Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Ölüm-Kabir-Kıyamet (1 Kullanıcı)

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Resûl-i Ekrem (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
"Bunu övünmek için söylemiyorum; kıyamet günü ben peygamberlerin imamı, onların hatibi ve şefaatlerinin sahibi (yetkilisi ve dağıtıcısı) olurum."
Bir diğer hadislerinde de şöyle buyurmuştur:
"Övünmek için söylemiyorum, ama ben (dünyada ve âhirette) âdemoğullarının efendisiyim. Kıyamet günü yer yarıldığında ondan ilk çıkacak olan benim. İlk olarak şefaat edip şefaati kabul olunacak da benim. O gün livâü'l-hamd sancağı elimde olacak ve onun altında Âdem ve ondan sonra gelenler (müminler) bulunacak."
Diğer bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
"Her peygamberin kabul edilmiş bir duası vardır. Ben ise o duamı kıyamete, ümmetime şefaat etmek üzere saklıyorum."
İbn Abbas'ın (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah (s.a.v) şöyle anlatmıştır:
"Kıyamet günü her peygamber için altından minberler hazırlanır. Hepsi minberlerine oturur, benimkisi boş kalır; oturmam. Ben, cennete gönderildikten sonra ümmetim geride kalır, benimle gelemez endişesiyle rabbimin huzurunda, ayakta beklerim. Sonra, 'Ey rabbim, ümmetim!' derim. Allah azze ve celle, 'Ey Muhammedi Ümmetine ne yapmamı istersin?' diye sorar. Ben, 'Ey rabbim, bir an evvel hesaplarını gör' derim ve hiç durmadan her birine teker teker şefaat ederim. Öyle ki, cehennem bekçisi mâlik, 'Ey Muhammedi Ümmetinden rabbinin gazap edeceği hiç kimseyi ateşte bırakmadın!' der."Resûlullah (s.a.v) buyurmuştur ki: "Ben kıyamet günü, yeryüzünde bulunan taş ve topraktan çok daha fazla kişiye şefaat ederim."
Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) sahabelerle yemek yediği bir zamanda et yemeği getirilmiş, Resûlullah'a da kol kısmı ikram edilmişti. Resûlullah etin bu kısmını pek severdi. Etten bir parça aldıktan sonra şöyle buyurdu:
"Ben kıyamet günü bütün peygamberlerin efendisiyim. Bunun sebebini biliyor musunuz? Bu şöyle olur. Allah Teâlâ kıyamet günü gelmiş geçmiş bütün mahlükatı düz bir meydanda toplar. Çağına (melekler) herkese seslerini duyuracak bir şekilde nida ederler ve bakan her göz onları görür. Güneş iyice yaklaştırılır. İnsanlar başlarına gelen şiddet ve musibetlerden ötürü, tahammül edemeyecekleri bir keder ve üzüntü içine düşerler. Sonra birbirlerine,
'Şu halimizi görmez misiniz? Rabbimizden bizim için şefaatçi olacak birini arayalım' derler. Ardından yine birbirlerine, 'Âdem'e (a.s) gidelim' derler ve Âdem'in (a.s) yanına varırlar. Ona,
'Ey beşeriyetin babası Âdem (a.s) Allah (c.c) seni kudret eliyle yarattı, rahmetinden sana ruh üfledi ve meleklere sana secde etmelerini emretti. Rabbinin katında bizler için şefaatte bulunŞu halimizi ve çektiklerimizi görmez misin?' diye ricada bulunurlar. Âdem (a.s),
'Rabbim bugün öyle kızgındır ki, bugüne kadar ne böyle kızdı ve ne de bundan sonra böyle kızacak. Rabbim beni o yasak ağaçtaki meyveden yememem hususunda uyarmış ve bana yasaklamıştı, ancak ben bu emri dinlemedim ve ondan yedim. Şimdi ben sadece kendimi düşünüyorum. Bir başka peygambere, Nuh'a gidin' der. Herkes Nuh'un (a.s) yanına varır. Ona,
'Ey Nuh (a.s)! Sen yeryüzünde, topluluk halindeki insanlara gönderilen elçilerin ilkisin. Sen Allah'ın "şükreden kul olarak vasıflandırdığı birisin, rabbinin katında bizler için şefaatçi ol, şu halimize baksana' derler. Nuh (a.s),
'Rabbim bugüne kadar gazaplanmadığı ve bundan sonra da hiç böyle gazaplanmayacağı bir şekilde öfkelidir. Benim rabbim katında reddedilmeyecek bir duam vardı, onu da kavmim için kullandım. Şu anda kendi nefsimle meşgulüm. Bir başkasına, İbrahim Halîlullah'a gidin' der. Herkes Hz. İbrahim'in yanına gider. Ona,
Sen, Allah'ın elçisi, O'nun yeryüzündeki dostusun (halîlisin). Rabbinden bizler için şefaat dileğinde bulun. Yoksa şu halimizi görmüyor musun?' derler. İbrahim (a.s),
'Rabbim bugüne kadar gazaplanmadığı ve bundan sonra da hiç böyle gazaplanmayacağı bir şekilde öfkelidir. Ben üç yerde (bazı nedenlerle) yalan konuşmuştum (o sebeple sizlere şefaatçi olamam)' der. Ardından onları anlatır ve,
(Birincisi, Sâffât sûresinin 89. âyetinde zikredildiği gibi, ibrahim'in (a.s),"Hastayım" diye bir bahane ileri sürmesidir. Olay şöyle gerçekleşir: ibrahim'in (a.s) kavmi yıldızlara bakar ve onların şekilleriyle kâhinlik yapardı. Bu kâhinler bir bayram arefesi ibrahim'e (a.s) gelerek yarın kendileriyle beraber gelmesini ve onun da kâhinlikte bulunmasını istediler. Bunun üzerine ibrahim (a.s) yıldızlara şöyle bir baktı ve, "Ben hastayım, gelemem" dedi.
ikincisi: ibrahim (a.s) puta tapanların mâbedlerindeki bütün putları kırmış ve en sonunda baltayı büyük putun eline vermişti, insanlar ibrahim'e (a.s), 'tunları sen mi yaptın?" diye sorduklarında ibrahim (a.s), "Hayır, şu büyük olan yaptı, dilerseniz ona sorun" demişti.
Üçüncüsü: Kendisine yanındaki kadının (Sâre) kim olduğunu soranlara, "O benim kız kardeşimdir" diye cevap vermişti.)
'Bir başkasına Musa'ya (a.s) gidin, o size yardımcı olsun' der. Bunun üzerine herkes Musa'nın (a.s) yanına varır. Ona,
'Ey Musa! Sen Allah'ın peygamberisin. O seni kendine elçi yaparak ve seninle konuşarak insanlara üstün kıldı. Rabbinin katında bizim için şefaatçi ol. Şu halimizi görmez misin?' derler. Musa (a.s),
'Rabbim bugüne kadar gazaplanmadığı ve bundan sonra da hiç böyle gazaplanmayacağı bir şekilde öfkelidir. Ben rabbimden bir emir almadığım halde birinin ölümüne sebep olmuştum. Bugün kendimden başkasını düçünemem. Bir başkasına, İsa'ya gidin' der. Onlar da İsa'ya , giderler ve,
'Ey İsâ, sen Allah'ın peygamberi, Meryem'in rahmine attığı, rahmetinden ve kudretinden sana ruh bahşettiği birisin. Sen daha beşikteyken insanlarla konuştun. Rabbinden bizim için şefaat dile. Yoksa şu halimizi görmez misin?' derler. İsâ (a.s),
'Rabbim bugüne kadar gazaplanmadığı ve bundan sonra da hiç böyle gazapianmayacağı bir şekilde öfkelidir. Ben sadece kendimle meşgul olabilirim, sizler Muhammed 'e gidin'der.
İsâ (a.s) şefaat edememesini herhangi bir hataya bağlamadı. Bu sefer herkes benim yanıma gelir ve,
'Ey Muhammedi Sen Allah'ın peygamberi ve peygamberinin en sonuncususun. Allah senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını bağışladı. Bizim için rabbinden şefaat dileğinde bulun! Yoksa şu halimizi görmez misin?' derler.
Ben hemen arşın altına varır ve rabbime secdeye kapanırım. Allah (c.c) bana, daha önce hiç kimseye göstermediği ve hiçbir kimseye açmadığı övgü ve hamd kapılarını açar, ben de rabbimi en güzel sıfatlarıyla zikrederim, överim. Sonra bana,
'Ey Muhammedi Başını kaldır, ne istersen sana verilecek, şefaat et, şefaatin kabul edilecek' denir. Ben de, 'Yâ rabbi ümmetim, yâ rabbi ümmetim!' derim. Sonra bana,
'Ey Muhammedi Kendisine sorgu sual olmayanları cennetin sağ kapılarından sok; bunların diğerleri gibi başka kapılardan girme hakları da vardır' denilir."
Resûlullah (s.a.v) bundan sonra şöyle buyurmuştur:
"Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, cennetin kapılarının genişliği Mekke ile Himyer (veya Mekke ile Şam'daki Busrâ) arasındaki mesafe kadardır."
Hadisin bir başka rivayetinde hadis aynen zikredilmiş ve İbrahim'in (a.s) yaptığı hatalar da zikredilmiştir. Bunlar:
1. Yıldızlara baktığında, "Acaba rabbim bu mudur?" diye şüpheye kapılması.
2. Puta tapanların mâbedlerindeki bütün putları kırıp ardından baltayı büyük putun eline koyması ve sonra kendisine,"Bunları kim yaptı?" diye soranlara, "Ben değil, şu büyük put yapmıştır!" demesi.
3. Hasta olmamasına rağmen kendisini çağıranlara, "Hastayım" demesi.
İşte Resûlullah (s.a.v) bu şekilde şefaatte bulunacaktır.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
RESÛLULLAH'IN (s.a.v) ÜMMETİNDEN SÂLİHLERİN ŞEFAATİ

RESÛLULLAH'IN (s.a.v) ÜMMETİNDEN SÂLİHLERİN ŞEFAATİ

Bununla birlikte onun ümmetinden sâlihlerin ve âlimlerinden her birinin de şefaat yetkisi vardır. Resûlullah (s.a.v) bu hususta şöyle buyurmuştur:
"Ümmetimden bir adam vardır ki, onun şefaatiyle Rebîa ve Mudar kabilelerinin sayısından çok daha fazla kişi cennete girer. "
Bir diğer hadislerinde de şöyle buyurmuştur:
"(Kıyamet günü sâlih ameli bulunan) insanlara, 'Ey falanca kişi! Kalk ve şefaat et' denilir. O da kalkar ve ameli nisbetince halkına, ailesine, bir ya da iki adama şefaat eder."
Enesin (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet günü cennet halkından bir adam, ceza çekenleri görmek için cehenneme doğru bakar. Bu sırada cehennemliklerden biri onu görür ve,
'Ey falanca kişi! Beni tanıdın mı?' der. Cennetlik,
'Hayır, yeminle söylüyorum, kim olduğunu çıkaramadım' der. Cehennemdeki adam,
'Hani dünyadayken çok susamış ve su istemek üzere yanıma gelmiştin'ben de senin susuzluğunu giderecek kadar su vermiştim ya, işte o kişi benim' der. Cennetlik,
'Tamam, şimdi tanıdım' der. Cehennemlik,
'O halde rabbinden benim için şefaat dileğinde bulun' diye ricada bulunur. Adam durumu rabbine zikrederek,
'Ey rabbim! Cehennemliklere doğru bakmıştım. Oranın halkından biri, 'Beni hatırlıyor musun?' diye sordu. Ben, 'Hayır, hatırlayamadım' dedim. O, 'Hani dünyadayken benden biraz su istemiştin de ben de sana vermiştim ya, işte o benim. Rabbinden benim için şefaat dile' dedi.
'Ey rabbim bana şefaat hakkı ver de ona şefaat edeyim. Allah (c.c) bu adama şefaat hakkı verir ve ardından onun cehennemden çıkarılmasını emreder."
Enes b. Mâlik'in (r.a) rivayet ettiğine göre Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Övünmek için söylemiyorum; kıyamet günü insanlar diriltildiğinde topraktan ilk kalkacak olan benim. Bir araya toplandıklarında onların hatibi ben olurum. Ümitsizliğe düştüklerinde onları müjdelerim. O gün livâü'l-hamd sancağı benim elimde olacaktır. Ben rabbimin katında âdemoğlunun en üstünüyüm."
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet günü aziz ve celil olan rabbimin huzurunda dururum. Sonra bana cennet elbiselerinden bir elbise giydirir. Ardından arşın sağ tarafına geçer orada dururum. Burada benden başka hiç kimse bulunmaz."
İbn Abbas (r.a) anlatıyor:
Sahabeden bir grup oturmuş, bir yandan Resûlullah'ın (s.a.v) gelmesini bekliyorlar, bir yandan da aralarında bir mevzuyu konuşuyorlardı. Tam bu sırada Resûlullah (s.a.v) çıkageldi ve onların şu konuşmalarına şahit oldu:
"Hayret, Allah Teâlâ mahlûkatından İbrahim'i kendine (halîl) dost seçti" diyordu.
Bir başkası,
"Bundan daha da şaşırtıcı olanı ise Allah'ın (c.c) Hz. Musa ile konuşmasıdır" diyordu.
Bir diğer sahabe,
"Ya İsâ (a.s)! O Allah'ın, Meryem'in rahmine attığı, rahmetinden ve kudretinden kendisine bahşettiği biri değil midir?" diyordu.
Bir diğeri,
"Âdem (a.s) ise Allah'ın kulları arasından seçtiği bir peygamberdi" diyordu.
Resûlullah (s.a.v) bunları dinledikten sonra sahabelerin yanına vardı ve şöyle buyurdu:
"Sözlerinizi duydum. İbrahim'in (a.s) Allah'ın halîli olması hususunda şaşırıyorsunuz, fakat o öyledir. Musa'nın Allah ile konuşması da öyledir. İsa'nın ruhullah olması ve Âdem'in O'nun saf ve temiz kulu olması da böyledir.
İyi dinleyin! Övünmek için demiyorum; ben de Allah'ın habibiyim (sevgili dostuyum).
Kıyamet günü livâü'l-hamd sancağını ben taşıyacağım; bunda da övünülecek bir şey yok.
Yine övünmek için söylemiyorum; ben kıyamet günü ilk şefaat edecek ve şefaati ilk kabul olunacak kişiyim.
Cennet kapılarının halkalarından tutup ilk olarak kapıları vuracak olan benim. Rabbim bana kapıları açtıktan sonra fakirlerle birlikte içeri girerim.
Ben gelmiş geçmiş bütün mahlûkatın en üstünüyüm, en kıymetlisiyim. Bunların hiçbirini iftihar etmek için söylemiyorum (Sadece yüce Allah'ın bana ikram ettiği nimetini zikrediyorum)
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Kevser havuzu

Kevser havuzu

Bil ki, kevser havuzu, Allah Teâlâ'nın Peygamber Efendimiz'e tahsis ettiği büyük bir ikramı ve lutfudur. Onun vasıflarını anlatan birçok hadis ve haber rivayet edilmiştir. Allah Teâlâ'dan, dünyadayken onun ilmini, âhirette de zevkini tattırmasını umut ediyoruz. Zira o havuzun özelliklerinden biri de, ondan bir kere içenin bir daha susamamasıdır.
Enes (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) bir ara hafif bir uykuya daldı. Sonra uyandı ve tebessüm ederek başını kaldırdı. Sahâbeler,"Ey Allah'ın Resulü! Neden güldünüz?" diye sordular. Resûlullah (s.a.v),
"Az önce bir âyet indi" dedi, ardından besmele çekti ve, "(Resulüm!) Kuşkusuz biz sana kevseri verdik" diye başlayan âyetleri sonuna kadar okudu. Sonra bize,
"Kevser'in ne olduğunu bilir misiniz?"diye sordu. Bizler, "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dedik. Resûlullah (s.a.v),
"Kevser, rabbimin bana cennette vaad ettiği bir nehirdir. Onun birçok hayrı vardır. Üzerinde bir havuz bulunmaktadır; ümmetim kıyamet günü gelip gidip ondan içer. O havuzun kâseleri gökyüzünün yıldızları sayısıncadır."
Enes'in (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"(Mi'raca çıktığımda Cebrail'le birlikte) cennette geziyordum. Bir ara gözüme bir nehir ilişti. Her iki tarafında kubbe şeklinde inciler bulunmaktaydı. 'Ey Cibrîl! Bu nedir?' diye sordum. Cebrail, 'Bu, rabbinin sana verdiği kevserdir' dedi. Daha sonra Cebrail elini nehrin dibine vurdu. Nehrin dibindeki çamur halis misk oluverdi."
KEVSER HAVUZUNUN ŞEKLİ ve MAHİYETİ

Enes (r.a), Resûlullah'ın (s.a.v) kevser hakkında şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Havuzumun karşılıklı iki tarafının arası, Medine ile San'a (veya) Medine ile Umman arası kadardır."Abdullah b. Ömer (r.a) rivayet ediyor: Kevser sûresi nazil olduğunda Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"O cennette bir nehirdir. Karşılıklı her iki tarafı da altındandır. Suyu sütten beyaz, baldan tatlı ve miskten daha hoş kokuludur. Mercan ve inci kayalarının üzerinden akar."
Resûlullah'ın azatlı hizmetçisi Sevbân (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) bir hadislerinde şöyle buyurdu:
"Havuzum, Aden ile Belkâ' arasındaki mesafe kadardır. Onun suyu sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Kâseleri gökyüzünün yıldızları adedincedir. Ondan bir içimlik içen kimse, bir daha ebediyen susamaz. Oraya ilk varıp da suyunu içecek olanlar fakir muhacirlerdir."
Ömer b. Hattâb (r.a) Resûlullah'ın (s.a.v).bu sözlerini duyunca, "Ey Allah'ın Resulü, fakir muhacirler kimlerdir?" diye sordu. Resûlullah (s.a.v),
"(Yoklukla birlikte sürekli amel ve ibadetle meşgul olduklarından) saçı başı dağınık, elbiseleri eski ve toz toprak, varlıklı kadınlarla evlenemeyen ve zenginlerin kapıları kendilerine açılmayan kimselerdir" buyurdular.
Emevî halifelerinden Ömer b. Abdülaziz (rah), Resûlullah'ın (s.a.v) bu hadisini duyunca şöyle demiştir:
"Vallahi ben varlıklı bir kadınla; Abdülmelik b. Mervân'ın kızı Fâtıma ile evlendim. Zenginler de daima kapılarını bana açık tuttular. Allah'ın rahmetini ümit etmekten başka çarem yok. Bundan sonra, toz toprak içinde kalana kadar başımı kirlenene kadar da sırtımdaki elbisemi yıkamayacağım."
Ebû Zer (r.a) anlatıyor: Resûlullah'a (s.a.v) havuzun kâselerinden sordum; şöyle buyurdu:
"Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, onun kâseleri, karanlık ve bulutsuz bir gecede gökyüzünde gözüken yıldızların sayısından daha fazladır. Ondan bir defa içen artık bir daha susamaz. Bu havuza cennetten gelen iki oluktan su akar. Bu oluğun uzunluğu genişliği kadardır, yani Amman ile Eyle arası kadardır. Onun suyu sütten daha beyaz ve baldan daha tatlıdır."
Semüre b. Cündüb'ün (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Her peygamberin bir havuzu vardır. Her biri havuzuna geleceklerin çokluğuyla övünürler. Ben, benim havuzuma gelenlerin en fazla olacağını ümit ediyorum."
Bu Resûl-i Ekrem'in (s.a.v) ümidi ve ricasıdır. Öyleyse her kul onun havuzuna gelenlerden olmayı ümit etmelidir. Fakat amelsiz hali ile aldanmaktan ve boş ümitle yetinmekten sakınmalıdır. Zira ektiğini biçmek isteyen, hasadı uman kimse, tohumunu atan, toprağı işleyip sulayan, sonra da işini Allah'a havale edip büyümesini bekleyen ve bir yandan da ekininin başına felâketler gelmemesi için rabbine dua eden kimsedir.
Tarlasını sürmeyi, tohumunu ekmeyi ve sulamayı terkeden sonra da Allah'tan tohumunu ve meyvesini büyütmesini bekleyen kimse gerçekten aldanmış ve boş hayal içinde oyalanmış biridir. Böyle biri gerçek ümit sahibi değildir. Ne yazık ki insanların çoğu böyle bir ümit içindedir. Bu ise ahmakların aldanış biçimidir.
Her türlü aldanıştan ve gafletten Allah'a sığınırız. Gerçekten Allah'ın rahmetinin genişliğine güvenip aldanış içinde olmak ve bu yüzden amelde gevşek davranmak, dünyaya aldanmaktan çok daha büyük bir tehlikedir. Allah Teâlâ bu hususta şöyle buyurmuştur:

"Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan da Allah'ın affına güvendirerek sizi kandırmasın."
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Cehennem

Cehennem

Ey şu yok olmaya ve zevale mahkûm dünyanın meşgaleleriyle aldanmış kişi! Pek yakında göçüp gideceğin şu dünyayı düşünüp durmayı bırak artık. Düşüncelerini varacağın yere; mahşere ve âhirete çevir. Çünkü herkesin o ateşe uğrayacağı haberi sana gelmiştir. Allah Teâlâ bu hususta şöyle buyurmaktadır:
"İçinizden, oraya uğramayacak hiçbir kimse yoktur. Bu, rabbin için kesinleşmiş bir hükümdür. Sonra biz, Allah'tan sakınanları kurtarırız; zalimleri de diz üstü çökmüş olarak orada bırakırız.
Oraya uğrayacağın kesin, ancak kurtulacağın şüphelidir. O halde cehennemin felâketlerini önce kalbine bir hatırlat, belki ondan kurtulmak için hazırlıklara başlarsın!
Sonra kıyametin dehşetleriyle yüz yüze gelen mahlûkatı bir düşün; hepsi âdeta iki büklüm olmuşlardır. Onlar böyle korku ve dehşet içinde bir şefaatçinin şefaat haberlerini beklerken birdenbire cehennemin karanlıkları içinde kalmış günahkârlar tarafından kuşatılırlar. Alevli bir ateş onların üzerini kaplar. Sonra cehennemin öfkelenişini (kaynamasının sesini) ve uğultusunu işitirler, işte o zaman günahkârlar helak olacaklarını anlarlar. Korkularından herkes dizlerinin üzerine çöker. Öyle ki hiç günahı olmayanlar bile akıbetlerinin kötü olacağından endişe duymaya başlarlar.
Sonra cehennem bekçilerinden bir zebani çıkar ve, "Dünyada uzun hayaller peşinde koşup ömrünü boş yere zayi eden o falan oğlu falan nerede?" diye seslenir. Ardından ellerinde demirden tokmaklar bulunan zebaniler süratle o günahkârın yanına gelirler, onu büyük bir azapla korkuturlar ve şiddetli bir azap çekmek üzere baş aşağı cehennemin derinliklerine atarlar. Arkasından,
'Tat bakalım (şimdi bu azabı) Hani sen kendince üstündün, şerefliydin derler.
O günahkârları dar, karanlık, korkutucu ve ürkütücü ve ateşinin ebediyen sönmediği bir yere hapsederler. İçecekleri kaynar su, meskenleri ise cehennemdir. Orada zebaniler tarafından devamlı dövülürler. O günden sonra tek arzuları yok olup gitmek olur, ancak oradan kurtuluş yoktur.
Bu günahkârların, kimi zaman ayakları saçlarına bağlanır öyle azap edilir. Günahlarının zulmetinden yüzleri simsiyah olmuştur.
Günahkârlar türlü türlü azabın ardından, seslerinin yettiği kadar, cehennemin her köşesinde şöyle seslenirler:
"Ey cehennem meleklerinin reisi! Çekeceğimiz kadarını çektik. Demir kelepçelerin ve bukağıların altından kalkamaz olduk. Derilerimiz pişti, kavruldu. Ne olur bizleri buradan çıkar. Zira o yaptıklarımıza bir daha dönmeyeceğiz."
Bir zebani onlara, "Heyhat! Şimdi eman dileme zamanı değildir. Bu zelillik yurdundan çıkış yoktur. Kesin sesinizi ve sakın konuşmayın. Şayet buradan çıkarılacak olsanız, sizler yasaklandığınız şeylere tekrar geri dönersiniz" diye karşılık verir.
Artık bundan sonra tamamen ümitlerini keserler ve konuşmazlar. Allah Teâlâ'ya ibadet ve itaat hususunda kaçırdıkları fırsatlara hayıflanırlar. Fakat onları ne pişmanlıkları kurtarır ne de teessüfleri bir fayda verir. Sanki elleri kolları bağlanmışçasına yüzüstü kapaklanırlar. Ateş üstlerinden, altlarından, sağlarından, sollarından onları büsbütün kuşatır. Ateşin içinde boğulmuşlardır. Yemekleri ateş, içecekleri ateş, elbiseleri ateş, yatakları ateştir. Ateşten kaftanlar ve gömlekler giydirilerek demirden tokmaklarla dövülürler. Kelepçelerin ve zincirlerin ağırlığının altında kıvranır dururlar. Cehennemin derinliklerinde parça parça olurlar.
Ateşin üzerindeki tencerenin kaynaması gibi etraflarında kaynayan ateşin verdiği acıyla sancılar içinde kıvranır ve, "Vah halimize, vay başımıza gelenlere!" diye feryadü figan ederler.
Her bağırışlarında başlarından,aşağı kaynar sular dökülür. Bu su öyle sıcaktır ki, onun tesiriyle derileri ve hatta iç organları erir. Zebaniler, demirden tokmaklarıyla kimilerinin alınlarına vururlar ve ağızlarından irinler akmaya başlar.
Susuzluktan ciğerleri parça parça olur. Ateşin hararetinden gözleri yanaklarına akar. Yanaklarındaki yumrular yerlere düşer. Saçları ve hatta derileri etrafa savrulur.
Azabı tekrar tekrar tatmaları için derilerinin her soyuluşunda yerine başkası gelir. Etler kemiklerden sıyrılır, ruh sadece damarlarda ve sinirlerde kalır. Ruh ise ateşin alevleri içinde kupkuru kalır.
Onlar ölmeyi ve hatta yok olup gitmeyi temenni ederler, ancak nerede! Keşke onların halini (şu dünyada) bir görebilsen! Cehennemin alevlerinden yüzleri simsiyah olmuş ve hatta kömürleşmiştir. Gözleri körelmiş, dilleri tutulmuş, sırtları kırılmış, kemikleri paramparça olmuştur. Dilleri ve burunları kıyılmış, derileri lime lime edilmiş, elleri boğazlarina geçirilmiş, başlarıyla ayakları bir araya getirilmiştir. Yüzükoyun cehennemde sürünürler. Gözleriyle demir pıtı raklar üzerinde sürünerek azap görürler. Cehennemin alevleri en içteki organlarına kadar sirayet eder. Yılanlar ve akrepler sürekli üzerlerinde dolaşıp ısırarak onlara azap eder.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Cehennemin azap vadileri

Cehennemin azap vadileri

İşte bunlar cehennem ehlinin yaşadığı hallerden bir kısmıdır. Şimdi bir de onların başlarına gelecek daha büyük felâketlere bak. Cehennemin çeşitli bölgelerini ve azap vadilerini iyice düşün!
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Cehennemde yetmiş bin vadi vardır. Her vadi yetmiş bin kola ayrılır. Her kolda yetmiş bin tane yılan ve yine yetmiş bin tane akrep bulunur. Kâfir ve münafıklar bunları geçmeden cehennemdeki yerlerine varmazlar."
Hz. Ali (r.a) naklediyor: Resûlullah (s.a.v) bir keresinde, "Hüzün vadisinden (ya da kuyusundan) Allah'a sığının" buyurdu. Sahabeler, "Ey Allah'ın Resulü! Hüzün kuyusu nedir?" diye sordular. Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Cehennemde bir vadidir. Cehennem o vadiden her gün Allah'a yetmiş kere sığınır. Allah (c.c) orayı insanlara gösteriş için Kur'an okuyanlar (ve ilim öğrenenler) için hazırlamıştır."
İşte bu zikredilenler cehennemin ne kadar geniş olduğunu ve vadilerinin ne kadar çok kollara ayrıldığını göstermektedir. Onun vadilerinin sayısı dünya vadilerinin ve şehvetlerinin sayısından daha fazladır.

CEHENNEMİN DİĞER İSİMLERİ

Cehennemin kapıları kulun rabbine isyan ettiği âzalarının adedincedir. Kimi kiminin üstüne kuruludur. En üstte cehennem bulunmaktadır. Diğer tabakaların adları ise sırasıyla şöyledir: Sakar, Leza, Hutame, Saîr, Cahîm, Hâviye. Şimdi hâviyenin derinliğini bir düşün. Nasıl dünyevî şehvetlerin bir sonu yoksa onun da bir sonu yoktur. Nasıl her türlü dünyevî amaç ve gayeyi ondan daha büyüğü takip ediyorsa her hâviyenin ardından ondan daha büyük bir hâviye gelir.
Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: Resûlullah'la (s.a.v) birlikte oturuyorduk. Birden sanki bir şeyin düşüşünü andıran bir gürültü duyduk. Resûlullah (s.a.v) bize, "Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. Biz, "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dedik. Resûlullah (s.a.v),
"Bu, yetmiş sene önceden cehennemin kuyularından birine bırakılan bir taşın sesidir; ancak bugün dibine ulaştı" buyurdular.
Şimdi de cehennemin birbirinden farklı katmanlarını düşün! İnsanların dünyaya kapılmalarında farklılıklar ve dereceler olduğu gibi âhiret de böyledir.
Kimi insanlar vardır ki içinde boğulacak derecede dünyaya dalmıştır, kimileri de belli bir sınıra kadar dalmıştır.
İşte kıyamet günü onların tadacağı ateş azabı da aynen bunun gibi farklı derecelerde olacaktır. Zira Allah (c.c) zerre kadar zulüm etmez, haksızlık yapmaz.
Cehennemde bulunan hiç kimsenin çekeceği azap bir değildir. Herkese işlediği günah ve isyanı kadar azap vardır. Azabı en az olan kimseden, bu azabın kaldırılması karşılığında dünya ve içindekilerinin tamamının verilmesi istenseydi elbette verirdi.
Resûlullah (s.a.v) bu hususta şöyle buyurmuştur: "Kıyamet günü azap göreceklerin en az azaba uğratılacak olanına ateşten bir çift ayakkabı giydirilir. Öyle ki, onların hararetinden beyni kaynayacaktır."
Şimdi azabı hafifletilenlere bak ve azabı pek çetin olanların halini bir düşün! Şayet cehennem ateşinin azabından şüphe duyuyorsan parmaklarını yaktığın ateşe yaklaştır ve acının şiddetini ondan ölç. Şunu da bil ki yaptığın bu kıyaslamada muhakkak hataya düşeceksin. Zira dünya ateşi cehennem ateşine asla benzemez, kıyas kabul etmez. Fakat dünyada yapılabilecek en ağır ceza ateşle uygulanabileceğinden cehennem ateşinin azabı ancak bu yolla bilinebilir. Eyvah ki eyvah bizlere! Şayet cehennem ehli şu dünya ateşi gibi bir ateş bulsalardı, cehennemin ateşinden kurtulmak için onun içine dalarlardı.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Cehennem ateşinin mahiyeti

Cehennem ateşinin mahiyeti

Bazı haberlerde cehennemli ilgili şu bilgiler anlatılmıştır: "Dünya ateşi tam yetmiş kere rahmet suyuyla yıkanmıştır ve insanların tahammül edeceği seviyeye inmiştir."
Resûlullah (s.a.v) cehennem ateşinin durumunu şöyle anlatmıştır:
"Allah Teâlâ ateşe, kıpkırmızı olana kadar tam bin yıl yanmasını emretti. Ardından bin yıl daha yanmasını emretti; öyle ki ateş bembeyaz kesildi. Sonra bin yıl daha yanmasını emretti ve simsiyah oldu. Şimdi siyah ve karanlıktır. "
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Cehennem ateşi rabbine şikâyette bulundu: 'Ey rabbim! Ben hararetimden kendimi yiyecek duruma geldim' dedi. Yüce Allah da iki defa nefes almasına izin verdi. Nefesin biri kışın, diğeri yazın olur. Karşılaşmış olduğunuz çok şiddetli sıcak ve sizi en çok üşüten zemheri soğuğu işte cehennemin rahatlamak için nefes almasıdır."
Enes b. Mâlik (r.a) anlatıyor:
"Kâfirlerden, dünyada en çok zevk ve safa içinde yaşayanı getirilir ve, 'Onu ateşe daldırın' denilir. Adam ateşe daldırılıp çıkarıldıktan sonra, 'Orada herhangi bir nimet ve rahatlık görebildin mi?' diye sorulur. Adam, 'Hayır' diye cevap verir. Sonra dünyada en çok zarar görmüş ve haksızlığa uğramış biri getirilir ve, 'Onu cennete daldırın' denilir. Çıkarıldıktan sonra, 'Cennette hiçbir zarar ve sıkıntı çektin mi?' diye sorulur. O da,'Hayır' cevabını verir."
Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: "Bir mescidde yüz bin ya da daha fazla kişi olsa ve aralarında da cehennemliklerden biri bulunsa ve bu kişi bir kere nefes alsa, onun nefesinin hararetinden mesciddeki bütün insanlar ölürdü."
Âlimlerden biri, "Orada ateş yüzlerini yakar" âyetinin tefsirinde şöyle demiştir: "O cehennemin ateşi bir kere onlara vurduğunda kemiklerinde hiç et kalmaz, topuklarına kadar sıyrılır."
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Cehennem halkının ağlayışları

Cehennem halkının ağlayışları

Şimdi de cehennem ehlinin cehenneme ilk atıldıkları vakit ağlayışlarını, feryadü figanlarını, mahvolduk, işimiz bitti diye bağırışlarını düşün!
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"O gün cehennem yetmiş bin yularla ve her yularda da onu çeken yetmiş bin melekle beraber getirilir."
Enes'in (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Cehennem ehline bir ağlama verilir. Öyle ağlarlar ki gözyaşları tükenir. Ardından kan ağlarlar. Öyle ağlarlar ki yüzlerinde yarıklar meydana gelir. Şayet onlardan akan bu göz yaşlarında gemiler yüzdürülse elbette yüzerdi."
Onların ağlamalarına, vahlanmalarına, feryadü figanlarına, "Vay başımıza gelenlere, mahvolduk, helak olduk" demelerine izin verildiği sürece bir rahatlama hissederler, ancak buna da mani olunur.
Muhammed b. Kâ'b el-Kurazî (rah) anlatıyor: Cehennem ehlinin beş duası vardır. Allah Teâlâ bunların dört tanesine cevap verir. Beşinci duayı yapmaya kalkıştıklarında artık konuşamaz olurlar:
1. Onlar derlerdi ki: "Rabbimiz, bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de günahlarımızı itiraf ettik. Bir daha (bu ateşten) çıkmaya yol var mı derler."
Bunun üzerine Allah (c.c) cevap olarak onlara der ki: Tek Allah'a ibadete çağrıldığınız zaman inkâr ederdiniz. O'na ortak koşulunca (bunu) tasdik ederdiniz. Artık hüküm, yücelerin yücesi Allah'ındır."
2. Sonra onlar, "Ey rabbimiz! Yakın bir müddete kadar bize süre ver de senin davetine uyalım ve peygamberlerine tâbi olalım" derler¦.
Allah Teâlâ onlara, "Daha önce sizin için bir zeval olmadığına (öldükten sonra diriltilmeyeceğinize) yemin etmemiş miydiniz?" diye cevap verir.
3. Cehennemlikler, "Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızın yerine iyi işler yapalım" derler.
Allah (c.c) onlara, "Size düşünecek bir kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Hem size bir uyarıcı da gelmişti. (Ona niçin inanmadınız) Şimdi tadın (azabı)! Zalimlerin yardımcısı yoktur" diye cevap verir.
4. Onlar, "Rabbimiz! Azgınlığımız bizi aldattı; biz, sapıklar topluluğu idik. Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha (ettiklerimize) dönersek, artık belli ki biz zalim insanlarız"diye dua ederler.
Birinci ölüm, dünya hayatının sonunda, ikinci ölüm ise kabirde ilk sorgulama yapıldıktan sonra meydana gelecektir. Buna göre birinci dirilme kabirde sorgulama için, ikinci dirilme ise kıyametten sonra ebedî hayat içindir.
Allah (c.c) o kâfirlere şöyle cevap verir: "Alçaldıkça alçalın orada! Benimle konuşmayın artık!"
Cehennem ehli Allah'ın (c.c) bu hitabının ardından bir daha ebediyen konuşamazlar. Gerçekten bu durum, azap olarak en şiddetli olanıdır.
İmam Mâlik b. Enes (rah) anlatıyor:
Zeydb. Eşlem, "Şimdi sızlansak da sabretsek de birdir, farketmez. Çünkü bizim için sığınacak bir yer yoktur" âyetinin tefsirinde demiştir ki:
"Onlar yüz yıl sabrederler, yüz yıl sızlanırlar. Sonra yüz yıl daha sabır gösterirler ve derler ki: Şimdi sızlansak da sabretsek de birdir, farketmez. Çünkü bizim için sığınacak bir yer yoktur."
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet günü ölüm semiz bir koç suretinde getirilir ve cennet ile cehennem arasında kesilir. Sonra, 'Ey cennet ehli! Ölümsüz olarak orada ebediyen kalın' denilir. Sonra cehennemliklere, 'Ey cehennem ehli! Ölümsüz olarak orada ebediyen kalın' denilir."

Hasan-ı Basrî (rah) der ki: "Cehennemden bin sene sonra bir adam kurtulacak; keşke o kimse ben olsam!"
Hz. Hüseyin (r.a) evinin bir köşesinde oturmuş ağlarken görenler, neden ağladığını sordular. Hz. Hüseyin (r.a), "Allah Teâlâ'nın beni ateşe atıp da ardından hiç önemsemeyeceğinden endişe ederim" cevabını verdi.
İşte, kısaca'bunlar, cehennem azabının sınıflarıdır. Yoksa onun gam, keder, üzüntü ve hasret verici azaplarının bir sonu yoktur.
Cehennem ehline en büyük ve en ağır gelen şeylerin başında, çektikleri azapla beraber kaçırdıkları cennet nimetlerinin içlerinde bıraktığı hasret, Allah'a kavuşamama ve onun rızâsından mahrum kalmanın üzüntüsü vardır. Çünkü onlar, bütün bunların hepsinin değersiz birkaç dirheme, günleri sayılı olan şu dünyanın hakir ve zelil şehvetlerine satmışlardı.
Sonra onlar keder ve üzüntü içinde, "Bu ne büyük bir hüsran ne büyük bir hasrettir ki, rabbimize isyan ederek nasıl kendimizi helak ettik! Şu günleri sayılı olan dünyada, rabbimizin bize yüklediği mükellefiyetleri nasıl yapamadık! Biraz olsun sabretseydik şimdi o günler bitmiş ve âlemlerin rabbinin huzurunda olacak, O'nun rızâsını ve hoşnutluğunu tadıyor olacaktık" derler.
Hakikaten bu, ne büyük bir pişmanlık ve ne büyük bir hasrettir. Giden gitmiş, iş işten geçmiş, felâkete saplanıp kalmışlardır. Dünya nimetlerinden ve zevklerinden yanlarında hiçbir şey kalmamıştır.
Sonra onlar, eğer cennet nimetlerini görmeseler hasret ve hüsranları bu kadar büyük olmazdı. Ancak bu nimetler ve cennet ehlinin zevkü safası onlara bizzat gösterilir. Resûlullah (s.a.v) bu hususta şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet günü cehennemliklerden bazılarının cennete getirilmesi emredilir. Cennete doğru yaklaşıp cennetin kokuları burunlarına gelmeye ve saraylarını seyretmeye başladıklarında,
'Onları geri çevirin, çünkü onların bunlardan bir nasibi yoktur" denilir ve gelmiş geçmiş hiçbir mahlûkatın tatmadığı, hissetmediği bir hüsranla geri dönerler ve,
'Ey rabbimizl Dostların için hazırladığın nimetleri ve mükâfatı göstermeden önce bizi cehenneme atsaydm, elbette bu bizim için daha hafif (bir azap) olurdu' derler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
'Ey isyankârlar! Ben de sizlere böyle bir azap çektirmeyi istedim. Çünkü sizler yalnız kaldığınızda büyük günahlar işliyor, insanlar içine karıştığınızda, bana karşı göstermiş olduğunuz itaatin tam aksine onlara karşı riyakâr tavırlar gösterip, saygı ve hürmetlerde bulunuyordunuz.
Onlardan korktuğunuz ve sakındığınız kadar benden korkup sakınmadınız. Onları gözünüzde büyüttüğünüz kadar beni büyük görmediniz.
İnsanlar için terkettiklerinizi benim için terketmediniz. Şimdi, sizleri ebedî mükâfattan mahrum etmekle birlikte bu elem verici azapla cezalandırıyorum."
Ahmed b. Harb (rah) der ki: "Güneşe karşı gölgeliği tercih ederken cehennemin yanında cenneti tercih etmeyiz." Hz. İsâ (a.s) der ki: "Nice sağlam bedenler, nice güzel yüzler ve nice fasih diller vardı ki, yarın cehennemin tabakaları arasında feryadü figan edecektir."
Ey zavallı! Şimdi otur da bu tehlikeleri ve felâketleri bir düşün! Şunu da bil ki, Allah Teâlâ cehennemi, onun bütün felâketlerini, oraya girecekleri artmayacak ve eksilmeyecek bir şekilde yaratmıştır. Bu olmuş bitmiş ve hükme bağlanmış bir iştir. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "(Resûlüm!)Sen onları pişmanlık ve üzüntü günü hakkında uyar. Çünkü onlar bir gafletin içine dalmış oldukları halde ve henüz iman etmemişken (bakarsın) iş olup bitmiştir."^
Yemin ederim ki, bu âyet-i kerime ile kıyamet gününe işaret edilmiştir. Belki de ezelde yazılı olana! Fakat yazılmış olan hüküm kıyamette ortaya çıkacaktır.
Şayet, nereye gideceğim, nereye varacağım, akıbetim ne olacak diye sorarsan ve bilmek istersen, bunun bazı alâmetleri, hoşuna gidecek belirtileri ve umutlarını tasdik edecek emareleri vardır.
O da senin, şöyle bir durumuna ve amellerine bakmandır. Zira herkes kolayına geleni yapma sıfatında yaratılmıştır. Eğer hayır hasenat yolları sana kolaylaştırılmışsa sevin; çünkü ateşten uzaksın demektir.
Şayet, ne zaman bir hayır yapmak istesen önüne engeller çıkıyor ve seni o hayırdan uzaklaştırıyor ve bir kötülük yapmak istediğinde onun yolları sana kolaylaşıyorsa, bil ki verilen hüküm aleyhinedir. Bu aynen yağmurun bitkilerin büyümesine, dumanın da ateşin varlığına bir delil olması gibi bir şeydir.
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: "İyiler muhakkak cennette, kötülerde cehennemdedir."
Bu iki âyet-i kerimeye iyi bak; kendinin'cennet ehlinden mi yoksa cehennem ehlinden mi olduğunu anlarsın.
Allah (c.c) en iyisini bilir.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
CENNET NİMETLERİNİN MAHİYETİ ve ÇEŞİTLERİ

CENNET NİMETLERİNİN MAHİYETİ ve ÇEŞİTLERİ

Bil ki felâketlerini, kederlerini, üzüntü ve acılarını öğrendiğin bu cehennem diyarının karşısında başka bir yurt olan cennet vardır. Onun insana neşe ve sevinç veren ebedî nimetlerini düşün! Zira bu iki yurdun birinden uzaklaşanın diğerine düşmesi kesindir.
Cehennem ehli için hazırlanan dehşet ve felâketleri düşünerek kalbine onu korkularını yerleştir ve cennet ehli için vaad olunan o nimetleri düşünerek ümit bağlarını kuvvetlendir. Korku kamçısını nefsine tattır ve ümit yularıyla kendini doğru yola çek. Ancak böylelikle o büyük ve ebedî nimete kavuşur ve acıklı olan azaptan kurtulabilirsin.
Cennet ehlini düşün! Yüzlerinde parlayan cennet nimetlerinin verdiği parıltıyı, misk kokan içeceklerden içtiklerini, nefis beyaz incilerden yapılmış konutlar içinde kırmızı yakuttan yapılma minberlerde oturduklarını tefekkür et. Onlar cennette, harikulade güzellikteki yeşil halılar üzerinde yastıklarına yaslanarak şarap ve bal akan ırmakları seyrederler.
Etraflarını gılmanlar, vildanlar ve yüzü güzel, huyu güzel huriler sarmıştır. Onlar bembeyaz bedenleri, kırmızı dudak ve yanaklarıyla âdeta yakut ve mercan gibidirler. Onlara daha önce hiçbir insan ve cin el sürmemiştir. O huriler cennetin katmanları arasında gezinirler. Çalımlarıyla yürüdüklerinde şallarını yetmiş bin vildan omuzlar. Üzerlerinde beyaz ipekten çok güzel elbiseler vardır. Onları gören gözler hayret ve dehşet içinde kalır. Başlarındaki taçları inci ve mercanlarla kaplıdır. Nazlı, cilveli ve güzel kokuludurlar. Yaşlanmaz ve hastalanmazlar. Cennet bahçelerinin içinde, yakuttan yapılmış köşkler içinde örtünmüş sahiplerini beklemektedirler. Gözleri kocalarından başkasını görmez.
Sonra onlara ve hizmetçilerine, kâseler ve ibrikler içinde bembeyaz pınarlardan alınmış, içenlere lezzet veren içecekler ikram edilir. Kendilerine hizmette bulunmaları için âdeta saklanmış inciler misali hizmetçiler ve vildanlar emirlerine verilir. Bunların hepsi işledikleri sâlih amellerinin mükâfatıdır.
Onlar güvenilir bir yerde; cennetlerde ve ırmakların kenarlarında, güçlü ve yüce Allah'ın huzurunda hak meclisindedirler. Orada pek kerîm olan Allah'ın cemâline bakar dururlar. Nimetin verdiği nurun ışıltısı yüzlerinde görülmektedir. Artık onlara ne bir toz konar ve ne de bir zillete duçar olurlar. Aksine artık onlar pek kıymetli kullardır. Rablerinin onlara vaad ettiği nimetler her taraflarından onlara gelir. İstedikleri her şey ebediyen elleri altındadır.
Onlar orada korkmazlar ve üzülmezler. Zamanın geçip gitmesi onları tedirgin etmez.
Onlar cennetin nimetlerinden diledikleri gibi istifade ederler; onun lezzetli yiyeceklerinden yerler. Kimi zaman süt, kimi zaman bal ve bazan da taşı toprağı altın ve incilerden oluşan nehirlerden içerler.
Şaşılacak şeydir doğrusu! Şu vasfı, mahiyeti belli olan cennete güvendiği, onun ehlinin ölmeyeceğine kesin inandığı, en ufak bir bahçesinde dahi felâket ve musibetin olmadığını, ehlinin değişmeyeceğini ve yaşlanmayacağını bildiği halde insan, nasıl olur da harap olması mutlak şu fâni dünyaya muhabbet gösterir!
Yeminle söylüyorum ki, cennette sadece ölümden, açlıktan ve susuzluktan emniyette olmakla birlikte beden selâmeti de bulunsaydı, bunlar bile dünyayı terk etmeye sebep olarak yeterdi.
O cennet nasıl tercih edilmesin ki! Oranın halkı emniyet ve güven içindeki padişahlar gibidir. Bütün neşe ve eğlence verici şeylerden istifade ederler. Orada hoşlarına giden her şey mevcuttur. Onlar her gün arşın önünde kerîm olan Allah'ın cemâlini seyrederler. Cennetin nimetlerinde göremediklerini O'nun cemâlini seyredince elde ederler ve başka bir şeye iltifat etmezler.
Onlar önlerinden nimetlerin yok olup gitmeyeceğinden emin bir şekilde cennetin nimetleri arasında gezinip dururlar. Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurdu:
"Kıyamet günü bir melek şöyle seslenir: Artık burada hep yaşayacak ve hiç ölmeyeceksiniz. Daima sıhhatli olup hiç hasta olmayacaksınız. Hep genç kalıp asla yaşlanmayacaksınız. Her zaman refah içerisinde olup asla ümitsizliğe düşmeyeceksiniz."
(Bu hadisi şerif, şu âyet-i kerimede anlatılan mânadır:) "Ve onlara (cennetliklere) şöyle seslenilir: İşte bu, amelleriniz sebebiyle kazandığınız cennettir.

Ne zaman cennet ve onun vasıflarını öğrenmek istersen Kur'ân-ı Kerîm oku! Zira cennet hakkında Allah ve Resûlü'nün beyanlarından başkası doğru olmaz.
Cennetin mahiyeti ve vasıfları hakkında daha fazla bilgi edinmek istersen Rahman sûresinin kırk altıncı âyeti olan, "Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır" âyetinden başlayarak bu sûrenin sonuna kadar oku. Ayrıca Vakıa sûresi de bu konuda açıklamalar verilmektedir.
Eğer bu hususta hadis ve haber gibi kaynaklardan daha fazla tafsilât elde etmek istersen, önce kısaca bahsettiklerimiz üzerinde iyice düşün sonra detayına gir.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
CENNET EHLİNİN VASIFLARINI ve HALLERİNİ ANLATAN DİĞER HABERLER

CENNET EHLİNİN VASIFLARINI ve HALLERİNİ ANLATAN DİĞER HABERLER

Üsâme b. Zeyd'den rivayet edilen bir hadiste Resûl-i Ekrem (s.a.v) ashabına şöyle buyrumuştur:
"Dikkat edin, cennete ulaşmak için bütün gücüyle gayret edenler var mı? Cennet kendisinden korkulacak, sakınılacak bir yer değildir. Kabe'nin rabbine yemin olsun ki cennet, parlayan bir nur, sallanan bir reyhan, yüksek bir saray, akan bir nehirdir. Orada bolca olgun meyveler, güzel, süslü ve etrafına neşe saçan eşler, ebedî kalınacak olan bir makamdaki nimetler, yüksek, sağlam, güvenli ve aydınlık yurtlar vardır."
Bunları dinleyen sahabeler, "Öyleyse bizler cennete girmek için var gücümüzle çalışırız" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v), "İnşallah deyin" buyurdular ve akabinde cihattan söz edip ona teşvik ettiler.
Adamın biri Resûlullah'ın (s.a.v) yanına gelerek, "Yâ Resûlallah! Cennette at var mıdır? Zira ben atları çok seven biriyim" dedi. Resûlullah (s.a.v),
"Eğer atları gerçekten çok seviyorsan sana orada kırmızı yakuttan bir at verilir ve onunla cennette dilediğin yere uçarsın" buyurdular.
Bunun üzerine başka biri, "Yâ Resûlallah! Cennette deve var mıdır? Çünkü ben de develerden çok hoşlanıyorum" dedi. Resûlullah (s.a.v) şöyle cevap verdi:
"Ey Allah'ın kulu! Eğer cennete girersen canının çektiği ve gözünün aradığı her şeyi bulabilirsin."
Ebû Saîd-i Hudrî (r.a) naklediyor: Resûlullah (s.a.v) buyurdu ki:
"Şayet cennet ehlinden biri, çocuk sahibi olmak isterse, ona dilediği güzellikte ve surette bir evlât verilir. Onun bu isteği üzerine eşi o anda hamile kalır, doğurur ve dilerse o çocuk o saatte genç bile olur."
Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Artık cennet halkı cennetteki yerlerine yerleştikleri zaman dostlar birbirlerini görmeyi arzularlar. Bunun üzerine oturdukları tahtları (aradıkları dostlarını bulmak üzere) onları gezdirmeye başlar. Bir müddet sonra birbirlerini bulurlar ve dünyada aralarında geçenleri konuşmaya başlarlar. Sonra biri,
'Kardeşim, hatırlasana! Hani o gün beraber oturup konuşmuştuk ve ardından Allah'a bizi bağışlaması için dua etmiştik de O'da bizi bağışlamıştı' der."
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Cennet halkının bedenlerinde tüy ve bıyık yoktur. Sakalları da bulunmaz. Tenleri beyaz, yapıları düzgün ve gözleri sürmelidir. Otuz üç yaşındadırlar ve Âdem'in (a.s) sûretindedirler, yani boyları altmış zira (yaklaşık otuz metre), enleri ise yedi zirâdır (üç buçuk metre)."Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Cennet ehlinden en düşük dereceye sahip olan kişinin seksen bin hizmetçisi ve yetmiş iki hanımı olur. Onun için San'a (Yemen) ile Câbiye (Dımaşk) arası büyüklüğünde yakut, mücevher ve incilerden müteşekkil bir kubbe dikilir. Bu hanım ve hizmetçilerinin her birinin başında taçlar bulunur ve bu taçlardaki en ufak inci tanesi doğu ile batı arasını aydınlatacak kadar güzeldir."
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"(Mi'rac gecesi) cennete baktığımda deve sırtı gibi büyük narlar gördüm. Kuşları da iri ve gösterişli idi. O sırada bir câriye gözüme ilişti. Ona, 'Ey câriye! Sen kimin içinsin?' diye sordum. 'Zeyd b. Harise için' dedi. O vakit cenneti seyrettiğimde, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın aklına gelmeyecek güzellikler gördüm."
Kâ'b Ahbâr (rah) demiştir ki: "Allah Teâlâ Âdem'i (a.s) kendi eliyle yarattı. Tevrat'ı kendi eliyle yazdı. Cenneti kendi eliyle donattı. Sonra ona konuş dediğinde cennet, 'Müminler gerçekten kurtuluşa ermiştir' dedi." İşte bunlar cennetin sıfatlarıdır.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Allah teâlâ'nın cemâlini seyir

Allah teâlâ'nın cemâlini seyir

Allah Teâlâ Kitâb-ı Mübîn'inde, "Güzel davrananlara daha güzel karşılık, birde fazlası vardır" buyurmaktadır.
Bu fazlalıktan maksat Allah Teâlâ'nın cemâlini seyretmektir ki, bu da cennet ehline cennetin bütün nimetlerini dahi unutturan büyük bir hazdır.
Biz bu konunun ayrıntılarına "Muhabbet" kitabında değinmiştik. Bu hususta bid'atçıların inandıklarının tam aksine kitap ve sünnetten birçok delil getirmek mümkündür.
Cerîr b. Abdullah Bücelî (r.a) anlatıyor: Resûlullah'ın (s.a.v) bir dolunay gecesi, aya baktı ve şöyle buyurdu:
"Siz şu ayı gördüğünüz gibi, rabbinizi de böyle perdesiz göreceksiniz ve O'nu görmede bir sıkışıklığa düşmeyeceksiniz (herkes rahatça görecek). Artık, güneşin doğma ve batmasından önce hiçbir namazı kaçırmayın (namazları vaktinde kılın, vaktini geçirmeyin)."
Cerîr der ki: Resûlullah, sonra şu âyeti okudu:
"Rabbini güneşin doğmasından ve batmasından önce hamd ile teşbih eti

Müslim Sahîrf'mde Suheyb b. Sinan'dan şu rivayeti aktarır:
Resûlullah (s.a.v), "Güzel davrananlara daha güzel karşılık, birde fazlası vardır" âyetini okuduktan sonra şöyle buyurmuştur:
"Cennet halkı cennete, cehennem halkı da cehenneme
girdiği zaman bir münadi,
'Ey cennet ehli! Allah Teâlâ'nın size bir vaadi var. Onu yerine getirmek istiyor' diye seslenir. Bunun üzerine cennet ehli, 'O vaadde nedir? Allah Teâlâ tartılarımızı (rahmetiyle) ağırlaştırmadı mı? Yüzlerimizi ak etmedi mi? Bizleri cehennemden kurtarıp cennetine koymadı mı? (Bizlere daha ne gibi bir vaadi olabilir ki?)' derler.
Derken perde kaldırılır ve cennet halkı Allah'ın cemâlini seyrederler. Onlara yüce rablerinin cemâlini seyretmekten daha büyük bir nimet verilmemiştir."
Yüce Allah'ın cemâlinin görülmesi hakkında sahabeden pek çok kişi hadis rivayet etmiştir.
Allah Teâlâ'nın görülmesi bir kula hediye edilen nimetlerin en yücesi ve en güzelidir. Anlattığımız cennet ehline cennette verilecek bütün nimetler bu nimetin yanında unutulur, iltifat edilmez. Cennet ehlinin Allah'ı görmeleriyle başlayan bu nazlarının bir sonu yoktur, o hiç tükenmez. Hatta cennet nimetlerinin hiçbiri bu nimete kıyas dahi edilemez. Bu konuyu İhyâ'nın "Muhabbet", "Şevk" ve "Rıza" kitaplarında uzun uzadıya işlediğimizden sözü burada kesmek istiyoruz.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Allah'ın rahmetinin genişliği

Allah'ın rahmetinin genişliği

Kitabımızın bu son kısmını hayırlara vesile olması, bereket ve feyiz getirmesi temennisiyle Allah'ın rahmetinin enginliğini anlatan bir konu ile tamlamayı umut ediyoruz.
Resûlullah (s.a.v) işittiği şeyleri hayra ve uğura yormayı severdi.
Bizi kurtarmaya yetecek kadar amelimiz olmadığından hiç olmazsa bu hususta Resûlullah'a tâbi olmalıyız. İşte bu sebeple, kitabımızı Allah'ın rahmetini işleyen bir konu ile bitiriyoruz ve dünyada ve âhirette de akıbetimizin hayırla son bulmasını ümit ediyoruz.
Nitekim Allah Teâlâ âyet-i kerimelerde şöyle buyurmuştur:
"Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını (günahları) dilediği kimse için bağışlar."
"(Resulüm) De ki: Ey nefislerine kötülük ederek haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir."

"Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve esirgeyici olarak bulur."
Bu ve yazdığımız diğer bütün kitaplarımızda, ayağımızın sürçtüğü, kalemimizin kaydığı her şey için Allah'tan af ve mağfiret diliyoruz.
Sözlerimizin amellerimize uymadığı hususlardaki kusurlarımızdan ötürü Allah'tan mağfiret diliyoruz.
İlim ve basiret ile Allah'ın dini hususunda iddia ettiğimiz ve ortaya koyduğumuz meselelerdeki kusurlarımızdan dolayı O'ndan mağfiret diliyoruz.
O'nun rızâsını elde etmek uğruna, kazandığımız ilmin ve yaptığımız amelin içine, rızâsının olmadığı bir şeyler karışmışsa, bu kusurumuzdan dolayı da af ve mağfiret diliyoruz.
Allah için yapmaya söz verdiğimiz, ancak daha sonraları nefsimiz sebebiyle ifa edemediğimiz borçlardan ötürü bağışlanmayı istiyoruz.
Bize kendisine şükretmemiz için verdiği, ancak ona isyan yolunda kullandığımız nimetlerden ötürü bağışlanmayı ümit ediyoruz.
Esasen sahip olduğumuz her türlü noksanlık, kusur, açık ve gizli hatalarımızdan bağışlanmayı istiyoruz.
Bizi tehlikeye götüren her türlü yapmacık davranıştan ve insanlara süslü göstermek için kitaba yazdığımız her kelimeden, konuştuğumuz her sözden ve bu türden faydalandığımız veya faydalandırdığımız her ilimden Allah'a sığınıyoruz.
Bu istiğfarlarımızdan sonra; kendimize, bu kitabı ibret ve istifade üzerine okuyanlara, onu yazanlara ve onda

olanları dinleyenlere, Allah'ın rahmet ve mağfiretini ihsan edeceğini, görünen ve görünmeyen tüm günahlarımızı affedeceğini ümit ediyoruz. Çünkü O'nun engin ihsan ve merhameti, geniş rahmeti ve cömertliği (mümin, müslüman) mahlûkatınm her sınıfının üzerine âdeta bir yağmur gibi akmaktadır. Zira bizler, Allah'ın (c.c) mahlûklarından biriyiz ve O'na ancak O'nun fazli ve keremiyle ulaşabiliriz. Resûlullah (s.a.v) şöyle buyuruyor:
"Allah Teâlâ rahmetini yüz parçaya böldü ve ondan bir tanesini insanlar, cinler, kuşlar ve hayvanlar arasında paylaştırdı. İşte bu tek parça sayesindedir ki mahlûkat birbirlerine şefkatli ve merhametli davranır. Allah (c.c) geri kalan doksan dokuz rahmetini ise kıyamet günü mümin kullarına ihsan edecektir."
Rivayet edildiğine göre Allah Teâlâ kıyamet günü arşın altında bir kitap çıkarır. O kitapta şöyle yazılıdır: "Muhakkak ki rahmetim gazabımı geçmiştir. Ben merhamet edenlerin en merhametlisiyimdir."
Sonra cennete giren müminler kadar cehennemde azap görmeyi hak etmiş müminler de çıkarılır. Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Allah Teâlâ kıyamet günü mümin kullarına, gülerek tecelli eder ve onlara, 'Ey müslümanlar topluluğu! Muhakkak ki sizlerden her birinizin ateşteki yerine biryahudi ve hıristiyan koydum' buyurur."
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Allah Teâlû kıyamet günü Âdem'e (a.s), zürriyetinden bir katrilyondan çok daha fazla kişiye şefaat etme yetkisi verir
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet günü Allah (c.c) müminlere, 'Bana kavuşmayı istemiş miydiniz?' diye sorar. Müminler, 'Ey rabbimiz, evet istemiştik'diye cevap verirler. Allah (c.c), 'Neden?' diye sorar. Müminler, 'Çünkü senin affını ve mağfiretini umuyoruz' derler. Bunun üzerine Allah (c.c), 'O halde ben de sizlere mağfiretimi gerekli kıldım' der ve onları bağışlar." Nebi (s.a.v) buyuruyor:
"Kıyamet günün Allah azze ve celle, 'Beni bir gün olsun zikredeni veya benden korkanı cehennemden çıkarın' buyurur."
Resûlullah'ın (s.a.v) kıyamette müminlerin kurtuluşu hakkında anlattığı bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
"Cehennemde devamlı azap çekmeye müstahak olmuş cehennem ehli insanlar bir araya toplandıklarında; aralarında Allah'ın dilediği bazı kıble ehli (müslüman) kimseleri gördükleri zaman,
'Cehennemde ne işiniz var? Sizler müslüman değil miydiniz?' diye sorarlar. Onlar, 'Evet, bizler müslümandık' diye cevap verirler. Kâfirler, 'O zaman müslüman olmanızın size bir faydası olmamış; sizler de bizimle beraber ateştesiniz' derler. Müminler,
'Bizim günahlarımız vardı; onların cezasını çekiyoruz' diye cevap verirler. Cehennem ehlinin bu konuşmalarını işiten Allah (c.c), orada bulunan bütün kıble ehli (müslümanlatı) lutfu ve keremiyle bağışlayarak çıkarır. İşte o zaman kâfirler, 'Keşke bizler de müslüman olsaydık'derler."
Resûlullah (s.a.v) buyuruyor:
"Allah (c.c) mümin bir kuluna, şefkatli bir annenin yavrusuna gösterdiğinden daha fazla merhamet eder."
Câbir b. Abdullah (r.a) der ki: "Sevapları günahlarından fazla olan kimse hesapsız cennete gider. Sevapları ve günahları eşit olan kolay bir hesabın ardından cennete gider. İşte, Resûlullah'ın (s.a.v) şefaati nefsine zulmeden ve günah yükünün altında kalan ümmetinedir."
Rivayet edildiğine Allah (c.c) Musa'ya (a.s) şöyle vahyetmiştir:
"Kârûn senden yardım istediğinde ona yardım etmedin. İzzetime ve celâlime yemin olsun ki, şayet o benden yardım isteseydi ona yardım eder ve günahlarını bağışlardım."
Resûlullah (s.a.v) buyuruyor:
"Kıyamet günü arş tarafından şöyle bir ses gelir: Ben sizde olan haklarımı size hibe ettim, bağışladım; geri kaldı sizin birbirinize olan haklarınız. Onu da aranızda, birbirinize müsamaha göstererek helâl edin ve rahmetimle cennete girin."
Bedevinin biri İbn Abbas'ın (r.a), "Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı"
âyetini okuduğunu işitince, "Vallahi, eğer Allah sizi oraya düşürmek isteseydi kimse sizleri kurtaramazdı" dedi. Bu sözleri işiten İbn Abbas (r.a), "Bunlar fakih olmayan birinin ağzından çıkan hikmetli sözlerdir; bunları alın istifade edin" dedi.
Sunâbihî (rah) anlatıyor: Ölüm döşeğinde yatmakta olan Ubâde b. Sâmit'i ziyarete gittim. Onu gürünce ağladım. Ubâde,
"Dur biraz! Neden ağlıyorsun? Yeminle söylüyorum ki, biri hariç Resûlullah'tan (s.a.v) işittiğim ne kadar hadis varsa hepsini size anlattım. Şimdi onu da anlatmak istiyorum. Zira onu anlatmamak bana ağırlık vermeye başladı. Resûlullah'tan (s.a.v) işittim, şöyle buyurdu:
'Kim Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in O'nun peygamberi olduğunu şahitlik ederse, Allah (c.c) cehennem ateşini ona haram kılar.'"
Abdullah b. Amr b. Âs (r.a) naklediyor: Resulullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Allah Teâlâ kıyamet günü (mizanın önünde) ümmetimden bir adamı seçerek bütün mahlûkatın önüne çıkarır. Ardından içinde yaptığı amellerin kayıtlı bulunduğu doksan dokuz defter önüne serilir. Her birinin büyüklüğü ve uzunluğu gözünün alabildiğine geniş ve uzundur. Allah (c.c) bu kuluna,
'Bu defterlerde yazılı olan bir şeyi inkâr ediyor musun? İşlediklerini yazmakla görevli meleklerim sana herhangi bir haksızlıkta bulunmuşlar mı?' diye sorar. Adam,
'Hayır' diye cevap verir. Allah Teâlâ,
'Peki, bir özrün, mazeretin var mı?'der.
Adam yine, 'Hayır' cevabını verir. Allah Teâlâ,
'Bilakis, katımızda senin bir iyiliğin bulunmaktadır. Bugün hiç kimseye zulüm ve haksızlık edilmez' buyurur. Sonra küçük bir kâğıt parçası çıkarılır. İçinde, 'Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resulullah' yazılıdır. Adam,
'Ey rabbim, günahlarla dolu bunca defterin yanında şu küçük kâğıt parçası ne fayda sağlar kil' der. Allah (c.c) yine,
'Bugün hiç kimseye haksızlık edilmez' buyurur. Sonra büyük büyük defterler bir kefeye o küçük kâğıt parçası da bir kefeye konur. Küçük kâğıt büyük defterlerden ağır gelir. Zira hiçbir şey Allah'ın isminden daha ağır basamaz.
Yine kıyameti ve sırat köprüsünü anlatan uzun bir hadis-i şerifin son kısmında Resulullah (s.a.v) söyle buyurmuştur:
"Kıyamet günü Allah Teâlâ meleklerine,
'Kalbinde bir dinar kadar da olsa iman bulunan kimseyi cehennemden çıkarın' buyurur. Melekler de cehenneme giderek birçok insanı oradan çıkarırlar ve,
'Ey rabbimiz, emrettiğiniz gibi orada kalbinde dinar ağırlığı kadar imanı olan kimseyi bırakmadık; hepsini çıkardık' derler. Allah Teâlâ,
'Şimdi tekrar geri dönün ve kalbinde yarım dinar ağırlığınca iyilik bulduğunuz kişileri de çıkarın' buyurur. Melekler Allah Teâlâ'nın emrettiği gibi oradan birçok insanı çıkartırlar ve O'nun huzuruna gelerek,
'Eyrabbimiz, senin dediğin gibi yaptık ve orada, kalbinde yarım dinar da olsa iyilik (iman) bulunanları çıkardık' derler. Allah Teali,
'Tekrar geri dönün ve bu sefer kalbinde zerre ağırlığı kadar da olsa iyilik (iman) bulunanları oradan çıkarın' buyurur. Bunun üzerine melekler cehenneme geri dönerler ve oradan Allah Teâlâ'nın emir buyurduğu vasıfta pek çok insanı çıkarırlar. Sonra Allah'ın (c.c) huzuruna gelerek,
'Ey rabbimiz, bize çıkarmamızı emrettiğin vasıfta olan hiçbir insanı orada bırakmadık, hepsini çıkardık' derler."
Bu hadisi rivayet eden Ebû Saîd-i Hudrî (r.a) der ki: Eğer bu hadise inanmıyorsanız şu âyet-i kerimeyi okuyun:
"Şüphe yok ki Allah zerre kadar haksızlık etmez. (Kulun yaptığı iş, eğer bir kötülük ise, onun cezasını adaletle verir) iyilik olursa onu katlar (kat kat artırır), kendinden de büyük mükâfat verir."
Hadis-i şerif şöyle devam eder:
"Allah Teâlâ şöyle buyurur:
'Melekler şefaat etti, peygamberler şefaat etti, müminler şefaat etti. Sadece merhametlilerin en merhametlisi ise kaldı' der. Ardından hayatında hiç hayır işlememiş ve cehennemde yanmaktan kömür gibi olmuş müminleri tutarak cennetin kapıları önünde bulunan ve hayat suyu denilen bir suya batırır. Sonra onlar sel suyunun etrafta bıraktığı tohumlar gibi çıkarlar. Dikkat etmez misiniz ki, taşların ve ağaçların güneşe bakan kısımlarında biten otlar sarı ve yeşil olurken, gölgede kalanlar beyaz olurlar.
Sahabeler hayretle,
'Ey Allah'ın Resulü! Sanki çölde hayvan otlatmış bir çoban gibi anlatıyorsunuz' dediler. Resûlullah (s.a.v) anlatmaya devam etti:
İşte onlarda inci gibi bembeyazdırlar. Fakat alınlarında (cehennemden geldiklerine dair) bir mühür vardır. Cennetlikler bu mühür sayesinde onları tanırlar ve,
'Bunlar, Allah Teâlâ'nın hiçbir amel ve hayırları olmamasına rağmen cennete soktuğu kimselerdir' derler. Allah (c.c) sonra bu kimselere,
'Haydi, cennete girin. Gördüğünüz her şey sizindir'der. Onlar,
'Ey rabbimizl Âlemde hiçbir kimseye nasip etmediğini bize verdin' derler. Allah Teâlâ,
'Sizin için katımda bundan daha üstünü de var, der. Onlar,
'Ey rabbimizl Bundan daha üstün şey ne olabilir ki?' diye hayretle sorarlar. Allah Teâlâ,
'Sizlerden razı olmam ve bundan sonra ebediyen size kızmamamdır' buyurur."
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Hesapsız, sorgusuz sualsiz cennete girenler

Hesapsız, sorgusuz sualsiz cennete girenler

İbn Abbas (r.a) anlatıyor: Bir gün Hz. Peygamber (s.a.v) yanımıza çıkageldi ve,
"(Mahşer meydanı gözümün önüne getirildi ve) bütün ümmetler bana gösterildi. Bazı peygamberler vardı ki yanında bir adamla, bazısı iki, bazısı tek başına, bazısı da arkasında ufak bir toplulukla geçiyordu. Sonra büyük bir kalabalık gördüm. Onların benim ümmetim olmasını temenni ettim, fakat, 'Onlar Musa (a.s) ve ümmetidir' denildi. Sonra, 'Şu tarafa bak' denildi. O tarafa doğru baktığımda âdeta ufku kaplamış bir kalabalık gördüm. Ardından, 'Şu taraflara, şu taraflara da bak' denildi. O tarafa doğru baktığımda aynı onun kadar bir kalabalık gördüm. Sonra bana, 'İşte onlar senin ümmetindir. Bunlarla birlikte yetmiş bin kişi daha hesapsız cennete girecektir' denildi."
Bu hadisin ardından insanlar dağıldı. Resûlullah (s.a.v) hesapsız cennete girecekler hakkında bir açıklama yapmamıştı. Sahabeler aralarında onların kimler olduğunu konuşmaya başladılar ve,
"Bizler şirk ortamında (putlara tapılan bir zamanda) doğduk. Fakat Allah ve Resûlü'ne iman ettik. Onlar olsa olsa bizim çocuklarımız ve torunlarımızdır" dediler.
Sahabelerin bu şekilde konuşmaları Resûlullah'a ulaşınca,
"Onlar vücutlarını dağlamayan (dövme yaptırmayan), sihir ve büyü ile uğraşmayan, olan olaylardan uğursuzluk çıkarmayan ve yalnızca rablerine tevekkül eden kimselerdir" buyurdular.
Bunun üzerine Ukkâşe (b. Muhsin) (r.a) ayağa kalkarak,
"Ey Allah'ın Resulü! Benim de o kimselerden olmam için dua et" dedi. Resûlullah (s.a.v),
"Sen onlardansın" buyurdular. Bu sefer başka biri kalktı ve Ukkâşe'nin (r.a) söylediklerini söyledi. Hz. Peygamber (s.a.v) ona,
"Bu hususta Ukkâşe seni geçti" buyurdular.
Ebû Zer-i Gıfârî (r.a) aktarıyor: Resûlullah (s.a.v) şöyle anlattılar:
"Cebrail (a.s) (Medine'deki) Harre civarında bana gözüktü ve,
'Ümmetinden Allah'a şirk koşmadan ölenlerin cennete gireceğini müjdele' dedi. Ben,
'Ey Cebrail Şayet zina etse ve hırsızlık yapsa da mı?' diye sordum,
'Evet, zina ve hırsızlık yapsa dal' diye karşılık verdi. Ben tekrar,
'Zina yapsa, hırsızlık etse de mi? diye sordum.
'Zina etse ve hırsızlık yapsa da' diye karşılık verdi. Tekrar,
'Zina etse ve de hırsızlık yapsa da mı?' diye sorduğumda,
'Zina etse, hırsızlık yapsa ve içki de içse de (iman üzere ölenler cennete girer)' diye cevap verdi."
Ebü'd-Derdâ (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v), "Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır" âyetini okuduğunda,
"Ey Allah'ın Resulü! Zina etse ve hırsızlık yapsa da mı?" diye sordum,
"Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır" âyetini okudu. Ben tekrar,
"Zina etse ve hırsızlık yapsa da mı?" diye sordum, yine,
"Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır"âyetini okudu. Bir daha, "Zina etse ve hırsızlık yapsa da mı?" diye sorduğumda,
"Her ne kadar bu Ebü'd-Derdâ'nın tuhafına gitse de
(durum böye"buyurdular.
Peygamber (s.a.v) buyuruyor:
"Kıyamet günü olunca, her mümine öteki milletlerin kâfirlerinden bir adam verilir ve 'İşte bu senin cehennemden kurtuluş fidyendir' denilir.
Müslim Sahîh adlı eserinde Ebû Bürde'den (b. Ebî Mu-sa-i Eş'arî) şöyle naklediyor:
Ömer b. Abdülaziz babası kanalıyla Musa-i Eş'arî'den
gelen şu rivayeti aktarır:
"Bir müslüman öldüğünde Allah (c.c) mutlaka onun yerine biryahudiyi veya hıristiyanı ateşe koyar."
Bu hadisi işiten Ömer b. Abdülaziz, hadisi rivayet eden kişiye üç defa, babasının gerçekten böyle bir hadis rivayet ettiğine dair yemin ettirdi; o da üç defa yemin etti.
Sahih rivayetlerle gelen bir haberde şöyle anlatılmıştır: Yazın ortası ve çok sıcak bir gündü. Savaşlardan esir düşenler bir pazaryerinde satılmakta, bunların arasında küçük bir çocuk da bulunmaktaydı. O sırada topluluğun arasında bir kadının gözü bu çocuğa ilişti. Kadın bir sıçrayışta çocuğunun yanına geldi. Kadını esir alanlar da onun arkasına düştüler. Kadın yavrusunu kucağına alıp onu bağrına bastı, sırtını taşlara doğru verip yavrusunu güneşten korumaya çalıştı ve "Oğlum oğlum!" diye onu öpüp koklamaya başladı. Bunu gören bütün herkes ağladı. Bu sırada Resûlullah (s.a.v) çıkageldi. Olanlar kendisine anlatılınca insanların bu merhametine çok sevindi ve,
"Bir annenin yavrusuna olan şefkati çok hoşunuza gitti, öyle değil mi?" diye sordu. Oradakiler,
"Evet" diye karşılık verdiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Hiç şüphesiz Allah Teâlâ hepinize, bu annenin yavrusuna gösterdiği şefkatten daha şefkatli ve merhametlidir."
Bu büyük müjdeyi işiten müminler neşe ve sevinç içinde oradan dağıldılar.
......................
Bir kitabı daha bittirdik Rabbimizin izni ile
Yüce Allah'tan bize, hak ettiklerimizle değil, lutfu, ihsanı ve merhametiyle muamele etmesini temenni ediyoruz.
Hamdolsun alemlerin rabbi yüce Allah'a Selam Efendimize (sas) al ve ashabına ve onu izlemeye çalışan ümmeti üzerine olsun
 

islamcı_1

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Eyl 2009
Mesajlar
53
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Allah razı olsun ölümü birazda olsa hatırlattıgın içn....
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Nasiplenmek adına güncelleme
 

DiLaRa_I NuR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2009
Mesajlar
2,576
Tepki puanı
4
Puanları
0
Yaş
45
Ey Âişel Ümmetimin şehidleri azaldığı zaman, kim her gün yirmi beş defa, 'Allahıml Bu günümü ve bugünden sonrasını benim için hayırlı ve bereketli kıl' der de, sonra yatağındayken ölürse, Allah ona şehidlerin kazandıkları mükâfatı verir"
ALLAH razı olsun rabbim ölümü hep anan kullarından eylesin hepimizi....
selam ve dua ile
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt