Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Posta Kutuma Gelenler ! (1 Kullanıcı)

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
1. Ve ''La'' dedi önce , ''Lebbeyk !'' diyenler...

Tek bir harf...
Bir harf ama bütün harflerden müteşekkil nice cümleler onun yanında acze düşüyor...
Arapçadaki '‘ la '' dan söz ediyorum.
Öyle bir harf ki bu, insan hayatının, ya ebediyete giden mecra veya inkisarla sonuçlanan bir macera olmasını sağlıyor.

Çocukluğumdan beri imanın, neden bir olumsuzlama ile başladığını düşünmüşümdür.
'' La '' diyerek başlayan bir iman etme...

Sonra üzerinde etraflıca düşününce, insanın maddeyle ve maddi değerlerle olan ilişkisinde ne denli menfi bir konumda olduğunu fark ettim.
Maddenin bütün ürkütücülüğü ile kuşattığı bir insan hayatı ve bu hayatı adeta ipotek altına almış bir heyula vardı muhatap kaldığımız.
Bin bir açıdan sarılıp sarmalanmış bir insan hayatı...
Kuşatılmış bir hayat daha doğrusu...

Her nesne, insanı dünyaya mahkûm eden bir zincirin halkaları hükmünde...
Zincirler ve prangalar...
İşte o an anladım ki, hürriyete giden yolda, bağımlılıkların ve zincirlerin yeri yok!
Kişi, hürriyet istiyorsa eğer, kendisini kuşatan tüm maddi olguları ve ayaklarına bağ olan zincirleri kırmak zorunda.
Aksi takdirde, prangaya vurulmuş bir mahkûma, demir parmaklıkların arkasındaki biçareye, doru bir tay gibi özgürce koşmanın ne demek olduğunu istediğiniz kadar anlatadurun, nafile...

İşte '‘la '' , kırın prangalarınızı demek!...
Masivanın bentlerinden sıyrılıp hakikate doğru adım atın demek.
'' La '' , hapishanenin parmaklıklarından kurtulup zincirlerden boşalmak demek!..
Hürriyetin ve ebediyetin eşiğine gelmek demek...

İnsan için dünya hayatı aslında bir sürgün...
Hazreti Âdem (A.S.)' le başlayan bir sürgün bu. Sürgün, bir ceza tabii ki... Muvakkat bir zaman için vatan-ı asliden vatan-ı gayriye nefiy cezası...
Ama insan bu, kısa sürede alıştı sürgün ülkesine...
Yetmedi, oradaki aldatıcı süslere perestij etti. Bir süre sonra bu hoşlanma yerini tutkuya bıraktı...
Varılan son noktada, bu aldatıcı süslerin, artık bir tür ilahlık konumuna ulaştığını gösteriyor açıkça.

Vedud-u Kerim, bu aldanmışlığı sık sık hatırlattı kullarına, elçilerinin lisanıyla...
'' La '' deyin diye keremle ikaz etti. 'Asıl vatanınıza, sonsuzluk ülkesine dönmenizi engellemek isteyen ve ebedi düşmanınız olan şeytanın sizleri iğfal etmemesi için '' la '' diyin , diye lütufla ve merhametle ihtarda bulundu...
'' Lebbeyk! '' diyenler oldu, '' çürümüş kemikleri kim diriltecek? '' sorusunu soran kahir ekseriyete karşın...
Ve önce '' la '' dedi '' Lebbeyk! '' diyenler.
Sonra, bu teslimiyetin husule getirdiği bereketin açtığı kalp gözleri marifetiyle gördüler ki, hayatın anlamı bu tek harfte saklı.
Bir harf kadar kısa olan dünya hayatının aldatıcılığını keşfettiler bu bir harf sayesinde...
Ardından sonsuzluk okyanusuna açılan kapının eşiğine gelerek, ''İllAllah! ''dediler büyük bir huşu içerisinde.

'' Gitti ölümlü yalan; Geldi ölümsüz gerçek! '' mısrası çınladı dört bir yanda...
Ve arkalarına dönüp'' la '' diyemeyen bedbahtlara, '' Siz, hayat süren leşler; Sizi kim diriltecek? '' dediler, bazıları için hayıflanarak ve bazıları için de öfkelenerek...

'' Bu dünya hayatı bir oyun ve bir eğlenceden ibarettir. Hakiki hayat ise ahiret yurdundadır, tabii anlayabilirseniz! '' hakikati tecelli etti ve varsayılan, gerçek olmayan bir hayat, '' la '' sayesinden hakikate inkılâp ederek ebediyetin kapısını açtı.
Firavunun, kendisini bir şey sanan sahtekâr sihirbazlarının yılan suretine bürünmüş ipleri, Musa (A.S.)'ın mübarek asasına yem olmaktan kurtulamadı ‘la' sayesinde...

Ve inanan insanlar tek bir ağızdan, '' La mevcude illa Hu '' diyerek şükür secdesine vardılar.
Onlar erdi muradına...

( ALINTI )
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
2. '' Oglum neden hafız yada hoca olmuyor da ya topçu ya popçu olacak diyorsunuz ? ''

'' İki aç kurdun, bir sürüye vereceği zarar ; mal ve makam sevgisinin Müslümanın dinine vereceği zarardan daha fazla değildir.'' ( Bezzar )

Bu Hadis-i Şerifi biraz açarak yazıma başlamak istiyorum..

Bir tilki düşünelim. Bir tavuğu gözüne kestirir, fırsatını bulunca hemen kümese yanaşır ve kapabildiği tavuğu kapar, götürür yer.

Ama kurt, yaratılışı itibariyle farklı bir yöntemi seçer. Bir kurt bir sürüye daldığı zaman o koyunu boğmadan, butunu almaz.
İki kurt olunca ,durum tamamen değişir.

İki kurt bir sürüye daldığı zaman, kendi aralarında koyun veya keçileri boğma yarışına girerler.Tüm sürüyü boğduktan sonra kendilerine lazım olan 1-2 koyunu alıp uzaklaşırlar.

Müslüman dinine zarar verir mi? Dinine ne zaman ve nasıl zarar verir?

Hemde öyle bir zarar verir ki, siyonistlerin veya haçlıların dinine vereceği tahribattan daha ağır olur. Çünkü haçlıların yada siyonistlerin yapacakları en ağır tahribat müslüman ülkeleri işgal etmek ve müslümanları öldürmek olur.

Bunu yapmadılar mı? Nice İslam ülkelerini harabeye çevirmediler mi?

Tarihte bunun yüzlerce örneği var.

Müslümanların yurtlarını işgal etmek ve onları öldürmek İslama zarar vermediği gibi, tam aksine onların dinine daha fazla sarılmasına vesile oldu.

Bunun en bariz örneği Filistin’dir.

Küfür Devletleri, Kuran-ı Mübin’i ortadan kaldırabilirlermi? Hayır..

Ezanı susturabilirlemi? Hayır...

Ama bir babanın, ezan okunurken çocuğunun kulaklarını çınlatan abuk sabuk müziğine ses çıkarmaması İslama zarar verir.

Aynı şekilde, müslüman olduğunu iddia edip hem kendisini, hem ailesini, hem de çocuklarını Kur’an’ın feyzinden mahrum bırakan, TV başında geçirdiği saatlerin onda birini Kur’an’a ayırmayan bir müslüman İslama zarar verir.

Günümüzde dinine zarar veren, nice insanlar vardır .

İslamın özüne inmemiş, yüzeysel, gelişigüzel, geleneksel bir inanç ile itinasız, tavizkar tutumuyla kazara dininin kasabı hükmündedir.

Kendisi için yaptığı (ihlastan yoksun )yarım yamalak ibadetlerle övünen, namazda okuduğu süre ve dualardan hiç bir şey anlama zahmetine katlanmayan, hayatı boyunca gerek ailesiyle gerek çevresiyle gererekse komşusuyla din mevzu una girme tenezzzülünde bulunmayan, bulunsada yanlışlarına doğru süsü veren kişilerden sözediyorum..

Hacca veya umreye gitmek için gerektiğinde el atından kişilere para yediren
hacılardan(!), “benim dedem hacıdır”, “evleneyim, sonra kapanayım diyen bacılardan”, sözediyorum (sanki kapansa islam ihya olacak).

İnançlarıyla çelişen, menfaatleri veya tembellikleri için gerçekleri gizleyen ,
ömrü billah, İslam’ı dert edinmeyen müslümanlardan sözediyorum.

Sözüm ona, cuma namazına gelmiş camii bahçesine tükürenlerin yüzünden insanlar, İslam’ın temizliğinden şüphe eder oldu....

Bunlar İslam’ı besliyor mu? Boğuyor mu?

İslam ağacını suluyor mu? Kesiyor mu?

Bugün Kur’an dersi almak istemeyen(!) çocuklar, Kur’an düşmanları mı oluyor?... hayır, hayır asla...
Kur’an-ı Mübin i tanımıyorlar ki düşman olsunlar. Bu çocukların ebeveynleri, ne kendilerine yar olmuş, nede İslama... Çocukları nerden bilsin?
...
Çocuğum ya topçu olur, yada popçu!

Son yıllarda bu sözleri ne de sıkça duyuyoruz.Muhtemelen sizlerde duyuyorsunuzdur. Ancak, işim gereği muhatap olduğum, namazını kılan, yaşı 40 a dayanmış birinden bu sözü işiteceğim aklıma gelmezdi..

- Soruyorum: “Neden efendim ya hafız ve imam olmuyorda, ya topçu, ya popçu olacak diyorsunuz?”

- “Bunu hem ben istiyorum hem de oğlum. Onu 3 büyük kulüpten bir takımın alt yapı tesislerine yazacağım.Bu zamanda en iyi para bu işlerde var... Hem çocuğumun raket gibi sol ayağı var. Geleceği için bu fırsatı tepemem .Gerçi sesi de fena değil..

Annesi, Atv’de yayınlanan ‘Bir Şarkısın Sen’ adlı (Çocuk ) popstar programına göndermek için epey uğraş verdi ama olmadı.”

- “Biliyorum”, dedim... “O programla bir iki kez tesadüfen karşılaştım. O çocukları her izlediğimde içim yandı(Allah şahit). Gencecik bedenleri dansöz kılığına sokan
sözde kültürlü medeni bir toplum!!! Hiç vicdanen rahatsız da olmuyorlar. Onlara Avrupanın geleneklerini, deyim yerindeyse, iğrençliklerini aşılıyorlar.

Çocuk Allah’ını tanımadan, İbrahim Tatlıses’in küfür kokan şarkısını seslendiriyor... ‘(Allah’a) Madem unutucaktın, beni neden yarattın’ diyor ve insanlarda gülüyor eğleniyor, jüri ve halk oy veriyor, SMS atıyor.”

- ... “(bana) Kardeşim!... Haklısında, iyi güzel söylüyorsunda şartlar değişti. Hiçbir şey eskisi gibi değil... Herşeyin aşırısı da olmuyor (bana aşırı dinci diyecek ama pek samimi olmadığımız için diyemiyor). Hamdolsun namazlarımı aksatmam, kısmet olursa Hacc’a da gideceğim... Bazıları gibi, içki mi içtik? Kumar mı oynadık? Faiz mi yedik?...”

- dedim ki; “Namazlarını kılman güzel bir şey ancak, kıldığın namazlar kendin içindir... Hacc’a gitmen kendin içindir, zekat vermen kendin içindir. Allah’ın dinini (ileriye götürmeyi bir kenara bırak) ayakta tutabilme adına neler yaptın?!...”
...

İşte Resulallah (s.a.v.) ın tarif ettiği, bir müslümanın dünya sevgisi ile dinine zarar vermesi olayında olduğu gibi, bir kurdun yani bir babanın ailesini boğması, bu kurt diğer bir kurt ile birleşirse, o zaman sürüyü yani tüm aileyi, çevreyi boğma yarışına girdiğini görmüş oluruz.

İslam’ın özüne inmiş olanlar şunu iyi biliyor ki; eğer hacc ve namaz ile iş bitiyor olsaydı, Mekke’deki ve Medinede’ki o yüce sahabeler ordan katiyyen ayrılmazdı...

Analarını, babalarını, çocuklarını İslam’a feda eden o güzel sahabaler, çıplak ayaklarıyla yüz kilometrelerce yol kat edip çölleri, şehirleri, dağları-tepeleri aşıp “bir müslümanın hidayetine vesile olayım” düşüncesiyle gece gündüz demeden diyar diyar gezmez, hicret etmez, insanları bu güzel dine davet etmezlerdi.

İslamı nasıl öğrendik, nasıl yaşıyoruz ve nasıl yaşatıyoruz?...

Allah’u Zulcelal’in bizlere lütfettiği en büyük nimetlerden biri de din (islam)dır.
İslamda üç temel unsur var: İlim, amel, ihlas...

Bu üç temel kuraldan geri kalan, sürüsünü(çocuklarını) kurtlara teslim etmiştir.
Eğer gerçekten İslamı seviyorsak; sadece ibadetlerimizle değil, onun ayakta kalmasına, onun şahlanışına vesile olmayı denemeliyiz.

Bunun için herşeyden önce, İslamın özüne inmeli ve sağlam bir ilim elde etmeliyiz..

Kudüs’ün bir Filistin davası değil, bir İslam davası olduğunu ne zaman öğreneceğiz?

Hayatı sadece maddi dünyadan ibaret sayan anlayışlar için ölüm fikri, aşılmaz bir dağ gibidir.
Ölümden sonraki bir hayatın varlığını bilmek ve buna tam olarak inanmak, insanoğlu için temel unsurdur.
İnsanlık bugün dirilişe ve hesap gününün varlığına inanma noktasında tereddüt içindedir. İslamın ağır ağır ilerleyişi, bu problemlerin eseridir.

Bunalımların, zulümlerin ve haksızlıkların temel sebebi de budur.

Ne acıdır ki hırs ve ihtiras sahibi pek çok kimse, dünyanın aldatıcı cazibesine kapılmakta, fâni olana talip olup ebedi olandan yüz çevirmektedir. Kişinin dünya nimetlerine, makam, mevki ve şöhrete olan aşırı istek ve arzusu, ondaki ahiret ve hesap günü inancını zayıflatmaktadır.

İnsanoğlu bu dünyadaki hayatını yaşarken, sonsuz olan ahiret hayatını da düşünerek yaşamalıdır.

Allah Azimüşşan ayaklarımızı Hak yolda sabit kılsın..

vesselam..

( Tayfun HAK / Hürseda Haber )
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
3. İnsan insanın neyidir?


Beyaz kağıt üstüne düşmüş her sözcüğü, kendime yazılmış bir mektup gibi göresim gelir çoğu zaman.
Böyle değil midir gerçekte, yazıyla aldı verdisi olan her fani, kaleme sarıldığında, sözcüklere can suyu verip giysiler biçmeye durmaz mı?
İşi gücü sözcüklerledir onların, içlerini tükenmez arzularla doldurup meçhule salarlar.

Başka zamanlara, başka kentlere ve insanlara doğru...
O söz bulutları, belki hiç beklemedikleri bir anda birilerini bulacak ve sahibi adına onlarla konuşmaya başlayacaktır.
İnsanın özündeki değişmez arzu, konuşmak, hep birilerine konuşmak...
Dünya yüzündeki şunca kitabın içinde saklı sonsuz sözcükler, bizimle konuşmak için can atıp durmakta, emaneti ulaştırmak arzusuyla tutuşmaktadır.
İnsanın insana söyleyeceği ne çok şey var!

"Şiir yaz da onu kimselere deme / Elin ekmek tutsun da kendin ye bir güzel"...
Olmuyor, öyle olmuyor...
İnsan, insanı bulmak istiyor; anlatmak, söyleşmek, dokunmak... Bir ihtimal bile olsa, sözünün bir gün gidip birini bulacağını umuyor.
O buluşmada bir an olsun 'var' olmak, hatırlanmak, düşünülmek, çoğalmak istiyor.

'Söz' nedir öyleyse?
İnsandan insana çiçektozları taşıyıp, ruhları döllendiren, sonsuz dostluklar yeşerten rüzgâr mı?
Bitki soyunun üreyip çoğalması, çiçektozlarının oradan oraya taşınmasıyla mümkün oluyorsa, insan duyarlığının, düşüncesinin süregitmesi de sözcüklerin tozlaşmasıyla gerçekleşiyor olmalı.
Çağdan çağa, insandan insana, kültürden kültüre sonsuz bir duygu aktarımı... Yaşasın, aramızda uçuşan bereketli sözcük rüzgârları!

Bir ortaçağ şairinin, Sapfo'nun mesela, selamını getiren bir dizeyi okurken, ne hissederiz? "Mutlu kal, yıllar boyunca..."
Sonra bizim Yunus'un "Kaynar denizleyin canım oynar gemileyin tenim" dizesini bulunca?...
Kimlere değe dokuna geldiler kim bilir, kimlerde sürgün vere vere ulaştılar bize? Sözün bunca tazeliği, ölmezliği, 'tozlaştığı' her insandan yaşamak devşirmesinden midir?

İnsandan insana yol var çok şükür, gönülden gönüle akar ırmaklar var.
Çok uzaklarda, yüzünü hiç görmediğim, aramızda sözcüklerden köprüler kurduğumuz bir dost, 'Sizin için bahçelere gittim.' diyor. "Çiçek açmış kayısı ağaçlarına baktım, potincik böcekleriyle, kelebeklerle söyleştim sizin için..."
Daha kırkı çıkmamış bir dost, benim için 'vekaleten' bahçe gezmelerine çıkıyor. Cümle kurda kuşa benden selam ediyor. İnsan insana yük olmuyor, kederine omuz veriyor.

On yıl mı olmuş göçüvereli, Alaeddin Özdenören? Sanki hiç gitmemiş, selamını bırakmış aramızda.
"Benden selam olsun diye / Uzak kentlerdeki kardeşlere..." diyordu bir şiirinde. Hep susardı, ama dizeleri onun adına konuşuyor şimdi 'uzak kentlerdeki kardeşleri'ne.
Uzak kentlerde meçhul kardeşlerimiz var. Ruhlarımız, tozlaşmak için birbirini arıyor belki de... Ebedi kardeşlikler kurmak için zamanını bekliyor.

Şu yazının başlığını ödünç aldığım Nermi Uygur, "İnsan insanın yükü müdür?" diye soruyordu...
Sözcükleri öyle şekerlendiriyor, çiçek tozlarına öyle batırıyordu ki, her denemesinden bir insanlık şarkısı yükseliyordu.
"Gel gör ki hemen hemen herkeste, her zaman olmasa bile sık sık, şöyle bir izlenim bırakmakta yaşam: Hoşnut değiliz birbirimizden. İnsanın insana davranışı, sık sık dayanılmaz bir yük gibi çöküyor üstümüze."
Hoşnut değiliz birbirimizden...
İnsanın insana davranışı, insanın insana dokunan sözleri bir yük gibi çöküyor üstümüze.
İnsan insanı yaralıyor, kırıyor, kurutuyor; kavgalarda, paylaşamamaklarda...

Gözleri sonu gelmez hırslarla perdelenenler, sözcük tozlarını nasıl görebilsin?

( Ali Çolak - Zaman Gazetesi )
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
4. NAMAZI DOSDOĞRU KILMAK


İnsanları emr-i bil maruf nehyi anil münkerden uzaklaştıran şeytan ve dostları , namaza da müdahale etmişler ve bu müdahaleye maruz kalan insanlar, namazın anlamından uzak bir konuma düşmüşlerdir.

Nitekim halkında müslüman olan ülkelerde yaşayan birçok insan namaz kılmakta, fakat ne var ki kıldıkları namazdan gafil bulunmaktadırlar.
Kuran-ı Kerim ifadesiyle bu kimseler namazlarında yanılgıdadırlar, ne için nereye yöneldiklerinin, ne yaptıklarının bilincinde değildirler.

'' İşte şu namaz kılanların vay haline, ki onlar namazlarında yanılgıdadırlar. Onlar gösteriş yapmaktadırlar. ''
( Maun Suresi - 4...6)

Müslümanların en görkemli ve en anlamlı ibadeti olan namaz, günümüzde ne yazık ki önemini ve etkinliğini kaybeden bir eylem durumuna getirilmiştir.
Namaz kılmayı veya hacca gitmeyi ticari bir bonservis olarak kullananları bir kenara bıraksak bile, samimi müslümanlarda da namaza ilişkin yanılgılarla karşılaşabiliyoruz.

'' Ne yapmalı? '' sorusuyla yanınıza gelen bir müslümana ; '' öncelikle dosdoğru namaz kıl '' dediğinizde, bir el havada sallanmakta ve ; '' zaten namaz kılıyoruz '' şeklinde basit bir cevap verilmektedir .

Oysa ki bu namaz,Mekke dönemi müslümanlarının en büyük eylemlerindendi.
Bu kutlu müslümanlar dosdoğru kıldıkları namaz ile cahili pisliklerden temizleniyorlar, dosdoğru kıldıkları namaz ile dosdoğru bir Rabbani kimliğe kavuşuyorlardı.

Cahili toplumlarda yaşayan müslümanlar, bu cahiliyeden kaçınılmaz olarak etkilenmektedirler.Bu müslümanlara sosyal yaşantıları esnasında cahiliyeden birçok izler, birtakım pislikler bulaşmaktadır.Böyle bir konumda bulunan müslümanların öyle namaz kılmaları gerekir ki, kılacakları bu namaz ile Rabbani iklimi teneffüs etsinler.

ALLAH’ın huzuruna durdukları zaman, neleri terk ettiklerini bilsinler.
Yöneldikleri kıbleye, vücudlarıyla, akıllarıyla, fikirleriyle, kalbleriyle, her şeyleriyle yönelsinler .
Rabbim şahiddir, muhtacız böylesi namazlara!

Havaya, suya, ekmeğe muhtaç olmamızdan daha fazla, çok daha fazla muhtacız böylesi namazlara.
Çünkü böyle kılınan namazlarda temizlenebilecek ve böylesi namazlarda dirilebileceğiz ...

Evlerinizde namaza durmazdan önce düşünün!..
Resulullah (s.a.v.) o sırada evinizin bir odasına teşrif etmiş olsa, Resulullah (s.a.v.)’in bulunduğu odaya, onun huzuruna nasıl girersiniz?

Bunu düşünün!..
Vücudunuzun heyecanla titremesini, kalbinizin saygıyla çarpışını dinleyin.
Sonra seccadenize bakın .Kendi kendinize ; '' Şimdi Resulullah (s.a.v.)’in huzuruna değil, onun ve hepimizin Rabbi olan ALLAH (c.c.)’ın huzuruna çıkıyorum! '' diyerek kendinizi uyarın, ikaz edin.

Korkarak, titreyerek, severek, sevinerek girin O’nun huzuruna.
'' Allahuekber '' diyerek O’nu tekbir ettiğiniz zaman, O’nun dışında kalan herşeyin küçüklüğünü, acizliğini bir kez daha idrak edin.

Namaz boyunca Rabbinizle konuşmanın, Rabbinize sığınmanın haşyetini teneffüs edin.
ve açın ellerinizi, isteyin Rabbinizden, O’ndan isteyin, Malik-ül Mülkten isteyin, Rahman ve Rahim olandan isteyin...

Kendinizi unutup, kardeşleriniz için isteyin, garipler, mustazaflar, muvahhidler için isteyin.
Sonra doğrulun seccadenizden ve dosdoğru kimliklerle, dosdoğru eylemlere doğru yürüyün ; İnsanları kurtarmaya ve gerçek kurtuluşa doğru yürüyün!...

( Mehmed Alagaş )
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
5. “İnsan” olmanın anlamı üzerine...

Tarihimiz baştan sona “insanlık” örnekleriyle doludur...
Bu konuda zaman zaman o kadar ileri gidilmiştir ki, Osmanlı mülkünü gezmeye gelen Avrupalı gezginlerin dudakları uçuklamış, “Bu kadar da olmaz!” demek zorunda kalmışlardır.
Tarihteki insanımız insana saygılıydı, çünkü insan olmanın ne anlama geldiğini biliyordu.
Bir birimizin hakkını-hukukunu bu anlayış içinde gözetiyor, bizimle aynı dini, aynı inancı, aynı milliyeti, aynı siyaseti, aynı kıyafeti paylaşmayanlara karşı, yine bu anlayış içinde müsamahakâr olabiliyorduk.
Çünkü “KUL” olduğumuzu biliyorduk. Bizi “EFENDİ”lik makamına yücelten işte bu “KULLUK ŞUURU”ydu.

Sonra her şey değişti.
Kendimizi okumayı ve okuyarak hayatı kavramayı unuttuğumuz gibi başkalarına saygı duymayı da unuttuk.

Şimdi gelin, aşağıdaki tüm sorulara “evet” deyin de, ondan sonra oturup “insan olmanın anlamı” üzerine kafa patlatalım:

- Zaferi ve hezimeti, galibiyeti ve mağlubiyeti, başarıyı ve başarısızlığı, kârı ve zararı aynı olgunlukla karşılayabiliyor musunuz?

- Yüreğinizde açan her çiçeği sulayabiliyor, yüreğinize gelen her baharı koklayabiliyor, din, dil, ırk, renk ayırımı yapmadan her bayramı kutlayabiliyor, kendi iç mehtabınızda gölgenizi gezdirebiliyor musunuz?

- Hiç ummadığınız bir zamanda, ummadığınız zorluklarla karşılaşmanız halinde de şükredebiliyor musunuz?

- Rotanızı başkasına sorarak, danışarak değil, kendi iç güneşinizin aydınlığında kendi yürek pusulanıza bakarak bulabiliyor musunuz?

- Zindanda özgürlüğü, esarette hürriyeti yaşayabiliyor musunuz?

- İnanıyor, inandığınızı yaşıyor ve her gerektiğinde imanınızın burcunda dirilebiliyor musunuz?

- Yüreğinizi her daim hayata ve tüm sevgilere açık tutuyor musunuz?

- Vehimlerinizden, endişelerinizden, kuşkularınızdan, korkularınızdan, tereddütlerinizden ve nefretinizden örülmüş utanç duvarlarını bir hamlede yıkıp hayatla buluşabiliyor musunuz?

- Kendiniz için istediğinizi başkaları için de isteyebiliyor musunuz?

- Size vermeyene sizde olandan verebiliyor, hem kendinizi, hem malınızı insanlarla paylaşabiliyor musunuz?

- Size acımayana da acıyabiliyor musunuz?

- Size taş atana ekmek sunabiliyor musunuz?

- Diken olup yüreklere batacağınıza, çiçek olup yüreklerde açabiliyor musunuz?

- Hata ettiğiniz zamanlarda hiç yüksünmeden özür dileyebiliyor musunuz?

- Sizden nefret ettiğini bile bile, size nefret besleyeni sevebiliyor musunuz?

- Yaradılış hikmetine uygun bir hayat yaşayabiliyor musunuz?

- Gerektiğinde dünya malından geçebilecek bir insani boyutta kalabiliyor musunuz?

- Sizin inancınızdan, sizin milletinizden, tarikatınızdan, cemaatinizden, partinizden, takımınızdan, ilinizden, ilçenizden, köyünüzden olmayan birine de “kardeş” gözüyle bakabiliyor, hiç karşılık beklemeden sevebiliyor musunuz?

- Size yanlış yapan birine hakkınızı helal edebiliyor musunuz?

- Tanıyın tanımayın, insanları selamlıyor, selamlarken gülümsüyor, karşılık verenlerin halini-hatırını soruyor musunuz?

- Elinizde, avucunuzda var olandan fakirin hakkını ayırıyor musunuz?

- İşyerinizde çalışan, ya da yönettiğiniz insanların aile durumlarıyla ilgileniyor, haklarını eksiksiz veriyor musunuz?

- Akşam yorgun argın geldiğiniz evinizde, size sevdiğiniz bir şeyler hazırlamak için çırpınan eşinize, “eline sağlık” diyor musunuz?

- Annenizi, babanızı memnun ediyor, en azından bu konuda çaba gösteriyor musunuz?

- Hayatı sorgulamak yerine yaşamayı tercih ediyor musunuz?

- Her gününüzü son gününüz gibi yaşamaya çalışıyor, böyle bir hassasiyet içinde bulunuyor musunuz?

- Hakkı-hukuku, haramı-helâlı gözetiyor, “günah” işlememek, “yanlış” yapmamak için uğraşıyor musunuz?

- Tanıyın tanımayın, zora düşmüş insanların elinden tutmayı, ama asla başlarına kakmamayı biliyor musunuz?

- Daima okuyor, yeni şeyler öğrenme çabası içinde oluyor musunuz?

Ne kadar “evet”, o kadar “insan!”
Böylece “insan olmanın anlamı nedir?” sorusu da bir cevaba kavuşmuş oldu işte.


(Yavuz Bahadıroğlu - Vakit Gazetesi )
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
6. Evliliğin anlamı ne?

Bir sohbette gençler sordu: Aile ve evlilikle ilgili yazılarınızı ilgiyle takip ediyoruz. Bu meseleyi düşünüyoruz, ama, nereden başlayacağımızı bilemiyoruz; ne tavsiye edersiniz?

Önce şu soruların cevabını vererek başlamalısınız: Niçin evleniyorum, evlilik benim için ne ifade eder? Biz bu dünyaya niye gönderildik? Yemeye-içmeye mi, evlenmeye mi, eğlenmeye mi? Yoksa imtihan olmaya mı?

Sık sık duyar ve duyururuz: Bu dünyaya imtihan olmaya geldik. Yani, ilim ve dua vasıtasıyla tekamül etmeye, mükemmelleşmeye, olgunlaşmaya, gelişmeye…

Ne var ki, aklî, kalbî bir şuur ile değil, dilimizin ucuyla söyleyip geçeriz! Şu fani dünyanın, fani makamları imtihanı için var gücümüzle çalışırız. İş imtihanı, üniversite imtihanı, yurtdışı seyahatı imtihanı; yoğunlaşırız bütün duygularımızla.

“Belki sevmediğiniz şey hakkınızda hayırlıdır.”1

İşte evlilik de imtihan vesilelerinin büyüklerinden. Evlenmek, eğlenmek değildir. Eğlenmek, onun getireceği zahmet ve sıkıntılarına katlanma ücretidir.

Yaratılışımızın asıl gayesi, imtihan olmak; yani, iman-ı billah, marifetullah ve muhabbetullahtır. Bu imtihan çok çok önemli, hem de dünya çapında mühim. İslâma âleminin geleceğiyle alâkadar olan II. Dünya Harbinden de önemli. Takip edelim:

“Küre-i arzı herc ü merce getiren ve İslâm mukadderatıyla alâkadar olan bu dehşetli Harb-i Umumîden elli gündür (şimdi yedi seneden geçti aynı hâl) hiç sormuyorsun ve merak etmiyorsun. Halbuki bir kısım mütedeyyin ve âlim insanlar, cemaati ve camii bırakıp radyo dinlemeye koşuyorlar. Acaba bundan daha büyük bir hâdise mi var? Veya onunla meşgul olmanın zararı mı var?’ dediler.

“...Evet, bu Cihan Harbinden daha büyük bir hadise ve bu zemin yüzündeki hâkimiyet-i âmme dâvâsından daha ehemmiyetli bir dâvâ, herkesin ve bilhassa Müslümanların başına öyle bir hâdise ve öyle bir dâvâ açılmış ki, her adam, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek dâvâyı kazanmak için bilâtereddüt sarf edecek.

“Herkesin, iman mukabilinde, bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlarla müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek dâvâsı başına açılmış. Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyyunluk tâunuyla çoklar o dâvâsını kaybediyor. Hattâ bir ehl-i keşif ve tahkik, bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettiği dâvânın yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi?”2

Allah bizi yarattı, sayısız ihsanlarda bulundu ve kendisine kul kabul etti. Sonsuz mutluluğumuz için ibadetlerin yanında evlenmeyi de buna vesile kıldı. Öyleyse şöyle düşünmeliyiz:

Allah bizi bayan yaratarak imtihan eder, erkek yaratarak imtihan eder. Evlilikle, yani, eşlerle imtihan eder. Çocuk verir imtihan eder, vermez imtihan eder; alır imtihan eder. Mal verir imtihan eder, alır imtihan eder; vermez imtihan eder. Sağlık verir imtihan eder, hastalık verir imtihan eder. Hepimiz biribirimizle ve her şeyimizle imtihandayız:

“Sizi birbiriniz için imtihan aracı kıldık. Bakalım sabredecek misiniz?”3

İşte evlilik de imtihanlardan bir imtihan, hem de ağır bir imtihan. Çoluk çocuğumuz da bizim için imtihandır, diye beyan edilir.

Bu imtihan gereği, aile hayatı da sürekli mutlu bir çizgi üzerinde devam etmez. İmtihanın çeşitli boyutları var. Sevgi, şefkat, merhamet gibi olumlu, ulvi; nefret, düşmanlık, öfke gibi olumsuz, süfli duygular iç içe yoğrularak imtihan ediliriz. Kimi, ne kadar sevmeli; kimden ne keder nefret etmeli?

Gençler; imtihan sırası sizde:
Eşinizi, “Güzelliği, yakışıklılığı, malı-zenginliği, kariyeri, işi, soyu-sopu için mi seçeceksiniz; yoksa dindar olduğu için mi?”
Gençler! Evlilik, imtihanlardan şiddetli bir imtihan!
Anne-babalar! Nasıl bir eş adayı yetiştirdiniz, evlâdınıza nasıl bir eş adayı arıyorsunuz!
Allah kazanmayı nasip etsin, hepinize, hepimize!


Dipnotlar: 1-Kur’an, Bakara, 216.; 2-Asây-ı Mûsâ, s. 20-21.; 3-Kur’an, Furkan, 20.


( Ali Ferşadoğlu- Yeni Asya Gazetesi )
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
7. Evlenecek adayların yol haritası veya işaret taşları

Evlenmeye, mutluluğu paylaşmaya aile yuvası kurmaya karar verenler öncelikle aşağıda sıralayacağımız prensipleri özümseyip benimsemeyle işe başlamalı. Bir anlamda, bunlar evlilik yol haritası veya işaret taşları olacak.

1- Kendini motive et, telkin ver; yönlendir: Evlilik konusunda önce hedeflerini belirle, kendi kendine nasıl bir eş bulman gerektiğini düşün. Sakın başkasının oyuncağı olma.

2- Evlilik hayatının türlü türlü cilveleri olduğunun farkına var: Araştırma ve çalışmalarını bu idrak içinde yap. Ne pahasına olursa olsun, meşrû çerçevede kalman gerektiğini unutma. Çünkü, fâni ve sonsuz bir mutluluğu kaybetme veya kazanma gibi büyük bir karar ile karşı karşıyasın.

3- Asla başkasından emir alma: Evlilik meselesinde asla emir alma. İmânın, başkasını ezmeye müsaade etmediği gibi, başkasının zilleti ve emri altına girmene de etmez. Yalnız Allah’a boyun eğ, sadece O'ndan yardım dile. Hayatını başkalarının minnet ayakları altında çiğnetme!

4- Hayalperest değil, gerçekçi ol: Hayat ve insanlar hakkında son derece gerçekçi olmalısın. Sadece hayal ile hareket etme. Her şeyi olduğu gibi gör. Hakikatleri çarpıtma.

Evlendikten sonra hayal kırıklığına uğramak istemiyorsan, hayalî evlilikler yapma. Akıl-mantık, kalp, vicdan ve sair duygularınla birlikte düşünerek evlen.

Hakikatte, dış dünyada imkânsız olan şeyleri hayallerimizde gerçekleştirmek mümkün. Eğer evliliğini hayaller üzerine kurarsan, hayal kırıklığına uğrarsın. Zira, hayat, hayalden ibaret değildir. Veya şöyle söyleyelim: Hayal, hayatın yüz binde, milyonda biri bile olamaz!

5- Kendinden emin ve müsbet ol: Mü’min, zirveye çıkan yolun yokuş olduğunu bilir. Zorluklara katlanır. Çünkü, sonsuz bir kudret ve merhamet Sahibinden güç alıyor. Her zorluğa katlanır. Evliliğin de kolay olmadığını, ancak, mutlaka geçilmesi gereken bir yol olduğunu bilir. Bu hususta başına gelen bir musîbetin imtihan gereği, geçici ve mutlaka katlanması gerektiğinin şuûrunda olmalısın.

Şikâyet etme, bahaneler bulma. Hayatı ve hâdiseleri olduğu gibi kabul et. Karamsar da olma. İnsan ve olaylara çeşitli cephelerden bak; özellikle müsbet yönleri yakala.

6- İstekli ve hazır ol: İnanan kişi, her şeye hazırdır. İmânın enerji üretiyor ve gerekli enerjiyi depoluyorsun. Şartlar ne kadar ağır olursa olsun, yılma. Ve evliliğe de fikren, zikren ve maddî olarak da hazırlan.

7- Kararlı ol: Evlilik hayatında da hedefini tesbit et, hayatının gayesini belirle. Tesadüfe inanma. Zira, tesadüfe tesadüf edilmemiştir. Her şey senin meyillerine, düşüncelerine göre şekillenecektir. Sen meyledersin, istersin, Rabbimiz de yaratır.

Ve kendine şu soruyu sor: Nasıl birisini arıyorum? Eş bir dost mu, bir sevgili mi, bir yardımcı mı, bir hizmetçi mi, bir köle mi, yoksa sonsuz bir hayat arkadaşı mı?

8- Duygu yoğunluğuna gir, duyarlı ol: Evlilik hayatı güçlü bir duygu yoğunluğu ister. Akıl-baliğ olan genç, artık istikrarlıdır. Kararlıdır. Dikkatlidir. Yaratılışın ve hâdiselerin sebeb-i hikmetinin olduğu gibi evliliğin hikmetlerinin de farkındadır. Önsezi sahibidir ve duyarlıdır. Kendini boş vermişliğin çukuruna atmaz.

9- Kendine güven: Evliliğin zorluklarını belki aile hayatında müşahade ettin. Onlar hayatın birer cilveleridir. Vu şunu bil ki, sen de aynısını yaşayacaksın diye bir kaide yoktur. Ve dolayısıyla bu hususta evvelâ Rabbine, sonra kendine güven. Çünkü, seni O yarattı, O kendine kul ve muhatap kabul etti. Her şeyin dizgini O'nun elinde. Ancak, seni hareketlerinde serbest bıraktı. Vazifeni, haddini, sınırını, nefsini bil; dengeli davran.

10- Sorumluluk al: Evlilik sorumluluktur. Eşinden, çocuklarından sorumlu olduğunun şuurunda ol. Önüne çıkan problemleri çözmeye çalış; mazeret peşinde koşma; bahanelerin arkasına saklanma. Hayatın merkezinde olduğunu ve müstakil bir şahsiyetin bulunduğunun farkına var.

Bekârken yalnız kendinden sorumlu olabilirdin. Artık, bakmakla, yardımcı olmakla, eğitip terbiye etmekle mükellef oldukların var. Artık mes’uliyet sahibi olduğunu bil.

11- İnançlı ve ufku açık ol: Hayat yeknesak, donuk değil. Özellikle aile hayatı tamamen faaliyet ve hareket üzerindedir. Her şeyin gelişip olgunlaşma kanununa tâbi olduğunu gör. Kendini de, bu kanun haricinde görme. Öyle ise yenilikçi ve gelişmeye açık ol. Çünkü, başta imânını, ahlâkını, aile hayatını devamlı geliştirmek yenilemek zorundasın.

12- Mutluluğu şu hakikatte ara: “Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, sonsuz hayatını dünya hayatı için bozmasın, boş şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp ebedî mutluluğa girsin.” 1


Dipnot:


1- Mektûbât, s. 73.


( Ali Ferşadoğlu - Yeni Asya Gazetesi )
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
8. Ağlayan Yürekler

İmanın iki dünyada da saadet, inkârın iki dünyada da azap olduğunu biliyoruz. Ve imanın bir ihsan-ı ilahi olduğunu da görüyoruz. Hamdolsun, şükrolsun.

Hz. Lut (a.s.)’un karısı, Hz. Nuh (a.s.)’un oğlu, Hz. İbrahim’in babası kafir oluyor da, Fir’avn’un karısı Asiye Hatun Müslüman ölüyor, ne ile izah ederiz ihsan-ı ilahiden başka?

Peygamberimizin, sahih-i müslimde geçen: “Rabbimden anneme istiğfar edeyim diye izin istedim, ama izin vermedi” sözü, ciğerimi o kadar yaktı ki… Hele Ebva’da annesinin mezarı başında içten ve derinden ağlamasını, hıçkırıklarla göz yaşı dökmesini hatırlayınca, gözyaşlarımı tutamadım…

Bu yangın yüreğimde alev alev iken, bir kere daha imanımdan dolayı Rabbime hamdimi, şükrümü yeniledim.

Ne dersiniz, bu nimetin kadrini yeterince takdir edebiliyor muyuz?

Eğer “evet” diyorsak, yerimizde duramamamız gerekir. Davranmamız gerekir dünya çapında. Kimse “anam babam kafir öldü” diye ağlamasın yüreği zonklaya zonklaya…

Sevgili Peygamberimiz yerinde duramıyordu. Mekke dönemi daha çok ferdî tebliğlerle geçti. Medine’de her sene en azından iki sefere çıkardı. Savaşır veya sulh yapardı. Maksat İslam her yere ulaşsındı. Onun bu perişanlığı karşısında kızı Hz. Fatma annemizin nasıl ağladığını hatırlıyoruz değil mi?

- Niçin ağlıyorsun sevgili kızım? Sorusuna:

- Ey Allah’ın Rasûlü! Ey sevgili babacığım! Seni rengin solmuş ve elbiselerin çürümüş olarak görüyorum. Bundan dolayı ağlıyorum… Yani O, “Sen hep böylesin, dünyada bir rahat yüzü görmedin” demek istiyordu.

Resûl-ü Ekrem ise ona:

- Ey Fatıma! Ciğerparem ağlama, Cenabı Hak senin babanı öyle bir işle vazifelendirmiştir ki yeryüzünde çamurdan yapılmış hiçbir ev, kıldan yapılmış hiçbir çadır ve hiçbir otağ kalmayacaktır ki Allah o işle oraya ya izzeti veya zilleti sokacaktır. Öyle ki gecenin vardığı gibi o noktaya varacaktır.”

Evet, bu din dünyanın her bir yanına ulaştırılacaktır. Sorumluluk bu!.. Peki ama Resulullah (s.a.v.) Efendimizin ölümüyle dava bitti mi?

Madem ki Sevgili Peygamberimiz vefat etmiştir, öyleyse kim yapacak bu işi şimdi?

Cevap bellidir aslında: Onun Ümmeti. Yani biz.

Peki bu davaya göre biz nerdeyiz?

İmanımızın şükrünü bilfiil ifa edebiliyor muyuz? İmanımızın gereğini bir güzel yapabiliyor muyuz?

Etrafımızda, bırakın uzak diyarların insanlarını, kendi evlatlarımız küfür ve irtidat (dinden dönme) alevleri içinde cayır cayır yanarken, bir itfaiyeci sancısıyla ateşlere koştuğumuzu söyleyebilir miyiz? “Ben bana düşeni yaptım” huzuru ile oturabiliyor muyuz?

Biz uzağımızdan bile sorumluyuz yakınımız kadar. Aslında Resulullah (sav) Efendimiz gibi biz de oturamamalıyız yerimizde, en az yılda iki sefer düzenlemeliyiz etraf beldelere, memleketlere… Ya bizzat gitmeliyiz, ya da bu iş için yetiştirilmiş bir gideni maddî imkanlarla donatarak “manen” gitmeliyiz. Malum, “sebep olan, yapan gibidir.” Malum, “Bir gaziyi donatan, onun cihad sevabını aynen alır.”

Bu görev olduğu kadar aynı zamanda iman ihsanına bir şükürdür


( Cemal Nar )
 

Gök Kubbe

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Ara 2008
Mesajlar
3,422
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
29
selamun aleyküm maaşallah ne kadar uzun okurken canım çıktı ama değdi..güzel paylaşım rabbim razı olsun..
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
selamun aleyküm maaşallah ne kadar uzun okurken canım çıktı ama değdi..güzel paylaşım rabbim razı olsun..

ve aleykümselam...

Haklısın , güzel içeriğe sahip olan yazılar uzun olabiliyor bazen.Tabii bir de yaşını dikkate alırsak zorlanmış olmanı anlayabiliyorum güzel kardeşim :a12:

Güzel ve önemli yazıları paylaşıyorum elimden geldiğince.

Allah Celle Cellalüh razı olsun , zorlanmana rağmen okumuşsun.İnşaAllah faydalanman ve uygulaman da nasip olur.

Allah Celle Celalühe emanet ol.
 

Gök Kubbe

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Ara 2008
Mesajlar
3,422
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
29
ve aleykümselam...

Haklısın , güzel içeriğe sahip olan yazılar uzun olabiliyor bazen.Tabii bir de yaşını dikkate alırsak zorlanmış olmanı anlayabiliyorum güzel kardeşim :a12:

Güzel ve önemli yazıları paylaşıyorum elimden geldiğince.

Allah Celle Cellalüh razı olsun , zorlanmana rağmen okumuşsun.İnşaAllah faydalanman ve uygulaman da nasip olur.

Allah Celle Celalühe emanet ol.

.....:a12:.......
sizde RABBime emanetsiniz inşallah..:)
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
9. Allah’ın himayesine girmek

Bildiği ve bilmediği nice düşmanları vardır insanın. Gözle göremediği küçük bir mikroptan tut depremlere, çeşit çeşit musîbetlere varıncaya kadar sayısız düşmanlar… Hepsi tetikte onu mahvetmek için beklemektedirler. Bunlara karşı kendi gücüyle korunabilecek durumda değildir insan. Çünkü son derece zayıftır, acizdir. Ancak gücü, kuvveti sonsuz, her şeyin dizgini elinde olan Allah’a güvenip dayanmakla korunabilir.

Onun içindir ki Allah dilemedikçe kimse kimseye beş kuruş fayda sağlayamayacağı gibi yine O dilemedikçe isterse bütün dünya onun aleyhinde toplansın kılına dahi dokunamazlar.

Nitekim başta amcası Ebû Leheb olmak üzere bütün Mekke halkı aleyhinde oldukları halde Kâinatın Efendisine (a.s.m.) birşey yapamamışlardı. Şu ibretli olay onun nasıl koruma altında olduğunun yüzlerce örneklerinden sadece bir tanesi:

İslâmın azılı düşmanı, yarasa ruhlu, kömür tabiatlı, “Ya Muhammed, Sen doğrusun. Ben seni değil, dâvânı inkâr ediyorum” diyecek kadar da inatçı ve mantık yoksunu Ebû Cehil’in düşmanlıkta gözü kararmış, başı dönmüş, “Ben eğer Muhammed’i secdede görürsem boynunu ayaklarımın altına alacağım” diyecek kadar da kendini kaybetmişti.

Hz. Muhammed’in (a.s.m.) sonsuz güç ve kuvvet sahibi bir Rabbi olduğunu, O’nun himayesi altında bulunduğunu bilemeyecek kadar dar düşünceli…

Gün geldi Peygamberimizi (a.s.m.) namaz kılarken gösterdiler ona. Yanına yaklaşmak istedi. Ama bir türlü gidemiyor, aksine adımlarını geri geri atıyor, çekiliyordu. İçini bir telâş, bir ürperti sarmış, neye uğradığını, ne yapacağını şaşırmıştı. Arkadaşları, “Ne oldu sana ey Ebû Cehil?” dediler. O derinden derine soluyor, kaçmış rengiyle kekeleyerek konuşuyordu: “Benimle Muhammed arasında ateşten bir çukur var. Kanatlar gördüm, korktum.”

Allah, Sevgili Resûlünü (a.s.m.) o hâin düşmana bırakmamıştı. Resûlullah (a.s.m.) olayla ilgili olarak şöyle buyurur:
“Eğer o bana yaklaşacak olsaydı, melekler onu paramparça edeceklerdi.”

Hadise üzerine Alak Sûresinin şu meâldeki âyetleri indirildi:

“Fakat insan, kendisini ihtiyaçtan uzak görünce azgınlaşır.
Dönüş ancak Rabbinedir.
Allah’ın kulunu namaz kıldırmaktan alıkoyanı gördün mü?
Gördün mü o kâfiri? Eğer o doğru yol üzerinde olsa yahut kötülükten sakınmayı tavsiye etse daha hayırlı olmaz mıydı?
Gördün mü o kâfiri? Eğer o yalanlayıp haktan yüz çevirirse, Allah’ın kendisini gördüğünü bilmez mi?
And olsun ki, eğer o inkâr ve isyanına son vermezse, Biz onu alnından yakalayıp Cehenneme sürükleriz.
Zira o pek yalancı ve günahkâr bir alındır.
O kavmini yardıma çağırsın.
Biz de zebanileri çağıracağız.
Hayır, sen ona aldırma.
Secde et ve Rabbine yaklaş. ''

(Bu son âyet secde âyetidir. Dinleyince veya okuyunca secde edilmelidir.)

Önemli olan Allah’a gönülden bağlanıp O’nun himayesi altına girmek değil mi? Yoksa hadsiz düşmanlara karşı insan nasıl korunacak?


( Şaban Döğen - Yeni Asya Gazetesi )
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
10. Ya Kur’an Ya Hüsran , Üçüncüsü Yok


Yakuttan, zümrütten medet boşuna,

Hepsi bir gün döner, çakıl taşına.

Geç kalma.. Bakıp da o genç yaşına,

Sanma ki; önünde seçenekler çok;

Ya ÎMÂN, ya İSYÂN, üçüncüsü yok..



Dünyanın serveti, şehveti sahte;

Bir kefen kadardır, vefâsı ahde.

Boğma vicdânını, meyde, kadehte,

Sanma ki; önünde, seçenekler çok;

Ya AHLÂK, ya HELÂK, üçüncüsü yok..


Sen, şerefli doğdun, şerefli yaşa,

O bencil nefsini, vur taştan taşa;

Yoksa çıkamazsın, şeytanla başa.

Sanma ki; önünde, seçenekler çok;

Ya CENNET, ya CİNNET, üçüncüsü yok..


İnsanlık yanıyor, ateş bacada,

Fitneler kaynıyor, bin bir locada,

Umut kuyrukları, ‘cinci’ hocada;

Sanma ki; önünde, seçenekler çok;

Ya İZZET, ya ZİLLET, üçüncüsü yok..


Bir kere baktın mı, kalkıp seherde?

Kapılar açılır, gök perde perde.

Sordun mu Kurân’a, kurtuluş nerde?

Sanma ki; önünde, seçenekler çok;

Ya ŞÜKÜR, ya KÜFÜR, üçüncüsü yok..


Dağlara özenip, tepeden bakma,

Mezar taşlarına, rütbeni çakma,

Şu cennet köşkünü, kibirle yakma;

Sanma ki; önünde, seçenekler çok;

Ya İHLÂS, ya İFLÂS, üçüncüsü yok..


Bırak.. O “çağdaşlar”, ne derse desin,

Hayat bir sınavdır, bu hüküm kesin,

Secde et ki; varsın, Allah’a sesin;

Sanma ki; önünde, seçenekler çok;

Ya KUR’ÂN, ya HÜSRÂN, üçüncüsü yok...



( Cengiz Numanoğlu - Altınoluk Dergisi )
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
11. Miraç

Mübarek üç aylar içindeki selamet dönemeçlerinden birini daha aşıyoruz: Miraç...
Sevgili Efendimiz’in önce Mescid-i Aksa’ya oradan da göklere doğru bu yola çıkış gecesi, aslında insanoğlunun “kendini aşmak” konusunda yaşayabileceği en radikal deneyim...

Miraç Gecesi, göklere ve ötesine uzatılmış bir merdiven olarak, insanoğluna sınırları hakkında altüst edici sorular soruyor...
Tüm bildikleri ve bildiğini zannettikleriyle, allak bullak edici bir tecrübeye tabi tutuluyor Kainatın Efendisi...
Dünyevi boyutları, yol aldığı her bir berzahta biraz daha geride bırakarak, kapılar üstüne kapılardan geçerek harikulade ve biricik bir yolculuğa çıkarılıyor...

Miraç, İnsan-ı Kamil için özelleştirilmiş bir yolculuk hiç şüphesiz...
Ama ben göğün altındakilerden birisi olarak, aramızdan başka hiç kimsenin deneyimleyemeyeceği bu yolcuğu ve anlamını, uzun yıllardır hayal etmeye çalışan birisiyim... Sizler gibi...
Aklımızın yetişmeyeceği sırlar alemini çokça kurcalamamak öğütlenmiş bizlere. Sınırlı akıl imkanı ve sınırlı bilgiyle künhüne varamayacağımız şeyler var elbette, Miraç da onlardan birisi...
Akıl sınırları ve insan olma ile ilgili tüm duvarlara sürtüneceğimiz zor bir konu Miraç...
Aklımızla çözümleyemesek de, “iman” etmenin bize tanımış olduğu o hayati nefes alma hakkı, bir can simidi gibi yetişiyor bu demde...
Bizler içeriğini tam olarak anlayamasak da, Allah’a ve Efendimize olan ahitlerimizle, Miraç’ın hak ve doğru olduğunu ikrar ediyoruz...
İman ve ikrar, büyük bir nimettir, hamd ediyoruz...

İnsan teninin sınırlarını aşmak konusunda en yüksek deneyimi olan Miraç, bize kendi kendimizi de sordurtuyor.
Öyle ya madem bir sınırdan bahsediyorsak, “ben” olan nedir, kimdir? Bundan tam anlamıyla emin miyiz?

Miraç Gecesi ister istemez göklere takıyor insanın aklını...
Ne ki; uçsuz bucaksız göklerden önce, insanın kendi içindeki sınırsızlığı da devasa ve bambaşka bir problematik...
Akıl, kalp, nefs ve ruh gibi her birisinin sırrı da en az gökler kadar derin olan ummanlar çalkalanıyor “ben” dediğimiz şeyin içinde... Ve bunların her birisi de dış etkenlere o kadar açık ve kararsız ki... En ufacık bir kaş hareketi veya alışık olmadığımız bir ses tonu ya da bir koku, iz, renk, hava, sıcaklık, dokunuş, dokunamayış...
Bizi altüst edip iç dengelerimizi ve alışık olduğumuz sınırlarımızı çalkalamaya yetiveriyor... Her an değişmeye açık, her an halden hale girebilen bir iç dünyamız var.
Neredeyse, kararsızlık hiç şaşmayan kararımız gibi... Kendi iç sınırlarını tam anlamıyla keşfedebilen birisi var mı aramızda?

İnsan-ı Kamil olarak bilinen Sevgili Efendimiz bile kendisi hakkında göz açıp kapayıncaya kadar geçecek bir göz kırpımlık zamandan dahi tedirginlik duymuş...
Ki O (sav), kendisine karşı sürekli uyanık ve kendisini sürekli kontrol eden bir ahlakla yaşamış hayatı boyunca...
Onun bu kadar hassas olduğu bir konuda, içimizin sınırları bahsinde, biz neredeyiz?
İçimizde sırlanmış ve sıralanmış derin gök bulutları hakkında ne biliyoruz?

Hemen her yazı ve konuşmada çok rahatlıkla zikredebildiğimiz, “sınırlarımızı aşmak” mevzuunda ciddi hangi tecrübeyi yaşadık?

Gözü göklere ve yükseklere dikmek ne kadar da kolay ve işten bile değil...
Sıkıysa gözü, içimize dikmek, içimize bakmak, içimizin derinlerinde yatan “ben” denen o muamma ile baş etmeye çalışmak...
İşte gerçek iş! Zor iş!

Miraç’ın zamanlama olarak Mekke’nin kuşatıcı boykot günlerinin akabinde yaşandığını da aklımızın bir köşesinde tutalım...
Açlık, yoksulluk, işkence, dışlanmak ve hoyratlığın hemen her türüyle denenmiş bir Peygamber...
Sevdikleri, kendisine kol kanat geren eşi ve amcası bir bir göçmüş, yapayalnızlık hissi had safhada...
Hasılı “cana tak edecek” raddeye varmış...
Miraç işte böylesi ağır bir sınır aşımı sonrası yaşanan bir hadisedir...

Bir kapı olarak Miraç, en zorlu deneyimlerden geçtikten sonra, insan olarak bize kendi sınırlarımızı aşmanın, nice güçlük ve belalarla dolu vadilerin akabinde, Rab tarafından ikram edilecek bir dönüm noktası olduğunu anlatmıyor mu?


Miraç gecesi, nice badirelerden sonra açılacak bir kapı olarak, hâlâ umudumuzdur.
Rab, gönlü Miraç ile genişleyenlerden eylesin...
Kendini, nefsini aşabilenlerden, ruhunun hakikatini işitip, kalbini aklıyla bir edip, gerçek vicdan sahibi olabilenlerden eylesin...




( Sibel Eraslan - Vakit Gazetesi )
 

BULENT TUNALI

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
2,307
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
52
Konum
BURSA-m.k.paşa
Web Sitesi
www.bilsankimya.com
Gençler; imtihan sırası sizde:
Eşinizi, “Güzelliği, yakışıklılığı, malı-zenginliği, kariyeri, işi, soyu-sopu için mi seçeceksiniz; yoksa dindar olduğu için mi?”
Gençler! Evlilik, imtihanlardan şiddetli bir imtihan!
Anne-babalar! Nasıl bir eş adayı yetiştirdiniz, evlâdınıza nasıl bir eş adayı arıyorsunuz!

SELAMÜN ALEYKÜM GEVHER KARDEŞİM ALLAH RAZI OLSUN İNŞALLAH.GÜZEL İSTİKAMETLER BELİRLEYİCİ GÜZEL NASİHATLAR İÇEREN PAYLAŞIMLARDA BULUNMUŞSUN.ALLAH ECRİNİ VE SEVABINI VERSİN İNŞAALLAH.SELAM VE DUA iLE
 

gülnisa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Ocak 2008
Mesajlar
11,851
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
50
selamunaleykum
emeğınıze sağlık
cok cok onemlı hele kı gunumuzde
evet
önce manevıyat
bu kadar
o kadar guzel ıfade edılmış kı
arada okurum ben artık:)
asıl öz şu ki
bızler bu nasıhatlara uysak hem bu dünya hemde dığer dünyada kazançlıyız

allaha emanet olun
mutlu kalın
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
Gençler; imtihan sırası sizde:
Eşinizi, “Güzelliği, yakışıklılığı, malı-zenginliği, kariyeri, işi, soyu-sopu için mi seçeceksiniz; yoksa dindar olduğu için mi?”
Gençler! Evlilik, imtihanlardan şiddetli bir imtihan!
Anne-babalar! Nasıl bir eş adayı yetiştirdiniz, evlâdınıza nasıl bir eş adayı arıyorsunuz!

SELAMÜN ALEYKÜM GEVHER KARDEŞİM ALLAH RAZI OLSUN İNŞALLAH.GÜZEL İSTİKAMETLER BELİRLEYİCİ GÜZEL NASİHATLAR İÇEREN PAYLAŞIMLARDA BULUNMUŞSUN.ALLAH ECRİNİ VE SEVABINI VERSİN İNŞAALLAH.SELAM VE DUA iLE


Ve aleykümselam...


Ali Ferşadoğlu '' Evlilik '' üzerine çok önemli yazılar yazmaktadır.
Evlilik kararı alanlara eş seçme , evlilere ise huzurlu bir yuva oluşturma konusunda rehberlik etmektedir yazılarıyla.

Diğer yazarlarımızın da önemli yazılarını paylaşmaya çalışıyorum elimden geldiğince .

İnşaAllah hepimiz faydalanabiliriz bu değerli yazılardan.
Hayırlı günler dilerim.
Allah Celle Celalühe emanet olunuz.
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
selamunaleykum
emeğınıze sağlık
cok cok onemlı hele kı gunumuzde
evet
önce manevıyat
bu kadar
o kadar guzel ıfade edılmış kı
arada okurum ben artık:)
asıl öz şu ki
bızler bu nasıhatlara uysak hem bu dünya hemde dığer dünyada kazançlıyız

allaha emanet olun
mutlu kalın


Ve aleykümselam Gülnisa kardeşimiz...

Bizlere rehberlik edecek birbirinden anlamlı , değerli yazıları aktarmaya çalışıyorum elimden geldiğince.
İnşaAllah faydalanan ve hayatlarına uygulayanlardan oluruz.

Allah Celle Celalühe emanet olunuz.
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
12. Devlet nasıl yaşar?

Bir gün yolunuzu Bilecik ilimize uğratmanızı tavsiye ederim. Bilecik bizim millet olarak övüncümüz/yüzakımızdır. Devlet-i aliyye-i Osmani'nin kurulduğu, mübarek ecdadımızın medfun bulunduğu mübarek yerlerimizden biridir.

Bilecik'in müstesna ve mütenâsip bir tepeciğinde Devlet'in kurucusu Osman Gazi'nin kayınpederi Şeyh Edebâli rahmetullahi aleyh medfundur. Yolunuz oradan geçerse bu zâtı mutlaka ziyaret etmelisiniz. Niyetiniz oranında mânevi haz alacağınızı ümit ediyorum. Bir başka yazımda bu zatın mübarekliğini nakledeceğim.

Ancak burada Şeyh Edebâli hazretlerinin, damadı Osman Gazi'ye nasihatlarını nakletmek istiyorum. İnşaallah ders alınır, ibret olur, ufuk açılır; mesaj yerini bulur.

Bu güzel insan nasihatında diyor ki:

"Oğul!

İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler.

Avun oğlum avun...

Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelâmlısın. Ama; bunları nerede, nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgârında savrulur gidersin. Öfken ve nefsin bir olup aklını yener. Dâima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın. Dünya senin gördüğün gibi değildir. Bütün fethedilmemiş gizemler, bilinmeyenler, görülmeyenler, ancak; senin fazilet ve erdemlerinle gün ışığına çıkacaktır.

Ananı, Atanı say, bereket büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol. Her sözü üstüne alma. Gördün söyleme, bildin bilme.

Sevildiğin yere sık gidip gelme, kalkar muhabbetin itibârın olmaz.

Üç kişiye acı:

• Cahiller arasında âlime.

• Zenginken fakir düşene.

• Hayırlı iken itibarını kaybedene.

Unutma ki!

Yüksekte yer tutanlar aşağıdakiler kadar emniyette değildir.

Haklı olduğunda mücadeleden korkma. Bilesin ki, atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler.

Ey oğul!

Bundan sonra öfke bize, uysallık sana.

Güceniklik bize, gönül almak sana.

Suçlamak bize, katlanmak sana.

Âcizlik bize, yanılgı bize, hoşgörmek sana.

Geçimsizlik, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize, adalet sana.

Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize, bağışlamak sana.

Ey oğul!

Bölmek bize, bütünlemek sana.

Üşengençlik bize, uyarmak, gayretlendirmek şekillendirmek sana.

Ey oğul!

Sabretmesini bil... Vaktinden önce çiçek açmaz.

Şunu da unutma! İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın...

Ey oğul!

İşin ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı.

Allah (c.c.) yardımcın olsun..."


Merhum Şeyh Edebâli'nin merhum Osman Gazi'ye yapmış oldukları bu nasihatleri bir defa daha okuyun... Gene okuyun... Tekrar okuyun... Her okuyuşunuzda çok şeyler kaanacağınıza inanıyorum.


( Mevlüt Özcan - Milli Gazete )
 

Kaan Erdem

Yönetici
Katılım
9 Ara 2006
Mesajlar
11,197
Tepki puanı
230
Puanları
63
Selamünaleyküm değerli kardeşim;

Şimdilik okuyabildiğim ilk konu bu.ALLAH celle celaluh evlerinin reis'i İSLAMİYET olanlardan eylesin bizleri.Faydalı ve bir çok kez unuttuğumuz gerçekleri ortaya koyan bu paylaşımlar için şahsım adına yazana,kurgulayana,bizlerin istifadesi için buralara sunana t.ederim,ALLAH celle celaluh razı olsun inşaALLAH.

Hayırlı ve bereketli günler dilerim kardeşim.Dua eder ve dua beklerim.Selametle kalınız.

Evlenecek adayların yol haritası veya işaret taşları

Evlenmeye, mutluluğu paylaşmaya aile yuvası kurmaya karar verenler öncelikle aşağıda sıralayacağımız prensipleri özümseyip benimsemeyle işe başlamalı. Bir anlamda, bunlar evlilik yol haritası veya işaret taşları olacak.

1- Kendini motive et, telkin ver; yönlendir: Evlilik konusunda önce hedeflerini belirle, kendi kendine nasıl bir eş bulman gerektiğini düşün. Sakın başkasının oyuncağı olma.

2- Evlilik hayatının türlü türlü cilveleri olduğunun farkına var: Araştırma ve çalışmalarını bu idrak içinde yap. Ne pahasına olursa olsun, meşrû çerçevede kalman gerektiğini unutma. Çünkü, fâni ve sonsuz bir mutluluğu kaybetme veya kazanma gibi büyük bir karar ile karşı karşıyasın.

3- Asla başkasından emir alma: Evlilik meselesinde asla emir alma. İmânın, başkasını ezmeye müsaade etmediği gibi, başkasının zilleti ve emri altına girmene de etmez. Yalnız Allah’a boyun eğ, sadece O'ndan yardım dile. Hayatını başkalarının minnet ayakları altında çiğnetme!

4- Hayalperest değil, gerçekçi ol: Hayat ve insanlar hakkında son derece gerçekçi olmalısın. Sadece hayal ile hareket etme. Her şeyi olduğu gibi gör. Hakikatleri çarpıtma.

Evlendikten sonra hayal kırıklığına uğramak istemiyorsan, hayalî evlilikler yapma. Akıl-mantık, kalp, vicdan ve sair duygularınla birlikte düşünerek evlen.

Hakikatte, dış dünyada imkânsız olan şeyleri hayallerimizde gerçekleştirmek mümkün. Eğer evliliğini hayaller üzerine kurarsan, hayal kırıklığına uğrarsın. Zira, hayat, hayalden ibaret değildir. Veya şöyle söyleyelim: Hayal, hayatın yüz binde, milyonda biri bile olamaz!

5- Kendinden emin ve müsbet ol: Mü’min, zirveye çıkan yolun yokuş olduğunu bilir. Zorluklara katlanır. Çünkü, sonsuz bir kudret ve merhamet Sahibinden güç alıyor. Her zorluğa katlanır. Evliliğin de kolay olmadığını, ancak, mutlaka geçilmesi gereken bir yol olduğunu bilir. Bu hususta başına gelen bir musîbetin imtihan gereği, geçici ve mutlaka katlanması gerektiğinin şuûrunda olmalısın.

Şikâyet etme, bahaneler bulma. Hayatı ve hâdiseleri olduğu gibi kabul et. Karamsar da olma. İnsan ve olaylara çeşitli cephelerden bak; özellikle müsbet yönleri yakala.

6- İstekli ve hazır ol: İnanan kişi, her şeye hazırdır. İmânın enerji üretiyor ve gerekli enerjiyi depoluyorsun. Şartlar ne kadar ağır olursa olsun, yılma. Ve evliliğe de fikren, zikren ve maddî olarak da hazırlan.

7- Kararlı ol: Evlilik hayatında da hedefini tesbit et, hayatının gayesini belirle. Tesadüfe inanma. Zira, tesadüfe tesadüf edilmemiştir. Her şey senin meyillerine, düşüncelerine göre şekillenecektir. Sen meyledersin, istersin, Rabbimiz de yaratır.

Ve kendine şu soruyu sor: Nasıl birisini arıyorum? Eş bir dost mu, bir sevgili mi, bir yardımcı mı, bir hizmetçi mi, bir köle mi, yoksa sonsuz bir hayat arkadaşı mı?

8- Duygu yoğunluğuna gir, duyarlı ol: Evlilik hayatı güçlü bir duygu yoğunluğu ister. Akıl-baliğ olan genç, artık istikrarlıdır. Kararlıdır. Dikkatlidir. Yaratılışın ve hâdiselerin sebeb-i hikmetinin olduğu gibi evliliğin hikmetlerinin de farkındadır. Önsezi sahibidir ve duyarlıdır. Kendini boş vermişliğin çukuruna atmaz.

9- Kendine güven: Evliliğin zorluklarını belki aile hayatında müşahade ettin. Onlar hayatın birer cilveleridir. Vu şunu bil ki, sen de aynısını yaşayacaksın diye bir kaide yoktur. Ve dolayısıyla bu hususta evvelâ Rabbine, sonra kendine güven. Çünkü, seni O yarattı, O kendine kul ve muhatap kabul etti. Her şeyin dizgini O'nun elinde. Ancak, seni hareketlerinde serbest bıraktı. Vazifeni, haddini, sınırını, nefsini bil; dengeli davran.

10- Sorumluluk al: Evlilik sorumluluktur. Eşinden, çocuklarından sorumlu olduğunun şuurunda ol. Önüne çıkan problemleri çözmeye çalış; mazeret peşinde koşma; bahanelerin arkasına saklanma. Hayatın merkezinde olduğunu ve müstakil bir şahsiyetin bulunduğunun farkına var.

Bekârken yalnız kendinden sorumlu olabilirdin. Artık, bakmakla, yardımcı olmakla, eğitip terbiye etmekle mükellef oldukların var. Artık mes’uliyet sahibi olduğunu bil.

11- İnançlı ve ufku açık ol: Hayat yeknesak, donuk değil. Özellikle aile hayatı tamamen faaliyet ve hareket üzerindedir. Her şeyin gelişip olgunlaşma kanununa tâbi olduğunu gör. Kendini de, bu kanun haricinde görme. Öyle ise yenilikçi ve gelişmeye açık ol. Çünkü, başta imânını, ahlâkını, aile hayatını devamlı geliştirmek yenilemek zorundasın.

12- Mutluluğu şu hakikatte ara: “Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, sonsuz hayatını dünya hayatı için bozmasın, boş şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp ebedî mutluluğa girsin.” 1


Dipnot:


1- Mektûbât, s. 73.


( Ali Ferşadoğlu - Yeni Asya Gazetesi )
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt