Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Rahmanın evine yolculuk (1 Kullanıcı)

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Selamün Aleyküm Ve Rahmetullahi
Hac mevsiminin yaklaştığı şu günlerde güzel bir yolculuğa gidecek kardeşlerimizden önceo kutlu topraklara manen gitmeye ne dersiniz.Evet mi?
Peki o zaman hep beraber gidiyoruz

Bismillahirrahmanirrahim
Rahman ve Rahim olan Allah 'in adıyla.
Hamd, sena ve övgülerin en güzeli, ezelde ve ebedde var olan, lutfuyla kainatı ve bizleri ya­ratıp var eden, sayısız nimetlerle yaşatan ve rahmetiyle doğru yolu gösteren Allah (c.c.)'a mahsustur.
Salat ve selam da, alemlerin Rabbi tarafından sevilen, insanların ise tanı­yıp, idrak edebilme nisbetince sevebildikleri, Efendimiz, önderimiz, Rehberimiz Hz. Muhammed Mustafa'ya, ashabı­na ve onun yolunu izlemeye çalışan ümmeti üzerine olsun.
Rabbimizin bazı özel nimetlerine ve hikmetlerine talip iseniz, karşılaştığınız her nimeti ve her hikmeti herkesle paylaş­mamak durumundasınız. Çünkü Rabbimizin lutfuyla elde et­tikleri her nimeti ve her hikmeti genede paylaşmaya meyyal kimseler, özel değil genel nimetlere, genel hikmetlere layık ola­bilecek kimselerdir.
Bilmiyorum neden, umre ve hac olayında derinden teneffüs ettiğim birçok duygu, insanlara açmak ve insanlarla paylaşmak istemediğim duygulardı Rabbimin lutfuyla yaşadığım bu duyguları insan­lara açtığım, insanlarla paylaştığım zaman, bütün bunları kaybedeceğim, bütün bunları yitireceğim endişesini hissedi­yordum!. Dolayısıyla hac ve umre konusunda böyle bir kitab çalışmasına girmeyi, gönlümden rahmet yüklü bu küçücük bohçayı açmayı hiç düşünmemiştim!.
Ancak olaylar farklı gelişti!.
Önceleri söz ve konuşma düzleminde açıldı bu küçücük bohça!. Yakın çevremdeki kardeşlerimle, arkadaşlarımla pay­laştım bu güzel duyguları Allah'a hamdolsun ki hem benim, hem de kardeşlerim için rahmet oldu bu konuşmalar. Daha önceleri umre ve hacca giden bazı kardeşlerimin Biz nereye gittiğimizin, ne yaptığımızın pek farkında değilmişik. O beldelere tekrar gitmemiz gerek, sözlerinden ise üzülerek etkilen­dim!.
Bu arada bir duamı, Kabe-i Muazzama'da yaptığım bir duamı hatırladım!. Hacca giderken benden dua isteyen tüm kardeşlerimi, Mescid-i Haram'ın muhteşem bir atmosferindeyken hatırla­mış ve Rahman olan Rabbimden tüm kardeşlerim için mana­ca derin, amelce salih bir hac dilemiştim. Çünkü beni diril­ten, her hücremi kıyama kaldıran o rahmet iklimini derinlemesine teneffüs ederken, benden dua istiyen kardeşle­rim için bundan daha iyi, bundan daha güzel bir dilek düşü­nemezdim!.
Hatırladığım bu duanın, hiç kuşkusuz ki benimle ilgili ameli bir yönü de vardı. Çünkü bu duada ne kadar samimi isem, bu duanın gerçekle şebilmesi için o kadar çalışmam ve haccın mana yönüne kü­çük, küçücük de oba bir ışık tutabilmem gerekiyordu. Dolayısıyla bu kitab çalışması, söz konusu duanın benimle ilgili ameli bir yönüdür.
Gerçi neyi ne kadar açabileceğimi, neyi ne kadar anlatabileceğimi bilmiyorum!. Sımsıcak manaların buz gibi kalıplarda dondurularak harflere, kelime­lere ve cümlelere dönüştürülmesiyle, Hz. İbrahim (a.s.)'ın sab­rı, sebatı ve tevekkülü, Hz. Hacer validemizin Rabbe münacaatı, Resulullah (s.a.v.)'in şefkat ve merhameti ne kadar anlatılabilinir ki.
Bu konuda ne yazarsak yazalım, ne kadar kalbi cümleler kullanırsak kullanalım, bütün bu yazılanlar Kabe'ye giden yolda sadece tek cümlelik bir yol levhası olabilecektir.
Kabe-i Muazzamaya gider.
Hepsi bu, yazdıklarımızın ve yazabileceklerimizin hepsi bu kadar. Mesela Kabe'nin olağanüstü görkemini anlatmak için kullandığımız Muazzam kelimesine dikkatlice bir ba­kın.
Muazzam!.
Soruyorum size, yedi harflik bu kelimede gördüğünüz, görebildiğiniz bir muazzamlık var mı? Bu kelimeyi ne kadar büyük, ne kadar güzel yazarsak yazalım, muazzamlık kaza­nabilir mi?
Hayır, tabi ki hayır!. Asıl gerçek, bu kelimelerin çok. çok üstünde, bu yol levhasının çok çok versindedir. Dolayısıyla bu kitab çalışmasında önemli olan ve önemsenmesi gereken husus kelimelerden ve cümlelerden oluşan yol levhası değil bu küçücük yol levhasının göstermeye çalıştığı Kabe gerçeği ve Kabe'nin manevi iklimidir!.
Evet, bu kitab çalışması her ne kadar hacca gidebilecek müslümanlar için haccın mana yönüne tek gözlü bir rehber, kü­çük bir ışık niteliğinde olacaksa da; hacca gitmeye güç yetiremeyen müslümanlarla bu muazzam olayı paylaşabilmeyi, onlara bu rahmet iklimini az da oha teneffüs ettirebilmeyi amaçlayacaktır. Rahman olan Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de mü'minlerin kalplerini birleştireceğini vadetmektedir. Dolayısıyla zikrettiğim amacın gerçekleşebilmesi konusundaki bütün umudum, Rabbimizin bu vaadindedir. Çünkü kaskatı cümlelerdeki buharımsı anlam, ancak ve ancak Rabbimizin bu va­adinin gerçekleşmesiyle birbirimize iletebileceğimiz, birbirimiz­le paylaşabileceğimiz bir anlamdır. Duamız sadece Allah'adır.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Nereye gideyim?

Nereye gideyim?

Bazen sıkıldığınızı, bazen bunaldığınızı hisseder, bü­tün sorunlardan uzaklaşmak için bir yerlere kaçmaya, eksiklerinizi gidermek için bir yerlere gitmeye karar verirsi­niz. Ve iç dünyanızda küçük bir fısıltı ile önemi büyük bir soruyu seslendirirsiniz.
Nereye gideyim?
Bu sorunun cevabı kimlik ve kişiliklere, çevre ve im­kanlara göre değişebilir. Manevi sıkıntılardan uzaklaşabilmek için gidilen ya da gidilmek istenilen yerler, çoğu kez maddi alemde güzel denilen yerlerdir. Betonarme şehir ya­şantısında bunalan insanlar için yemyeşil dağlar, serin yay­lalar veya mavi denizler genellikle tercih edilen yerlerdir. Manevi sıkıntılarını veya eksiklerini, maddi nedenlere bağ­layan ve çözümü yine maddede arayan bu anlayış, maddi alemin şimdiki zamanla sınırlı kısır ikramıyla yetinmek zorundadır.
Günümüzdeki birçok müslümanı veya müslümanım diyen kimseleri de böylesi bir cahili anlayıştan müstağni görebilmemiz mümkün değildir. Çünkü manevi açlıklarını, maddi alemde gidermeyi önceleyen bu şaşkınlar da yazlıklarıyla, kışlıklarıyla ve büyük bir cüretle “Cennetten bir köşe” dedikleri sayfiyelik tesisleri ile “Nereye gidelim?” so­rusuna beş yıldızlı cevaplar verebilmektedirler!. Bir çuval pirince açlık çekerken, kırık bir pirinç tanesiyle yetinmek zorunda kalan bu anlayış; tüm arayışlarını bütün bir ömür boyu sürdürse de, gideceği hiçbir yerde aradığı mutmainliği bulamayacak bir anlayıştır. Oysa yaşadığımız sıkıntılar, içine düştüğümüz bazı bunalımlar açık bir gerçektir. Birçok konuda eksikliklerimizin olduğu da doğrudur. Bü­tün bu sıkıntılardan ve bunalımlardan uzaklaşabilmek, bü­tün bu eksikliklerimizi giderebilmek için sorduğumuz “Ne­reye gideyim?” sorusu da, elbetteki sorulması gereken doğru bir sorudur. Peki, sorulması gereken bu doğru sorunun, doğru cevabı ne ola ki!.
“Nereye gideyim?” sorusuna nasıl bir cevap bulmalı­yız ki, bu cevapla birlikte diğer aradıklarımızı da bulmuş olabilelim!. Bu soruya nasıl bir cevap verelim ki bulduğu­muz bu cevab dertlerimizi devaya, bunalımlarımızı göz ve gönül aydınlığına çevirebilsin!.
“Nereye gideyim?”
Bu önemli soruyu nefsinize yöneltip, nefsani cevap­larla didişmek istemiyorsanız, her meselede her müminin yaptığı ve yapması gerektiği gibi öncelikle Kur'an-ı Ke­rime yöneliyor ve bu dosdoğru sorunuzu, doğrunun en temiz kaynağı olan Kur'an'a soruyorsunuz.
“Nereye gideyim?”
Kur'an-ı Kerim'e yönelttiğiniz bu soru, suya atılan bir taş gibi halkalar meydana getirmekte ve birbirini takip
eden her halka, birbiriyle uyumlu cevaplar vermektedir.
Ne için yaratıldığınızı ve ne olduğunuzu bilerek kendi­nize gelin, kendinize gidin. Aile sorumluluğunuzu ve ne yapmanız gerektiğini bilerek evlerinize gidin… Sıla-i rahim­de bulunun, akrabalannıza gidin... Yakın çevrenizdeki yar­dıma muhtaç yoksullara gidin, düşkünlere gidin, hastalara gidin... İslam'ı anlamak ve İslam'ı anlatmak için insanlara gidin...
Hiç kuşkusuz ki önce bunları, önce bu cevapları yaşıyorsunuz. Daha sonra ise Kur'an-ı Kerim'in birer birer verdiği bu cevapları birer birer yaşayan ve yaşamaya çalışan bir mü'min olarak, sorularını­za devam edebilme hakkını kendinizde görebiliyor ve başı­nızı gönlünüzün en alt noktasına eğerek “Peki sonra, son­ra nereye gideyim?” diyorsunuz. Nitekim bu son sorunuz ile cevapların en büyüğü, cevapların en görkemlisiyle karşılaşmaya başlıyorsunuz.
“Gerçek şu ki, insanlar için ilk kurulan Ev, Bekke (Mek­ke) de, o, kutlu ve bütün insanlar (alemler) için hidayet olan (Ka'be)dir.”,“Orada apaçık ayetler (ve) İbrahim'in makamı vardır. Kim oraya girerse o güvenlikdedir. Ona bir yol bulup güç Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerindeki hakkı­dır. Kim de küfre saparsa, kuşku yok, Allah alemlere karşı muhtaç olmayandır.”
“Hani Biz İbrahim'e Ev'in (Ka'be'nin) yerini belirtip ha­zırladığımız zaman (şöyle emretmiştik) Bana hiçbir şeyi or­tak koşma, tavaf edenler, kiyam edenler, rükua ve sucuda va­ranlar için evimi tertemiz tut.”,“İnsanlar içinde haca duyur; gerek yaya, gerekse uzak yollardarı (derin vadilerden) gelen yorgun düşmüş develer üs­tünde sana gelsinler.”,“Kendileri için birtakım yararlara şahid olsunlar ve ken­dilerine nzık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerinde belli günlerde Allah'ın adını ansınlar. Artık bunlardan yiyin ve zorluk çeken yoksulu da doyurun.”,“Sonra kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler, Beyti Atik'i tavaf etsinler”.
Evet, sorduğunuz son güzel soruya, güzelin gerçek sahibi olan Rabbimizin verdiği cevap, biz müslümanların dikkate alması, düşünmesi ve anlamaya çalışması gereken bir cevapdır. Çünkü Rahman ve Rahim olan Rabbimiz bizleri Beytullah'a, bizleri Kabe-i Muazzama'ya, bizleri gerçek bir hanif, gerçek bir halil olan İbrahim (a.s.)'a, bizleri alemlere rahmet olarak gönderilen Resulullah (s.a.v.)'e ve bu seçkin insanların yaşadıkları kutsal beldeye davet etmektedir.
Önce susuyorsunuz!.
Bu güzel daveti ve bu güzel davetin Sahibini düşünü­yorsunuz..
Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.) tarafından ciddiye alınmanın verdiği onurla hafifçe ürperdiğinizi ve içinizin bir hoş olduğunu hissediyorsunuz. Kabe'nin Rabbi, Kabe'nin sahibi olan Allah (c.c.) sizlere gerçek bir değer vermekte ve sizleri Kabe'sine, sizleri Bey fine davet etmektedir.
Ne diyeceğinizi şaşırıyorsunuz!.
Aklınıza ilk gelen, hali vakti yerinde birçok insanın esneyerek verdiği “Şimdi olmaz. İnşaallah ilerde, inşallah yaşlanınca!.” cevabı oluyor. Önce aklınıza, sonra dilinizin ucuna gelen bu cevabı biraz düşününce, dilinizin ucunda bir leş varmış gibi tiksindiğinizi hissediyor ve bu leşi hiç kimsenin göremeyeceği bir çukura tükürmek istiyorsunuz. Çünkü iman ettiğiniz Kur'an-ı Kerim'de bu İlahi davetin sa­hibi olan Rabbimiz “Ona bir yol bulup güç yetirenlerin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerindeki hakkıdır.” buyurmaktadır.
Ve bu davete ve bu İlahi davete icabet edememenin yegane haklı nedeni, bu davete güç yetirememektir. Hacca gitmeye güç yetirebiliyorsanız ve içinde bulunduğunuz şartlar itibariyle hacca gidebilecek bir durumdaysanız, ilk fırsatta hacca git­memeniz için başka hiçbir haklı nedeniniz, başka hiçbir haklı mazeretiniz yoktur. Önemli olan Kabeye gitmenin bir yolunu bulmak ve bu yola güç yetirebilmektir.
Peki siz, siz buna güç yetirebilecek olan müminlerden misiniz?
Gerçi her insana göre farklı cevaplar bulabilen bir so­rudur bu!. Parası olanların zamanı, zamanı olanların parası olmaz genellikle!. Kazanç gözüken bir yatırım için gözünü kırpmadan varını yoğunu satabilen veya bu yatırıma ayları­nı, yıllarını ayırabilen birçok kimse; iş hacca gitmeye geldimi yedi günün hesabını yapabilmekte veya yedi sülalesi­nin, yetmiş yıllık istikbalini düşünebilmektedir!.
Oysa hacca gitmek bir darlık değil bin genişlik, bir yoksulluk değil bin zenginlik, bir kıtlık değil bin bolluk, bir azlık değil bin bereket vesilesidir. Dolayısıyla bü­tün bunları bilen ve bütün bunlara iman eden bir mü'min olarak Rabbinizin daveti karşısında hiç bocalamadan, hiç oyalanmadan gönlünüze yöneliyor ve gönlünüzden yükse­len şu cevabı açık bir şekilde ifade ediyorsunuz.,
“İnşaallah!.
İnşaallah en kısa zamanda!. İnşaallah ilk fırsatta Ya Rabbi!..
 

Hasıl ı Kelam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Ağu 2008
Mesajlar
2,034
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Selamun Aleyküm;

o kadar özledimki oraları...

Sizde gideceklerden birimisiniz diye düşündüm.İnşaAllah en yakın ve hayırlı zamanda size,dileyen tüm kardeşlerimizede nasib olsun.

Allah celle celalüh razı olsun.Konunuz hayırlara vesile olsun inşaAllah Yusuf kardeşimiz.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Selamun Aleyküm;

o kadar özledimki oraları...

Sizde gideceklerden birimisiniz diye düşündüm.İnşaAllah en yakın ve hayırlı zamanda size,dileyen tüm kardeşlerimizede nasib olsun.

Allah celle celalüh razı olsun.Konunuz hayırlara vesile olsun inşaAllah Yusuf kardeşimiz.

Ve Aleyküm Selam Kardeşim
Tabi oraları görüpte özlememek mümkün olmasa gerek, özleminizi bir nevze olsun anlayabiliyorum, yaşayanların duyguarını okuyarak ancak bir nevze teselli oluyoruz inşaAllah en kısa zamanda Mevlam gitmek isteyen her kardeşimize nasip eder.

Selam evvelde ve ahirde üzerinize olsun
 

hilal-gül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Eki 2009
Mesajlar
74
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
“İnşaallah!.
İnşaallah en kısa zamanda!. İnşaallah ilk fırsatta Ya Rabbi!..
Allah razı olsun
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Niyet

Niyet

Sizi yaratan ve yaşatan Rabbinizin İlahi daveti ile karşılaşan bir mü'min olarak, içinde bulunduğunuz durumu gözden geçiriyor ve umreye ya da hacca gidebilecek im­kanlara sahip olup-olmadığımzı düşünüyorsunuz. İlk genel değerlendirmenizde ev ve iş gibi asli ihtiyaçlarınızın dışında böyle bir imkana sahip olduğunuzu görmenize rağmen nefsinizden şöyle bir vesvesenin fısıldandığını duyabilirsi­niz.
Hacca gitmeye imkanım var ama daha şunları şunları yapmam, bunlara bunlara vakit ayırmam da gerekli!.
Bu vesvese karşısında duraksadığınızı hissediyorsu­nuz. Çünkü sizlere akli, sizlere mantıklı gelen gerekçelerdir bunlar. Gerçekten o işleri de yapmanız, bu işlere de vakit ayırmanız gereklidir!. Bir tercihle karşı karşıya olduğunuzu biliyor fakat karar veremiyorsunuz!.
Oysa sizleri Beytullah'a davet eden ve sahip olduğu­nuz imkanları kazanmanızı nasib eden Rabbiniz, asıl itibariyle sizleri hem davet eden ve hem de uçak biletleriniz da­hil bütün masraflarınızı lutfuyla sizlere nasib eden, sizlere gönderen bir davet sahibidir. Sizler ise sahip olduğunuz bu imkanlan kendinizden, kendi çalışmalarınızdan bilerek, “Bu imkanlarım ile hacca mı gideyim yoksa şu işlerimi mi yapayım?” diye düşünüyorsunuz!.
Tabi ki tercih sizin!.
İsterseniz sizlere lütfedilen imkanlar ve uçak bileti ile Beytullah'a gidersiniz, isterseniz uçak biletini satarak bu imkanla bir hacetinizi giderir, bir def-i hacet yaparsınız!.
İsterseniz falanca işleri erteleye erteleye Beytullah'a gidersiniz, isterseniz haccı erteleye erteleye kabire gidersiniz!.
İsterseniz ne yaptığını bilen ve çevresindekilere yar­dım eden dinç bir müslüman olarak Kabe'yi tavaf edersi­niz, isterseniz çevrenizdekilerden yardım dilenen aciz bir ihtiyar olarak tahtıraverana bindirilir ve kendisi tabuta, üstünde oturanı ise mevtaya benzeyen bu tahterevanlar ile Kabe etrafında döndürülürsünüz!.
Tercih sizin!.
İşte bu noktadaki tercihiniz İlahi davete icabet etme noktasında olduğu zaman, önce Hak'kın sonra halkın duyacağı bir cümle ile bu niyetinizi ifade ediyorsunuz.
Niyet ettim hacca gitmeye..
Niyet ettim Beytullah'a gitmeye.. Bu niyetinizi duyan ancak ne anlama geldiğini yete­rince anlamayan bazı tanıdıklarınız, sizlere değişik sorular yöneltmeye başlıyorlar.”
“Neden niyet ettin ve neden gidiyorsun hacca?
“Arabistan'ı gezip, görmek için mi?”
“Araplara döviz götürmek için mi?”
“Hacı olmak için mi?”
“Hacı desinler diye mi?”
“Neden niyet ettin ve neden gidiyorsun hacca?”
Değişik insanlardan gelen bu değişik sorular karşısın­da ne cevap vereceğinizi hiç şaşırmıyor ve hacca gitme nedeninizi tek bir cümle ile ifade ediyorsunuz.
“Rabbimin emri, Rabbim çağırıyor ve ben gidece­ğim?”
Bu kısa cevabın derin manasını anlamasanız da, ne­denini, niçinini, hikmetini yeterince bilmeseniz de bu ceva­ba kilitleniyor, bu cevaba sımsıkı tutunuyorsunuz.
“Rabbimin emri, Rabbim çağırıyor ve ben gideceğim?”
“Neden gideceksin?”
“Bilmiyorum, Rabbim çağırıyor.”
“Gideceksin de ne olacak?”
“Bilmiyorum, Rabbim çağırıyor.”
“Bunun hikmeti ne?”
“Bilmiyorum, Rabbim çağırıyor. Ve susun ve soru sormayın artık!. Çünkü hiçbir felsefi ve akademik sorunun, hiçbir felsefi ve akademik cevabını bilmiyorum, bildiğim ve iman ettiğim gerçek şu.”
Rabbim çağırıyor.
Bunun için yollara düşecek ve Rabbimin bu emrini yerine getirmek için Kutsal topraklara gideceğim. Onun için susun, hepiniz susun ve önümden çekilin, Rabbim ça­ğırıyor.”
Evet, ciddi ve samimi bir şekilde niyetlendiniz artık. Bu apaçık niyetinizde koyulaşmanıza ve netleşmenize rağmen halk arasında sıkça kullanılan “Hacılık nasip olmayacak kişiyi deve üstünde yılan sokar” atasözünü hatırlıyorsunuz. Bu kuşku sizi rahatsız ediyor ve boynunuzu bükerek usulca fısıldıyorsunuz.
Ben niyet ettim. Sen nasib et Ya Rabbi...
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Hacca hazirlik

Hacca hazirlik

Hocca girmeye niyet ettiniz.
Mü'mine bir bacımızla evliyseniz ve maddi durumu­nuz da müsaitse, elbetteki eşinizle birlikte gitmelisiniz. Çünkü mü'min bir erkeğin, mü'mine bir hanımına helal rızıktan sonra verebileceği en güzel şeylerden birisi, hanımı­nı helal parayla hacca götürebilmektir. Bu arada şu hususu da belirtmek isterim ki şayet çok yaşlı veya hasta iseniz, kendi yerinize (maddi açıdan hacca gidebilecek durumda olmayan) genç bir müslüman yakınınızı göndermeniz, hem sizin ve hem de bu genç müslüman açısından çok rahmetli bir karar olacaktır. Çünkü kanaat ve gözlemlerime göre şartlar icabı vekaleten yapılması gereken ve kalbi bir mutmainlikle yapılabilecek olan en öncelikli amel, hac ameli­dir, Dolayısıyle bütün bu hususları dikkate alarak son bir değerlendirme yapıyor ve durumunuza en uygun karan veriyorsunuz.

Allah nasib ederse artık hacca gidecek ve yaklaşık olarak bir ay kadar ailenizden, yakınlarınızdan uzak kalacaksınız. Tabi ki geçindirmekle mükellef olduğunuz insanla, sizin yokluğunuzda bir sıkıntıyla karşılaşmamaları için gerekli önlemleri alıyor, gerekli nasihatlerde bulunuyorsunuz. Kabe'yi tavaf ederlerken ellerindeki cep telefonlarıyla iş talimatı veren şaşkınlara benzememek için, bütün işleri­nizi yoluna koyuyor veya kısmi bir rölantiye alıyorsunuz.
Günler yaklaşmaktadır!.
Artık size gelen veya sizin gittiğiniz tanıdıklarla hac­dan önceki son hasbıhallerinizi yapıyor ve bu hasbıhaller sonunda onlara “Allahaısmarladık” derken, onlardan helal­lik diliyorsunuz.
“Hakkını helal et, hakkınızı helal ediniz!.”
Helallaşmak!. Hacı adayı İçin, hacca hazırlığın en önemli rüknüdür bu!. Tanıdıklarınız arasında “Bunların bana hakkı geçmiştir, şunların ise geçmemiştir” ayırımını yapmadan, hepsiyle helallaşmak, helallaşmaya çalışmak.
Çünkü çocuklannızın, çünkü yanınızda çalışan insanların, çünkü devamlı yardımlarda bulunduğunuz fakat bu yardımlarda bulunurken bilmeyerek incittiğiniz yoksulların dahi sizlerde hakkı olabilir. Bu nedenle hiçbir ayırım yap­madan tanıdığınız herkesle helallaşıyor, helallaşmaya çalı­şıyorsunuz.
Hacca gitmeden önce helallaşmayı bu derece önem­seyişiniz, bazı kimselere biraz tuhaf gelebilir. Helallaşmayı geçmiş dönemlerdeki zor yolculuk şartlanna nisbet eden bu kimseler “Üç ay gibi zorlu bir yolculukla hacca gidilen o dönemlerde, bu yolculukta nelerle karşılaşacağı ve kim­lerin dönüp-dönemeyeceği hiç belli değildi. Şimdi ise üç saat gibi kısa sürede uçakla gidip geliniyor” diyebilirler!.
Tabi ki katılmıyorsunuz böyle bir yaklaşıma!.
Çünkü yolculuk şartları ister kolay olsun, ister zor, günümüzdeki hiçbir hacı adayının da dönüp-dönmeyeceği belli değildir. Kaldı ki bu ciddi mesele, hacı adayının dönüp dönmemesiyle, ölüp-ölmemesiyle sınırlı bir mesele de değildir.
Bu yolculuk, Allah'a bir yolculuktur.
Bu gidiş, Allah'a bir gidiştir.
Böyle bir yolculukla, böyle bir gidişle varacağınız yer, Beytullah'dır. Nasib olursa Beytullah'a varacak ve bu kutlu beytin sahibine “Geldik, geldik Ya Rabbi” diyeceksiniz. İşte bu tekmili gönül rahatlığı ile verebilmeniz için, Rabbinizin huzuruna sırtınızda kul hakları gibi büyük bir kambur­la değil, Allah'ın kullarıyla helallaşmanın verdiği bir hafiflik­le, bir temizlikle çıkmaya çalışmanız gerekmektedir.
Öyle değil mi?
 

Ravzadakinurunkölesi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
25 Ağu 2008
Mesajlar
1,770
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
38
Giderken kendinizi götürdüğünüzü,ASLA UNUTMAYIN!
Bavul hazırlamak yerine beyninizi ve ruhunuzu hazırlayın.
Emmare Nefsinizi burda bırakın,ordan dönünce sakın muhatap olmayın.
Yanınızda bir kuş götürüp ona da tavaf ettirebilir, gerekli ibadetleri yaptırabilirsiniz,belki bizden daha yüksek makama ulaşabilir çünkü onun günah işleme şansı yok ama her yaratılan Allah'ı zikreder.Bizim kaybımız günaha meylimiz ve işleyebilmemizdir.Kuşlardan farklı olabilmeliyiz.
Kabe Mekke'de,Efendimiz Medine'dedir evet ama esasta kalpte olmalıdır,aklınızdan çıkarmayın.

Bunlar da acizane benim tavsiyelerim,haklarınızı helal edin...

Mevla gidenlere tekrarını,gitmeyenlere tez zamanda görebilmeyi nasip etsin inşallah.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Giderken kendinizi götürdüğünüzü,ASLA UNUTMAYIN!
Bavul hazırlamak yerine beyninizi ve ruhunuzu hazırlayın.
Emmare Nefsinizi burda bırakın,ordan dönünce sakın muhatap olmayın.
Yanınızda bir kuş götürüp ona da tavaf ettirebilir, gerekli ibadetleri yaptırabilirsiniz,belki bizden daha yüksek makama ulaşabilir çünkü onun günah işleme şansı yok ama her yaratılan Allah'ı zikreder.Bizim kaybımız günaha meylimiz ve işleyebilmemizdir.Kuşlardan farklı olabilmeliyiz.
Kabe Mekke'de,Efendimiz Medine'dedir evet ama esasta kalpte olmalıdır,aklınızdan çıkarmayın.

Bunlar da acizane benim tavsiyelerim,haklarınızı helal edin...

Mevla gidenlere tekrarını,gitmeyenlere tez zamanda görebilmeyi nasip etsin inşallah.

Bu güzel ve hayırlı taviyeleriniz için Mevlam razı olsun inşaAllah değerli kardeşim.İnşaAllah'u Rahman Allah'u teala en kısa zamanda gidemeyen bütün kardeşlerimize nasip eder.( Öncelikle bana tabiki : ) )
Selamün Aleyküm Ve Rahmetullahi
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Kabe'ye hareket

Kabe'ye hareket

Uzun yıllardır özlemle ve heyacanla beklediğiniz o gün geldii. Artık bir Kabe yolcusu olarak yollara düşecek, Rabbinizin beytine, Beytullah'a doğru gideceksiniz.
İstanbul, Ankara veya İzmir gibi Suudi Arabistan'a di­rek uçuşların olmadığı bir şehirdenseniz, ilk yolculuğunuz bu şehirlerden birisine oluyor. Genelde otobüslerle yapılan bu ilk yolculuk, hacı adaylarının yakınlarıyla vedalaştığı, hayır ve rahmet dualarıyla uğurlandığı bir yolculuktur. Siz­leri yolcu etmeye gelen yakınlannızla, dost ve ahbablannızla derin duygular içinde son konuşmalarınızı yapıyor ve hepsine “Allahaısmarladık” diyorsunuz. Bütün sevdiklerini­ze arkanızı dönerek ve yüzünüzü Rabbinize yönelterek ilk yolculuğunuza başlıyorsunuz.
Havaalanına geldiğinizde büyük bir kalabalık, büyük bir hareketlilikle karşılaşıyorsunuz. Çevre illerden gelen hacı adaylarının hepsi havaalanına doluşmuşlar, genellikle ne yapacaklannı bilmeyen heyecan dolu gözlerle etrafları­na bakmıyorlar. Diyanet işleri tarafından hepsine tek tip elbise giydirilmesine rağmen, hepsi ayrı bir insan, hepsi ayn bir alem gibi!.
Altmış yaşlarında iki kadına bakıyorsunuz. O yaşlarıma kadar köylerinde yaşayan, köylerinin bağlı bulunduğu şehre değil kasabaya bile inmeyen bu kadınlar, bir büyük şehrin, bir büyük havaalanına gelmişler ve birbirlerinin el­lerini sımsıkı tutarak ürkek gözlerle etraflarına bakıyorlar. Sanki ilkokula yeni giden iki kız çocuğu gibi heyacanlı, iki kız çocuğu gibi saf ve temizler. Birbirlerinin elini bıraksa­lar, birbirlerini kaybedecekler, kaybolacaklar gibi!. Bu temiz insanlara sizlerde tertemiz duygularla bakıyor ve onlar için Rabbinize dua ediyorsunuz.
Diğer tarafta köyde muhtarlık, askerde onbaşılık yap­makla herşeyi bildiklerini, her işi halledebileceklerini zanneden ve bu eda ile ortalıkta dolaşan fakat dolaşmaktan başka hiçbir şey yapamayan bilgiçler!. Bir diğer tarafta aile içi otoritesini kalabalıklar arasında da ispatlama gayre­tine düşen ve bu gayretle hanımlanna sert çıkışlarda bulu­nan zorba erkekler!. Hacı adaylarının bu değişik görüntü­ler arasındaki en belirgin ortak yönleri ise, üzerlerindeki tek tip elbiseler ve hepsinin gözlerindeki ne yapacağını pek bilemeyen bakışlar!.
Ne yapacaklannı bilemeyen bu insanların öğrendikle­ri ve bütün bir hac yolculuğu sırasında hiç unutmadıkları tek şey, kafile reisleri!. Ana tavuğun arkasından koşuştu­ran civcivler gibi, herkes kendi kafile reisinin arkasından koşuşturmakta!.
O nereye giderse, peşindekiler de hurraa oraya!.
Kafile reisi bazen duruyor ve kafilesine dönerek “Siz­ler burada durun, sakın hiçbir yere dağılmayın. Ben şu iş­leri halledip geleceğim” diyor. Yüksek sesle ve tane tane söylediği bu sözlerden sonra işini halledeceği yere gider­ken bakıyorsunuz kafile ikiye ayrılmış!. Verilen emiri du­yanlar olduklan yerde beklerken, emiri duymayanlar veya yeterince anlamayanlar yine kafile reisinin peşinde!.
Bütün bu hengameler arasında bilet ve vize kontrol işleri yapılıp, valizler uçağa gönderiliyor. Önce Medine'ye değilde Mekke'ye gidecekseniz, mikat yerini havada geçe­ceğinizden hac veya umre için ihrama girmeniz gerekiyor. Bildiğiniz gibi hac ibadetimizi ifrad, Temettü ve Kıran haccı olmak üzere üç şekilde eda edebilmemiz mümkündür. İfrad haccı, umresiz yapılan hacdır. Hacdan önce umre yapmayıp, sadece hac için İhrama girerek haccını eda edenler, ifrad haccı yapmış olurlar. Temettü haccı, aynı yı­lın hac ayları içinde önce umre yapıp ihramdan çıktıktan sonra hac için tekrar ihrama girilip, haccın eda edilmesi­dir. Kıran haccı ise umre ve haccın bir ihramda ve bir niyyette birleştirilmesidir. Umre ve haccın ikisine birden niyyet ederek umreyi yaptıktan sonra ihramdan hiç çıkmadan hac menasikini de eda edenler, kıran haccı yapmış olurlar. Menasik kitablarında geniş ve yeterli anlatımını bulacağınız bu meselelere fazlaca girmemize gerek yoktur.
Bu kısa açıklamamızdan da anlaşılacağı üzere yapa­cağınız hacca göre, mikat sınırına gelmeden umre veya hac için ihrama girmeniz gerekmektedir. Uçakta ihrama girmek zor olabileceğinden uçağa binmeden önce hacılar için ayrılan özel bölmelerde ihrama girme hazırlığı yapı­yorsunuz. Gerçi yola çıkmadan önce tırnaklannızı kesip, koltukaltı ve kasık kıllarını temizleyip, gusledip ve güzel kokular sürünerek bu hazırlığınızı yapmıştınız. Burada sadece bir abdest tazeliyor ve iki parça olan ihramınızı koltuğunu­zun altına alarak özel bölmelere gidiyorsunuz. Evet, ihrama gireceksiniz!.
Peki nedir ihram ve nedir ihrama girmek?
İhramın en kısa ve en doğru tarifi kefendir. Dikişsiz ihram, dikişsiz bir kefen gibidir. İhrama girmek, ölmeden önce ölmek, ölmeden önce kefenlenmek gibidir.
Bu nedenledir ki mikat yeri, Rablerine doğru yolculuğa çıkan insanlann kendileri­ni dünyadan arındırdıkları, dünyevi giysilerden, dünyevi sembollerden uzaklaştıkları, kendi kendilerini kefenledikleri, kendi kendilerine kefen giydirdikleri bir yerdir. Ne ka­dar zengin veya ne kadar fakir olursanız olun, zenginlerin pahalı, fakirlerin yamalı elbiselerini çıkararak aynı ihrama girdikleri, aynı ihram ile Rablerine yöneldikleri bir yerdir mikat yeri.
Mikat yerine kadar kaliteli elbiselerle, etiketli kıyafet­lerle, yıldızı bol üniformalarla gelenlerin, mikat yerinden böylesi kıyafetlerle geçebilmesi mümkün değildir.
Soyunacaksınız!.
Zenginliğinizin işareti olan giysilerden, makamınızın işareti olan kıyafetlerden, rütbenizin işareti olan apoletlerden uzaklaşacaksınız!. Rızasına yöneldiğiniz ve beytine doğru yürümekte olduğunuz Rabbiniz, sizin üstünüzdeki kı­yafetlere nasıl ki önem vermiyor, sizleri üzerinizdeki elbi­selere göre nasıl ki tanımlamıyorsa, sizler de böylesi dün­yevi kıyafetlere önem vermeyecek, kendinizi ve başkalannı bu kıyafetlere göre tanımlamayacaksınız.
Soyunacaksınız, çıkaracaksınız üzerinizdeki bütün elbiseleri ve hepiniz aynı ihrama ve hepiniz aynı kefene girerek, Rabbinizin rızasına doğru yürüyeceksiniz. Bundan böyle kıyafetlerden kaynaklanan bir ayrıcalığınız, yıldızı bol apoletlerden kay­naklanan bir rütbeniz yok!. Hepiniz iki parçalık aynı ih­ram içindesiniz. Artık yegane ayrıcalığınız salih ameller, artık yegane rütbeniz takva!.
İhrama girmek için özel bölmelere giderken, hep bunları düşünüyor, hep bunlan anlamaya çalışıyorsunuz. Çünkü bütün bunları bilerek, bunları anlayarak, bunları ya­şayarak ihrama girmek istiyorsunuz. Bu arada etrafınıza, ihrama giren, ihrama girmekte olan diğer hacı adaylarına bakıyorsunuz. Sanki bir pazar yerindesiniz!.
Kimisi yeni bir elbise giyiyormuş gibi heyecanlı, kimisi bir bayrama hazırlanıyormuş gibi neşeli, kimisi sanki başkasını kefenliyormuş gibi gafil, kimisi endişeli, kimisi hüzünlü, kimisi derin duygular içinde..
Tekrar kendinize yöneliyor ve koltuğunuzun altındaki iki parça ihram ile özel bölmeye giriyorsunuz. Artık ihrama gireceksiniz. Daha önce temizleyip, guslettiğiniz vücu­dunuzdan elbiselerinizi birer birer çıkarıyorsunuz. Öldüğü­nüz zaman başkalarının, öldüğünüz zaman yakınlarınızın yapacağı bu işleri kendi kendinize yapıyorsunuz. Bunları yaparken garip bir hayrete, garip bir şaşkınlığa da düşü­yorsunuz!. Çünkü bir mevtanın kendi kendisini soyması, kendi kendisini gusletmesi, kendi kendisini kefenlemesi gibi bir olayı yaşıyorsunuz!.
Rabbe döndürüleceğiniz zaman sizleri kefene sarar­larken ne hissedecekseniz, ihrama girerken de aynı duygu­ları hissediyorsunuz!. “Bu da bir Rabbe dönüş, bu da bir Rabbe gidiş” diyorsunuz kendi kendinize!.
İhrama girerken yaşadığınız bu duygular içinde öylesi­ne derinleşiyorsunuz ki, iki rekat ihram namazı kılmaya giderken hareket eden ellerinize, hareket eden ayaklarınıza şaşkınlıkla bakıyor, bir ölünün canlılar gibi hareket etmesi­ni, bir ölünün canlılar gibi yürümesini aynı şaşkınlıkla kar­şılıyorsunuz!.
İki rekat ihram namazını kıldıktan sonra hac veya umreye niyet etmeniz gerekmektedir. İfrad haccı yapacak olanlar hacca, temettü haccı yapacak olanlar (hacdan önce ifa edecekleri) umreye, kıran haccı yapacak olanlar ise hac ve umreye birlikte niyet edeceklerdir. Genellikle tercih edilen temettü haccına karar vermişseniz, bu hacdan önce ifa etmeniz gereken umreye niyet ediyorsunuz.
“Ya Rabbi, Senin nzan için ihrama girdim ve Senin rızan için umre yapmak istiyorum. Bu ameli bana kolaylaştır ve bunu benden kabul buyur.”
Bu niyeti yaptıktan sonra telbiye getiriyorsunuz.
“Lebbeyk, Allahümme lebbeyk
Lebbeyke la şerike leke lebbeyk
İnne'l hamde, ve'nni'mete, leke ve'l mülk, la şerike lek”
Bütün bir hac boyunca sık sık tekrar edeceğiniz bu telbiyeyi, hem lafzen ve hem de anlam olarak öğrenmelisi­niz, öğrenmelisiniz ki ne söylediğinizin, nasıl bir tekmil verdiğinizin, hangi gerçeklere iman ettiğinizin farkına varabilesiniz.
“Lebbeyk, Allahümme lebbeyk (Buyur Allah'ım buyur).”,“Lebbeyke la şerike leke lebbeyk (Senin eşin ve ortağın yoktur, buyur).”,“İnne'l hamde (Hamd Senin), ve'nni'mete (Nimet Senin), leke ve'l mülk (Mülk Senindir), la şerike lek (Senin eşin ve ortağın yoktur).”
Bu tekmili verip, bu telbiyeyi getirirken, daha önce zikrettiğimiz şu ayet-i kerimeleri hatırlıyorsunuz.
“Hani Biz İbrahim'e Ev'in (Ka'be'nin) yerini belirtip ha­zırladığımız zaman (şöyle emretmiştik) Bana hiçbir şeyi or­tak koşma, tavaf edenler, kıyam edenler, rükua ve sucuda va­ranlar için Evimi tertemiz tut.”,“İnsanlar içinde haccı duyur; gerek yaya, gerekse uzak yollardan (derin vadilerden) gelen yorgun düşmüş develer üs­tünde sana gelsinler.”
Şanı yüce Rabbimiz' Hz. İbrahim (a.s.)'a insanlar içinde haccı duyur, haccı ilan et buyurmaktadır. Bizler Hz. İbrahim (a.s.)'ı zahiren görmememize, bizler Hz. İbrahim (a.s.)'i zahiren duymamamıza rağmen, kullarından hakkıyla haberdar olan ve kullarını haktan haberdar eden Rabbimiz bizlere, biz müslümanlara bu kutlu, daveti duyurmaktadır. İşte bu İlahi daveti duyan, bu yüce davete muhatap olan bizlerden ortak bir ses, ortak bir haykırış yükselmektedir.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Kabe'ye hareket

Kabe'ye hareket

“Lebbeyk, Allahümme lebbeyk”
Buyur Allah'ım buyur. Davetini duydum ve iman et­tim, davetini duydum ve teslim oldum, davetini duydum ve icabet ettim, davetini duydum ve yollara düştüm. Buyur Allah'ım buyur..
“Lebbeyke la şerike leke lebbeyk” Senin eşin ve ortağın yoktur, buyur. Herşeyi yaratan .ve herşeyi yaşatan Sensin. Sen birsin, Sen teksin, herşey Sana muhtaç, Sen hiçbir şeye muhtaç değilsin. Senin eşin ve ortağın yoktur. Hüküm Sana, hakimiyet Sana aittir. Yegane İlah Sensin, yalnız Sensin, yalnız Sen. Ve ben sadece Sana yöneldim, buyur.
“İnne'l hamde Hamd Senindir, yalnız Sana hamdederim. ve'nni'mete. Nimet Senindir, yalnız Sana şükrederim, leke ve'l mülk, Mülk Senindir, yalnız Senden isterim. şerike lek”
Senin eşin ve ortağın yoktur. Tekrar söylüyorum, tekrar tekrar söyleyeceğim ki İlahım yalnız Sensin, Rabbin yalnız Sensin, Allah'ım yalnız Sen. Senin eşin ve orta­ğın yoktur.
Evet, umre için ihrama girdikten, niyet edip telbiye getir­dikten sonra bütün ihram yasakları başlamış durumdadır. Lafzıyla ve manasıyla iliklerinize kadar işleyen telbiyeyi ge­tire getire uçağa biniyorsunuz.
Benim gibi daha önceleri uçağa hiç binmemiş, ilk uçak yolculuğunu mukaddes topraklara doğru yapan bir kimse iseniz, uçağın ilk kalkıştaki tatlı heyacanı ile yolcu­luk heyacanınızın birbirine karıştığını hissedecek ve uçak kalkış pistinde hızlanmaya, motor gürültüleriyle beraber sarsıntılar artmaya ve uçağın ön tarafı kalkarak yavaş ya­vaş havalanmaya başladığında, içinizde hissedebileceğiniz tatlı ve heyacanlı bir ürperti ile dudaklarınızdan şu ifadenin yükseldiğine şahit olabileceksiniz.
“Geliyorum Ya Rabbi!.”
Artık havadasınız. İlk kez yukarılardan aşağılara bakı­yor ve biraz şaşırıyorsunuz!. Çünkü aşağılarda iken sizlere büyük gözüken Meclis binasına benzer yapıların, koyun pisliğindeki bir tane kadar küçüldüğünü, ufaldığını görüyor­sunuz.
Sonra düşünüyorsunuz bu küçücük tanelerin içinde yaşayan insanları!. Ve yanınızdaki arkadaşınıza dönerek “Şu küçücük taneleri görüyormusun. İşte onların içindeki birçok insan, onların içindeki birçok şaşkın, burunlarını havaya kaldırarak ve “Ben, ben, ben..” diyerek kendilerini bir şey sanıyorlar” diyorsunuz.
İster istemez gülüyor, gülümsüyorsunuz bu gülünç manzara karşısında!. Oysa henüz birkaç bin metre yükseldiniz yeryüzünden!. Sadece birkaç bin metre yüksekten bakarak bu şaşkınların ne kadar küçük, ne kadar aciz, ne kadar gülünç bir durumda olduklannı farkettiniz!.
Bir de bu şaşkınlara, bir de bu kendini bilmezlere Rabbimizin katından bakmayı düşününüz!.
Dünyanın kainatta bir zerre, o şaşkınların da bu zerrede bir zerre olduklarım bile­rek, Allah'a karşı kendilerini müstağni gören ve burunlannı havaya kaldırarak “Ben, ben, ben..” diyen bu şaşkınlara, Rabbimizin naşa! bir nazarla baktığını ve onlan nasıl tanım­ladığını düşününüz!.
Heyhat!..
Onların küçüklüklerini görebilecek bir göz, onların is­yanını anlatabilecek bir söz bulamıyorsunuz!.
Onlan bir zerre kadar küçük varlıkları, bir kainat ka­dar büyük isyanları ile başbaşa bırakarak, Rabbinize yöneltiyorsunuz. Bu isyankarlarda bulunan nefsin sizlerde de bu­lunduğunu, bu isyankarların muhatap olduğu şeytani vesveselere kendinizin de muhatap olduğunuzu bilerek, büyük bir korkuyla Allah'a sığınıyorsunuz. Biliyorsunuz ki Allah'ın yardımı, biliyorsunuz ki Allah'ın lutfu, biliyorsunuz ki Allah'ın hidayeti olmasa, sizler de o isyankarlara benze­yecek, sizler de onlardan olacaksınız. Titreyerek korkmaya, korkarak titremeye başlıyorsunuz!. Sadece Allah'a sığınabileceğinizi biliyor ve sadece Allah'a sığınıyorsunuz., Yardım et Ya Rabbi, yardım et Ya Rabbi, yardım et Ya Rabbi!. Nefsimin şerrinden, yarattığın bütün şeylerin şerrinden Sana sığınmm. Senin affına, Se­nin merhametine, Senin yardımına. Senin rahmetine sığınırım. Beni koru, bizi koru, hepimizi koru Ya Rabbi!.
Evet, yakın tarihe kadar iki-üç ay gibi uzun ve meşakkatli olan bu yolculuk, teknolojiden değil, teknolojiyi insanlara nasib eden Allah'dan bileceğiniz bir lütuf ile iki-üç saat gibi kısa bir zamanda bitecektir. Bulutların bazen arasından, bazen üstünden giderken, Allah'ın bu nimetini düşünüyor ve bütün nimetleri için Allah'a tekrar tekrar şükretmek isti­yorsunuz.
Uçakta, mikat yerine yaklaştığınız anons ediliyor. İh­rama henüz girmemiş olanlar varsa hiç vakit geçirmeden ihrama giriyorlar. Mikat yerinin üzerinden hepbir ağızdan telbiye getirerek geçiyorsunuz.
“Lebbeyk, Alhhümme lebbeyk, Lebbeyke la şerike leke lebbeyk. İnne'l hamde, ve'nni'mete, leke ve'l mülk, la şerike lek.”
Her hücrenizle Allah'a yönelip, her ilginizle Allah'a ve Allah'ın rızasına doğru gider­ken, Kulum Bana bir adım gelirse, Ben kuluma on adım gi­derim rivayetini hatırlıyorsunuz. Ne anlama geldiğini daha iyi kavramaya, daha iyi anlamaya başladığınız bu müjde karşısında kalbinizin sevinçle, kalbinizin heyacanla titreşti­ğini hissediyorsunuz.
Duanıza dua, şükrünüze şükür katıyorsunuz...
 

Kur'ana sevdalı

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Ara 2008
Mesajlar
2,706
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
48
Rabbım sizden sonsuz kere razı olsun kardeşim.
Ne muhteşem anlatmışsınız.
Rabbım hiç gitmeyenlere en kısa bir zamanda,gidenlerede tekrar tekrar nasip eylesin inşaallah.
 

hanife deniz

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Tem 2007
Mesajlar
4,279
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Bursa
Selamun Aleykum Kardeşim
Allah Razı Olsun,yüreğine emeğine sağlık,Yüce RABBİM ecrini kat kat versin,inş. Allahım isteyen herkese nasibetsin,Bizlere umreyi nasibetti, İnş. haccıda nasibeder,herşeyin Kudreti elinde olan RABBİM insangerçekten isterse yoku var ediyor,çocukluğumdan bu yana kırk yaşından önce istiyordum,hiç maddi olanaklarım yok dediğim anda iki yıl öncesinde Allahım bu durumdan nasıl çıkacağız derlen 2006da Allahım umreyi nasibetti kırk yaşında umrede idim.Çok şükür inş. RABBİM haccı da nasibeder tüm ümmeti Muhammedle birlikte,O coşkuyu yazılarınla tekrar yaşadım,Allah yarattıkları adedince razı olsun.
Selam ve Dua ile
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Selamun Aleykum Kardeşim
Allah Razı Olsun,yüreğine emeğine sağlık,Yüce RABBİM ecrini kat kat versin,inş. Allahım isteyen herkese nasibetsin,Bizlere umreyi nasibetti, İnş. haccıda nasibeder,herşeyin Kudreti elinde olan RABBİM insangerçekten isterse yoku var ediyor,çocukluğumdan bu yana kırk yaşından önce istiyordum,hiç maddi olanaklarım yok dediğim anda iki yıl öncesinde Allahım bu durumdan nasıl çıkacağız derlen 2006da Allahım umreyi nasibetti kırk yaşında umrede idim.Çok şükür inş. RABBİM haccı da nasibeder tüm ümmeti Muhammedle birlikte,O coşkuyu yazılarınla tekrar yaşadım,Allah yarattıkları adedince razı olsun.
Selam ve Dua ile

Allah'u teala cümlemizden razı olsun değerli ablam
İnşaAllah'u teala herkese şuurlu bir şekilde haccını umresini genç yaşta yapmayı nesip eylesin.Amin
Selam ve Dua ile
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Kabe-i muazzama

Kabe-i muazzama

Cidde havaalanına geldiniz.
Uçaktan inerken farklı bir hava, farklı bir atmosfere girdiğinizi hissediyorsunuz. Uzun yıllardır hak peygamber olarak iman ettiğiniz, sevdiğiniz, kendinize örnek aldığınız, salat ve selam getirdiğiniz Resulullah (s.a.v)'in yaşadığı topraklarla, yaşadığı İklimle, yaşadığı atmosferle ilk tanışık­lığınız bu!.
Bir alemden, bir başka aleme geldiniz sanki!.
Bu yepyeni alemi yeterince tanımasanız da, nasıl bir ortam olduğunu yeterince anlamasanız da, bütün duyu organfannızın şahitliği ile bu yeni alemi sevdiğinizi, çok sev­diğinizi hissediyorsunuz.
Sizleri bütün hacı adaylarıyla birlikte havaalanının bekleme bölümüne getiriyorlar. Kafile yetkilileri pasaportlarla ilgili işlemleri yaparken, sizler de abdest tazeliyerek namazlarınızı kılıyorsunuz. Bu arada tuvaletlerde bir karga­şa yaşanıyor. Kapılarında sadece Men ve Lades yazan tu­valetler, Menin erkek, Lades'in ise kadın demek olduğunu bilmeyen hacı adaylan tarafından karışık bir şekilde kulla­nılmaya başlanıyor. Bu durumu gören arap yetkililerin tüyleri diken diken!.
Önce sözlü uyarılar, ikazlar!.
Fakat görüyorlar ki kanşıklık devam ediyor, ister iste­mez her tuvaletin önüne trafik polisi gibi bir görevli dikiyorlar ve sorun böylece çözülmüş oluyor!. Diğer tarafta iri yan bir hacı adayının, karşısında süklüm püklüm duran bir kadıncağıza bağırdığını duyuyorsunuz, Erkek hacı adayına selam vererek, meselenin ne olduğunu soruyorsunuz. Ha­nımını göstererek “Pasaportların içinde bulunduğu çantayı uçakta unutmuş” diyor. Bunun önemli olmadığını, uçağa hemen bir görevli göndererek çantanın alınabileceğini söylüyorsunuz. Sinirlerine hakim olmaya çalışarak kafasını iki yana sallıyor. Siz de hemen yetkililere gidip, durumu bildi­riyorsunuz.
Fakat bir sorun var!.
Cidde'ye geldiğiniz uçak, valizleri indirdikten sonra Medine'ye hareket etmiş ve pasaportlar olmadan, bu iki hacı adayının Suud'a giriş yapabilmesi mümkün değil!. Bu durumu öğrenen adam, hanımına öfkeden kızarmış gözlerle bakıyor. Orada yalnız olsalar, kadıncağızı bir çivi gibi yere çakacağından hiç kuşku yok. “Bu karı ile yola çıktım, suç bende, suç bende” diye bağırmaya başlıyor.
Kadıncağıza bakıyorsunuz. Ellibeş yaşlannda, eli yüzü nurlu, sevecen bakışlı, merhamet dolu bir hanımcağız. Ko­casının bu öfkesi karşısında küçük bir kuş gibi titremekte. Şayet mümkün olsa kendi pasaportîannızı vererek “Siz buyrun geçin, biz bu mesele halledildikten sonra geliriz” diyeceksiniz.
Ancak mümkün değil!.
Öfkeden ne yaptığını bilmez hale gelen hacı adayını bir kenara çökerek bütün bunların bir imtihan olduğunu,
sakin, sabırlı ve merhametli olmamız gerektiğini hatırlatı­yor ve “Sizi buraya kadar getiren Rabbimiz, buradan geri­ye döndürmez” diyerek meselenin çözümlenebileceğini söylüyorsunuz.
Yarım saatlik bir koşuşturmadan, birçok yetkiliyle görüşmelerden sonra sorun çözülü­yor. Dünyaya küsmüş duygularla bir tarafta oturmakta olan hacı adayına müjdeyi götürüyorsunuz. Ateşin üstüne bir kova su dökmüşsünüz gibi kızgın gözlerin soğuduğunu, sakinleştiğini görüyorsunuz. Daha sonra dört-beş metre ileride ayakta beklemekte olan ve kendisine ürkek gözlerle bakan hanımını yanına çağırıyor. Bu sefer bambaşka bir şefkatle, bambaşka bir merhametle bakıyor hanımına ve “Otur bakalım. Mesele çözülmüş. Bu bize ders olsun” diye­rek, hanımını kendi yerine oturtuyor.
Bu güzel tablo karşısında duygulanıyorsunuz, sevini­yorsunuz, rahatlıyorsunuz.. Müsaade isteyerek onlardan uzaklaşıp, Rabbinize doğru yönelirken hamd ve şükürlerde bulunuyorsunuz..
Yaklaşık iki saat süren pasaport işlemleri bittikten ve valizler otobüslere yüklendikten sonra Cidde'den Mekke'ye hareket ediyorsunuz. Bu otobüs yolculuğunuz da yaklaşık bir saat sürüyor. Bir saat sonra Rabbimizin “Şehirlerin anası” dediği Mekke'desiniz.
Mekke'ye hangi yoldan girdiğinizin, nerede olduğunu­zun ve hangi yollardan gittiğinizin pek farkına varamadan otelinize geliyorsunuz. Artık aklınız fikriniz Kabe'de, Mescid-i Haram'da.
Otel odanıza eşyalarınızı çıkarıp-bıraktıktan sonra he­men abdest tazeliyor ve hemen Mescid-i Harama doğru yola çıkıyorsunuz.
Üzerinizde ihram, ayağınızda terlik, yüreğinizde heyacan ile Mescid-i Harama doğru yürürken halkın duyaca­ğı, Hak'kın şahit olacağı bir sesle tekbir ve telbiye getiri­yorsunuz.
Allahu ekber, Allahu ekber, La ilahe illellahu vallahu ekber, Allahu ekber ve li'llahi'l-hamd Allah büyüktür, Allah büyüktür, Allah'tan başka ilah yoktur, Allah büyüktür ve hamd O'na mahsustur,
Lebbeyk, Allahümme lebbeyk, Lebbeyke la şerike leke lebbeyk. İnne'l hanide, ve'nni'mete, leke ve'l mülk, la şerike.
Buyur Allah'ım buyur. Senin eşin ve ortağın yoktur, bu­yur. Hamd Senin, nimet Senin, mülk Senindir. Senin eşin ve ortağın yoktur.
Tekbir getirerek, telbiye getirerek Mescid-i Harama geliyorsunuz. İlkin Mescid-i Haram'ın mermer görüntüsüyle karşılaşıyorsunuz. Ne üstünden, ne de kapılarından Kabe'ye ait bir şey göre­bilmeniz mümkün değil. Tekbir ve telbiye getirerek yürü­meye devam ediyor ve terliklerinizi çıkararak Mescid-i Haram'dan içeriye giriyorsunuz.
Heyacandan tüm duyularınızın, tüm duygularınızın tutulduğunu hissediyorsunuz. Bir deprem öncesi sessizliğini, bir deprem öncesi sakinliğini yaşıyorsunuz sanki!. Gözlükleriniz geliyor aklınıza. Hemen çıkarıyorsunuz. Kabe'yi görecek gözleriniz ile Kabe arasın­da bir cam, ince bir cam dahi olsun istemiyorsunuz. Ya­vaş yavaş ilerliyor ve adım adım kainatın merkezine doğru yaklaşıyorsunuz.
Ve Kabe karşınızda!.
Ve siz donakalmışsınız!.
Siz mi Kabe'nin karşısına geldiniz, Kabe mi bütün görkemiyle sizin karşınıza dikiliverdi anlayamıyorsunuz. Şaşkınlık anları!.
Yıllardır resimlerini, yıllardır fotoğraflarını, yıllardır vi­deo filimlerini gördüğünüz, şeklini şemailini ezberlediğiniz Kabe, bambaşka bir görkem ve bambaşka bir azametle karşınızda durmakta!. Uzun yıllardır canlı sandığınız bir ha­yalinizin ölü olduğunu anladığınız ve ölü olduğunu anladığı­nız bu hayalinizin apaçık bir gerçek ve koskoca bir dağ' gibi canlandığına şahit olduğunuz anlar!.
Tekbir ve telbiye getirerek, “Lebbeyk Alhhümme leb­beyk, buyur Allah'ım buyur” diyerek geldiğiniz bu noktada, bütün duyulannızla, bütün duygularınızla tehlil getirmeye başlıyorsunuz.,
“La ilahe ükı'llahu vafıdehu la şerike leh, lehü'l mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve ala külli şey'in kadir.”
Kabe'yi ilk gördüğünüzde yapacağınız duanın, Allah katında makbul bir dua olacağı rivayetini hatırlıyorsunuz. Bu rivayet doğru mudur, yanlış mıdır diye hiç düşünmeye gerek duymadan, en önemsediğiniz ve en öncelediğiniz bir duada bulunuyorsunuz.,
“Ey bu Kabe'nin Rabbi olan Allah'ım. Senin zatına, Senin varlığına iman eden kıllarının, tevhidi gerçekleri anlamalarını ve bu gerçekleri yaşamalannı nasib et”
Gözünüzü ve gönlünüzü Kabe'den ayırmadan, tekbir ve tehlil getire getire Kabe'ye yaklaşıyorsunuz.
Artık Kabe'desiniz, Kabe'nin yanıbaşındasınız. Derin duygular içindesiniz!.
Kabe'ye geldiniz, Kabe'ye geldiniz ama karşılaştığınız her hayrı ve her nimeti Allah'tan bilen bir müslüman olarak “Ben Kabe'ye geldim” demiyorsunuz. Apaçık bir hayır olan bu nimeti de Allah'tan bilerek “Rabbim beni, Rabbim beni Kabe'sine ge­tirdi” diyorsunuz.
Rabbim beni Kabe'sine getirdi!..
Rabbim beni Kabe'sine getirdi!..
Benim gibi geçmişi günahlarla dolu bir müslümansanız, bu ifadeyle ağlamaya, bu ifadeyle hıçkırmaya başlıyorsunuz.
Çünkü arkanıza bakıyorsunuz, çünkü geçmişinize bakıyorsunuz, çünkü gittiğiniz yolları, girdiğiniz bataklıkları hatırlı­yorsunuz!. Kendi kendinize “O yollarda ölebilir, o bataklık­lara gömülebilirdim” diyorsunuz. Sonra, sonra yanıbaşınızda olan Kabe'yi görüyor, yanıbaşınızda olan Rahman'ı hissediyorsunuz. Artık kendinizle, ar­tık insanlarla değil, sizi sizden daha iyi duyan Rabbinizle konuşuyorsunuz!.
Beni nereden aldın, nereye getirdin Ya Rabbi!.
Beni nereden aldın, nereye getirdin Ya Rabbi.
Bu ne büyük lütuf, bu ne büyük nimet, bu ne büyük ikram Ya Rabbi.
Sen Rahmansın, Sen Rahmansın,
Vallahi de Rahmansın, Billahi de Rahmansın Ya Rabbi....
Ağlıyorsunuz, hıçkıra hıçkıra ağlıyorsunuz. Daha önceleri rahmet ve merhamet duygularını yaşamanıza rağmen, o zamana ka­dar hiç tanış olmadığınız bir atmosferin içindesiniz. Rah­metin yoğunlaştığı, elle tutulur, gözle görülür bir şekilde somutlaştığı bu atmosferde, Rahman olan Rabbinizi yanı­nızda, yanıbaşınızda hissediyorsunuz.
Siz Rabbinize bir adım giderseniz, Rabbiniz size on adım gelir rivayetinin, mana açısından hak bir rivayet olduğunu anlıyorsunuz. Çünkü siz Rabbinize bir adım gittiniz mi, gidebildiniz mi belli değil ama, Rabbinizin size geldiği açık bir gerçek!.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Tavaf

Tavaf

Allah'ın lutfu ve yardımı ile, Rabbinizin “Gel” dediği, “Gelin” buyurduğu yere gel­diniz.
Aşmanız gereken engelleri aşarak, katetmeniz gere­ken kilometreleri katederek Kabe'nin yanına vardınız. Ar­tık katedebileceğiniz dünyevi bir mesafe, gidebileceğiniz dünyevi bir uzaklık yok.
Şimdi yedi şavt ile tavaf, yedi şart ile yedi kat göğe yükselme zamanı!.
Kabe'yi solunuza alarak ve Hacer-i Esved'e istilamda bulunarak tavafa başlayacaksınız. Hacer-i Esved köşesinden başlayıp, yine bu köşede bitmek üzere Kabe etrafında her dönüşünüz bir şart olacak ve yedi şart ile tavafı tamamlayacaksınız.
İlk üç şaftta remel yapılan, yani kısa adımlarla hafifçe koşulan tavaflarda sünnet olduğu için ihramınızın üst parçası olan ridanın bir ucunu sağ koltuk altınızdan geçirip, sol omuzunuzun üzerine ata­rak ve sağ omuzunuzla beraber sağ kolunuzu ihram dışın­da bırakarak ıztıba yapıyorsunuz. Hacer-i Esved'in hizasına gelmeden ve istilamda bulunmadan önce umre tavafı için niyetleniyorsunuz.
“Allah'ım, Senin rızan için umre tavafımı yapmak is­tiyorum. Bana kolaylık ver ve bu amelimi benden kabul buyur.”
Şimdi Bismillahi Allahuekber diyerek Hacer-i Esved'e istilamda bulunmanız ve tavafa başlamanız gereki­yor. Hacer-i Esved'e dokunmak, sembolik olarak Allah'ın kudret eline dokunmak, Allah ile musafaha yapmaktır rivayetinden hareket eden insanların, Hacer-i Esved'e dokuna­bilmek için birbirleriyle yaptıklan kıyasıya mücadeleye uzaktan bakıyorsunuz!.
Sizin ise böyle bir kaygınız, böyle bir ısrarınız yok. Çünkü sizin eliniz Hacer-i Esved'e uzanamasa da, Allah'ın kudret elinin size uzandığını biliyor ve bu kudret eline aciz ellerinizi kaldırarak Bismülahi Allahuekber diyorsunuz. İlk üç şavtta remel yaparak, hiç telbiye getirmeden tekbir, tehlil, zikir ve teşbih söyleyerek, bildiğiniz dualan okuyarak tavafınıza başlıyorsunuz.
“Subhana'llahi ve'l-hamdü li'llahi vekı ilahe illa'illahu va'llahu ekber. Vekı havle vela kuvvete itta bi'llahi'illaliyyi'l-azim. Ve's-salatü ve's-selamü ala resuli'llahi Muhammedin salla'llahü aleyhi ve sellem. Allahümme imanen bike ve tasdi­ken bikabike ve vefaen bi ahdike ve'itibaen li sünneti nebiyyike ve habibike Muhammedin salla'liahü aleyhi ve selfem.”
Şam yüce Allah'ı teşbih ve tenzih ederim. O bütün nok­san sıfatlardan uzaktır. Hamd Allah'a mahsustur. Allah büyüktür ve O'ndan başka ilah yoktur. Kuvvet ve kudret sadece Allah'a aittir. Allah'ım Sana iman ederek, Kitab'ını tasdik ederek, ahdime bağlı kalarak ve sevgili peygamberin Hz. Muhammed (s.a.v.)'in sünnetine tabi olarak bu ibadeti yapıyorum.
İlk üç şavtta remel yaparken, Efendimiz (s.a.v.)'in remel yapmakla ilgili haberini ha­tırlıyorsunuz. Hudeybiye anlaşmasından bir yıl sonra, Resulullah (s.a.v.) ve beraberindeki müminler bir yıl önce yapamadıkları umreyi kaza etmek için Beytullah'a gelirler. O yıl Medine'de humma hastalığı olduğunu duyan Kureyş müşrikleri, hastalıktan zayıf düşmüş takatsiz müslümanları görmek ve onlarla alay etmek için Daru'n Nedve önünde toplanırlar. Kendilerini seyretmekte olan müşriklerin bu konuşmalarını duyan Resulullah (s.a.v.), kolunu ihramın dı­şında tutup, pazusunu şişirerek tavafın ilk üç şaftını kısa adımlarla koşarak yapmış ve ashabına da Bugün kendini onlara kuwetli. gösterene Allah rahmet etsin buyurmuştur.
Efendimiz (s,a.v.)'in bu buyruğunu dikkate alarak siz de remel yapıyor, müslümanlan hor ve hakir gören dünya müstekbirlerine gerçek kuvvetin, kuvvet ve kudret sahibi Allah (c.c.)'ın yanındaki müminlerde olduğunu gösteriyor­sunuz.
Her şavtın bitim noktası olan Hacer-i Esved'in hizası­na gelince, elinizi kaldırarak ve Bismillahi Allahu ekber diyerek Hacer-i Esved'e istilamda bulunuyorsunuz. İlk üç şavt bittikten sonra ise ridanizla iki omuzunuzu örtüp, re­mel yapmayı bırakarak normal yürüyüşe geçiyorsunuz.
Bir ateş, bir ışık etrafında dönen pervaneler gibisiniz. Tekbir getiriyorsunuz, tehlil getiriyorsunuz, bildiğiniz duala­rı o zamana kadar hiç bilmediğiniz bir anlam derinliği ile okuyorsunuz.
“Rabbena atina fi'd-dünya haseneten ve fi'l-ahireti haseneten ve kına azabe'n-nar.”
Ey Rabbimiz. Bize dünyada iyilik ve güzellik ver, ahirette de iyilik ve güzellik ver. Bizi ateş azabından (cefıennem azabından) koru.
Yıllardır ezberinizde olan, yıllardır yaptığınız bir dua­dır bu. Ancak Kabe'yi tavaf ederken ve Kabe'nin Rabbi olan Allah (c.c.)'ı kendinize kendinizden daha yakın hisse­derken, bu dua ile Rabbinizden ne kadar büyük, ne kadar muhteşem bir şey istediğinizin farkına varıyorsunuz.
Ey Rabbimiz. Bize dünyada iyilik ve güzellik ver, ahirette de iyilik ve güzellik ver. Bizi ateş azabından (cehennem azabından) koru.
Rabbinizden bir ev, bir araba değil, Rabbinizden bir köy, bir kasaba değil, Rabbinizden bir güneş, bir dünya değil, bütün bunlardan daha büyük ve daha hayırlı olan dünya ve ahiret iyili­ği, dünya ve ahiret güzelliği istiyorsunuz.
Bu büyük istek karşısında küçülüverdiğinizi, bu büyük istekleri ifade eden duaların ağzınıza ve gönlünüze sığmadığını hissediyorsunuz.
“Rabbena firli ve li valideyye ve li müminim yevme yekumul hisab.”
Rabbimiz, hesabın yapılacağı gün, beni, anne-babamı ve mü'minleri bağışla..
Başka ne isteyecek, başka ne dileyeceksiniz ki Rabbi­nizden!. Bundan sonraki duanız, nimetler içindeki cennet ehlinin duası olan Subhanallah demekten, Rabbinizi ten­zih ve takdis etmekten başka ne olabilir ki!.
“Subhana'llahi ve'l-hamdü li'llahi vela ilahe üla'lahu va'llahu ekber. Vela havle vela kuvvete illa bi'illahil-allyyi'l-azim.”
Şanı yüce Allah'ı teşbih ve tenzih ederim. O bütün nok­san sıfatlardan uzaktır. Hamd Allah'a mahsustur. Allah bü­yüktür ve O'ndan başka ilah yoktur. Kuvvet ve kudret sadece Allah'a aittir.
Her şavt ile bir üst göğe çıkıyor, her şavt ile bir alemden, bir başka aleme geçiyor ve bu bilinçle gerçekleştirdiğiniz yedi şaft ile yedi kat göğe yükseliyorsunuz!.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Tavaf namazi

Tavaf namazi

Tavafınızı huşu içinde bitirdikten sonra iki rekat ta­vaf namazı kılmanız gerekiyor. Makam-ı İbrahimin'in arka kısımları genelde müsait olmadığı için Kabe'yi karşınıza alarak namaz kılabileceğiniz uygun bir yere gidiyorsunuz. Namaza başlamadan önce Resulullah (s.a.v.)'in Namaz mü'minin miracıdır buyruğunu hatırlıyorsunuz!.
Fakat siz, tavafınızdaki yedi şavtı yetmiş güzel duygu ile tamamlayan siz, namazdan önce miraca çıkmış gibisiniz!. Uzun yolları katederek Kabe-i muazzamaya gelen ve yedi şavt İle yedi kat göğe yükselen siz, alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)'ın huzurundasmız. Rabbinizle aranızda ne bir uzaklık, ne bir ayrılık kalmış artık!.
İki rekat tavaf namazına niyet ederek tekbir getiriyor­sunuz.
“Allahu ekber”
Tekbir için kalkan ellerinizin ve omuzlarınız üzerinde­ki başınızın adeta arşa değdiğini hissediyorsunuz. Namaza durduğunuzda, Rahman'ın huzurunda olduğunuzu öylesine yakın duygularla yaşıyorsunuz ki, dünyaya ve dünyanın içindekilere kapanan gözlerinizi açsanız sanki Arş-ı azamı görebilecek, sanki Rabbinizin zatıyla karşı karşıya gelecek­siniz!.
Ve başlıyorsunuz Allah ile, başlıyorsunuz Rabbiniz ile konuşmaya., Elhamdülillahi Rabbil alemin ne dediğinizi düşünüyorsunuz!. Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah'a aittir. Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun.
Ne kadar gerçek ve ne kadar güzel bir ifade!. Tekrar söylüyorsunuz.,
Elhamdülillahi Rabbil alemin içinde olduğunuz nimeti, teneffüs ettiğiniz İİahi lutfu tekrar düşünüyor, lafzı güzel, anlamı güzel bu gerçeği tek­rar tekrar söylemek istiyorsunuz.
“Elhamdülülahi Rabbil alemin Elhamdülillahi Rabbil alemin Elhamdülillahi Rabbil alemin.”
Her duyunuzla, her duygunuzla tasdik ettiğiniz bu güzel gerçeği kaç kere tekrar ettiğinizi bilmiyor, bilmek de istemiyorsunuz. İstediğiniz tek şey Hz. Musa aleyhisselam gibi Rabbinizle uzun uzadıya konuşmak, konuşabilmek!. İstediğiniz tek şey bu konuşmanın ve bu namazın bitmemesi, hiç bitmemesi!.
“Errahmanirrahim”
(Allah) Rahman'dır, Rahim'dir.
Rahmanın rahmetini hava gibi teneffüs eden, rah­meti içinizde değil kendinizi rahmetin içinde hisseden siz, bu gerçeğe onlarca kez, bu gerçeğe yüzlerce kez şahitlik etmek istiyorsunuz.
“Errahmanirrahim Errahmanirrahim”
Sen Rahmansın Ya Rabbi, Sen Rahim'sin Ya Rab­bi...
Sen Rahman olmasaydın, Sen bizlere rahmet, Sen bizlere merhamet etmeseydin, bizler ne olurduk, bizler ne yapardık Ya Rabbi!. Sana Senin layık olduğun gibi hamdolsun, Sana Senin layık ol­duğun gibi şükürler olsun ki Sen Rahmansın, Sen Ra­him'sin Ya Rabbi!.
“Malike yevmiddin, Din gününün Malidir.”
O muazzam din gününün yegane maliki, yegane sahibi Sensin, Sensin Ya Rabbi!. Aldığımız nefeslerle, attığımız adımlarda korka korka yaklaştığımız o muhteşem hesap gününün, o muazzam din gününün tek Maliki, tek sahibi Sensin, Sensin Ya Rabbi!.
“İyya kenabüdü ve iyya kenastain”
Yalnız Sana kulluk eder ve yalnız Sen'den yardım dile­riz.
Sadece Allah'a kulluk etmenin, sadece Allah'a yönel­menin ne anlama geldiğini bilen bir müslüman olarak, daha önceki namazlarınızda gönül mutmainliği ile okuya­madığınız bu ayetleri, içinde bulunduğunuz bu atmosferde tam bir mutmainlik ile okuyorsunuz. Çünkü herşeyinizle Allah'a yönelmiş, herşeyinizi Allah'a teslim etmiş ve herşeyi Allah'tan bekler bir durumdasınız!.
“İyya kenabüdü ve iyya kenastain”
Yalnız Sana kulluk eder ve yalnız Sen'den yardım dileriz.
Rabbinizin kudret ve azameti karşısında bu ifadeleri dillendirip, bu gerçekleri gönüllendirirken O'ndan başka kulluk edilecek, O'ndan başka yardım dilenecek hiçbir kimsenin, hiçbir mercinin olmadığını, olamayacağını apaçık bir şekilde tasdik ediyorsunuz. “Hakka şahitlik eden müslümanlar olarak Sen'den başka kime kulluk edip, Sen'den başka kimden yardım dileyebiliriz ki Ya Rabbi!.” diyorsunuz.
“İhdinas sıratel müstakim. Sıratellezine enamle aleyhim, gayrü mağdubi aleyhim veled dalin”
Bizi doğru yola ilet. Kendilerine nimet verdiklerinin yo­luna, sapanların ve gazaba uğrayanların değil.
Doğru yola girmenin, doğru yolun yolcusu olmanın ne kadar muazzam bir nimet olduğunu idrak ederek, bu büyük nimeti Rabbinizden büyük bir heyacanla diliyor, bü­yük bir ısrarla dileniyorsunuz.
Tavaf namazının ilk rekatında Kafirun, ikinci rekatın­da İhlas surelerini okumanın efdal olduğunu bildiğinizden. Fatihadan sonra Kafirun suresini okumaya başlıyorsunuz.
“Kul ya eyyuhel kafirune Deki, ey kafirler!.”
Bu hitab ile dikkatiniz aşağılara, bu hitab ile dikkati­niz aşağılann aşağısına, bu hitab ile dikkatiniz esfele safiline yöneliyor ve ister istemez yaşadığınız ülkeyi, yaşadığı­nız coğrafyayı hatırlıyarak bu hitabın muhatablarını düşünüyorsunuz. Allah'ı bırakıp birbirlerini yücelten, birbir­lerine ibadet edip, birbirlerinden yardım dileyen azgınlar, sapıklar geliyor gözünüzün önüne!.
Tüyleriniz ürperiyor!.
Kendi kendinize “Allah tarafından yaratılan ve Allah tarafından yaşatılan bir insan, nasıl olur da Allah'a karşı böylesine nankör, böylesine azgın olabilir!.” diyorsunuz. Ve bütün bu nankörlere, bütün bu azgınlara, bütün bu sa­pıklara karşı net ve açık tavnnızı ortaya koyuyorsunuz.
Kul ya eyyuhel kafirune La abudu ma tabudun Vele entum abudune ma abud Vela ene abudun ma abedtum Vela entum abudune ma abud Lehim dinikum ve tiyedin.”
Deki, ey kafirler. Ben sizin taptığınıza tapmam. Siz de benim taptığıma tapmazsınız. Ben sizin taptığınıza tapacak değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim bana. Kafirlere karşı bu apaçık tavrınızı ortaya koyduktan sonra Allahu ekber diyerek rükuya gidiyorsunuz. Rabbinizi tenzih ve takdis etmeye başlıyorsunuz.
“Ya Rabbi Seni tenzih ederim, Seni tenzih ederim, Seni bu yarım yamalak tenzihimden de tenzih ederim. Sen benim tenzih edemeyeceğim kadar noksanlıklardan uzaksın. Sen, benim Seni yüceltemeyeceğim kadar yüce­sin. Ben yine de boynumu bükerek, ben yine de belimi bükerek Seni tenzih ve takdis ediyorum Ya Rabbi” diyorsunuz.
Bütün bir dünya ile değişmeyeceğiniz, değişmek istemeyeceğiniz bu iki rekat namazın sonu­na geldiğinizde, selam vererek namazdan çıkmak, selam vererek bu İlahi huzurdan aynlmak istemiyorsunuz.
Size namazın ve miracın ne olduğunu gösteren Rabbinze hamdü senalarda bulunuyor, “Sana, Senin layık olduğun gibi hamdolsun; Sana, Senin layık olduğun gibi şü­kürler olsun Ya Rabbi” diyorsunuz..
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Sa'y

Sa'y

İki rekat tavaf namazı kıldıktan sonra duanızı ediyor ve zemzem içtikten sonra umre sa'yinizi yapmak için me'saya yani sa'y yapacağınız yere yöneliyorsunuz.
Sayınıza Safa tepesinden başlayıp, Safa ile Merve arasında yedi defa gidip-geldikten sonra Merve'de bitireceksiniz.
Ancak durun, hareket etmeyin!.
Birçok hacı adayı gibi Safa ve Merve arasında bilinç­sizce gidip-gelmeye başlamayın!. Sa'y nedir, sa'y yapmak ne demektir sorularını düşünün!.
Sa'y yapmanın ne olduğunu, ne olmadığını anlamaya anlayarak yaşamaya çalışın!.
Ve bunu anlamak için, bu gerçeği anlayarak yaşamak için, binlerce yıl önce­sine gitmeniz gerektiğini ve siyahi bir köle, mümine bir kadın, müslim bir eş ve şefkatli bir anne olan Hz. Hacer validemizle mutlaka tanışmanız gerektiğini idrak edin. Çünkü sa'y yapmakla ilgili olarak aklınıza gelen ve gelme­yen bütün sorularınızın cevabını, Hz. Hacer validemizde ve onun yaptığı muhteşem sa'yde bulabileceksiniz!.
Evet, binlerce yıl öncesindesiniz!.
Bugün umre yapmak, bugün sa'y yapmak için geldi­ğiniz ve milyonlarca insanın kaynaştığı bu yerde sadece Kabe'nin temelleri bulunmakta!. Ne bir ev, ne bir çadır, ne de bir insan vardır bu ıssız ve çorak yerde!.
Her yer boş ve her yer sessiz!.
“Kabe böyle miydi, burası böylesine boş ve ıssız mıy­dı?” diyorsunuz kendi kendinize!. Bu geniş sessizlik ve sa­kinlik karşısında biraz tuhaf lastiğinizi, biraz garipleştiğinizi hissediyorsunuz!. “Burada yalnız kalsam ne yaparım, nasıl yaşarım?” sorusunu duyar gibi olmanıza rağmen cevap vermiyor, cevap vermek istemiyorsunuz bu soruya!.
Bir ses, sessizlik içinde bir ses duyuyorsunuz!.
Kabe temellerinin yukarı kısmında bulunan ve Devha denilen büyük ağaca doğru üç kişilik bir aile yaklaşmaktadır. Bir erkek ve kucağı çocuklu bir kadından oluşan bu aileyi her müslüman gibi siz de, siz de çok iyi tanıyorsunuz. “Bu gelen İbrahim'dir, bu gelen Hacer'dir, bu gelen İsmail'dir” derken, duygularınızın coştuğunu, gözlerinizin dolduğunu hissediyorsunuz.
Hz. İbrahim aleyhisselama bakıyorsunuz. Bir imti­handan bir imtihana, bir destandan bir destana yol alan Hz. İbrahim (a.s.)'ın cemalinde, merhametle hüznün, hü­zünle teslimiyetin birbirine girdiğini, birbiriyle kaynaştığını görüyorsunuz. Hz. Hacer validemizin siyah yüzü ise şefkat ve teslimiyet duygularıyla güneş gibi parlamakta!.
Ve Hz. İsmail, İbrahim gibi bir babanın, Hacer gibi bir annenin çocuğu olan İsmail, annesinin kucağında sevgi ve güven dolu gözlerle etrafına bakınmakta!.
Hz. İbrahim (a.s.)'ın cemalindeki hüzün, Kabe mahal­line yaklaşıldıkça daha bir koyulaşmakta, daha bir belirginleşmekte!. Derin duygular, büyük hüzünler içinde Hz. İbra­him efendimiz. Çünkü Rabbimizin uzun yıllar sonra nasib ettiği sevgili oğlunu ve oğlunun anası olan değerli hanımı Hacer'i, yine Rabbimizin bir emri ve işareti gereği bu ıssız yere bırakacaktır!.
Allah'a sığınan, Allah'dan yardım isteyen ve tekrar tekrar Allah'a te­vekkül eden Hz. İbrahim (a.s.), bu değerli ailesini devha denilen büyük ağacın dibine bırakarak oradan uzaklaşma­ya başlar!. Bu susuz, bu çorak, bu ıssız yerde henüz bir bebek olan yavrusuyla kalakalan Hz. Hacer validemiz ise şaşkınlık içindedir ve bu şaşkınlıkla Hz. İbrahim (a.s.)'ın ar­kasından seslenir.
Ey İbrahim, bizi burada, hiçbir insanın, hiçbir yolda­şın bulunmadığı bir yerde bırakıp nereye gidiyorsun?
Hz. İbrahim (a.s.) hiç dönmedi, hiç dönemedi, hiç cevap veremedi bu soruya!. Hz. Hacer validemiz ise bu sözünü, bu sorusunu birkaç kez tekrarladı.
Ey İbrahim, bizi burada bırakıp nereye, nereye gidi­yorsun?
Yine dönmedi, yine cevap vermedi Hz. İbrahim aleyhisselam!. Çün­kü dönmek, çünkü arkasında bıraktığı acı tabloyu bir kez daha görmek istemiyordu. Çünkü Rabbimizin de Kur'an-ı Kerim'de beyan ettiği gibi yüreği çok yumuşak, çok duyar­lı, çok merhametli bir insandı Hz. İbrahim aleyhisselam. Çorak ve ıssız bir yere bıraktığı ailesine tekrar dönüp bakabilecek, onların mahsun yüzlerini tekrar görebilecek, hü­zün ateşini tekrar körükleyebilecek bir gücü hissetmiyordu kendinde!. Bu nedenle dönmedi, dönüp bakamadı ailesine!.
Sorularına cevap alamayan Hacer validemiz, son kez seslendi.
“Ey İbrahim!. Böyle yapmanı Allah mı emretti?”
Durdu, durakaldı Hz. İbrahim Aeyhisselam Çünkü bu soru suskunlukla karşılanabilecek, bu soru cevabsız bı­rakılabilecek bir soru değildi. Her şartta hakka şahitlik eden, hakka şahitlik etmesi gereken bir hak peygamber olarak durdu ve cevapladı, cevaplanması gereken bu soru­yu.,
“Evet ya Hacer!. Allah emretti.”
Bu cevap ile bakışları değişen, bu cevap ile yüreğindeki korku ve endişeden uzaklaşan Hacer validemiz, hü­zün içindeki Hz. İbrahim aleyhisselamı da rahatlatmak is­tercesine şu cevabı verdi.
“O halde git, git ya İbrahim!. Rabbimiz koruyucumuzdur, O bizi burada perişan etmez!.”
Büyük imtihanların, büyük kahramanı Hz. İbrahim (a.s.) bu cevap ile yoluna devam etti. Kendisini göremeyecekleri Seniyye (tepesine) gelince, Beyt-i Harama yönele­rek ve ellerini alemlerin Rabbi olan Allah'a açarak şu dua­yı yaptı.
“Rabbimiz, ailemden bir kısmını dosdoğru namazı kılsınlar diye Beyt-i Haram yanında eHni olmayan bir vadiye yerleştirdim. Artık Sen, insanların bir kısmının kalplerini on­lara meykdici kıl ve onları bir takım ürünlerden nzıklandır. Onlar da (nimetlerinin kadrin bilip) şükretsinler.”
Hacer validemiz ise tam bir tevekkül ile İsmail'in ya­nına dönmüş, henüz iki yaşlarında olan oğlunu şefkatle kucaklamıştı. Yanlarında içinde hurma bulunan eski bir azık dağarcığı ile içinde su bulunan bir tuluk vardı. Yalnızdı, oğ­luyla beraber yapayalnızdı bu ıssız ve çorak yerde. Her in­san için apaçık bir düşman olan şeytan aleyhillane, Hacer validemizin kadınlık asabiyetini dikkate alarak bir vesvese vermek istedi.
“Ey Hacer!. İbrahim seni ve çocuğunu Sare için tetketti. Çünkü hiç çocuğu olmayan Sare seni kıskanmıştı. İbrahim seni ve çocuğunu terkederek, senden çok daha güzel olan hanımı Sare'nin yanına gitti.”
Hacer validemiz bu vesveselere hiç itibar etmeden Allah'a yöneldi ve şeytan aleyhillaneden Allah'a sığındı. Çünkü İbrahim aleyhisselamı ve Sare validemizi çok iyi ta­nıyor, çünkü böylesi vesveselerin şeytandan geldiğini, şey­tandan gelebileceğini çok iyi biliyordu. Kaldı ki doğruluk timsali olan eşi Hz. İbrahim (a.s.), bu durumla ilgili olarak “Bunu Allah emretti” demişti.
Günler geçiyordu!.
Hacer validemiz yanlarında bulunan sudan içiyor, ço­cuğunu emziriyordu. Her an teşbih ettiği, her an dualarda bulunduğu Allah (c.c.)'dan, bir yardım, bir işaret bekliyordu Hz. Hacer.
Fakat gelmiyordu, gelmiyordu böyle bir yardım, gelmiyordu böyle bir işaret!.
Suluktaki su bitmiş, sütü de kesilmişti Hacer'in!. Olup-bitenden habersiz olan İsmail ise susuzluktan kurumuş dudaklar ile annesine bakıyor, mahsun bakışları ile “Anne bana ne zaman süt, anne bana ne zaman su vereceksin?” diyordu!. Bu mahsun bakışlar ve yakarışlar, perişan ediyordu Hz. Hacer'i. Bir anne buna nasıl dayanır, nasıl dayanabilirdi?
Dudaklarını çatlatan, dilini kurutan susuzluktan değil, İsmail'in susuzluğun­dan kavruluyordu Hacer!.
Etrafına bakındı, binlerce umudla yüzlerce kez etrafına bakındı Hacer!. Rabbisinden bir vesile, bir işaret, bir yardım bekliyordu Hacer!.
Susuzluktan kıvranıp acı çeken oğulcağızına gözyaşlarıyla bakıyor ve bu gözyaşlarını oğlunun dudaklarına sürerek “Dayan, dayan oğulcağızım, dayan yavrum! Allah'ın yardımı gelecektir, elbette gelecektir” diyordu. Bu umudla tekrar etrafına bakıyor, tekrar tekrar etrafına bakmıyordu Hacer!.
Fakat yoktu, yoktu bir işaret, yoktu bir gelen!.
Bu durumu gören ve bu durumu bir ganimet telakki eden şeytan ise lanetli bir yılan gibi vesvese zehirini akıtmaya devam ediyordu.,
“İşte Hacer. İşte İbrahimin'in Rabbi, işte İbrahim'in söyledikleri!. Şimdi anladın mı bu sözlerin, şimdi anladın mı bu vaadlerin ne kadar boş olduğunu. Şimdi anladın mı burada kim­sesiz ve yardımsız kaldığını!. Haydi al çocuğunu, al çocuğunu ve hemen ayrıl buradan. İlerlerde bir su, ilerlerde birilerini bulabilirsin!. İsmail'e hiç acımıyor musun? Haydi çocuğun telef olmadan hemen ayni, çocuğunu al ve he­men ayni buradan!.”
Yine Allah'a sığınıyor, bütün susuzluğuna ve bütün çaresizliğine rağmen iç dünyasında bu vesveselere bir yer, tek bir yer vermiyor Hz. Hacer!. Kurumuş dudakları ile “Alemlerin Rabbi olan Allah var, Vallahi de var, Billahi de var” demekten, “İbra­him'in söyledikleri doğru, Vallahi de doğru, Billahi de doğ­ru” demekten vazgeçmiyor, bir an bile vazgeçmiyor Hz. Hacer!.
Ve tüm susuzluğuna ve tüm çaresizliğine rağmen içindeki umudu sulama­ya devam ediyor.
“Allah'ım yardım et, Allah'ım yardım et”
Gözlerini yine oğluna, yine oğulcağızına çeviriyor. İşte o an gözlerini bir alev, kızgın bir alev yalıyor Hacer'in!. Çünkü İsmail susuz, İsmail bitkin, İsmail perişan!. İsmail'in susuzluğa susuzluk katılmış gözlerinde bir ateş, bir orman yangını!.
Artık dayanamıyor Hacer, susuzluktan kıvranıp acı çeken oğulcağızına bakamı­yor, bakmaya tahammül edemiyor Hacer!.
Ve artık oturamaz ve artık bekleyemez Hz. Hacer!.
İsmail'i alıp, başka yerlere de gidemez!. Çünkü koca­sı, çünkü peygamberi, çünkü oğlunun babası olan Hz. İbrahim (a.s.) onları buraya bırakmıştır. Ne yüz metre batıya, ne yüz metre doğuya, buraya, tam buraya bırakmıştır on­ları!.
İsmail'i bu yere, Hz. İbrahim'in tayin ettiği bu yere bırakan Hacer vali­demiz, kendisine en yakın tepe olan Safa'ya bakar. Acaba Safa tepesinin arkasından gelen bir insan, gelen bir ker­van, gelen bir yardım var mıdır? Bu umudla Safa tepesine çıkmaya başlar. Tepenin arkasında bir gelen, bir kervan görürse, hiç durmadan, hiç duraksamadan fırlayacak onla­ra doğru. “Yavrum susuz, yavrum yanıyor, ne olur su, bi­razcık su!.” diyecek ve aldığı suyu bir solukta İsmail'e, bir solukta yavrusuna yetiştirecek!.
Safa tepesinin üzerinden bu umudla etrafına bakınıyor. Fakat görmüyor, göremiyor görmek istediklerini. Bir de karşı tepeye çıkayım, bir de karşı tepeden bakayım di­yor. Herhalde o taraftan, herhalde o taraftan gelecek Allah'ın yardımı!. Bu yeni umudla Safa'dan iniyor. İki tepe arasındaki vadiye ulaşınca eteklerini hafifçe toplayarak çok ciddi ve çok acil işi olan bir insanın koşuşuyla vadiyi geçi­yor. Merve'ye, Merve tepesine çıkınca yine kimseyi, hiç kimseyi göremiyor!.
Etraf yine boş, etraf yine ıssız!.
Tekrar Safa tepesine, tekrar Merve'ye..
Tekrar Safa tepesine, tekrar Merve'ye..
Hacer bıkmadan, Hacer usanmadan Rahmanın rah­met kapısını çalıyor.
“Aç, aç Ya Rabbi,” diyor.
“Ya Rabbi yavrum susuz, Ya Rabbi yavrum kavrulu­yor,” diyor.
“Ya Rahman, rahmet kapını aç, ne olur aç,” diyor.
“Fakat açılmıyor kapı!.”
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt