Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Sultan abdülhamid’in manevi kişiliği (1 Kullanıcı)

salavatqetir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Eki 2010
Mesajlar
1,596
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
30
Dindar Kişilik ve Yaşantısı

R833302.jpg

Sultan II. Abdülhamid’in kişiliğinin en baskın özelliklerinin başında, dindar ve muhafazakâr olması gelir. Hayatı boyunca ibadetlerini hiç aksatmamış, abdestsiz evrak imzalamamıştır.

Abdülhamid Han’ın kadere inanışı fevkalade kuvvetliydi. Hacca gidemese de, başkaları tarafından pek çok defa ruhen orada görülecek ve hatta Osmanlı’nın “Veli” padişahlarından biri olarak nitelendirilecek kadar koyu dindar ve takva ehli bir sultandı.(1)

Bediüzzaman’ın talebelerinden Mustafa Sungur’un, Üstad’ın ağzından naklettiğine göre, Abdülhamid “Veli” idi: “Sultan Abdülhamid, velidir. Ben, onu hususî dualarımın içine almışım. Her sabah, ‘Ya Rabbi, sen Sultan Abdülhamid Han ve Sultan Vahidüddin ve Hanedan-ı Osmaniye’den razı ol’ diye dualarımda yad ederim.”(2)

Kızı Ayşe Osmanoğlu’nun da hatıratında temas ettiği gibi, doğru ve tam dinî itikada sahip bir Müslüman’dan başkası değildi. Beş vakit namazını kılar, sürekli Kur’an-ı Kerim okurdu. Daima camilere devam etmiş, Ramazanlarda Süleymaniye Camii’nde namaz kılmıştı.

Camide namaz kıldığı günlerden birinde Hamza Zâfir Efendi adında muhterem bir şeyhle tanışıp onunla ahbap olmuş ve Şazeli tarikatına bu vesileyle intisap etmişti (bağlanmıştı). Keza, Yahya Efendi Tekkesi’nin şeyhi olan Abdullah Efendi vasıtasıyla da Kadirî tarikatına girmişti.

Sultan Abdülhamid, herkesin namaz kılmasını, camilere devam etmesini çok isterdi. Sarayın hususî bahçesinde beş vakit Ezân-ı Muhammedî okunurdu. En çok tekrarladığı sözlerden biri de şuydu: “Din ve fen; bu ikisine de itikat etmek (inanmak) caiz.”

Abdülhamid Han ayrıca, -en sahih (doğru) hadis kitabı olan- Buhârî-i Şerif’i hususî surette (Abdülhamid neşri diye geçer; şu an elimizdeki en sağlıklı nüshadır.) bastırmış ve satışa koydurmadan bütün Müslüman memleketlerine, camilere ücretsiz hediye etmiştir.(3)

Nitekim Çanakkale Harbi sırasında, ordumuzun galip gelmesi için Sultan Abdülhamid’in devamlı surette “Buhârî-i Şerif” okuyarak dua ettiğini, Atıf Hüseyin Efendi hatıralarında ifade etmektedir. Şöyle ki: “Bizim için elden duadan başka ne gelir? Her vakit Buhârî-i Şerif okuyorum. Bir hatim de ikmal etmek (tamamlamak) üzereyim. İnşallah duamız Cenâb-ı Hak indinde müstecab (kabul) olur... Memleketin selameti, millet-i İslâmiye’nin bu beladan kurtulmasını dua ediyorum. Hastalığım iyi olsun, yine Buharî’ye başlayacağım. Çanakkale Harbinde hep Buhârî okudum. Cenab-ı Hak o vakit bizi himaye ve siyanet etti (korudu). Yine eder.”(4)

Diğer yandan, millî ve manevî değerlere sonuna kadar sadık kalmış, onları, içerden ve dışardan gelen çirkin saldırılara karşı müdafaa edip yüceltmiş ve devlet hayatında, İslâm Dini’ni ve Müslümanları korumayı ve güçlendirmeyi esas alan politikalar üretmiş, icraatlarda bulunmuştur.

Peygamber Efendimiz (sav) ve kutsal beldesine karşı duyduğu sonsuz sevgi, hürmet, sadakat ve hizmetleri; O’nun manevî şahsiyetine ve dinin izzetine hakaret içeren Batı kaynaklı iftira kampanyalarına karşı verdiği amansız mücadele; yine Avrupalılar ve Ermenilerin millî, tarihî ve kültürel değerlere yönelik olarak düzenledikleri karalama çalışmaları karşısında, saltanatı müddetince adeta bir “heykel” gibi dikilmesi, Abdülhamid Han’ın manevî yapısını açıklayan en çarpıcı misallerdendir.(5)

İşte, onun manevî profilini konu alan seçkin bir-iki hadise ve hatırat:

Evrakları Abdestsiz İmzalamazdı!

Sultan Abdülhamid, rivayete göre, yatağının başında daima temiz bir tuğla bulundururmuş. Bu tuğlayı, yataktan kalktığında çeşmeye kadar abdestsiz yere basmadan, teyemmüm almak için kullanırmış.

Bir gün hanımının, niçin böyle çok titiz hareket ettiğini sorması üzerine şu düşündürücü cevabı vermiş: “Bunca Müslümanların Halifesi olarak, biz sünnet ölçülerine dikkat etmezsek, Ümmet-i Muhammed bundan zarar görür!.”

Bu yüzden padişah, acil bir iş zuhur ettiğinde, gecenin hangi vakti olursa olsun uyandırılmasını ister, o işin ertesi güne bırakılmasına kesinlikle rıza göstermezmiş. Mâbeyn Başkâtibi Esad Bey, bu hususta şu fevkalade etkileyici hatıratını nakletmektedir:

“Bir gece yarısı, çok mühim bir haberin imzası için Sultan’ın kapısını çaldım. Fakat açılmadı. Bir müddet bekledikten sonra tekrar çaldım, yine açılmadı. ‘Acaba Sultan’a emr-i Hak (ölüm) mı vâkî (gerçekleşti) oldu?’ diye endişelendim. Biraz sonra tekrar çaldım; bu sefer kapı açıldı ve Sultan elinde bir havlu ile kapıda göründü.

Yüzünü kuruluyordu. Tebessüm etti: “Evladım, bu vakitte çok mühim bir iş için geldiğinizi anladım. Kapıyı daha ilk vuruşunuzda uyandım, ancak abdest aldığım için geciktim kusura bakma!. Ben bu kadar zamandır milletimin hiçbir evrakına abdestsiz imza atmadım. Getir imzalayayım!.” Ve besmele çekerek evrakı imzaladı.”(6)
 

salavatqetir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Eki 2010
Mesajlar
1,596
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
30
Kalp Gözü ve Yavuz’un Türbedarı

Abdülhamid Han zamanında, Yavuz Sultan Selim’in türbesine bakan fakir bir insan vardı. Hizmetkâr, çok şiddetli geçim darlığı sebebiyle sıkıntılı anlar yaşamaktaydı. Yine çok sıkıntılı olduğu bir zamanda, dayanamayarak türbeye hiddetle vurup şu sözleri söyler: “Bir de senin evliyâ olduğunu söylüyorlar!?. Yıllardır türbeni beklemekteyim; hâlâ yoksulluk içindeyim!..”

Türbedarın bu durumundan habersiz olan Abdülhamid, hemen ertesi gün onu çağırtarak, bir yıllık ihtiyacını tamamen karşılayacaktı. Çünkü, Sultan gece rüyasında ceddi Yavuz Selim’i görmüş ve onun uyarısını alarak türbedarın durumundan haberdar olmuştu.(7)

Hz. Peygamberle Orduyu Denetleyen Sultan!

İslâm Şairi Mehmet Âkif’in, İstanbul’daki bir camide, Abdülhamid döneminde orduda önemli bir göreve sahip olan bir subayın ağzından dinlediği şu hatıra, Abdülhamid Han’ın “veli padişahlardan” olduğunu ispatlayan en çarpıcı misallerdendir:

Mehmed Âkif, sabah namazlarını Sultan Ahmed Camii’nde kılmayı âdet haline getirmişti. Bir zaman, her sabah camiye erkenden gelip, mihrabın bir köşesinde sürekli gözyaşı dökmekte ve inlemekte olan, saçı-sakalı bembeyaz olmuş ihtiyar bir zat dikkatini çeker. Durmadan ağlayan bu adamı uzun süre büyük bir hayret ve merakla takip eder.

Nihayet bir gün yanına yaklaşarak, derdinin ne olduğunu, neden kendisini bu kadar derbeder ettiğini sorar: “Muhterem, Allah’ın rahmetinden bu kadar ümitsizlik olur mu? Niye bu kadar ağlıyorsun?” O zat, “Beni konuşturma, kalbim duracak.” diyerek önce konuşmak istemez. Ancak, çok ısrar edince, bu halinin sebebinin ne olduğunu Âkif’e gözyaşları içerisinde şöyle izah eder: “Ben, Abdülhamid devrinde binbaşı idim. Anam-babam vefat edince Sadârete (Sadrazamlığa) bir dilekçe gönderdim. Dedim ki: “Mallarımız, gayrimenkullerimiz var. Bunların bir nezâretçiye (bakıcıya) ihtiyacı vardır. Kabul buyurulursa istifa etmek istiyorum.”


Sadâret benim dilekçemi padişaha göndermiş. Bana doğrudan doğruya hünkârdan bir yazı geldi. “İstifa kabul edilmedi” deniyordu. Ben bir daha gönderdim. Yine aynı cevap geldi. Bizzat huzura çıkıp şifâhi (yüz yüze) görüşmek istedim. Ben o cehalet ile padişahın huzuruna çıktım:

- Sultanım, istifamın kabulünü istirham edeceğim. Durumumuz budur, dedim.

Derin derin biraz düşündü. İstifa etmemi istemiyordu. Yüzünden belli idi. Israrıma da dayanamadı. Öfkeli bir eda ile, elinin tersiyle:

- Haydi! İstifa ettirdik seni! dedi.

Ben dönüp, işimin başına geldim. Gece, mânâ âleminde orduların teftiş edildiğini gördüm. Rasulullah Efendimiz (sav), Yıldız Sarayı’nın önünde duruyordu. Bütün Türk ordusunu teftiş ediyordu. Osmanlı padişahlarının ileri gelenleri de orada idi. Abdülhamid, edeple Fahri Kainat Efendimiz’in arkasında duruyordu.

Derken, benim birliğim geldi. Başında kumandan olmadığı için darmadağınıktı. Efendimiz: “Nerede bunun kumandanı?” diye sordular. Abdülhamid de: “Ya Rasulallah çok ısrar etti. İstifa ettirdik.” dedi.

- Senin istifa ettirdiğini, biz de istifa ettirdik! Buyurdular.

İşte ben o gün bugündür bunun hicranı ve pişmanlığı ile gözyaşı döküyor, kederleniyorum. Ben ağlamayayım da söyle kim ağlasın?(8)




 

salavatqetir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Eki 2010
Mesajlar
1,596
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
30

“Sakın Aleyhinde Konuşma; O, Veliydi!”


Yazar Ahmed Şahin’in, Adıyamanlı merhum Mahmud Allahverdi’nin bizzat ağzından duyduğu şu yaşanmış hadise de, Sultan Abdülhamid’in “manevî hüviyetine” parlak bir ışık tutmaktadır:

“O günlerde ben de Sultan Abdülhamid aleyhtarı idim. Okulda anlatılanları gerçek sanıyor, aleyhinde bulunuyordum. Bir gün yine aleyhinde konuşurken, dükkanımdaki müşterinin biri bana çıkıştı: “Oğlum, sen imanlı insansın, sakın Abdülhamid aleyhinde konuşma. O büyük bir veli idi!”

Ben buna kızarak karşılık verdim: “Kim demiş veli diye? Memleketi bu hale getiren o değil mi? Ben öyle rivayetlere kulak asmam. Herkes bir şey söylüyor, kimi veli diye rivayet ediyor, kimi de deli diye...”

Yaşlı zat elindeki bastonuyla beni dürttü, belli ki kızmıştı: “Bana bak, şimdi sana öyle bir olay anlatacağım ki, bu ne bir rivayet, ne de bir söylenti. Bizzat yaşadığım, şahit olduğum, başımdan geçen bir olay bu!”

Ben bu defa dikkat kesilmiştim. Çünkü işitme, söylenti falan değil, bizzat yaşadığı bir olayı anlatacaktı. Nitekim başladı da anlatmaya:

- Ben, sekiz yaşına kadar dilsizdim. Konuşamıyor, el-kol işaretiyle maksadımı anlatmaya çalışıyordum. Babam buna çok üzülüyor, ne yapacağını bilemez halde bulunuyordu. Gitmedik hoca bırakmadı, ama hiçbiri de fayda etmedi. Bir gün yaşlı komşumuz geldi, dedi ki:

- Seni çok üzgün görüyorum, üzülmekte de haklısın. Bir baba için yavrusunun dilsiz olması kadar üzücü bir şey olamaz. Sana bir çare söyleyeceğim. Bunu mutlaka yap!

Babam ümitle gözlerini açıp dinlemeye başladı: “Yarın şu yoldan Sultan Abdülhamid geçecek, oğlunu mutlaka karşısına çıkar ve ona dua ettir. Osmanlı sultanlarında yedi evliya derecesi vardır, ola ki şifa bula.”

Bu tavsiye babamın aklına iyice yatmış olacak ki, beklenen saatte yol üzerine çıktık, ümitle beklemeye başladık. Az sonra yaylı araba göründü, ama bizim ona yaklaşmamız mümkün değildi. İzdiham çok fazlaydı; uzakta kalışımıza çok üzüldük.

Fayton hizamıza gelince beklenmedik bir olay oldu. Ansızın durdu, içeriden başını uzatan Sultan Abdülhamid Han bize doğru bakarak seslendi: “İhtiyar! Çocuğu getir, çocuğu!” Şaşırdık. Babam heyecanla elimden çekerek beni kalabalığın içinden arabanın yanına götürdü, elimden tutup yukarı çıkardılar. Sultan, yanaklarımı okşadı, bir şeyler okuyor gibiydi. Az sonra bana: “Beni tanıyor musun, ben kimim?” diye sordu.

Benim dilim tutuktu, cevap vermem imkansızdı. Dilsizdim. O anda bir şeyler hisseder gibi oldum. Birden dilim çözüldü, cevap verdim: “Sen bizim padişahımızsın!” Bunun üzerine babam, “Allah Allah!..” diye feryadı bastı. Beni aşağı indirdiler. Ondan sonra bülbül gibi konuşmaya devam ettim. Dilimin açılması onun duasıyla oldu.

İşte evladım, bu olay bir söylenti falan değil, bir yaşamadır. Sakın ola ki, Osmanlı sultanları aleyhine konuşmayasın. Onlarda gerçekten yedi evliya derecesi vardı. Dilimin açılmasına sebep onun duasıdır. Ona hep Yasin okumaktayım.”(9)


Dipnotlar: 1) E. Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C.8, Ankara, 1988, s.249-250. 2) Vehbi Vakkasoğlu, Başkasının Günahına Ağlayan Adam, İstanbul, 2005, s.138. 3) Ayşe Osmanoğlu, Babam Sultan Abdülhamid, İstanbul, 1986, s.24-25. 4) Atıf Hüseyin Efendi’nin Hatıratı’ndan, s.266, 388; Karal, age, s.249-250; Mustafa Armağan, Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı, İstanbul, 2006, s.85-87. 5) Bkz. İsmail Çolak, Abdülhamid’i Yeniden Keşfetmek, İstanbul, 2007, Akis Kitap, s.49-56; Çolak, “Hz. Peygambere Hakarete Abdülhamid’in Müdahalesi”, Gülistan Dergisi, Nisan 2006, Sayı: 52. 6) Çolak, age, s.44. 7) Nak. İbrahim Refik, Efsane Soluklar, İzmir, 1992, T Ö V Yay, s.57. 8) M. Fethullah Gülen’in vaazlarında sıkça anlattığı bir hatıradır. Ayrıca bkz. Fazilet Takvimi, 24 Eylül 2003. 9) Ahmed Şahin, Olaylar Konuşuyor, İstanbul, 1995, Cihan Yay.; Şahin, “Sultan Abdülhamid Han Hakkında”, Zaman Gazetesi, 26 Mart 1996. Abdülhamid Han’ın farklı yönleri, kişiliği, projeleri, politikaları ve yenilikleri hakkında bkz. İsmail Çolak, Abdülhamid’i Yeniden Keşfetmek, İstanbul, 2007, Akis Kitap.


İSMAİL ÇOLAK
Gülistan Dergisi​
 

melankolik5288

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Nis 2009
Mesajlar
2,617
Tepki puanı
1,599
Puanları
113
Yaş
35
Ruhu şad mekanı cennet olsun bazıları kötülese de Osmanlı İmparatorluğunun en önemli padişahlarından birisidir. Osmanlının en buhranlı dönemlerinde devleti ayakta tutabilmiş. Maalesef tarihte çok defa olduğu gibi değeri çok sonra anlaşılmaya başlandı.
 

buket_zeynep

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2012
Mesajlar
2,757
Tepki puanı
180
Puanları
63
Yaş
39
KIZIL SULTAN mı ULU HAKAN mı diye sorup dursunlar...
bilen bilir ulu hakan olduğunu karış karış petrol aratıp haritalar çıkardığı memleketimizde şimdi onun çizdirdiği haritalarla petrol aranıyor ve BULUNUYOR...
ne kadar vatan haini oldukları aşikar ki vatan uğruna can vermiş
kız çocuklarının okutulması yolunda ilk adımları atmış musul kerkük işgal edilmesin, sömürülmesin diye kendi mülkü yapan padişah, filistini yahudilere yedirmeyin diye ağlayan padişahhh...
ah nasılda vatan hainisiniz siz! siz vatan haini iseniz biz kimiz biz nasıl niye yaşıyoruz ki....
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt