önemli restorasyon çalışmalarını kısmen tamamladık. Ayasofya ayakta durduğu müddetçe o çalışmalar devam edecek. Müze olarak devam etmesi, ziyaretçi sirkülâsyonu açısından da önemli. Yılda 2.5 milyonun üzerinde ziyaretçi alıyor.”
Ayasofya’da ne ibadete ne de etkinliğe izin yok
Kültür Bakanı Günay, Ayasofya’nın hiçbir biçimde bir sanat etkinliğine veya ibadet ritüeline açılma talebini kabul etmediklerini belirterek şöyle dedi: “Böyle bir şey gündemde yok. Ama Anadolu’daki bu küçük mabetlerde yılda bir-iki gün inanç gereklerini yerine getirmek hususunda bir adım attık. Bunu kararlılıkla takip edeceğiz.”
1E2R3T4U5%C4%9E...rul.JPG
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
images


images



images

Ayasofya'da Bayram Namazı Kılınacak!

images

images

images


29 Ağustos 2010
Alperen Ocakları yapmış olduğu açıklama ile Ayasofya'da bayram namazı isteğini yineledi. Açıklama'da hükümet ve yetkililere çağrı'da bulunularak talebimizi dikkate alın, aksi takdirde oluşabilecek gerginlik vb. durumlardan sorumlu olursunuz denildi.
<DIV id=haberMetni>Selam olsun zulme karşı duranlara ve haksızlık karşısında susmayanlara…
images

Vatan topraklarının kutsaliyetine inanmış ve bu uğurda türlü elem ve kederlere göğüs germiş Alperen’lerin dilinden;


Yıllardır sinemizde saklı duran, her aklımıza gelişi ile birlikte sızlandığımız, iç çektiğimiz, ulemanın da tebanın da ortak derdi; AYASOFYA. İnançlara özgürlük isteyen bir başbakan, Hıristiyan ve Yahudi vatandaşlara inancını yaşaması için izin çıkartan hükümet yetkilileri, Müslümanların bu feryadına duyarsız kalmamalı; özlemle beklenen AYASOFYA’nın Müslümanların hizmetine açılması için gerekeni yapmalıdır.
images


Van’da Akdamar Kilisesi’ni, Trabzon’da Sümela Manastırı’nı, Heybeliada’da Ruhban Okulu’nu faaliyete sokmanın derdine düşen, Hıristiyan âleminin derdiyle dertlenen hükümet yüzünü Müslüman Türk milletine çevirmelidir. İslam Âleminin baş tacı atam Fatih Sultan Muhammed Han’ın bu millete en büyük hediyesi İSTANBUL ve AYASOFYA olmuştur. Gençliğinde AYASOFYA’nın ibadete açılması için mücadele eden Sayın Cumhurbaşkanı Gül, Sayın Başbakan Erdoğan ve Sayın Arınç; gereğini yapın diye sizleri inançlarımıza ve değerlerimize hizmete çağırıyoruz.
images


15 Ağustos günü Sümela Manastırını, Trabzon’un Fatih Sultan Mehmed Han tarafından fethedildiği güne denk getirerek ayine açılmasının ve (Rum Pontuscuların) doluşmasını manidar buluyoruz. Gayr-i Müslim tebaya hiçbir zaman zulmetmemiş, aynı zamanda inançlarını yaşamaları için devlet olarak, gerekli hizmeti hep vermişiz. Sümela’yı gayr-i Müslim vatandaşların istifadesine sunarak, Hıristiyan Âleminin takdirini kazanma çabasına giren iktidar; AYASOFYA’yı Müslümanların hizmetine açmalıdır. 9 Eylül günü mübarek Ramazan Bayramı’nı AYASOFYA’da karşılamak istiyoruz.
images


Alperen Ocakları mensupları olarak, bu ulvi görevin hizmetkârlığı şeref vermektedir. Rıza-yı İlahi dairesi içerisinde ecdadın ruhunun şad olması ancak hayırlı hizmetler ve hayırlı nesillerin yetişmesi ile olur. Fatih Sultan Muhammed Han hazretlerinin ruhu da AYASOFYA’nın aslına dönmesiyle şad olacaktır. Seksen küsur yıldır velisiyle, delisiyle, milletiyle AYASOFYA’nın Müslümanların hizmetine sunulmasını bekliyoruz. Bayram Namazını AYASOFYA’da kılmak istiyoruz.


Meşru isteğimizin, gerekli yetkili mercilerce dikkate alınmasını istiyoruz. Biz Müslümanların bu haklı istek ve talebinin karşılanması, mevcut iktidarın yüzünü Müslüman Türk milletine dönmesi olacaktır. Saf ve ihlâslı milletin evladları bizler; siyasi söylemden uzak, menfaatten uzak bir taleple buraya geldik. Bayram Namazında İnşaallah AYASOFYA’da olacağız. Bu meşru isteğimizi, bu haklı talebimizi aynı zamanda izin isteyerek yapmak isteyişimizin akabinde, oluşabilecek bütün gerginlik ve kargaşadan, içişleri bakanlığı ve devletimizin ilgili birimleri sorumlu olur.


Kamuoyuna duyrulur.
ALPEREN OCAKLARI GENEL MERKEZİ
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Ayasofya, kudsî vaziyetine çevrilmeli

images

Ezan-ı Muhammedînin (asm) neşriyle Demokratlar on derece kuvvet bulduğu gibi; Ayasofya'yı, beş yüz sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine çevirmeli ve (...) Risâle-i Nurun resmen serbestîsini dindar Demokratlar ilân etmeli ve bu yaraya bir nevî merhem vurmalıdırlar.
Adnan Menderes’e gönderilmek niyetiyle evvelce yazılan içtimaî hayatımıza ait bir hakikatın haşiyesini takdim ediyoruz.

Haşiye : Eskilerin lüzumsuz keyfî kanunları ve su-i istimalleri neticesinde, belki de tahrikleriyle zuhur eden Ticanî meselesini dindar Demokratlara yüklememek ve âlem-i İslâmın nazarında Demokratları düşürmemenin çare-i yegânesi kendimce böyle düşünüyorum:

Ezan-ı Muhammedînin (a.s.m.) neşriyle Demokratlar on derece kuvvet bulduğu gibi; Ayasofya’yı, beş yüz sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine çevirmek ve halen İslâmda çok hüsn-ü tesir yapan ve bu vatan ahalisine âlem-i İslâmın hüsn-ü teveccühünü kazandıran, yirmi sekiz sene mahkemelerin muzır cihetini bulamadıkları ve beş mahkeme de beraatine karar verdikleri Risâle-i Nur’un resmen serbestîsini dindar Demokratlar ilân etmeli ve bu yaraya bir nevî merhem vurmalıdırlar. O vakit âlem-i İslâmın teveccühünü kazandıkları gibi, başkalarının zâlimane kabahatları onlara yüklenmez fikrindeyim.

Emirdağ Lâhikası, s. 748

***

Ankara’ya bu defa geldiğimin mühim bir sebebi, İslâmiyete ciddî taraftar Dahiliye Vekili Namık Gedik’i görmek ve İslâmiyetin kahramanı olan Adnan Beye ve Tevfik İleri gibi mühim zatlara bir hakikatı söylemektir ki:

Hem Demokrata ezan-ı Muhammedî gibi çok kuvvet vermek ve Risâle-i Nur’un neşrine müsaadesi gibi çok taraftar olmak ve âlem-i İslâmı, hattâ bir kısım Hıristiyan devletlerini de memnun etmek için, Ayasofya’yı muzahrafattan temizleyip ibadet mahalli yapmaktır.

Emirdağ Lâhikası, s. 860

***

Hem bu kahraman milletin ebedî bir medar-ı şerefi ve Kur’ân ve cihad hizmetinde dünyada pırlanta gibi pek büyük bir nişanı ve kılıçlarının pek büyük ve antika bir yâdigârı olan Ayasofya Camii...

Şuâlar, s. 335

***

Ayasofya’yı puthane ve Meşîhatı kızların lisesi yapan bir kumandanın keyfî kanun namındaki emirlerine fikren ve ilmen taraftar değiliz ve şahsımız itibarıyla amel etmiyoruz. Ve bu yirmi sene işkenceli esaretimde eşedd-i zulüm şahsıma edildiği halde siyasete karışmadık, idareye ilişmedik, âsâyişi bozmadık. Yüz binler Nur arkadaşım varken, âsâyişe dokunacak hiçbir vukuatımız kaydedilmedi. Ben şahsım itibarıyla hiç hayatımda görmediğim bu âhir ömrümde ve gurbetimde şiddetli ihanetler ve damarıma dokunduracak haksız muameleler sebebiyle yaşamaktan usandım. Tahakküm altındaki serbestiyetten dahi nefret ettim. Size bir istida yazdım ki, herkese muhalif olarak ben beraatimi değil, belki tecziyemi talep ediyorum ve hafif cezayı değil, sizden en ağır cezayı istiyorum. Çünkü, bu emsalsiz, acip zulmî muameleden kurtulmak için, ya kabre veya hapse girmekten başka çarem yok. Kabir ise, intihar caiz olmadığından ve ecel gizli olmasından şimdilik elime geçmediğinden, beş altı ay tecrid-i mutlakta bulunduğum hapse razı oldum. Fakat, bu istidayı mâsum arkadaşlarımın hatırları için şimdilik vermedim.

Şuâlar, s. 620
 

kurt26

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
24 Ağu 2010
Mesajlar
731
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
ilk müzeye kim çevirdi bilen varmı veya namazı kim engelledi?
o pis pis sıratn kültür ve truzim midir nedir o bakanın ALLAH bin belasını versin.
 

kurt26

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
24 Ağu 2010
Mesajlar
731
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
.şu müslamlara tecavüz eden ermenilerin klisesini tamir ettirenin ALLAH bildiği gibi yapsın.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Fethimizin, dünya görüşümüzün ve zıt medeniyet âlemine karşı taarruz kudretimizin sembolü olan Ayasofya camii bugün müzedir.
Zıt dünyanın bütün orduları, donanmaları, servetleriyle ve her şeyleriyle asırlardan beri yapmak isteyip de beceremediğini,
biz kendi elimizle yapar ve sonra hicap duymadan fethin yıldönümlerine hazırlanırsak, bu halimizi ifadeye MANEVİ İFLAS tabiri yetmez!

-Fetihten şu kadar yıl sonra Bizansdan aşağıya düşürdüğümüz ruh merkezini kurtarmak için 2. bir Fatih'e muhtacız!!!



nfk
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
AGD Ayasofya için Bugün Meydana İniyor

17647.jpg


Anadou Gençlik Derneği İstanbul Şubesi Ayasofya'nın yeniden cami olması için kampanya başlatıyor.... 2 ekim pazar - bugün Sultan Ahmet Meydanı'nda Ayasfoya için toplanılacak.

Anadou Gençlik Derneği İstanbul Şubesi Ayasofya'nın yeniden cami olması için kampanya başlatıyor.... 2 Ekim Pazar yani bugün Sultan Ahmet Meydanı'nda Ayasfoya için toplanılacak.

Anadolu Gençlik Derneği İstanbul Şubesi Sultan Fatih'in Cami olarak vakfettiği Ayasofya'nın yeniden Camii'ye çevrilmesi için bir dizi etkinlik başlatıyor. Çeşitli etkinliklerle düzenlenecek olan kampanya kapsamında 2 Ekim Pazar günü Ayasofya Camii Önünde 'Zincirler Kırılsın Ayasofya açılsın' sloganıyla düzenlenecek basın açıklaması ve tiyatral gösterinin ardından start verilecek olan çalışma 29 Mayıs'a kadar devam edecek.

Anadolu Gençlik Derneği İstanbul Şubesi'nden yapılan açıklama'ya göre yarın Sultan Ahmet Meydanı'nda Ayasofya Camii Önünde bir basın açıklaması düzenlenecek ve Ayasofya'nın müze oluşu tiyatral bir gösteri ile protesto edilecek.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt