Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Posta Kutuma Gelenler ! (1 Kullanıcı)

mavci

* ZİKİR * FİKİR * ŞÜKÜR *
Yönetici
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
32,142
Tepki puanı
7,440
Puanları
163
Yaş
52
Konum
Alanya
Teşekkürler Kardeşim paylaşım için...
Ne güzel yazmış Serdar Arseven...
Japonya'da Müslüman az İSLAM ÇOK...

İnşallah biz müslümanlar da herşeyimizle yani İMAN ve AMELİMİZLE GERÇEK İSLAM oluruz...
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
62. Korkularımız Bizi Hayır Yapmaktan Alıkoymasın


İnsanın, sevdiği şeylerden, yani malından, sevgisinden, ilgisinden ve sahip olduğu en değerli şeylerden tasaddukta bulunmadıkça, kamil bir insan olabilmesi ve hayra iyiliğe ulaşması mümkün değildir.

Bütün bunları öteden beri dinlemiş, çeşitli kaynaklardan okumuş, onaylamışsınızdır... Fakat yine de kendinizden bir şeyler vermek pek de kolay olmamıştır öyle değil mi?...
Böyle zamanlarda elleriniz titrer ve içinizde, kaybetmekte olduğunuza dair bir vesvese belirir...Ama vermek te istersiniz, ruhunuzun derinliklerinden bir ses vermeye teşvik ederken, elleriniz hep geriye gider...

Vermekle vermemek arasında bocalar durursunuz...
Hele kapıdaki ihtiyaç sahibi kişi komşunuzsa, hemen cebinizdeki paraya uzanırsınız... Acaba versem mi dersiniz ama, nefsinizden gelen fısıltılar ellerinizi kitler ve geri çekilirsiniz...

Ya başka param yoksa

Ya maaşımı geç alırsam

Ya, bir ihtiyacım çıkarsa

Sonra, çalışsaydı da kazansaydı, ben bütün gün çalıştığım parayı bu tembel adama neden vereyim der ve belki de ellerinizi cebinizden çeker, vermekten vazgeçersiniz.

Rivayete göre, Ebu Talha hazretleri bir gün, Huzur-u Nebeviye varmış:
"Ya Rasulullah! Benim mallarım arasında en sevdiğim bir bahçem vardır, onu nereye emrederseniz oraya vereyim" diye sormuş.
Rasulullah: "Ne güzel, ne güzel onu yakın akrabana infak et." diye buyurmuş.
Talha 'da o bahçesini amcazadelerine ve sair katiplerine bağışlamıştır" (Tefsir, Ömer Nasuhi Bilmem, cilt, 1, s, 426)


( Fatma Tuncer - Milli Gazete )
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
63. Kadına Yönelik Şiddet


Tevhîd, rahmet, adalet, hürriyet, barış ve muhabbet temellerine dayalı bir hayat düzeni olan İslam'da ; kadınlara, güçsüzlere, çaresizlere yönelik şiddet için dayanak aramak ve çıkarmak önemli bir sapmadır, İslam'a ihanettir.

Çeşitli kültürlerde ve coğrafyalarda hayvan döver gibi -ki, hayvanı dövmek de İslam'da yoktur- kadınları, köleleri, çocukları döven güçlüler bulunmuş, Cahiliye dönemi Arap toplumunda da bu adet yaygın olarak bulunmuştur.
Mekkeli Müslümanlar Medine'ye hicret edince burada yerleşmiş bulunan Yahudilerin kadınlarını dövmediklerini görmüş ve bunu garipsemişlerdi.

Peygamberimiz bir erkeğin karısını iz bırakacak şekilde dövmesi üzerine kadın için "kısas yapma"; yani erkeğin yaptığını ona uygulama hakkı tanıyarak dövme uygulamasını kaldırmak istemiş, fakat vahiy bu ıslahatın birden olmasını uygun görmemiş, zaman içinde kaldırılması yolunu açmıştı.
Peygambermiz (s.a.) Müslüman toplumu tedîb ederek (eğiterek) genel manada şiddeti ortdan kaldırdığı gibi özellikle kadınlara şiddet uygulamasına karşı çıkmış, onlara sevgi, şefkat ve merhametle davranılmasını ısrarla tavsiye etmiştir.

Bu ıslahatı iyi değerlendiren eski müfessirler de vardır. Bunlardan Ebû Bekir İbnü'l-Arabî'ye göre büyük alim Atâ, âyette geçen dövmenin ibâha (serbest bırakma) ifade ettiğini, genel olarak karı dövmeyi yasaklayan hadislerin ise kerahet (mekruh ve çirkin görme) hükmü getirdiğini tesbit etmiş ve sonuç olarak İslam'da "Koca, karısını dövemez" demiştir (Ahkâm, 420).

Bize göre de kadının aile hukukunu çiğnemesi halinde bir ıslah tedbiri olarak ve içinde yaşanılan topluluğun örf ve âdetine uyularak serbest bırakılan "kocanın karısını hafifçe dövmesi" eylemi, Hz. Peygamber (s.a.) tarafından toplum ıslah edilerek, insanın ve özellikle zevcenin dövülemeyeceği ifade ve telkin edilerek ortadan kaldırılmış, "iyi bir kocanın karısını dövemeyeceği" kaidesi bu yakışıksız davranışın önüne bir set olarak konmuştur. Burada sünnet (Resûlullah'ın sözleri ve uygulaması) âyeti neshetmemiş, tarihîliğini, yerelliğini ve kültürel bağlamını açıklamıştır.

Şiddeti Müslümanlara ve İslam'a yükleyen Batılılar ile onların uydularına yönelik olarak şu notu da eklemek gerekiyor:

Bugün ABD'de karısını döven erkeklerin oranı %79, İngiltere'de ise %77 dir.

Bu istatistik sonucunu verirken "oh ne iyi, onlarda da var" demek gibi bir kompleksin veya duyarsızlığın etkisi altında değiliz; üzülüyoruz, acıyoruz ve "birbirimizi kötüde örnek alacak yerde bütün dünyada sevgi, barış ve merhameti hakim kılmaya çalışalım" diyoruz.

Merhametsiz, eğitimsiz, hasta ruhlu... insanları kısa bir müddet içinde ıslah etmek mümkün değildir.
Şiddete maruz kalan, ama kurtulmak için çaresi de olmayan kadınlara, zayıflara, çaresizlere çare olmak gerekiyor. Çare olmanın pek çok usulü, yolu, yöntemi vardır.
Bunlardan ikisine işaret etmek isterim:

1. Şiddet uygulayanlara karşı etkili ve caydırıcı tedbirler almak gerekiyor ki, bu devlete düşen bir vazifedir.

2. Şiddete çaresizlik yüzünden katlanan kadınlara ve çocuklara sığınma yuvaları oluşturmak, buralarda hem barınma ve korunmalarını sağlamak hem de huzurlu bir gelecek için hazırlık yapmalarına yardımcı olmak icab ediyor ki, bu vazife de hem devlete hem de sivil topluma düşüyor.


( Hayrettin KAraman - Yeni Şafak Gazetesi )
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
64. Asr-ı Saadet Sevgi Modeli



Her şeyi, Yüce Rabbimizin Habîb, Rahîm, Vedûd gibi sonsuz isim ve sıfatları hesabına seversek; sevgimizin gücü de sonsuzlaşır. Allah'ı tanımaktan gelen sevgi, en büyük maya ve iksir olur (Mektubat, s. 434).

Allah'ı sevmek de, O'nun sevdiğine tâbi olmaktır. Yani Sünnet-i Seniyye'yi yaşamaktır.
Bize Resûlullah'ın (asm) sevgisi hâkim olursa; o zaman problemlerimizi rahatlıkla aşarız.

550'li yılların Arap Yarımadasını düşünün: Bedevî, kavmiyetçi-ırkçı, kan dökücü, faizci, kumarcı... Alkol, fuhuş ve zina gibi ahlâksızlığın en katmerlisi hüküm sürüyor... Kadının hiçbir değeri yok... Kızlarını diri diri toprağa gömecek kadar vahşî... Birbirinin gözünü oymak için yarışan insanlar... Cahiliye asabiyeti, kin, nefret, düşmanlık damarlarına işlemiş, bağımlılık haline gelmiş.

İşte Peygamberimiz (asm), 23 sene gibi kısa bir zamanda en kötü ahlâkları, anlayışları kaldırmış, sevgiyi yerleştirmiştir.
Birbirinin gözünü oymak için Haram aylarını kısaltma hesabı yapan o insanlar, İslâmla şereflendikten sonra namazda safta dururken, öylesine bir muhabbetle saf tutuyorlardı ki, omuzlarından elbiseleri yırtılırdı.

Hz. Ömer'i (ra) düşününüz: İslâmdan önceki, putlara tapan, kızını diri diri gömecek kadar katı kalbini, Asr-ı Saadet sevgi modeli ne hale getirdi?
Şöyle diyordu Hz. Ömer (ra): "İki şey var. Birini hatırladığımda ağlarım, birini hatırladığımda gülerim! Kızımı gömmek için kuyu kazarken sakalıma bulaşan kumları, toprakları kızım temizliyordu. Onu hatırladığımda ağlarım. Helvadan put yapardık, onlara tapardık, acıktığımızda da onları yerdik! Bunu hatırladığımda da gülerim!"

İşte Asr-ı Saadet'teki sevgi modeli, en vahşî ve kan dökücü, çapulcu insanları dünyanın en medenî, en sevgili, en hakperest insanları hâline getirdi. Ve asırları kucaklayacak bir sevgi aşıladı…

Resûlullah (asm), torunları sırtına çıktığında beklerdi veya onları düşürmemek için rükûa ve secdeye yavaşça eğilir, giderdi...
Hz. Ebûbekir (ra), "Ya Rabbi, vücudumu o kadar büyüt ki, Cehennemde ehl-i imana yer kalmasın!" diyordu.
"Milletimizin imanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım" der Bediüzzaman.

Bizi kurtaracak ancak, bu sevgi modelidir. Çünkü, uygulandığında hem fert, hem aile, hem toplum, hem de toplumların huzur ve mutluluğuna vesile olduğu, bizzat yaşanarak tecrübe edilmiştir.

Kurtuluş reçetesi, Asr-ı Saadet sevgi modelinde…

( Ali Ferşadoğlu - Yeni Asya Gazetesi )
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
65. Ahiret Yokmuş Gibi Yaşamak - 1


İlahi rehberliğin elçileri olan bütün peygamberler, muhataplarına öncelikle doğru bir Allah inancı eğitimi vermişlerdir. Bunun hemen ardından ikinci sıraya ahiret inancı eğitimini koymuşlardır. Çünkü beşeri insan etmenin yolu buradan başlıyor.
Malumunuz mutluluk kitabımız Kur'an'ın da ilk nazil olan surelerinin konusu Allah ve ahirettir. Bu surelerde ahiret, bütün detaylarıyla gözler önüne serilir. Kendisini Rabbinin terbiyesine bırakan mümin, bu sureleri okurken adeta boyut değiştirip ahireti yaşamaya başlar.
Okunan her bir ayet, insan ruhunu ahiret seyahatine çıkarır. Bu seyahatte ahiretle ilgili her bir bilgi yakin derecesinde tecrübe edilir. Böylece Kur'an, muhatabında sorumluluk bilincinin zirvesini oluşturur.

Bu durumu Efendimizin bizzat eğittiği ashabta müşahede edebiliriz.
Onlar, gerek ahiretle ilgili ayetleri okurken, gerekse Sevgili Peygamberimizden ahireti dinlerken adeta sonsuzluğun manzalarını seyre dalıyorlardı.
Haşrdan bahsedilince haşrı yaşıyorlar, mahşer söz konusu olunca mahşere yürüyorlar, mizanın başında hesabı veriyorlar, sırat'ı gözlerinin önüne koyuyorlardı. Cennetin kokusunu alıp, ırmaklarının sesini dinliyorlar, gölgeliklerinde serinleyip meyvelerini tadıyorlardı.
Cehennemin homurtusunu duyup hararetinden adeta terliyorlardı. Sanki ahireti üç, beş, yedi boyutlu olarak seyrediyorlardı.

Verilen ahiret eğitiminin onlarda oluşturduğu vicdan sayesinde cezası en ağır olan günahları dahi itiraf ediyorlardı.
Dünya tarihinde cezası ölüm olan bir suçu işledikten sonra bunu kendisinden başka kimsenin bilmediği ve davacı olan da olmadığı halde cezasını bile bile gelip itirafta bulunan ve ısrarla cezasının verilmesini isteyen şahsiyetleri yetiştiren başka bir toplum var mıdır?

Bu model şahsiyetler dünyada alacakları bütün cezaları ahiretin cezalarına tercih ediyorlardı.
Kınanmayı ve ayıplanmayı akıllarına dahi getirmiyorlardı. Yeter ki işledikleri günahların cezasını burada ödeyerek sonsuzluğa temizlenmiş olarak gidebilsinler. Onun için de Efendimize "temizle beni Ya Resulullah" diye yalvarıyorlardı.
Bu sorumluluk bilincine sahip olan şahsiyetler dünya ile hayatın öteki yüzünü bir arada yaşıyorlardı. Böylece dünya ceset olmaktan çıkıp ruhuna kavuşuyor ve canlanıyordu.
Yeryüzünün halifesi olarak yaratılan insan, yaratılış amacına uygun olarak yaşamayı, ahiret inancını canlı tutarak gerçekleştiriyordu. Onlardaki ahiret inancı, yaşadıkları toplumun mutluluk sigortasıydı.

Dilerseniz bir de içinde yaşamış olduğumuz toplumun ahiret inancını değerlendirelim.
Malumunuz yaşamış olduğumuz çağa, insanlığın modern çağı deniliyor. Modernizm tek dünyalılık üzerine kurulmuş olan bir hayat sistemidir.
Varlığını devam ettirebilmek için insanın sadece bu dünyasına yatırım yapar.
Elindeki bütün imkanlarıyla insana, hayatın öteki yüzü olan ahireti unutturmaya çalışır. İnsana ahireti hatırlatacak her şeyi hedef tahtasına yerleştirir.
Dünya ile ahiret arasındaki bütün bağları koparmaya çalışır.Ahiretsiz bir dünya tasavvuru modernizmin en büyük hedefidir.Seküler dünyayı yönetenler hakimiyetlerini devam ettirebilmek için insan iradesini yok etmeyi amaçlarlar.
İnsan iradesini teslim almanın en kolay yolu ise insanı tek dünyalılığa inandırmak ve öyle yaşamasını sağlamaktır. Hayatın öteki yüzünü unutan insan hazlarının esiri olur. İradesini akıl ve vahyin kontrolünden alıp, nefsinin ve hazlarının kontrolüne teslim eder.
Bu irade kaybını yaşayan insan için her şey yaratılıştaki anlam ve amacını kaybetmiştir. Artık dünya ve evrendeki her şey anlamsızlaşmıştır. Geriye sadece tatmin edilecek hazlar kalmıştır.

Böylesi bir insan tipi bizzat kendisini ahlaki olarak dibe vurdurduğu gibi, toplumsal bozulma ve kokuşmanın da bir numaralı müsebbibi haline gelir. Çünkü ahiret yokmuş gibi yaşayan bir insanı durdurabileceğiniz bir sınır kalmamıştır artık.

Bireysel sorumluluğun zirvesi, Yüce Allah'a karşı duyulan sorumluluktur.
Ahiret yokmuş gibi yaşayan bir insan, Allah'a karşı hesap verme duygusunu yitirdiği için kendisini durdurabilecek bütün sınırları tanımaz hale gelir. Onun için kendisini hazza ulaştıracak bütün yollar mübahtır.

İçinde yaşamış olduğumuz toplumda geçmişteki günahkar kavimlerin bütün günahları ve onların hayal dahi edemeyeceği günahlar işleniyor ve aleni olarak reklamı yapılıyorsa bunun tek sebebi insanın hazlarına esir olmasıdır.
Böylesi bir insanın hayat tasavvuru, "dilediğin gibi yaşa, istediğin her şeyi yap, çünkü ölüm kesin bir yok oluştur" temeline dayanır.
Bu tasavvurun sonucunda dünya ruhunu kaybeder. Çünkü ahiret, bu dünyanın ruhudur. Ahiret ile dünyanın arasını ayırmak, dünyayı ruhundan mahrum etmektir. Nasıl ki insan bedenini ruhu terk ettiği zaman, beden bozulmaya ve kokuşmaya başlıyorsa dünyadan da ahireti çıkardığınız zaman dünya bozulmaya ve kokuşmaya başlar. Dünya varlık sebebini kaybeder..

Ahiretsiz bir dünya, bütün anlam ve amacını yitirir. Bu büyük kayıp dünya misafirhanesindeki bütün misafirleri en şiddetli şekilde etkiliyor. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi ahiret inancı, insanlığın dünyadaki mutluluğunun sigortasıdır. Unutmayalım ki bu sigortanın yerini hiçbir şeyle doldurabilme imkanınız yoktur.

Dikkatimizi çeken bir başka acı gerçek ise, modernizmin tek dünyalık üzerine kurduğu hayat biçiminin bizleri de farkına varmadan etkilemeye başlamasıdır. Huzur ve mutluluğu mumla arar hale gelmemiz de bu etkinin acı bir sonucudur.

( Abdullah Büyük - Yeni Akit Gazetesi )
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
66. Sûfîlerin de Örneği Peygamberimizdir


Her mezhep ve meşrepten Müslümanların olduğu gibi sûfîlerin de örneği Peygamberimiz (SAV)'dir.

İster taassup ile kelimelere takılıp kalarak manayı kaçırma, ister yeni tasnif ve tesmiyeden kaçınma, ister cehaletin verdiği ürkeklik, ister gurur ve kibir, ister haset ve hamakat olsun, olumlu veya olumsuz hiç bir duygu sebebi ile bunu reddetmeyi gerektirecek makul bir gerekçe yoktur, olamaz da.

Tavsiye ederim, bahanesi ne olursa olsun bunu yapan kardeşlerimiz önce burunlarınden üç defa derin bir nefes alarak ağızlarından yavaş yavaş boşaltsınlar ve bol oksijen doldurdukları beyinleri ile sakin sakin bir kere daha düşünsünler.
Kur’an-ı Kerîm’in ve Sünnet-i Seniyye’nin Sevgili Peygamberimizin (sav) ve ashab-ı kiram’ın yaşadığı hâl ve hayatı inkar edeceğini sanmıyorlar herhalde.

Öyleyse sorun yok! “Sorun var” demek, bildiklerini yeniden test etmeyi gerektirecektir hiç şüphesiz.

İsterseniz o hâl ve hayatı biraz daha yakından görelim. Peygamberimizin (sav) özel hayatı zühd, ubudiyyet ve maneviyat için en güzel bir örnektir.
Yazının başında söylediklerimizi biraz açmakta fayda görüyorum: İnceleyenler iyi bilir ki O'nun manevî, ruhî, kalbî, derunî, zühdî, ahlakî hayatı ve gece gündüz çeşitli ibadetleri, tasavvufî hayatın en mükemmel örneğidir.

İşte bazı örnek gerçekler:

O, peş peşe bir kaç gece aç sabahlar, ev halkı da çoğu zaman akşamları yiyecek bir şey bulamazdı.
Yatağı, içi hur¬ma lifi dolu bir deriden ibaretti. Kendisine hediye edilen kalın ve rahat döşekte “gece ibadetime mani olur” endişesiyle yatmamıştır.
Yemeğini yere oturarak herkesle beraber yer, "Ben kulum, kul gibi yerde oturarak yerim" buyururlardı.
Çoğu zaman elbisesinde iki yamalık bulunurdu.

Kurduğu devlet, dünyanın en kudretli devleti haline geldiği, devlet hazinesi dolup taştığı zamanlarda bile, O'nun yaşantısında bir değişiklik olmadı.
Hanımları bu hayata dayanamayıp dünyalık isteyince O, Allah'ın emriyle onları, “ya dünyayı, ya da Allah ve Resulünü seçme” hususunda muhayyer bırakmıştı. Hiç birisi, O'nu terketmedi.

O, mal biriktirmezdi. İnfak etmeyi çok severdi.
Kendisinden bir şey istendiğinde ne olursa olsun varsa derhal verir, yoksa vadeder, eline geçince de vadini yerine getirirdi.
Cimrilikten çok sakındırırdı. Misafire ikram eder, bazen altına minderini, yoksa cübbesini veya bürdesini sererdi.

Kalbi yufka idi. Herkese ve her mahluka karşı çok şefkatli ve merhametli idi.
Mütevazi idi. Meclisinde özel elbise giyinip koltuk veya taht kullanmaz, rastgele bir yerde sıradan birisi gibi otururdu.
Dışarıdan gelen yabancı, O'nun kim olduğunu seçemezdi. Kendi odasında bile özel yer edinmez, bir meclise girdiğinde boş bulduğu yere hemen otururdu.

Karşılaştığı kimseye ilk o selam verirdi. Hatta çocuklara bile önce o selam verirdi.

Kim, neye davet ederse gider, hiç yemek seçmezdi. İştahı varsa yer, yoksa yemez, ama asla yemeği kötülemezdi.
Hastaları ziyaret eder, cenazeleri teşyi ederdi. Mütebessim idi. Öfkelenmezdi. Ancak hak için öfkelenirdi.

Hüznü daimi, tefekkürü aralıksız, sükutu uzun, konuşması özlü, sesi yumuşaktı.
Kimseyi yermez, gıybet etmez, övmede aşırı gitmezdi.
Herkesi dinler, derdini mümkün mertebe çözerdi.
Dindarı üstün tutar, fakirlerle düşer kalkardı.

Ev işlerinde ailesine yardım eder, yükünü kendi taşır, eşeğe biner, köle bile olsa terkisine adam almaktan kaçınmazdı.

İnsanların kabalığına, eza ve cefasına sabreder, şikayetlenmezdi.
Cihad hariç, kimseye vurmamış, dövmemiş, sövmemişti.

Geceleri uzun uzun ibadet eder, Kur'an okur, zikreder, yalvarırdı. Bundan ötürü ayaklarının şiştiği olurdu.

Bazen üç gün hiç bir şey yemeden orucu oruca eklerdi. (Savm-i visal). Ama şefkat ve merhametinden başkalarını bundan men eder, “ama siz?” diyenlere, “Rabbim beni yediriyor içiriyor” derdi. Allah yolunda yirmi küsur cihada çıkışı vardır.

Velhasıl “O’nu Allah terbiye etmişti ve de ne güzel etmişti!”

Ashabını da güzel yetiştirmişti. İşte onlar, kendi tabiriyle dini yaşamak isteyenlerin yol ve yön bulması için birer “yıldız gibi” olup, kıyamete ka¬dar gelen insanların önderleridir.


( Cemal Nar )
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
67. Ne arıyoruz: Kimlik, huzur ve mutluluk


Her şey kâinatta bir yer kaplar.
İnsan da kendi varlık sebebinin rolünü üstlenmek ister. Buna, "kimlik arayışı"nı da ilâve edebiliriz.
Mensubiyet duygusu, bizi kimlik arayışına yöneltir. Başıboş ve yalnız yaşamak istemeyiz.
İlmî veriler şu sonuca vardı:
Yapımız gereği, mükerrem ve etkiniz. Sağlıklı olduğumuz halde tesirli olmaktan alıkonursak geriliriz. Bu gerilim sürekli olursa bunalıma gireriz. Bundan kurtulmak için de arayışa gireriz.


Peşinde koşuşturduğumuz şeylerden birisi de huzur ve mutluluktur. Saman alevi gibi kısa zamanda sönen geçici bir mutluluk da bizi doyurmuyor. Sonsuz olmasını istiyoruz.
Öyle ise, bir şeyin daha peşindeyiz: İki dünya mutluluğu!
Gerek kendi iç dünyamızda, gerekse dış âlemimizde cereyan eden hâdiselerin sırrına vakıf olup düğümlerini çözmeye can atarız. Hayatın sırlar yumağına sarılmış güzelliklerle dolu olduğunu sezgilerimiz vicdanımızın kulağına üflüyor. Rûh ve bedenimiz, hayret verici muammalarla örülmüş. Fizik/madde-metafizik/gayb âlemlerinin esrarını çözmek; yâni, yaratılışımızın gayesini idrak etmek de bambaşka zevk ve haz kaynağı. "Merak" denen duygumuz, bizi mütemadiyen tahrik ederek buna yöneltir. Çünkü, bizi dünyaya kimin, ne için gönderdiğini merak ile araştırma meyli benliğimize kazınmış; sökülüp atılamayacak bir histir.

"Hâkimiyet" de esaslı bir unsur olarak hayatımızda rol oynar. Çevremize hükmedip hâdiseleri kontrol etmek isteriz. Buna psikolojide "kudret" güdüsü" deniyor.

Her şey zıddıyla bilindiğinden; kâinatın da, bizim de hamurumuz zıtlarla yoğrulup mayalanmış.
Tabiî olarak arayışımızı sürdürürken sık sık olumsuzluklarla karşılaşırız. Onları nisyan perdesine sarmaya çalışsak da olayların akışı/seyri, beynimizi zonklatırcasına tekrar hatırlatır! Her olumsuz ve karmaşık gibi görünen (aslında her şeyde mükemmel bir düzen, ahenk ve denge mevcut) hareket bize derin acılar verir.

Öte yandan, geçmişin elemlerinden, şimdiki zamanın problemlerinden, geleceğin kaygılarından sıyrılmanın çâreleri için de çabalarız. Rûhumuza mukavemet gücü kazandırmak, içten gelen gemlenemez fıtrî bir dürtüdür. Ağrılardan kurtulmak için "ağrı kesici" aldığımız gibi, acılarımızı dindirmek için de "acı kesici"ye ihtiyacımız var.

Şüphesiz, arzularımıza nâil olmanın ilk basamağı; önce kendimizi, sonra çevremizi tanımak ve ihtiyaçlarımızı tesbitle temin etmektir.
Kendisini tanımayan, kendisini yönetemez, duygularını kontrol edemez.
Bundan kaçamayacağımıza göre; "varoluşun" gerçeklerini anlamak adına mutlaka aklımızı ikna, kalbimizi tatmin, hislerimizi teskin, vicdanımızı rahatlatacak tarzda problemlerimize çâreler üretmek durumundayız.

( Ali Ferşadoğlu - Yeni Asya Gazetesi )
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
68. İnsan olmak kolay değil - 1


Kuyuya düşen leşi çıkarmadan kuyuyu temizlemeniz mümkün olamaz. Bu durumda yapacağınız ilk iş, kuyuya inmek ve leşi çıkarmak sonra da fıkhi usullere göre belirlenmiş miktarda suyu kuyudan alarak gerekli temizliği sağlamaktır.

Tıpkı bunun gibi devam eden bir kötülüğü önleyebilmek için de, kötülüğe giden yolu kesmek ve bu konuda önlem almak gerekir. Aksi takdirde yapılan çalışmalar kuyudaki leşi çıkarmadan kuyunun temizlenmesini beklemek gibi olur ki, bu beyhude bir çabadır.

Son yıllarda gayri meşru ilişkilerin sıradanlaşması ve bu ilişkilerden doğan çocukların sorunları gündeme geliyor. Ancak zinaya teşvik eden unsurların önü kesilmediğinden ne çözüme gidebiliyoruz ne de sorunun kaynağına inebiliyoruz.

Avrupa ve ABD'de çocuk denecek yaştaki kızlar evlilik dışı çocuk sahibi oluyor ve bu çocukların sorunları gündemdeki yerini koruyor. Danimarka ve İsveçli bebeklerin neredeyse yarısından çoğu evlilik dışı dünyaya gelmiştir. Fransa ve İngiltere'de üç çocuktan biri gayri meşru ilişkiler sonucu doğuyor.

Kültürel doku olarak aile değerlerinin önemine vurgu yapsak da, modern esintiler bizim mahalleyi de etki altına alıyor.
Artık gayri meşru ilişkiler ve flört, Allah'ın koyduğu sınırların ihlali ve bu konuda sınır tanımamak Müslüman olduğunu iddia eden bizim toplumumuzda da sıradanlaşıyor.

Bilindiği üzere şu günlerde, Konya'da bir parti teşkilatı tarafından "Zina suç sayılsın" sloganıyla bir imza kampanyası başlatıldı.
Zinanın tekrar suç kapsamına alınması için başlatılan kampanya, toplumun içine düştüğü duruma parmak basıyor. İnsani duyarlılık taşıyan her kişi bu kampanyaya destek vermelidir.

Allah Müslümanlara, iyiliğe teşvik etmeyi ve kötülüğe mani olmayı emrediyor.
"Onlar Allah'ı ve ahireti tasdik eder, iyiliği yapar kötülükleri önler ve hayırlı işlere yarışırcasına koşarlar. İşte onlar Salihlerdendir" ( Ali İmran 3/114)

Olaya sosyolojik olarak bakıldığında, birey ve toplumların bir etkileşim içinde olduğu görülür. Ancak Allah'ın emir ve yasakları bütün çağlara ve çağlar ötesine hitap ettiğinden insanın vahyin kuşatıcılığına ihtiyacı vardır. Zira Allah, her ferde insan olarak kalmayı ve insan olarak ölmeyi emrediyor.

Araştırmalar, modernleşme ile suç arasında doğrudan bir ilişki olduğunu gösteriyor. Modern kültür, sadece bireyi değil aile kurumunu ve özellikle de gençlerin saf ve temiz duygularını de dejenere etti.
Kutsalın hayattan uzaklaştırılması ise kimlik ve kişilik sorunlarını beraberinde getirdi. "Özgürlüğümü yaşıyorum" sloganıyla ortaya çıkan modern birey, kul olma sorumluluğundan uzaklaştı. Çünkü din sosyal bir kontrol mekanizma işlevi görüyordu . Bu mekanizma sayesinde, değerlerin korunması sağlanıyor ve bireyler insan kalma şerefini taşıyorlardı. Fakat, insan kutsallarından uzaklaşmakla özünden de uzaklaşmış oldu.


( Fatma Tuncer - Milli Gazete )
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
69. Üç aylarımız ve bağışlanmamıza vesile olan özellikleri


Önce, üç aylarımız boyunca hep tekrar edeceğimiz Efendimiz'in şu özel duasıyla girelim konumuza:

'' Allah'ım, mübarek kıl bize Recep ve Şaban'ı ; affımıza vesile eyle Şehr-i Ramazan'ı ! ''


Evet, bugünden itibaren büyük bir aşk ve şevkle tekrar edeceğimiz duamız hep böyle olacaktır:
''Allah'ım, mübarek kıl bize Recep ve Şaban'ı ; affımıza vesile eyle Şehr-i Ramazan'ı ! ''


Neden bu aylar için böyle özel dua ? Özel duayı gerektirecek eşsiz farklılıkları mı söz konusu ?

Bu ayların inanmış insanlara kazandırdığı eşsiz sevap farklılığını Bediüzzaman Hazretleri'nden dinleyelim isterseniz.
Kısaca şöyle açıklıyor bu eşsiz sevap farklılığını:

* Her ibadet ve iyiliğin sevabı başka aylarda on ise, Receb-i Şerif'te yüzü geçer, Şaban-ı Muazzama'da üç yüzü geçer ve Ramazan-ı Mübarek'te ise bine çıkar! Kadir Gecesi ise seksen sene nafile ibadeti aşan bir eşsizliğe ulaşır!..

Demek ki üç ayların başından itibaren başlayan bu İlahi ikram ve ihsanları bilenlerin büyük bir şevkle ibadet yapma heyecanına girmeleri sebepsiz değildir.
Bir'e on'dan başlayan sevap yağmuru yüze çıkıyor, sonra üç yüze yükseliyor, daha sonra da bine ve yukarı sevap sağanağına dönüşüyor..

İşte bugün böyle özel farklılıklara sahip üç aylar da bizleri kucaklamış bulunmaktadır. Yeter ki bizler farkında olalım bu özel ibadet ve sevap mevsiminin.
Evet, Recep ayı ile başlayıp Şaban ayı ile artarak devam eden sevap yağmuru, Ramazan ayında sağanağa dönüşür, Kadir Gecesi'nde ise üç aylar boyunca kendini hazırlamış olan insan, İlahi affa tam nail olacak bir ruh yüceliğine yükselir.
Hatta bayramda da kendine tertemiz bir beyaz sayfa açarak yepyeni bir hayata başlama bahtiyarlığına ulaşması dahi söz konusu olabilir.

Böyle bir beyaz sayfa açmak mümkün mü?
Hiç şüpheniz olmasın.

Çünkü Rabb'imiz iman etmiş kulunun cehennemde azap görmesinden değil, cennette mükafata ermesinden memnun oluyor.
Bunun için de vesileler hazırlıyor, bazı ayları, günleri bazılarından üstün özelliğe sahip kılıyor ki, inanmış insanlar bu vesilelerle kendilerine çekidüzen versinler, yeni bir heyecan ve ümitle cennete layık yaşantıya yönelsinler.

Bundan dolayıdır ki Efendimiz (sas) Hazretleri, üç ayların başlangıcı olan Recep ayında oruçlarını, namazlarını daha da çoğaltmış ; Şaban ayında ise bu artışı bir kat daha ileriye götürmüş, böylece ümmetine Ramazan'daki umumi affa layık hale gelme örneği vermiş, farklı bir ibadet hayatı yaşayarak bizlere mesajlar sunmuştur.

Bu sebeplerle bu aylarda samimi tövbe, istiğfarlar yapılarak daha şevkli bir ibadet hayatına başlanır. Tutulacak oruçlarla, kılınacak fazla namazlarla, yapılacak hayır hasenatlarla sevabı daha çoğaltıp günahı daha da azaltma azmine girilir. Hatta kaza namazları, oruçları, kul hakları gibi sorumlulukları tümüyle ödeyip bitirme niyeti bile söz konusu olabilir.
Ta ki Kadir Gecesi'nde seksen senelik nafile ibadet sevabına da layık hale gelmiş olsun insan..

Ayrıca bu aylarda peş peşe gelen kandil gecelerimiz de bizlere uyarılarda bulunmuş olur, yaşadığımız fevkalade gün ve gecelerin farkında olup olmadığımızın hatırlatmasını yapmış sayılır.

İşte bugünlerde bizlere düşen görev de, Rabb'imizin kurtuluşumuz için vesile kıldığı bu kutsal ayları gayesine uyan şekilde yaşayarak değerlendirmektir.

Ancak unutmamak gerek ki, bu eşsiz fırsat ve imkânlar bilen, düşünen ve ayları günleri şuurluca değerlendirme bahtiyarlığına erenler için söz konusu olur.

Bu duygu ve düşünce içinde, Efendimiz'in üç aylar boyunca tekrarladığı duasını biz de tekrarlayarak diyoruz ki:

'' Rabb'imiz, mübarek kıl bize Recep ve Şaban'ı ; affımıza vesile eyle Şehr-i Ramazan'ı ! ''

Affımıza vesile kılacağımız üç aylar dileğimizle...


( Ahmed Şahin - Zaman Gazetesi )
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
70. Kürtaj cinayet ise zina neden serbest?


Kürtaj durup dururken mi gündeme geldi…
Yoksa gündem değiştirmek için mi ortaya atıldı…
Veya bilinçli bir şekilde mi gündem maddesi haline getirildi…

Nasıl gündeme geldiği önemli olmasa da bu konunun tartışılırken sağlam temellere dayandırılarak konuşulması ve yasallaşması çok önemli…

Bu işin ...
Bir sağlık tarafı…
Bir insani tarafı…
Bir de dini tarafı var…

Bunları birbirinden bağımsız görüp ne olacağına karar vermek daha sağlıksız sonuçların ortaya çıkmasına sebep olur…
Din sağlığı, sağlık dini tekzip etmez aksine destekler…

Bu sorunu başbakan konuşsa da sağlık bakanlığının ve diyanet işleri başkanlığının konuyla ilgili uzmanları oturup birlikte çözüme kavuşturmalıdır…
Tabi ki insani yönünü ihmal etmeden…

Başbakan kürtajın cinayet olduğunu söylüyor…
Toplumun büyük bir kesimi zaten bunu cinayet olarak kabul ediyor…
Ana rahminde ruh üflenmiş bir canlı ile doğmuş bir canlı arasında bir fark olmadığını herkes biliyor…

Ancak zinanın serbest olduğu bir ülkede…
Tek gecelik ilişkilerin hızla çoğaldığı bir ülkede…
Gayrı meşru ilişkilerin teşvik edildiği bir ülkede…
Kürtajın yasaklanması bu sorunu çözer mi?

Ülkemizde uyuşturucu kullanım yaşının onlu yaşlara düştüğü düşünüldüğünde…
Gayrı meşru ilişkilerin meşru olduğu düşünüldüğünde…
Sigaranın yasak ancak alkolün serbest olduğu düşünüldüğünde…
Bir kısım medyanın her türlü ahlaksızlığı meşru gösterme çabası içinde olduğu düşünüldüğünde…
İnternetin aileleri esir aldığı düşünüldüğünde…
Maddiyatın maneviyatın önüne geçtiği düşünüldüğünde…
Sadece kürtajla ilgili yasa çıkarmak bu sorunu çözmez…

Bu sorunu çözmediği gibi daha büyük sorunların ortaya çıkmasına sebep olur…

Şu anda özel sağlık kurumları bunu sağlıklı ortamda gerçekleştirirken o zaman daha yüksek paralar karşılığında ve tamamen sağlıksız ortamlarda gizli olarak yapacağı unutulmamalıdır…

Kürtaj sonrası psikolojik sorunlar yaşayan annenin sağlıksız ortamlarda kapacağı komplikasyonlar nedeniyle daha büyük tehlikelere maruz kalacağı unutulmamalıdır…

Sosyal hizmetler bünyesinde koruma altına alınan evlilik dışı çocuklar şu an bile büyük bir problem teşkil eder iken bu sayının artmasıyla daha büyük sorunların ortaya çıkacağı unutulmamalıdır…

Toplumun eğitim ve kültür seviyesi düşünüldüğünde şu an bile toplumun bütün yükünü omuzlarına almış kadınların yarın daha büyük sorun ve travmalarla karşı karşıya kalacağı unutulmamalıdır…

Dini nikâhın bile yasak olduğu bir ülkede zinanın serbest olması tezattır…

Kanaatimce bu işin çözümü aileden geçer ki…
Bir ülkenin temel dayanak noktası ailedir…
Ahlaki dejenerasyon ve yozlaşma ile ailenin ortadan kaldırılması demek bir ülkenin geleceğine dinamit koymak demektir…
Avrupa'da manevi buhran yaşanmasının en büyük nedeni ailenin ortadan kaldırılmasıdır…
Çıkarılacak her yasanın aileyi koruyacak, muhafaza edecek, sağlıklı bir neslin yetiştirilmesine zemin hazırlayacak şekilde çıkarılması gerekir…

Bu yüzden ailenin temeline dinamit koyan her türlü arıza, sorun, problem bertaraf edilecek şekilde yasal düzenleme yapılmalıdır…

Örneğin Müslüman aile yapısını paramparça eden film ve diziler halktan uzak tutulmalıdır…
Aksine Ailenin kutsiyetini ve bütünlüğünü ortaya koyan program dizi ve filmler teşvik edilmelidir…
Aileleri darmadağın eden internetin zararlı yönü mutlaka kontrol altına alınmalı ve internete esir olmuş aileler bu tuzaktan kurtulmalıdır…

Bu nedenle aileyi doğrudan ilgilendiren kürtaj, sezaryen konularında çıkarılacak her yasa, aile temelinde ve ailenin bütünlüğünü sağlayacak şekilde çok geniş bir pencereden bakılarak düzenlenmelidir…

Kürtaj cinayetse zina da yasak olmalıdır…


( Cevdet Kara )
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
71. Sırdaşına dikkat et!

"Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz."
(Al-i İmran-118)


Açıklama:

Davasını düşünen bir müslüman gerek dava sırrını gerekse şahsi sırlarını sadece dava arkadaşlarıyla paylaşır ve istişare eder…
Sırdaş edinen bir kimse ileriye yönelik hedeflerini sırdaşıyla paylaşmış olur… Paylaşılan bu 'sır' kâfir kimseler tarafından oldukça merak edilir… Elde edilmesi için ellerinden gelen bütün imkânları seferber ederler… Alınacak herhangi bir gizli bilgi o topluluğun dağılması için yeter de artar bile…

Birçok cemaat ve topluluk, aralarına sızan casusların- münafıkların- kendi mahremlerine ulaşmalarıyla dağıldı… Ve birçok müslüman yıllarca hapislerde ve sürgünlerde ömür tükettiler…
Yani ayette bildirildiği gibi sıkıntıya düşürmek istediler ve nitekim başarılı da oldular…

Küfür mikrobunun asıl üretim merkezi olan kalpleri Müslümanlara öfke kusmak ister… Fakat şartlar gereği bu öfke zamana göre dozaj ayarlaması yapılarak gram gram çıkar… Fakat bu gram bile bazen tonlarca ağırlıkta tesir yapar Müslümanlara…

Müslümanların gözyaşları onları merhamete davet etmez… Arzu ettikleri sahneyi izlemenin zevkini çıkarırlar… Bu onların mayalarında olan bir durumdur…

Kâfir olanlar Müslümanların her ortamda ezilmelerini isterler… Hatta imkânları ellerine geçirmiş olsalar işkence yapıp acı çektirerek öldürmek isterler…

İşte Allah-u teala bizlere böyle bir mikroptan bahsediyor… Sanki şöyle diyor:

' Ey iman edenler! Kâfir olanlar sizlerin açığını yakalayıp ortaya çıkarmak ve ezmek için her türlü yola başvururlar… Sizin yanınıza gelip sizlerdenmiş gibi gözükmek isterler… Tek bir amaçları vardır: Özelinizi öğrenmek… Eğer onlarla haşir neşir olursanız ister istemez pot kırar sırlarınızı paylaşırsınız…'

Bizler müslümanlar olarak dinimizi en güzel şekilde onlara ulaştıracağız. Davet ederken tebessüm edeceğiz…
Burada bir sıkıntı yok… Fakat aramızda ciddi bir mesafenin olması gerekiyor… Bu mesafeyi iyi ayarlayamazsak hem şahsımıza hem de ahiretimize zarar veririz…


Okuduğumuz bu ayete başka bir açıdan bakarsak maddeler halinde şu güzellikleri de görürüz;


1- Allah iman edenleri çok seviyor ve ilerde başlarına gelecek muhtemel tehlikelere karşı uyarıyor.

2- Allah tüm kalplere hâkim ve geleceği bilir.

3- Allah'ın dinine düşman olanlar bu dinin mensuplarını sevmezler.

4- İnsan sırdaş edinmeden yaşayamaz. Bu sebeple kimlerle ve hangi gerekçelerle sırdaş edinmeyeceğimiz bildirilmiş.

5- Kâfir olanlarda merhamet beklememek gerekir. Buna hazırlıklı olunmalı.

6- Müslümanları her konuda sıkıntıya sokmak isterler. Bu ayette özellikle düşürmek istedikleri sıkıntı türünden bahsedilmediği için, akla her türlü sıkıntı gelir.

7- Kıyamete kadar tüm kâfirler bu kininden asla vazgeçmeyecektir.

8- Bu ayetler düşünmemiz ve dersler çıkarmamız için söylenmiştir.

9- Müslümanın her halükarda düşmanları vardır ve zarar vermek için bahaneler arıyordur. Buna hazırlıklı olunmalı.


( Feyzullah Birışık )
 

berat05

Yönetici
Katılım
26 Eki 2007
Mesajlar
7,764
Tepki puanı
1,035
Puanları
163
Yaş
48
Konum
Gönlün olduğu yerde
Esselamu aleyküm

Esselamu aleyküm

"Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz."
(Al-i İmran-118)


"Sırdaş deyince aklıma sadece Can'dan Dostlarım geliyor....Birde dost olabilmek var serde.."

Gevher kardeşim

Ellerinize sağlık..paylaşımlarınızı takip ediyorum...İçimden geldiği gibi yazdım

Selametle
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
"Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz."
(Al-i İmran-118)


"Sırdaş deyince aklıma sadece Can'dan Dostlarım geliyor....Birde dost olabilmek var serde.."

Gevher kardeşim

Ellerinize sağlık..paylaşımlarınızı takip ediyorum...İçimden geldiği gibi yazdım

Selametle


CAN dost bulabilmek önemli olan..
Rabbim böyle bir nimeti verdiyse eğer CAN'ına sahip çıkabilmek önemli olan..

Gönlünüzden geçenler başımız gözümüz üstüne BERAT05 kardeşim..
Hayırlı akşamlar olsun inşaAllah..
 

TakeOne

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
31 Eki 2008
Mesajlar
6,064
Tepki puanı
37
Puanları
48
Konum
Ankara
Allah herkese gönül dostu nasip etsin. Hamd olsun Allahım...
 

KatrePare

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Tem 2011
Mesajlar
4,014
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
27
Son yaziniz cok icten ve dogruydu...
Rabbimizin bu konudaki sozu, butun sinirlari belirleyen keskin bir hancer niteliginde, O'nun hikmeti...

Bu kadar hassas ve bilinmesi gereken konu...

Ve sizin isik tutan yaziniz, uzerine soz yok, Allah razi olsun.
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
Son yaziniz cok icten ve dogruydu...
Rabbimizin bu konudaki sozu, butun sinirlari belirleyen keskin bir hancer niteliginde, O'nun hikmeti...

Bu kadar hassas ve bilinmesi gereken konu...

Ve sizin isik tutan yaziniz, uzerine soz yok, Allah razi olsun.


Rabbim cümlemizden razı olsun KATREPARE kardeşimiz...
Kendi nefsimizin nasiplenip de terbiye olması için okuduğumuz yazıları elimizden geldiğince siz kardeşlerimizle de paylaşamaya çalışıyoruz.
İnşaAllah idrak eden ve uygulayanlardan oluruz.

Hayırlı günler dilerim.
 

Sedaa_*

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 May 2012
Mesajlar
2,150
Tepki puanı
6
Puanları
0
Yaş
23
Allah razı olsun, çok güzel bir paylaşımdı :)
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
72. Taassubiyet bir hastalıktır


Taassubiyetin her türlüsü kötüdür. Zira körü körüne bağlandığınız şey sizi durmanız gereken çizgiden uzaklaştırır, iradenizi, aklınızı ve ruhunuzu esir alır.


İslamın karşı çıktığı ve onarmaya çalıştığı bir hastalıktır taassubiyet.
Taassup kişi eylemini akıl ve irade süzgecinden geçiremez. Neyi neden, nasıl ve niçin yaptığını bilemez. Bir şeye bir inanca bir kişiye bir olaya sorgulamadan bağlanır ve aklını tamamen devre dışı bırakır.
Taassubiyetin çehresi değişse de karakteri hep aynıdır. Kimi zaman fanatizm, olarak kimi zaman cemaatçilik olarak kimi zaman tarafgirlik olarak karşımıza çıkar ve kişi, kendi taraftarının, cemaatinin, dışındakileri adamdan saymaz.
Kendinden olanın da hatalarını hiçbir şekilde göremez. Çünkü patalojik bir vakıa olan taassubiyeti onu kör ve sağır yapmıştır.


En tehlikeli şey dinden olmayanın dindenmiş gibi görülmesi ve kabul edilmesidir.
Bu noktada taassubiye taşıyan kişi çoğu zaman körü körüne bağlandığı şeyin din olduğuna inanır ve sadece kendi taraftarının doğru yolda olduğuna savunur. "Benim taraftarım haklıdır, doğru yoldadır, hata yapmaz, kusur nedir bilmez anlayışına sahiptir.
Halbuki, bu durum kişiye kendini otokritik etme şansı bırakmaz.

Akli ve iradi aktivitesini devre dışı bırakarak yanlışın peşinde sürüklenen ve bu konuda aşır taassupkar davranan kişi zarardadır:

1-Kendi taraftarı olarak gördüğü kimselerin hatalarını görmez

2-İradi özgürlüğünü kullanmadığından sürüye uyar ve seçme hürriyetini kullanamaz.

3-Benim tarafım haklı düşüncesi hakim olduğundan kardeşlik duygunsu yaşayamaz.

4-Tarafgir davranan kişi adil olamaz çünkü her zaman benim tarafım haklıdır anlayışına sahiptir

( Fatma Tuncer - Milli Gazete )
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt