Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

kUR'ANI ANA KONULARIYLA ANLAMA USÛLÜ (1 Kullanıcı)

Birge_ay

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Eyl 2006
Mesajlar
24
Tepki puanı
0
Puanları
0
KUR’ANI ANA KONULARIYLA ANLAMA USULÜ

Kur’an’ın konularına göre incelenmesi tarzındaki çalışmalar ise, çok daha yeni bir gelişmedir ve bu tarz çalışmalara, büyük ölçüde edebî tefsir akımı öncülük etmiştir. Bu akımın önde gelen ismi Şeyh Emîn el-Hûlî, hazırlanacak bir Kur’an tefsirinin taşıması gereken nitelikleri gerekçeleriyle şöyle sıralamaktadır: “Kur’an’ın mushaftaki tertibi, ne konu bütünlüğüne riayet etmektedir, ne de ayetlerin ortaya çıkışlarının kronolojik sırasını gözetmektedir. Bir tek konuyla ilgili söylenenler, farklı ortamlarda ortaya çıkan farklı bölümler ve bağlamlarda ve dağınık olarak yer almaktadır. Bütün bunlar, açıkça, Kur’an’ın konularına göre tefsir edilmesini, aynı konuyla ilgili ayetlerin eleştirel ve istatistiksel olarak bir araya getirilmesini, bunların kronolojik sıralarının ve onları çevreleyen şartların bilinmesini ve ondan sonra incelenmesini gerektirmektedir. İşte bu tefsir, ‘anlam’a ulaşmak için daha elverişli ve anlamın belirlenmesi bakımından daha güvenilir bir yoldur”.

ALLAH’IN KUR’ANDA ‘ÇEKİŞMEYİN’BUYRUĞU’NA TERS DÜŞEN KELAM İLMİ
Hüccetü’l İslam İmam Gazali (ra) der ki: Kelam ilmi, aynel yakın sahibi olmayıp tevatür yoluyla ilmel yakın ile söz ve yazı ustalığı(sanatı)dır.Nazari düşünceye sahip akıllı kimseler, düşüncenin, nazarın hissin ve aklın kendilerine verdiği şeylerle, kendilerini alim olarak tahayyül ederler Oysa ki onlar, o duyguları taklit makamındadırlar Kaldı ki, hiçbir duyu yoktur ki yanılmasın Onlar bunu bilirler, fakat buna rağmen kendilerini yanılgıya iten hataya düşürürler. Kimbilir, belki onların yanlış diye kabul ettikleri şey doğrudur.İşte bu tedavisi çok zor hastalığı, ancak her bildiği şeyi Allah dışında biriyle değil de sadece Allah’la bilen (aynel yakin) bir kimse ortadan kaldırabilir.Ömrüme yemin ederim ki,inkarda direnmenin tek sebebi, cemm-i gafiri kaplayıp ekseriyette olan bir hastalıktan başka bir şey değildir,(Moda,akım,cereyan,topluma uyma,kınanma korkusu,nefsin talebi) Bu hastalık davanın sonunu düşünmekteki kusur ile büyüklüğünü ve önemini kavrayamamak,dünyanın arkada kalıp,ahiretin bize yöneldiğini,ecelin yaklaştığını,yolculuğun uzun,azığın az,tehlikenin büyük yolun kapalı bulunduğunu Allah için olmayan ilmi ve ameli,hakiki sarraf olan Hak Teala’nın reddedeceğini,büyük tehlikeler ile rehber ve yoldaşsız ahiret yoluna girmenin çok güç olacağını bilmemektendir.
Hak yolunun kılavuzları Peygamberlerin varisi olan hakiki alimlerdir.Halbuki bu zamanda böyle alimler hemen hemen kalmadı.ancak taklitçileri kaldı.Onlara da şeytan nüfuz ederek çoklarını azdırdı ve her biri maddi menfaat sevdasına kapıldı bu nedenle iyilik-fenalık,fenalık-iyilik sanıldı.Hatta dinin alameti bile gölgede kaybolarak hidayet ışığı yer yüzünden kalktı.Böylece ilmi,insanlara yalnız kargaşalık çıkaran adi kimselerin arasını bulmakta kadıların başvurduğu fetva hükümlerinden veya kendini beğenenlerin(kelam ilmine vakıf olan söz ustalarının din bilgileri hakkında çekişme sanatı)ile hasımlarını ilzam ve onlara karşı üstünlüklerini ilan için büründükleri cedelden veya avam tabakasını aldatmak için vaizlerin yaldızlı,seci’li sözlerden ibaretmiş gibi göstermeye çalıştılar. Bazı büyük alimler kelam ilmi bid’attır, haramdır. Allahü Teala’nın kula şirkten başka her günahı yüklemesi ona kelam ilminden bir şey verilmesinden daha hayırlıdır. Bu ilmi çekişme haline getirmek bir yana kelam ilmi ya farz-ı ayn olarak veya farz-ı kifaye olarak farzdır.O ibadetlerin en efdali ve Allah’a yaklaştıracak olan hususların en mükemmelidir. Çünkü o ilmi tevhidi tetkik etmek ve yüce Allah’ın dinini savunmaktır. Bunun dışında Allah’a iftira atmak, Allah hakkında yalan uydurmak gibi tehlikelere düşüp bu konuda çekişme hasıl olabilmektedir.
İmam Malik; İmam Şafii; İmam Ahmed b. Hanbel; İmam Gazali ;Süfyan ve selefin bütün hadis alimleri kelam ilminin haram olduğu görüşüne vardılar demiştir
Ashab-ı kiram hakikatleri diğer insanlardan daha iyi bildikleri ve el fazın tertibinde diğerlerinden daha fasih oldukları halde kelam ilminden kötülükten başka bir şey elde edilemeyeceği için onun hakkında sükut etmişlerdir. Bu sebeple resulullah şöyle buyuruyor; ‘Bahsin derinliğine dalarak haddini aşanlar helak olmuştur.’
Eğer kelam ilmi dinden sayılmış olsaydı resulullah (sav)’in emretmiş olduğu hususların en önemlilerinden olurdu. Onun tahsil edilmesi yolunu öğretir, o ilim erbabını da överdi.
İmam Gazali bu ilmin faydalı olması itibariyle helaldır yahut menduptur veya durumuna göre vaciptir. Ondan zarar gelmesi söz konusu olduğu zaman zararı dokunması itibariyle de haramdır. Der.
Kelam ilminin zararı: şüpheyi yaymak, inançları sarsmak, kesin hükümler karşısında düşünceyi zedelemek ,ihlaslı imanı uzaklaştırmaktır.
Bu husus başlangıçta şüpheli delillere dayanmak suretiyle meydana gelen zarardır. Bu hususlar şahıstan şahısa değişir. İşte bu kelamın hak yolunda bulunan kimsenin inancında meydana getireceği zarardır.Bir diğer zararı da bid’at ehlinin inançlarını tekid ve onu kalblerinde yerleştirmek suretiyledir.
Kelam sayesinde batıl davaları korunur veya batıl inançları üzerinde ısrar etme ihtirasları artar. Fakat bu zarar münakaşa etmekten hasıl olan taassup vasıtasıyla meydana gelir.
Kelam ilminin faydasına gelince; kişi zanneder ki onun faydası kendinde bulunan hakikatlari keşfetmek ve onun mahiyetini olduğu gibi anlamaktır.Heyhat... Halbuki kelam ilminde keşif ve tariften daha ziyade aklı ifsad edip saptırmaktan başka bir şey bulunmaz. Selef alimlerince kelamcıların yerilmelerinin sebebi yukarıda zikredilenlerden anlaşıldığı gibi onların islam esaslarını anlamayı terketmeleri ve ifade makamında kendileri ile ilgisi bulunmayan hususlarla meşgul olmalarıdır.
Hak üzerinde olsa bile mücadele ve münazaa etmeleridir. Çünkü bu çok kere düşmanlığa müncer olur ki o da ahlakın fesada uğramasına ve ahvalin bozulmasına neden olur.
Ey levm ediciler arasında en ziyade taşkınlık gösteren;gafil ve dalgın,habersiz münkirler arasında inkar ve yermekte aşırı giden çekiştirici!Bir an önce senin kendini beğenmene son vermek isterim.Gerçekten dilimden sükut düğümünü çözüp,konuşma gerdanlığını boynuma geçirten ve beni konuşmaya sevk eden husus;Senin,cehaleti beğenip batıla yardımdaki inadın ve açık gerçeği görmemekte direnmen ile sahib-i şeri’at Peygamber efendimiz (s.a.v),haklarında”Kıyamet gününde en ağır azabı görecek olan,Allahü Teala’nın ilminden kendisini faydalandırmadığı alimlerdir.”Buyurduğu kimselerden ayrılarak,her ne kadar tamamını telafi mümkün değilse de ömründen boşa geçen bazı eksikleri tedarik etmek, kalbini ıslah, nefsini tezkiye gibi Hak Teala’nın emrettiği kulluk mertebesine yükselebilmek ümidi ile halkın measiminden azıcık ayrılmayı tercih ve bu merasimlerden bir parça uzaklaşarak ilminin mucibi ile amel etmek isteyenleri ayıplaman olmuştur.
Hz.Peygamber (sav),ashab-ı kiram’ı kader meselesi hakkında konuşmaktan men ederek şöyle buyurmuştur.Kader konusunda münakaşa yapmaktan sakınınız.İşte ashab,bu minval üzere devam etmişlerdir.(Ashab,hoca ve üstad bizlerse onların talebeleri ve tabiileriyiz.Talebenin hocasından fazlasını yapması ise tuhyan ve zulümdür.(İhya-i ulum’id-din 1.nci cilt).
Eğer mahzur,münazara ve kelam ilminin,terim ve tabirlerinde değil de murat olunan manalarda ise bilinmiş olsun ki;biz bu manalardan ancak Yaratıcının birliğine ve sıfatlarına ve alemin sonradan meydana geldiğine işaret eden delillerin bilinmesini kastediyoruz.nitekim kasdettiğimiz mana şeriatte de varid olmuştur.O halde Allah’ın(c.c)delil ile bilinmesi neden haram oluyor?Eğer kelam ve münazaranın mahzurlr kısmından,münazaracıların arasındaki söz düellosu,taassup,düşmanlık ve buğz gibi yine kendilerinin yol açtığı mezmum sıfatlar kasd ediliyorsa,şüphesiz bunlar haramdır ve her müslümanın sakınması gereken hususlardır.Diğer taraftan hadis,tefsir ve fıkıh ilminin sebep olduğu riyased(reislik)sevdası,riyakarlık,kendini beğenmişlik ve kibir de haramdır ve her müslümanın bu sıfatlardan da sakınması gereklidir.Fakat hadis,tefsir ve fıkıh ilimleri bazı kişilerde kibir,ücub,riya ve baş olma sevdası doğuruyor diye men edilemez,bu bakımdan hüccet ve delil ile araştırmak mahzurlu olabilir mi? De ki:Ey müşrikler,eğer Allah ile beraber bir takım ilahlar vardır sözünüzde,doğru iseniz.Delilinizi getirin bakalım(Neml Suresi 64.ayet).
Yapılması kesinleşen bir işi yerine getirmek için Allah,sizi böyle buluşturdu ki helak olan açık bir delili gördükten sonra bilerek helak olsun.Diri kalan da açık delilden sonra bilerek yaşasın (Enfal Suresi 42.ayet)
Halk tabakası çeşitli sanatlarla meşguldür.Bu bakımdan daha önce zikredilen hakiki akideyi öğrenmek şartı ile onları inandıkları akidelerle sapasağlam bırakmak vaciptir.Zira kelamı bu gibilere öğretmek katıksız zarardan başka bir şey değildir.Çünkü onların saf zihinleri çoğu zaman kelam ilminin ayrıntıları ile karışır,şek ve şüphelere düşer,inançları sarsılabilir Delilleri anlayacak iktidarda olmadıkları için ıslahları mümkün olmaz.
Kerabisi(r.a)şöyle anlatır.İmam Şafii’ye kelam’e dair bir mesele sorulduğunda çok öfkelenerek,’ bu suali bana değil,Hafz el-Fard ve arkadaşlarına sorun.Zira Allah,onları rahmetinden mahrum etmiştir.’buyurdu.Diye sorar.Onun ‘Ben Hafz el’Fard’ım demesi üzerine de şöyle buyurur:’İçinde bocaladığın durumdan tövbe etmedikçe;Allah,seni ne korusun ve ne de gözetsin.’İmam Şafii’ nin bir diğer sözü de şöyledir:’İnsanlar,eğer kelamda ne gibi bir heva ve hevesat bulunduğunu bilseler, ondan yırtıcı hayvandan kaçar gibi kaçarlardı.’Şu söz de kendisine aittir.’Sizler isim müsemmanın aynı mıdır,gayrı mıdır?Sözünü duyduğunuz zaman emin olunuz ki,bunu söyleyen kelam ehlindendir ve onun dini yoktur.Zaferani’nin rivayet ettiğine göre,İmam Şafii şöyle buyurmuştur.’Kelamcılar hakkında hüküm şudur.’Onlar sopa ile dövülmeli,kabile ve aşiretleri arasında gezdirilerek şöyle bağırılmalıdır.Allah’ın kitabını ve resulullah’ın (sav)sünneti seniyesini terk edip kelama dalanların cezası işte budur.
Ahmet bin Hanbel ise şöyle buyurmuştur.’Kelam sahibi hiçbir zaman kurtuluşa eremezler.’
Biz kelama daldığı halde kalbinde İslami hakikatlere karşı şek ve şüphe olmayan hiç kimseye rastlamadık.
İmam Ahmet,kelamcıları şiddetle itham etti ve hatta zühd ve takvasına ve bid’atçıları reddeden bir kitap yazmasına rağmen,Haris el-muhasibi’yi terkederek onunla arkadaşlığına son verdi ve ona şöyle hitabetti.’Yazıklar olsun sana, sen önce bid’atleri anlatıyor ve sonra da onlara hücum ediyorsun.Böylece sen (Donkişot gibi yel değirmeni ile kendinle savaşa kalkıyorsun))bid’atleri tasvir eden kitabınla halkı,onları mütalaa etmeye ve şüpheli konularda düşünmeğe sevkediyorsun.Bu durum okuyanları, görüşlerini izhara ve araştırma yapmağa zorlamaz mı? Yine imam Ahmet (r.a)’Kelam alimleri zındıktır’demiştir.
İmam Malik ise şöyle buyurmuştur.’acaba bir cedelcinin daha kuvvetli bir cedelci gelip de kendisini mağlup etse, dinini terketmeyeceğini mi sanıyorsun?Cedelci için her gün yeni bir din meydana gelir.’ İmam Malik, bu sözleri ile dikkatlerimizi cedelcilerin hükümlerindeki farklılığa dikkat çekmiştir.Yinew kendileri için şöyle demişlerdir. Bid’ad ve heva sahiplerinin şahitlikleri caiz değildir.Bazı arkadaşları onun bu sözünü imam, heva sahiplerinden ,‘ hangi mezhepte olurlarsa olsunlar, kelamcıları kasdetmektedir.’şeklinde tevil etmiştir.
Ebu Yusuf da (İmam-ı Azam’ ın ileri gelen talebelerindendir).şöyle buyurmuştur. İlm-i kelam ile talep eden bir kişi zındıklığı kabul etmiştir.
Hasan Basri(r.a) ise; ‘ sakın heva ehli ile tartışmaya girişmeyin,onlarla oturmayın ve sözlerini dinlemeyin ‘ buyurmuştur.
Selefin bütün muhaddisleri bu hükümde ittifak etmişlerdir. Bu konuda selef alimlerinden nakledilen tehditlerin haddi hesabı yoktur Nitekim selef alimleri şöyle buyurmuştur.Toslaşanlar helak oldular, toslaşanlar helak oldular, toslaşanlar helak oldular. (İbn-i Mesut’dan). Yani cedelde ileri gidenler ve birbirlerinin fikrini cerhedenler helak oldular. Eğer cedel ve kelam dinden olmuş olsaydı, mutlaka resulullah’ın (sav)’in ehemmiyetle emir buyurduğu ve yollarını gösterip, yolcularını ve erbabını övdüğü konular zincirine dahil olurdu.
Eğer bid’at memlekette yayılmışsa ve müslüman yavrularının kandırılmasından korkuluyorsa, belli sınırlarda kelam miktarının öğretilmesinde beis yoktur.Böyle bir durumda müslüman yavrulara azıcık kelam ilimleri öğretilmelidir k, bid’adçılarla mücadele anında o mücadelelerden gelen menfi tesirleri def edebilsinler.
İkna olursa ne ala, olmazsa hastalık müzmin bir hale gelmiş ve şiddeti yükselmiştir. Bu hastalık bulaşıcıdır. Bu bakımdan kendisini tedavi eden doktor (hocası) imkan nisbetinde yumuşak bir şekilde hastalığın giderilmesine çalışmalıdır ve bununla birlikte İlahi kaza ve kaderi de beklemelidir ki; ya Allahü Teala’nın uyarması ile hakkı bulsun ya da şek ve şüpheye devam ederek kendisi için takdir edilen sona doğru sürüklenip gitsin.
Dini inançlara ait kaidelerin isbatında kullanılan delilleri mecrasından çıkarıp daha fazla ve teferruatlı bir şekilde takrir ve mevzuun dışında bir takım sualler ve cevaplarla irad etmektir. Bu, dinleyenleri daha fazla dalalete sürükleyen ,dini akidelerle ikna olmayan bir kimseyi daha fazla cehalete sevketmek için sarfedilen bir gayrettir. Çünkü birçok konuşmalar vardır ki uzatıldıkları takdirde daha fazla karşılığa sebep olmaktadır. Eğer birisi çıkar da idrak (anlama) ve itimatlara ait hükümlerden bahsetmekte ise okuyucu ve dinleyicilerin zihinlerini geliştirmek gibi bir yarar söz konusudur,zira kılıcın cihad aleti oluşu gibi...Hatırlatmak ve düşünceye sevketmek de dinin aletidir.Bu bakımdan zihinleri böyle bahislerle geliştirmekte bir sakınca yoktur’şeklinde iddiada bulunursa, bu iddia tıpkı satranç oynamak, zihnin ve fikrin ufuklarını genişletir.O halde satranç dindendir’ demek gibidir, halbuki satranç heva ve hevesten başka bir şey değildir. İnsan zekası sair şer’i ilimlerle de gelişebilir.Hem böyle bir gelişmenin zekaya herhangibir zarar getirmesi de tasavvur olunamaz. Bu kadarcık bir açıklama ile kelam ilminin mezmum ve memduh (övülen ve yerilen) kısımları bilinmiş oldu. Yine kelam ilminin hangi durumda kötüleneceği ve hangi durumda övüleceği bu ilimden kimin kimin yarar veya zarar göreceği keyfiyeti de bu açıklamalarla öğrenilir.Bununla birlikte her memlekette bu ilmi bilen bid’atçıların şüphelerini def’etmeye tek başına muktedir olan birisinin bulunması şarttır.Bu durumda ancak kelam ilmini talim etmemle mümkündür.Fakat fıkıh ve tefsir ilimleri gibi bütün müslümanlara kelam öğretilmesi doğru değildir.Zira kelam ilmi deva,fıkıh ise gıda gibidir.Gıdanın zararından korkulmaz fakat daha önce de söylendiği gibi zararın çeşitleri vardır. Bu bakımdan bir alim için en uygun hareket bu ilmi ancak şu üç vasfa sahip olan bir kimseye öğretmektir.
1.Kelam ilmini öğrenmek isteyen kimse kendini ilmi çalışmalara adamış olmalıdır. Zira başka bir sanatla iştigal edenleri, bu meşguliyetleri ilmin tamamını öğrenmekten ve beliren şüpheleri giderecek derecede yetişmekten men etmektedir.
2. Bu ilmi öğrenmek isteyende zeka, çabuk kavrama ve fesahat bulunmalıdır. Çünkü zekası müsait olmayan bir kimse öğrendiklerinden pek fazla yararlanamaz. Kavrama kabiliyeti olmayan kişi de getirdiği deliller bakımından dinleyenlere faydalı olamaz. Bu bakımdan böyle bir kimsenin konuşmasında faydadan çok zarar vardır.
3. Kelam ilmini öğrenenin tabiatında salah, diyanet ve takva hasletleri bulunmalıdır. Şehvetleri kendisine galip gelmemelidir. Çünkü fasık bir kimse, en ufak bir şüphe, kendisi ile günah ve şehvetler arasındaki perdeleri yırtabilir. Böyle bir kimse şüphenin giderilmesine çalışmayıp onu teklifin (sorumlu olduğu şeylerin) ağırlığından kurtulmak için bir ganimet ve fırsat addeder. Elbette ki böyle bir kimsenin fesadı islahından kat kat olabilir.
Bu ince taksimatları bildiğin zaman sana gün gibi aşikar olur ki kelam ilminin methedilen bu delilleri ancak Kur’an’ın ince, kalbleri tesir altına alıcı, nefisleri ikna edici kelimeleri cinsindendir, yoksa bir çok kimsenin anlayamadığı inceliklere ve taksimlere dalmak değildir.
Farzedelim ki, insanlar taksimata ve anlaşılmayan inceliklere vakıftırlar; böyle de olsa onların birer balon sahibinin elinde, zihinleri karıştırmaktan başka hiçbir işe yaramayan birer konuşma sanatı olduğuna inanırlar.Fakat bu incelikleri bilen bir insan bu sanatta kendisi gibi mahir biriyle karşılaştığı zaman mukavemet gösterir ve çok inatçı bir şekilde mücadeleye devam eder. Daha önce İmam Şafii ve bütün selef alimlerinin işaret edilen zararlardan dolayı, kelam ilmine dalmayı yasakladıklarını biliyorsunuz.Yine biliyorsunuz ki, İbn-i Abbas’ın haricilerle olan Hz. Ali’nin (r.a) ve başka selef alimlerinin ‘kader’ hakkındaki münazaraları herkesçe bilinmektedir.Bunların hepsi ihtiyaç halinde yapılmıştır.Böyle bir münazara ise her an güzeldir ve övülmeye layıktır.
Halk tabakasının inanmakla mükellef bulunduğu yolunda mücadele ettiği ve şüphelerden koruduğu hüküm, bazen kelam ve cedel ilmine ihtiyaç çok, bazen de az olur. Bu nedenle kelam ilmi ile ilgili hükmün değişmesi her an için mümkündür.
Şüphelerin giderilmesine, gerçeklerin keşfine, eşyanın olduğu gibi bilinmesine, bu kaidenin lafızlarının zahirden anlaşılan sırlarının idrakine gelince onun anahtarı ancak ve ancak mücahadedir. Şehvetlerin yok edilmesi tamamen Allah’a yönelik bir fikre dalınması,Allah’ın mahza rahmetidir. Bu rahmetin güzel kokularına talip olanlar ondan ancak nasipleri kadar feyiz alır. İsteyenler o rahmeti kabul edecek yerin genişliği ve kalbin temizliği nisbetinde nasiptar olur. Bu rahmet, derinliği idrak edilemeyen ve sahiline varılamayan bir denizdir.Biz peygamberler, Allah tarafından halk ile akıllarının alabileceği bir şekilde konuşmakla emrolunduk.’Kur’anı kavramak için karmaşık olmayı şart gören bir anlayış’ın sahibi olmak lüzumsuz olduğu gibi bunu savunup teklif etmek gereksizdir. Resullullah (sav) ‘Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız’. Muamelelerle ilgili olarak da buyurmuştur ki;’ Allah, satınca alınca ve hüküm verince müsamahakar davranan kişiye rahmet etsin.
Mümin kolay davranır ve yumuşak hareket eder.’mümin, kendisiyle ülfet edilir ve ülfet eder. ‘Allah katında kişilerin en sevimsizi aşırı çekişen ve düşmanlık yapandır.Hz.Peygamber (sav)efendimizin isimlerde ve çehrelerde bile zorlaştırmayı ve katılığı hoş karşılamadığını gösteren birçok derin işaretler vardır. Bu da onun gerçek fıtratını gösterir. Rabbinin kolaylaştırmayı, onun tabiatına ve yapısına da yerleştirdiğini ifade eder. Herkesi ilgilendiren ana konularıyla Kur’an ayetleri açıklamalarında gereksiz tartışmalara, sonuçsuz atışmalara, muhatabı mağlup etmeyi amaçladığı hissedilen lüzumsuz çıkışlara yer verilmeden Kur’anın aydınlık yüzünün herkesçe görülmesi önündeki sis perdesini aralamaya katkı sağlamaya çalışmak, en önemli meseledir.

KUR’ANIN TEMEL KAVRAMLARI
ALLAH, DÜNYAYI ALTI GÜNDE YARATTI. HER ŞEY DÖNÜP O’NA VARACAKTIR.
Dünya ve çevresinde ister makro-galaktik boyuttan ister mikro atom boyutundan, hepsinde de işleyen bir sistem ve düzenin varlığı görülmektedir. Her şey belli bir sistem, nizam ve düzen içersinde cereyan etmektedir. Allah dünyayı eğlence olsun diye yaratmadı. Bu meyanda hiçbir şey tesadüfen ve başıboş değildir.Her şey Allah sisteminin bir göstergesidir.Dönüp dolaşıp varılacak yer Allah huzuruduır.
İMANIN ŞARTLARI
ALLAH’A İMAN

Allah’tan başka tapılacak yoktur.Göklerde ve yerde ve ikisi arasında ne varsa O’nundur.Allah’ı bırakıp da, O’nun yaratmış,yaratmada olduğu herhangi bir kimseye veya nesneye tapmaktan;daha anlamsız,mantıksız ve yanlış bir şey olamaz , Allah’tan başkasına tapmak, saçmalığın en büyüğü ve Allah katında en affedilmezidir.Allah’ımız tek Allah’tır.O’na inanmayan ve şer,kötü işler işleyen kimselerin adı kafirdir, inkarcıdır..Her kişi için en büyük kurtuluş ve ongunluğun yegane yolu, Allah’a içten inanıp ta, O’nun emirlerine boyun eğmek ve yasaklarından kaçmak, iyi işler işlemek,Allah’olan iman ibadetler ile Allah’ın sevdiği, beğendiği huyları, davranışları edinmek, kişinin kendi hakkında ve iletişimde bulunduğu başka kişilerin de hak ve hukukları hakkında, Allah Teala’nın çizdiği sınırları aşmamaktır.Zayi olmayacak tek şey Allah’a imandır.Kişi imanı ile birlikte Allah Teala’nın yasakladığı, sevmediği şeyleri gerçekleştirirse iyi işleri boşa çevrilerek hüsrana uğrayacak ve çok acı azabı tadacaktır.

Allah tektir.Hiçbir şey O’nun eşi ve benzeri değildir.Herşeyi yaradan Allah’tır.Ezelden ebede var ve diridir.Herşey O’na muhtaçtır. O, hiçbir şeye muhtaç değildir.Herşeyi en iyi bilen’dir. İradesi ile hükmeder. Gücü herşeye yetendir.Kudreti sonsuzdur.Her şeyi en iyi işitir ve bilir. Her şeyi en iyi görür ve bilir. Kullarından dilediğine vahyeder, sözünü elçilerine iletir.Allah’tan hiçbir şey saklı gizli kalmaz.O, Kalblerde olanı bilir,gönüllerde saklı-gizli ne varsa bilir. O,herşeyden haberdardır.Allah’ın izni olmadan bir yaprak bile kımıldamaz..Toprağın derinliklerindeki bir tohumun yaş mı, kuru mu olduğunu O, bilir.Allah’ın bilgisi olmadan hiçbir dişi gebe kalmaz.O; bir şeyi dilediği vakit, O’nun işi sadece ‘ol’demekten ibarettir, o da hemen oluverir.Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır? Buyruğu ile Allah’tan daha doğru sözlü kimsenin bulunmadığı anlaşılır.Çünkü; her şeyi idare eden, bilen ve her şeyden en iyi haberdar olan yalnızca Allah’tır Kıyamet günü herşeyi, bütün yaratıklarını toplayıp aralarında adaletle hükmedecektir.bütün işler Allah’a varır..O,vadinden asla dönmez,hükmü geniştir ve hükmünde tektir.Allah, dilediğini gerçekleştirir.Karanlıklarda ve aydınlıklarda ne varsa bilir..Herşey Allah’ın dilemesi ve takdiriyledir.Kıyamet günü hüküm yalnızca Allah’ındır.
.
Cenab-ı Allah, kullarından önce iman etmesini istiyor.Doğru düzgün bir inanca sahip olduktan sonra, dinin yasak ettiği şeylerden kaçınıp, dinin emrettiği şeyleri yapmak lazımdır. Her müslümanın öncelikle imanın altı şartını bilmesi ve inanması gerekir. Bir müslüman, bu altı şarta inanıp manalarını bilse imanı tamam olur.
İmanın ikinci şartı meleklere imandır. Allahü Teala, melekleri nurdan yaratmıştır. Cisimdirler, yemezler içmezler.Gökten yere inerler ve yerden göğe çıkarlar. Bir halden bir hale, yani her şekle girerler.Göz açıp kapayana kadar yani çok az zamanda bile Allahü Teala’ya asi olmazlar. İnsanlar gibi günah işlemezler Meleklerin en üstünleri; Cebrail, Mikail, İsrafil, Azrail ‘aleyhimüsselamdır’.Meleklerde erkeklik, dişilik olmaz. Yağan kar tanelerinde, otlarda, yıldızlarda görevli melekler vardır.
İmanın üçüncü şartı Kitap’lara imandır.Ana konularıyla elli suhuf civarındadır. Kur’anda bildirilenler: Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’andır.
İmanın dördüncü şartı peygamberlere imandır. Peygamberlerin sayısı kesin belli değildir.Yirmidörtbin bazı rivayetlere göre ise yüzyirmidört bin civarındadır.Peygamberler sadıktırlar, doğru sözlüdürler. Peygamberler emin,güvenilirdirler. günahtan masundurlar. zeki ve adalet üzeredirler.
İmanın beşinci şartı ;Ahirete, Kıyamet gününe inanmaktır. Kıyamet günü ikinci sur’a üflendiğinde kabirden kalkınca başlar, insanlar cennete ve cehenneme gidinceye kadar devam eder. Cennet ve cehennem ve mizan, yani sevap ve günahların tartıldığı terazi, mahşer yerinde toplanmak cennet ve cehenneme dağılmak hep kıyamet günü olacaktır. Kabir azabı vardır. Kabirde Münker ve Nekir adındaki iki melek sual soracaktır. Rabbin kim? Dinin nedir? Kimin ümmetindensin? Kitabın nedir? Vücudunu nerede yıprattın? Nereden kazandın ve nerelere harcadın? Ne zamandan beri müslümansın? Soruları cevaplanmadan bir yere ayrılmazlar.Ka’lu bela; Allah, dünyayı yaratmadan evvel ruhları yaratıp onlara; ‘Ben sizin Rabbiniz değilmiyim? Sorusuna ruhların’Evet, Sen bizim Rabbimizsin’ cevabını verdikleri zamandan beri diye cevap verir, cevap veremeyenler ise kabirde azap görecek, ruhu pis kokular ve pis çuval içinde sabah, akşam cehennemdeki yerini görecektir.

İMANIN ŞARTLARI İLE İMANIN ŞUBELERİ BÖLÜNMEZ BİR BÜTÜNDÜR

İMAN YETMİŞ KÜSUR ŞUBEDİR. BUNLARDAN EN BÜYÜĞÜ ‘LA İLAHE İLLA’LLAH’ SÖZÜ’NÜN GEREĞİ OLARAK ALLAH YOLUNA İCABET ETMEK ;EN AZI DA YOLDAN EZA VEREBİLECEK BİR ŞEYİ KALDIRMAKTIR. . İnanan kimseler eliyle, diliyle kimseye zarar vermez, kendisine yapılmasını istemedikleri bir şeyi başkalarına yapmazlar.

Yoksulu doyurmadan önce imân şarttır. Rabbimizin hakkı, bütün haklardan önde gelir. Allah’tan başkasının hakkını yerine getirmenin ilk şartı, Rabbimizin emirlerine sıkıca bağlanmakla gelir

Allahü Tealâ’nın cennetleri kazanma ölçüsü olarak bildirdiği değişmez bir hükmü olan inanıp ta iyi işler işlemektir.İnkar edip kötü, şer işler işleyenler ise cehenneme girecekler ve ebedi olarak orada kalacaklardır. Kendimize şöyle bir soru sorarsak: inanıp ta kötü, şer Allah’ın yasakladığı işleri yaparsak ne olur? Resulullah (s.a.v) bir hadis-i şerifinde:’ bir iş yapacağın zaman elini kalbinin üzerine koy. Eğer çarpıntı ve vicdanında bir rahatsızlık duyarsan o şeyi yapmatan vazgeç.’ demiştir. Allahü Tealâ Kur’anda emir ve yasaklarını bildirip, Allah’ın çizdiği sınırları aşanlar zâlimlerdir. Zâlimler ise asla kurtuluşa erdirilmeyeceklerdir.Acı azap o kimseleredir. Günahlarından vazgeçip Allah’tan af dilemedikleri veya Allah affetmediği takdirde; hangi günaha karşılık, hangi azâbı tadacaklarını, Yüce Allah, mirac gecesi Peygamber (s.a.v)’e gösterip açıklanmasını emretmiştir.

Yapılan iyiliğin Allah ölçüsünde ölçülebilmesi için iman gereklidir. Çünkü iman, amelleri sağlam ve değişmez bir ölçüye bağlar. Böylece iyilik, değişen arzuları hoşnut etmek için gelip geçici bir tesadüf olmaz.Bir yoksulu doyurmayı veya yakınlığı bulunan bir yetimi ya da yerde sürünen bir yoksulu doyurmayı bildirdikten sonra bütün bunların üzerinde onların imandan gelmesini ve birbirlerine sabrı ve tavsiye eden, merhameti tavsiye edenlerden olmasını belirtmektedir.Peygamber (sav)’in buyurduğu gibi en iyi ev içinde yetime iyi davranılan evdir. Evlerin en şerlisi içinde yetime zulmedilen evdir.
İnanan fertler, merhamet esası üzerine tanışır ve merhamet esası üzerine yardımlaşır. Toplumun temeli bu esaslar üzerine kaimdir. Merhametin hem sosyal hem de ferdi bir vecibe olduğunu kabul etmektir.
Kur’anı Kerim’in belirttiği gibi işte bu sarp yokuşu aşanlar engelleri geçenler işte bunlar amel defteri sağından verilenler başka yerlerde belirtildiği gibi mes’ut muvaffakiyet ehli ve şanslı kimselerdir.
İman için ve bilhassa yokuşu aşabilmek için sabır zaruri bir unsurdur. Sabrı tavsiye etmek ise sabrın üstünde bir dereceyi ifade eder. İnanan toplumun birbirine destek olup dayanışmasına imanın gereği olarak yardımlaşıp sabretmeyi tavsiye derecesi. Çünkü müminler topluluğu ortak duygulara sahip bir uzuvdur. Hepsi aynı şeyi hisseder. Yeryüzünde iman nizamını hakim kılmak ve bunun gereklerini yerine getirmek için müminler ortaklaşa cihad zorluğuna katlanır. Ortak yükü taşımak üzere birbirlerine sabrı tavsiye ederler. Mahcup olup düşmemeleri için birbirlerine destek olurlar. Yenilmemeleri için birbirine güç verirler. Bu ise yalnız başına yapılan sabırdan ayrı bir şeydir. Bu işaret mümin topluluk içersindeki iman etmiş kişinin vazifelerini ifade etmektedir. Müminin toplum içersindeki vazifesi yıkıcı bir unsur olmak değil, yapıcı bir unsur olmaktır. Hizmet körükleyici değil başarıyı destekleyici olmaktır. Çığlık koparmak değil, güven ve emniyet vermektir. Merhameti tavsiye etmek de böyledir.

İMANIN ELDEN ÇIKMAMASININ BAŞLICA SEBEPLERİ
Altıdır: 1. GAYBA İMAN ETMEK: İnanılacak şeylere Kur’anımızın bildirdiği şekilde görmüş gibi inanmaktır.
2. GAYBI ANCAK ALLAHÜ TEALA BİLİR DİYE İTİKAD ETMEK; Cenabı Hak’tan başka hiçbir kimse gaybı bilmez. Ancak Allahü teala bazı peygamberlere gaibten bazı şeyleri bildirmiştir. Gaipten dem vurmak ve gaibten söylenene inanmak küfürdür. Şöyle ki; Falcıların falları rast gelse bile inanmak caiz değildir.Nitekim Kur’anda şöyle buyrulmaktadır:’Büyücüler ellerindeki ipleri ve değnekleri yere attıklarında Musa’nın üzerine geliyormuş gibi olunca Musa korktu.’Ona sakın korkma! diye seslenildi. Sen de elindekini yere bırak .Musa asasını yere attığında kocaman bir yılan oldu ve onların düzmece şeylerini bir anda yutuverdi.’
3. HARAMI HARAM BİLMEK VE ALLAHÜ TEALA’NIN SEVMEM BUYURDUĞU ŞEYLERDEN SAKINMAK,KORKMAK, ÇEKİNMEK..Hak tealanın haram kıldığını helal kılanlara çirkin işleri güzel gelir. Çünkü Allah’ın yardımı inananların üzerinedir.Onlara doğruyu yanlışı ayırd etme, kavrama kabiliyeti vermektedir.Ve’ zalim kavmi doğru yola iletecek değilim’ buyurmaktadır.Allah’ın davet ettiği doğru yola girmeyenlerin sapıklıkta olduğu muhakkaktır.
4. HELALİ HELAL BİLMEK VE ALLAHÜ TEALA’NIN SEVERİM BUYURDUKLARINDA BEBAT ETMEK.Kur’an ayetleri ve onun hükümleri dahilinde hareket etmek Allah’ın çizdiği sınırlara saygı gösterip haddi aşmamak imanın sebeplerindendir.
5.AZAPTAN DAİMA KORKMAK VE KENDİNİ AZAPTAN KURTULMUŞ SAYMAMAK:Allah’ın ayetlerinden yüz çevirenler için çok acı azap vardır.Onların kulakları gözleri ve gönülleri mühürlüdür.İşte o kişiler gafillerdir.’Allah’ın azabının aniden üzerinize gelip çatmayacağından emin mi bulunuyorsunuz?’Bu manaya göre dünya nimetlerine aldanıp Allahü Tealanın azabından korkmamak dünya belasına uğramaya ve ahiret nimetlerini kaybederek ebedi azaba uğramaya sebeptir.
Kur’anda ‘Allah’tan korkun ki kurtuluşa erin’ buyurulmaktadır.Allahü tealadan korku arttıkça O’na yakınlık çoğalır. Cenabı Hak iki korkuyu, iki emniyeti bir araya toplamaz. Dünyada korkusu çok olanı ahirette korkutmaz .Allah teala inanan ve emirlerini yerine getirenler hakkında;’onlar için ne korku olacaktır ne de tasa.’buyurmaktadır.
Dünya malı ile ferahlanma! Muhakkak Allahü teala ahiretten ferah duranları sevmez.Bu konuda iyice düşünüp ibret alınsın diye bir ayette:’Eğer Biz bu Kur’anı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, dağ Allah korkusundan paramparça olur, yere yıkılırdı.buyrulmaktadır. Bir hadisi şerifte Resulullah (sas), Mirac gecesinde Cebrail al.ı yere serilmiş büyük bir yaygı gibi Allahü zülcelalin korkusundan döşenmiş bir vaziyette gördüm. Diğer bir hadiste: Benim bildiğimi bilseniz hiç rahat olmazdınız. Allahü Teala kendisinden korkanı korkutmaz Kendisinden korkmayanı da her şeyden korkutur. O’ndan korkmanın alameti inanıp ta iyi işler yapmak, ibadetler ve sair hayırlı şeylerde sabırla sebat etmektir.
6.CENABI HAKKIN RAHMETİNDEN ASLA ÜMİDİ KESMEMEK: Kur’anda ‘Allah’tan af dileyin’ buyrulmakla af kapısının açık olduğu belirtilmekte, ve İnananların yalnızca Allah’a güvenmeleri gerektiğidir. Büyük günahların affolunması için Cenabı Hakka yönelip O’nun emirlerine boyun eğip Allah’a yarışırcasına koşmalı ve bir daha günaha dönmemek üzere içtenlikle tövbe etmelidir.Cenabı Hakkın azabından korkmak ile rahmetini ummak arasında bir itikadda bulunmalıdır, fakat hayatta iken korku, ölürken de ümit fazla olacaktır. Kur’anda her rahmet ayeti ile beraber bir azap ayeti gelmiştir. Buna nazaran korku ile ümit müsavidir.Fakat ‘yalnızca Allah’tan korkmak,ve O’nun azabının en şiddetli olduğu,iman ya da inkar iyilik ya da kötülük herkese kazandıklarının karşılığının aynısı (tastamam) verileceği, inkarcı ve zalimlarin asla kurtuluşa erdirilmeyecekleri en önde gelen ayetlerdendir.Bu nedenle korkunun emniyetten bu nisbette çok daha fazla olması lazım geldiği anlaşılmaktadır.Allah’ın azabından korkmayan ve rahmetini ummayan gafil kimseler dünyayı beğenip hemen dünyaya razı ve dünya ile kalbleri müsterih olanlar, kazandıkları kötülükler sebebiyle çok acı azabı tadacaklardır. İMAN VE KÜFÜR

İman ve küfür birbirinin zıddı iki kavramdır. İman, inanmak, tasdik etmek, kabul etmek anlamına gelirken; küfür, inkâr etmek, kabul etmemek anlamına gelir.
İman kavram itibariyle Kelimei tevhid (la ilahe) derken gökler ve yer ve ikisi arasında ne varsa her şey fani ve hiç hükmünde sayılmış olur. (İllallah) kelimesiyle de Bari Teala’nın varlığı ve birliği tesbit edildiğinde Allah’tan başkasına tapmanın ne kadar saçma olduğudur.İnsan; ’Allah’tan başka tapacağım yoktur’ İlkesiyle yaşayıp ölmelidir.Allah’ı bırakıp da başka birini kendine hakem (hüküm koyucu) sanmamalıdır. Allahü Tealadan başka zarar yaratıcı yoktur Sebeplerde zararı o halkeder. O dilemezse hiç kimse bir zarar dokunduramaz.
Allahü Tealadan başka fayda dokunduran yoktur.İyilik, fayda murad ederse sebeplerini yaratır ve iyilik gelir.Bütün insanlar bir kimse için iyilik isteseler Allahü teala dilemeyince hiçbir fayda veremezler. Bütün insanlar bir kimseye zarar vermek isteseler Allahü Teala dilemedikçe hiçbir zarar veremezler.Allah dilemedikçe kimse dileyemez.
Gizli-açık, karanlıkta aydınlıkta ve kalblerde gönüllerde saklı gizli ne varsa herşeyi en iyi bilen,Kıyamet günü aramızda adaletle hükmedecek olan, herşeyi yaratan, yaşatan, ölümüne hükmeden, dirilten ve Kıyamet günü Kur’an ahkamına göre dünyada iken işlenenlerin karşılığı olarak hesap görüldükten sonra kişilerin sonucunun ya cennet veya cehennem olacağını iyice anlamaktır. Bu "Kelime-i şahadet"i kalbiyle tasdik, diliyle ikrar ettikten sonra kul, Rabbine ibadet ve itaat etmeye borçlanmış olur.
İnkarcılık da; imana ters düşecek bir inanışa sahip olmak, bu manada bir söz söylemek veya bu anlamda bir davranışta bulunmakla olur.
KUR’ANDA KURUSUN SURESİ’NDE EBU LEHEB’İN DURUMU
İNKARCILARIN VARACAKLARI YER CEHENNEMDİR. ONLARIN KAZANDIKLARININ BİR FAYDASI OLMAYACAKTIR.
Kur’an’da; ‘Ebu Leheb’in elleri kurusun. Kurudu da .Ona malı ve kazancı bir fayda vermedi’.diye başlayan surede dünyada iken inkar edip te malına, evladına güvenen, helalden kazanan zaman zaman manevi kazanç olabilecek nev’iden cüz’i olarak iyi işler işlemiş olsalar bile,‘Her kim zerre kadar bir iyilik işlerse karşılığını görecektir ve her kim de zerre kadar bir iyilik işlerse karşılığını görecektir.’ayetinin gereği olarak, o kimselerin durumu Ebu Leheb örneği ile pekiştirilmiştir.
Bilindiği gibi Ebu Leheb peygamber (s.a.v.)’in amcası olup ,Pazartesi günü dünyaya teşrif eden resulullah’ın doğumuna sevinmiş o nedenle büyük bir ziyafet vermiş, müjdeyi getiren cariyesini de azad etmiştir.Bu iyi hareketi nedeniyle Ebu Leheb’in cehennemdeki azabının Pazartesi günleri iplik gibi ince bir şekilde hafifletildiği Resulullah(sav) tarafından belirtilmiştir.Bu cehennemde bir serinlik olarak düşünülmemelidir.Çünkü cehennemdekiler için; ‘Orada ne bir serinlik, ne bir hoşluk duyacaklardır.’buyrulmaktadır.
Bu bakımdan her Müslüman, imanını zedeleyecek, tehlikeye düşürecek hatta bozacak inanış, söz ve davranışlardan kendini korumalıdır. İmansız amelin bir kıymeti olmaz. Zira iman, amellerin geçerlilik damgasıdır. İman olmayınca ömür boyu yapılan bütün iyi ameller geçersiz kalır. İmansız olarak ahirete giden kişi ebediyen cehennemde kalır. O yüzden her mümin, ömrünün sonuna kadar imanını muhafaza etmeli ve ahirete iman ile gitmek için çabalamalıdır
Diğer bir ifadeyle de inkarcılık, dünyada iken yapılan maddi manevi kazanımları bir çırpıda sıfırlayan, yok eden bir kavramdır. ‘Kurusun Suresi’nde bulunan bir çok mesajı, şöyle sıralamamız mümkündür: Düşman ne kadar kötü, zalim ve gaddar olursa olsun, ümitsizliğe düşmemek lâzımdır. İslâm düşmanları, her zaman küfürlerinin gereğini yapmışlar ve yapacaklardır. Zaten onlardan bu beklenir. Kur'an, inanan insanlara hiç bir zaman ümitsizliğe düşmemeyi emretmektedir. Bununla beraber, zalimlerin zulmü ne kadar şiddetli, maddi güçleri ne kadar çok ve kuvvetli olursa olsun, Allah'ın gücü ve kuvveti onların güç ve kuvvetinden üstündür. Bir an gelir, Allah onlara Ebu Leheb'e verdiği gibi gereken cezayı verir; onları dünya ve ahirette perişan eder. Onun için, üzülmeye ve sıkılmaya gerek yoktur. Allah, zalimlere zulümlerinin cezasını, mazlumlara da, haklarını elbette verecektir.
Bu surede işaret edilen diğer bir husus da, şu veya bu milletten olmanın hiç bir üstünlük ifade etmediğidir. Bu surede Allah, en çok sevdiği Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s)'in amcasına lânet etmekte ve onu kötülemektedir. İman ve inanç olmayınca, Peygamber'in amcası olmak bile, hiç bir şeyi ifade etmiyor.

KUR’AN DİLİYLE İNKARCILARLA ZALİMLERİ BİR KEFEYE KOYAN ŞEY NEDİR?
Yüce Allah Kur’anda ’Ayetlerimizi hiçe sayandan veya yalan sayandan daha zalim kim vardır? ’Her kim zerre kadar bir iyilik işlerse karşılığı verilecektir. Her kim de zerre kadar bir kötülük, şer işlerse karşılığı verilecektir.’ ’’Allah’ın çizdiği sınırları aşanlar zalimlerdir. Onlar ancak kendilerine zulmederler. Zalimler olarak nitelendirilen zümreye dahil olmamak için imanı bozabilecek şeyleri iyi bilmek gerekir. Kişi zararlı şeyleri bilirse korunabilir. Bilinmeyen zararlardan korunmak mümkün olmaz. Bunun için Yüce Allah Kur’anda bilenle bilmeyen bir olur mu hiç? Buyurmaktadır.

Küfrü gerektiren durumları üç başlık altında topladık. Bunlar İslâm âlimleri arasında ittifakla kabul edilmiş şeyler değildir. Kuvvetli görüşler esas alınarak derlenmeye çalışılmış, kaynaklar belirtilmiştir. Ancak imanı ve ameli bir anda yok etme tehlikesi olan bu durmlardan kaçınmak en akıllıca bir davranış olacaktır.

Küfrü gerektiren durumları içinden geçirmek küfür değildir. Bunlar şeytanın hatırlatmaları, çaba ve gayretleridir(Vesvese). Bu hilelere aldanmamak için dikkatli olmak gerekir.

Bir kimse bilmeyerek küfrü gerektirecek bir söz söylese, tercih edilen görüşe göre küfre girmez. Bilmediğinden dolayı mazurdur.

Küfür, tekfir konusunda akait kitaplarında "Ehl-i kıble tekfir edilemez" sözü geçer. Kişi kıbleye yöneldiği ve namaz kıldığı için elbette tekfir edilemez. Ancak küfrü gerektiren inanış, söz ve davranışlar sebebiyle kendi kendini küfre götürmüş olur.

B) İMANIN ZAYIF VE KÖKSÜZ OLMASININ SEBEBİYET VERDİĞİ KÜFRÜ GEREKTİREN DURUMLAR

Nassları reddetmek inanmamak küfürdür. İman bir bütündür. İnanılacak şeylerden birini inkâr, tamamını inkâr olur.

İster büyük, ister küçük olsun, haramı helâl saymak, küfürdür. Meselâ faizi helâl saymak, onu kendi alın terinin karşılığı görme gibi bahanelerle zararsız kabul etmek, küfürdür.Dünyalık geçim uğruna veya gafletle ayetlerden yüz çevirme durumudur.

Allah Tealânın rahmetinden ümidi kesmek, yanlıştır. Cenab-ı Hak bu hususta şöyle buyurmuştur:’Allah’tan af dileyin.’ "İnananlar yalnızca Allah’a güvenmelidir.’’Sabredin, Allah sabredenlerle beraberdir.’

Allah'ın azabından emin olmak, küfürdür. Zira Allah Tealâ buyurmaktadır ki: "Allah’ın azabının aniden üzerinize gelip çatmasından emin mi bulunuyorsunuz?’

Gaybdan haber verdiğini iddia eden kâhinin, falcının sözlerini tasdik etmek inanmak, küfürdür. Gelecekte ne olacağını bilmek ancak Allah'a mahsustur. Bazı insanlar cinlerden haber alarak gelecekte nelerin olacağını, kişilerin başına nelerin geleceğini bildiklerini iddia ederler. Yüce Allah Kur'an-ı Kerimde şöyle buyuruyor: "De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez..." (Neml / 65) Peygamberimiz (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur: "Kim, bir kâhine gelir ve onun söylediklerini tasdik ederse; Allah'ın (c.c.), Hz. Muhammet (s.a.v.)e indirmiş olduklarını inkâr ile küfre girmiş olur." (Müslim, Ebu Davud)

C) KÜFRÜ GEREKTİREN SÖZLER

1- Kitap ve sünneti zahirlerinden vazgeçip batın ehlinin iddia ettiği batini manalara sapmak. Kur'an ve sünnetin manası gizlidir bunu ancak üstat bilir, demek gibi. (Nesefi Akaiti /211)Halbuki Kur’anda ‘İyice anlayasınız diye Allah ayetlerini böyle açıkça bildirmededir’ buyrulur.

2- Şeriatla, dinle alay etmek, sövmek, küfürdür. Çünkü bu hal, onun inanmadığını gösterir. (a.g.e. /211) Kur’anda Yüce Allah,’Onlar alay ettiklerinin cezasını çekeceklerdir.’ buyurmaktadır.
- Fıkıh, tefsir, hadis, akait gibi ilimlerle alay etmek, küfürdür.

4- İslâm alimlerine hakaret etmek, alay etmek, küfürdür. (Mecmau'l Enhur, 1/703)

5- Cebrail, Aliye gidecekken yanlışlıkla vahyi Muhammet (s.a.v)e götürdü demek,Rafizilerin dediği gibi. Oysa Ali (r.a) ilim şehrinin kapısıdır.

6- Ashaptan veya diğer müminlerden birine küfür isnat etmek. elde kesin bilgi ve belge olmadıkça müminler bu gibi sözlerden kaçınmalıdırlar.’Baki Kabristanlığı’ sözü ile onlar Allah Teala’nın lütfuna mazhar olmuş kimselerdir.

7- Peygambere sövmek, (Bezzaziye)

8- Müslüman'ı gayr-i Müslime benzetmek. Kelime-i şahadet getiren her insan müslümandır. Günahından dolayı bir müslümanı, Yahudi veya Hıristiyan'a benzetmek asla doğru değildir.

9- "Kur'anın her dediğini yapacak olursak ekmek yiyemeyiz" demek. Bu söz, inançsızlığın ve Allah'a güvensizliğin açık bir ifadesidir. Kur'an'ın bir kısmını kabul edip bir kısmını kabul etmemektir.

10- Bir müslümana kâfir demek. Bunu sövmek amacıyla söylüyorsa, büyük günah işlemiş olur. Yok eğer o kişinin kâfir olduğuna inanarak söyüyorsa, kendisi kâfir olur.

11- Hac, oruç gibi ibadetleri beğenmemek,

12- Namaz ibadetini çoğumsamak,

13- Harama besmele çekmek. İçki içerken, zina ederken besmele çekmek gibi.

14- Allah kelâmına (Kur'ana) mahluk demek, küfürdür.
D) KÜFRÜ GEREKTİREN DAVRANIŞLAR

1- Abdestsiz namaz kılmak,

2- Kıbleden başka bir yere yönelerek namaz kılmak, (Şerh-i Fıkhı Ekber, Aliyyü'l Kaari)

3- Gayr-i Müslimlerin bayramlarını kutlamak, o günde yaptıkları yemeği pişirmek, (Mec. Enhur, 1/706)

4- Küfrü gerektiren söze gülmek, Söyleyen kimse çok komikse veya güldürücü bir biçimde söylenmişse, küfür değil günahtır. O bakımdan tevbe edilmelidir. Dinde küfre rıza küfürdür, kaidesi vardır.

5- Gayr-i Müslimlerin dini alâmetleri sayılan şeyleri giymek, din adamlarının giysilerini, şapkalarını giymek, haç takmak, zünnar takmak gibi. (Bezzaziye 6/332)
E) ELFAZ-I KÜFRÜ SÖYLEYENİN HÜKMÜ

Küfrü gerektiren sözler ittifakla küfrü gerektiriyorsa, yapılan bütün ameller boşa gider. Tevbe eder Kelime-i şahadet getirerek Islâma dönerse haccını iade eder, nikâhını tazeler.

Küfrü gerektiren söz ihtilâflı ise; o söylediğinden dönerek ihtiyaten tevbe etmek ve nikâh tazelemekle emrolunur.

Küfrü gerektiren söz hata ile söylenmişse, küfrü gerektirmez. Onu hata ile söyleyen mümindir. Nikâh tazelemesi gerekmez; ancak istiğfar ederek o sözden dönmesi gerekir.

Buraya kadar nikâhın tazelenmesi konusunda söylediklerimiz, erkek küfür söz söylediği zamandır. Küfrü gerektiren sözü, zevce söylemişse; nikâhın bozulması konusunda ihtilâf vardır. Buhara alimlerinin çoğu, nikâhın bozulacağını ve erkeğin velev bir dinar karşılığında da olsa nikâhı yenilemeye mecbur edileceğini söylemişlerdir.

Bu sözleri şaka veya oyun yaparak söylerse; bütün alimlerce küfürdür. Hata ile veya zorlanarak söylerse; bütün alimlerce küfür değildir. Bilerek ve kasten söylemişse; bütün alimlerce küfürdür.

İsteyerek söyler; ama küfür olduğunu bilmezse, bu konuda ihtilâf vardır. Birinci görüş, mümkün olduğunca müslümanın küfrüne hükmolunmaz, sözü iyiye yorumlanır. İkinci görüş, eğer söylediği sözün küfür olduğuna inanmıyor veya küfür olduğunu bilmiyorsa ve bunu isteyerek söylemişse, bütün alimlerce küfre girer, bilmemek mazeret değildir. (Mecmau'l - Enhur, 1/688)

Küfür sözler kişinin amellerini bir anda yok edecek kadar tehlikelidir.
Hz. Aişe'nin (r.ah.) rivayet ettiğine göre:
Mesruk şöyle anlatır: Bir gün Hz. Aişe'nin yanında bir şeye yaslanıp duruyordum. Hz. Aişe: "Ey Aişe'nin babası üç şey vardır; kim onlardan birini söylerse, Allah’a iftirâ atmış olur" dedi. Nedir onlar? dedim. Her kim Muhammed (a.s.) Rabbini gördü diye iddia ederse, Allah hakkında yalan uydurmuş olur, dedi. Ben dayanıyordum. Hemen oturdum ve: Ey müminlerin annesi! Bana müsaade buyur, acele etme! Şanı Yüce olan Allah: Andolsun ki O, onu apaçık ufukta görmüştür Şanıma yemin olsun ki bir başka inişinde de gördü onu buyurmadı mı? dedim. Bunun üzerine dedi ki: Bu ümmetin içerisinde Allah Resulü'ne onu ilk evvel soranı benim. (Allah Resulü) Buyurdu ki: "O, Cebrail'dir. Onu gerçek yaratılışı üzere bu iki kereden başka görmedim.Allahü Teala hakkında ise: Gözler onu göremez, O ise bütün gözleri görür. O, lütuf sahibidir, her şeyden haberdardır buyuruyor. Ve işitmedin mi? Allah Teala: Hiç bir insan için Allah'ın doğrudan doğruya kendisi ile konuşması mümkün değildir; ya vahiyle konuşur, ya perde arkasından, ya da bir melek elçi gönderir de bu elçi Allah'ın izniyle, O'nun dilediğini insana vahyeder; O, muhakkak yücedir, hikmet sahibidir buyuruyor. (Sonra da) Aişe dedi ki: Her kim Allah Resulü'nün, Allah'ın kitabından bir şeyi gizlediği iddiasında bulunursa, Allah'a karşı büyük iftira etmiş olur. İşitmedin mi? Allah (c.c.): Ey Resul! Tebliğ et sana Rabbinden her indirileni, eğer bunu yapmazsan onun elçilik vazifesini yerine getirmemiş olursun buyuruyor. Her kim yarın olacak şeyi haber verir olduğunu iddia ederse, muhakkak Allah'a karşı büyük iftira etmiş olur. Allah De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez buyuruyor, dedi.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası [Sadece Arapça]: 259


’ALLAH’A İÇTEN İNANIN’
‘ ANCAK ALLAH’TAN KORKUN’

İman; Pozitif, gerçek, en güvenilir, en doğru sözlü olan ve vaadettiklerinden asla caymayan Allah’a inanmaktır.Ancak O’ndan korkmak,gelebilecek tehlikelere karşı O’nu sevmek, ancak O’ndan istemeyi dua etmeyi yalvarıp yakarmayı icap ettirir.Bu nedenle de her türlü ta’zim Allah’adır.

İÇİNİZDE İNANDIK DEYİP DE İNANMAYANLAR VARDIR.

Bu kimseler müslümanların arasına karışan onları kandırıp av maksadıyla pusuya düşürmek için kullanan gerçek yüzlerini saklamak için kuzu postuna bürünmüş fakat aç kurtlar gibi gezen onlara her türden zararı dokunabilecek kimselerdir. Münafıklık bu gruba dahil olan kişilerin halleridir. Sözlük anlamı itibariyle münafık: Nefret çıkaran kimselerdir ve iki yüzlüdürler. Yalan konuşan, aldatan.Dışı Müslümân, içi kâfir kişilerdir.
Kudsî hadis:yani sünnet vahyi ile gelen bildiri;
Münafıklığın alâmeti üçtür: 1- Konuştuğu vakit yalan söyler
2- Söz verdiğinde sözünde durmaz. 3- Kendisine bir şey emânet edildiğinde ona hıyanet eder .

Peygamber (sav), buyurdular ki: Mirac gecesi Cehennem’i ve derecelerini görmek hatırına gelince Cebrail (a.s) onun elini tutup, Cehennem’in en büyük meleği Mâlik’e götürdü: ‘Ey Mâlik! Muhammed (aleyhisselâm), düşmanların Cehennem’deki yerlerini görmek ister (O’na Cehennem’i göster)’ dedi. Mâlik Cehennem’in tabakalarını açtı.Yedi tabaka (nın hepsini) gördüm. Yedinci tabakaya Hâviye derler. Onun azâbı, diğer tabakalardan kat kat ziyâde idi. Mâlik’e sual ettim: ‘Bu tabakada hangi tâifeye âzap olunur?’ Malik; ‘Firavun ve soyu,Kârun ve senin ümmetinin münâfıklarına âzâp olunur’ dedi.
Altıncı tabaka Lazy’dir. Orada müşriklere (hiç dini olmayanlara) azap olunur.
Beşinci tabaka Hutâme’dir. Orada ateşe, öküze tapanlara, budistlere azap olunur.
Dördüncü tabaka Cahim’dir. Orada güneşe,yıldızlara tapanlara azap olunur.
Üçüncü tabaka Sakar’dır. Orada hristiyanlara azap olunur.
İkinci tabaka Sair’dir. Orada yahudilere azap olunur.
Birinci tabaka Cehennem’dir. Bunun âzabı öbür tabakaların azabından az idi. (Buna rağmen) orada ateşten yetmiş bin deryâ gördüm. Her bir deryâ o kadar büyük idi ki, eğer yerleri ve gökleri bir deryâya atsalar ve bir meleğe emretseler, bin yıl arasa bulmak mümkün olmazdı. Zebâniler (Cehennem’de vazifeli melekler) öyle azâmetli idi ki, eğer onların biri, yerleri ve gökleri ağzının bir kenarına koysa, hiç belli olmazdı. O deryâlar dalgalanıp, korkunç sedâlar hâsıl olurdu. Eğer o sesten dünyâya az bir ses gelseydi, bütün canlılır helâk olurdu. ‘Bu tabaka hangi tâife içindir?’ diye sual ettim. Mâlik cevap vermedi. Tekrar sual ettim. Sükut etti....
Cebrâil, Mâlik’e; ‘Senden cevap bekliyor’ dedi. O da; ‘Beni mâzur gör’ diye özür diledi. Ben; ‘Her ne ise cevap ver ki, bugün tedâriki mümkün ola’ dedim. Mâlik; ‘Ya Resûlallah! Senin ümmetinin âsileri içindir, onlara nasihat eyle. Tâ ki bu korkunç yerden kendilerini korusunlar. Vücutlarını böyle âzaba sürükleyecek şeylerden kaçınsınlar. O gün ben âsilere merhamet etmem. Ne ak sakallı ihtiyârlarına, ne de gençlerine şefkat göstermem’ dedi.

ALLAH’I ANIN Kİ, KURTULUŞA ERİN

Biri kalb ile zikir biri de dil ile zikirdir. Bunlardan her biri de iki kısma ayrılır: Unuttuktan sonra zikretmek, hiç unutmayıp daima anmak Sonra zikir nam ve şöhret, methetmek, övmek, şeref ve şan manalarına gelir. Namaza ve duaya da zikir denir. Bir de zikir din ve şeriatı açıklayan ve milletle ilgili ayetleri ve onların hükümlerini koyan gökten inen kitaplara denir.


‘ALLAH KENDİSİNDEN KORKANLARLA BERABERDİR.’ayeti kerimesi gereğince, kimin kalbinde Allah korkusu varsa onun iki cihanda yardımcısı Allahtır.O’ndan korkmayanın ise hasmı Allahtır.Allahü teala herkese korktuğunu musallat eder.

‘YALNIZCA ALLAH’TAN KORKUN’
Emr-i İlahisi gereğince bir zahid, Emevi halifelerinin dördüncüsü Mervan’ın yanında çalgı çalanları görünce, çalgı aletlerini kırdı. Mervan bunun arslanların arasına bırakılmasını emretti. Arslanların yanında hemen namaza durdu. Arslanlar zahidi yalamaya başladılar. Zahidi arslanların yanından alıp halifeye getirdiler. Halife ‘arslanlardan korkmadın mı? Dedi. ‘Hayır, onlardan korku hatırıma gelmedi. Bütün geceyi düşünceli geçirdim’ dedi. Ne düşündün? Dedi. ‘Arslanlar beni yalayınca tükürükleri necis midir? Allah Teala, namazımı kabul etti mi, etmedi mi, diye düşündüm’ dedi. (Mervan bin Hakem, miladi 683’de öldürüldü.)

‘ALLAH’TAN KORKUN Kİ KURTULUŞA ERİN’ ayetiyle Allah’tan gereği gibi korkup rızası için çalışanlara, ebedi kurtuluş onguluk yurdu olan cennetlere girme vaadi vardır.

‘ ALLAHTAN SAKININ, Sakınmak kelimesi lugatte,1. Çeşitli sebeplerle bir fiili yapmaktan çekinmek, kaçınmak. 2. Gelebilecek, olabilecek bir kötü durum için tedbirli davranmak ( Allah’ın ayetlerine karşı kör, sağır, dilsiz, habersiz gibi gaflet içinde yaşayıp, başına gelecek azabı umursamamak.) diğeri de korkmak, çekinmek manalarına gelmektedir.

AYAKTA İKEN, OTURURKEN VE YAN YATARKEN ALLAH’I ANIN.
Ayette belirtildiği gibi bir insan bu üç halden birindedir. Anlaşıldığı gibi daimî zikir emrolunmaktadır. Başarılı olmanın sırrı şöyledir. Bir kul; mahlukattan, hevasından, nefsinden, irade ve emellerinden fani olduğunda (geçtiğinde) artık Allah’tan başkasını istemez ve her şey gönlünden çıkar, böylece Allah’ın zikri kalbe yerleşir.
Bazen insanın namazda iken kalbi gafildir. Aklı fikri, gönlü çarşıda veya şehvetlerinin herhangi birinin huzurundadır.
İnsan bâtını ile çarşıda, zahiri ile namazda olmamalıdır. Bazen de kişinin sükûn ve vekâr içinde namaz kılması, çevresindeki insan ve hayvanlara gösteriş olsun diye edeplenmesi de riyâ ve gizli şirktir.
Çünkü Allah herkesin kalbinden geçen, gizliyi saklıyı bilir.Bu hususlara dikkat etmeli içi dışı bir sıdk, doğruluk üzere bulunmalıdır.Her türlü tâzim Allah içindir.
Abdülkâdir Geylâni (k.s), Fütuhu’l-Gayb adlı eserinde şöyle anlatıyor: Bir gün rüyamda, kendimi ‘Ey iç âleminde nefsiyle, dış aleminde mahlukatlarla, işlerinde iradesiyle, menfaati peşinde hareket ederek Rabbine şirk koşan’diyor buldum. Yanımdaki kişi’ bu ne biçim söz’ dedi.Ben de ‘ bu, bir tür marifettir’ cevabını verdim.


‘ALLAHTAN ÇEKİNİN’ ‘ O, KİMİN ÇEKİNMEDE OLDUĞUNU BİLİR’
‘çekinmek’ lafzının lugat anlamı:1. Korku, saygı, utanma, cesaretsizlik gibi nedenlerle dikkatli davranmadır.Sözü edilen Allahtan korkmak, saygı duymak, özellikle de utanmak lafzı, arapça lafız olan ‘haya’ kelimesi ile aynı anlamdadır. Haya lugatte: 1. Utanma, sıkılma duygusu. 2. Allah korkusu nedeniyle kötü, şer, ahlak dışı ve günah olan şeylerden kaçınma.3. Ahlak kaidelerine bağlı olma, edeb, ar, namus.manalarına gelmektedir.
‘Allahtan çekinmek, (haya)’hakkında hadisler:
Peygamber (s.a.v.)’in yanında hayadan bahsedildi.Buyurdu ki, ‘evet, hatta o dinin tamamıdır. Haya haram, yani kötü, şer işler yapmaktan sakınmak, sükut etmektir ve iffet imandandır.
Resulullah (sav)’in yanında hayadan bahsedildi. Buyurdu ki:- Evet, hatta o dinin tamamıdır. Haya haramdan sakınmak, sükut etmektir ve iffet imandandır.
- Resulullah (SAV) ;haya, haramdan sakınmak bunlar ahirette sevabı artırır, dünyalığı ise azaltır. Fakat ahiret bilseniz sizin için hayırlıdır.Cimrilik, beceriksizlik ve yaramaz söz ise nifaktandır. Bunlar da dünyadan olan şeyi artırır ve ahiretten olan şeyi azaltırlar. Ahiret azabi ise çok acıdır.
-Resulullah (s.a.v) haya imandandır, haya iyilik getirir, buyurdu.

Resulullah (sav) haya ‘Allah’tan çekinip, utanıp sakınmak’ imandan bir şubedir. Hayası olmayan kimsenin imanı da yoktur ( veya kamil müslüman değildir.)
-Haya ve sükut imandandır. Bunlar cennete yaklaştırır. Hayasızlık ve fuhuş ise şeytandandır. Bunlar da cehenneme yaklaştırır.Bunun üzerine A’rabi Ebu Ümame’ye dedi ki:
- Biz de şiirde, sükut ahmaklıktır, deriz. Ebu Ümame de cevabında ben Resulullah (s.a.v)’ den işittim.
- ‘Sen bana kokmuş (değersiz) şiirini getiriyorsun.’ Dedi. Bu konu için Kur’anda, ‘Biz ona şiir öğretmedik, bu ona yakışmaz da.’buyrulur.
- Enes (r.a) den Resul-i Ekrem (s.a.v) buyurdular ki;
- Fuhuş, bir şeyde bulunursa mutlaka onu çirkinleştirir; haya da bir şeyde bulunursa onu mutlaka güzelleştirir.
- İbn-i Ömer (r.a) den Resul-i Ekrem (s.a.v) buyurmuştur. Allahü Teala bir kulu helak etmek istediğinde ondan hayayı (Allahtan korkup, sakınmayı) alır. Haya ondan alınınca, onu en fena; menfur bulursun. Onu en fena insan bulunca, ondan emanet de alınır. Ondan emanet alınınca, onu en hain bulursun, onu en hain bulunca, ondan rahmet çekilip alınır, ondan rahmet alınınca, onu kovulmuş ve lanetlenmiş bulursun. Onu kovulmuş ve lanetlenmiş bulunca da, İslam bağı ondan alınır, İslamla ilişiği kesilir.
- Resulullah (s.a.v) buyurdu ki: Allahtan hakkıyla haya etmen, başını ve onda bulunan azalarını haramdan koruman, yasak ve çirkin fiillerden uzak durman, karnını ve onun içerdiklerini koruman, uzuvlarını günahtan sakındırman, çürümeyi, ölmeyi hatırlamandır.Kıyamet günü geldiği zaman bu konudaYüce Allah şöyle buyurmaktadır: ‘O gün uzuvları aleyhlerinde tanıklık edecektir.’
- Resulullah (s.a.v): Ahireti isteyen kimse dünya ziynetini terk etsin buyurdu.İşte bunları yapan kimse Allah’tan hakkıyla haya etmiş olur.
- Resulullah (s.a.v): Haya ve iman birbirinin yakınlarıdır, bir arada bulunurlar. Bunun için biri kaldırıldığı vakit diğeri de kaldırılmış olur.
- Resulullah (s.a.v) Haya imandandır. İnananlar cennetlerdedir. Kötü söz, çirkin söz eziyettendir. Eziyet edenlerin varacakları yer ise cehennemdir. Buyurmuştur.
-Faiz de ateşe yakınlıktır.Allah teala: Faizin her çeşidi ayağıman altındadır.( de.)
buyurmuştur.
Allahü Tealanın ‘Takva elbisesi’ sözü ne anlama gelmektedir?
Takva lafzı lugatte: 1. Korkma, sakınma, kaçınma. 2. Allah korkusuyla günahtan kaçınma. Allah’ın emir ve yasaklarına uymakta titizlik göstermek.

KİBİRLENMEYİN, ALLAH; KİBİRLENENLERİ SEVMEZ.

Bir hadiste buyrulur ki; Kalbinde hardal tozu kadar kibir bulunan kimse cennete giremez.

Resulullah (sav) buyurdu ki: Kibirli ve kendinde bulunmayan şeylerle övünen kimse cennete giremez.
Resul-i Ekrem (sav) Eğer siz hiç günah işlemediyseniz, daha büyük günaha düşeceğinizden korkardım. O da kendini beğenmek (kibir) dir.
Resulullah (sav) buyurdu ki: Kibirli ve kendinde bulunmayan şeylerle övünen kimse cennete giremez.


Resulullah (sav) buyurdu ki; Bana cehenneme girecek olan üç kişi bildirildi. (Bunlar): Zalim hükümdar, Allah’ın hakkını (namaz, zekat, oruç, sadaka v.b.) yerine getirmeyen zengin ile kibirli fakirdir.

Resul-i Ekrem (sav) buyurdu ki: Kibirden, hıyanetten ve borçtan temiz olarak ölen cennete girer.

Resulullah (sav) buyurdu ki; Kibirlenenler Kıyamet günü adamlar suretindeki karıncalar gibi haşrolunurlar. Onları her taraftan zillet ve alçaklık kuşatır. Cehennemde Bulis ismi verilen bir hapishaneye götürülürler. Cehennem ateşi onları kaplar ve orada kanlı irinli su içerler.

Resulullah (sav); Üç kimse vardır ki; Onların işleri boşa çevrilir, kazandıkları kendilerine bir fayda vermez.
1.Ululukta Allah ile yarışa kalkışan; Çünkü Allah’ın ridası büyük, izârı da izzetidir.
2.Allah’ın ayetlerinden şüphede olan,
3.Allah’ın rahmetinden ümit kesip Allah’tan af dilemeyen, günahından vazgeçmeyen kimselerdir.

Resulullah (sav); Üç kimse vardır ki; Allah Kıyamet günü onların yüzlerine bakmaz ve onlara hitabetmez.Bunlar zina eden ihtiyar, yalancı hükümdar ve kibirli fakirdir.

Resulullah (sav) üç defa tekrar ederek buyurdu ki: Ağız eğerek yapmacık konuşan kimseler helak oldu.

YERYÜZÜNDE ETEKLERİNİZİ SÜRÜYE SÜRÜYE BÖBÜRLENEREK YÜRÜMEYİN. YOKSA SİZ NE YERİ DELEBİLİR , NE DE BOYCA DAĞLARA ULAŞABİLİRSİNİZ.

Hz.Peygamber (sav)’e Cebrail (a.s)’ın verdiği bir habere göre İsrafil (a.s)’ın arşı, omuzlarında taşıdığı, iki ayağının ise yerin en alt tabakasına dalmış bulunduğu bildirilmektedir.Fakat bu heybetine rağmen o, Allah’ın azameti karşısında küçücük bir kuş gibi kalır. İşte tâzimdeki sıdk budur.

Câbir’in (r.a) rivayet ettiğine göre, Hz.Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: İsra gecesinde mele-i alâ’dan, Cebrail yanımda olduğu halde, Allah korkusundan, devenin sırtına vurulan çul gibi geçtim.
Hz.Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: Allah’a nisbeten ve O’nun azâmetine kıyâsen bütün insanları koyunlar ya da develer gibi görmedikçe, hiçbir kul imânın hakikatine varamaz. Sonra bu kul kendi nefsini hâkirin en hâkiri olarak görür ( ya da öyle oluşu, kendisine berzah aleminde gösterilecektir.)

Hz Peygamber (sav) şöyle buyurdu: İnsanlar bir tarağın dişleri gibi eşittirler.Arab’ın, arab’a ; Acem’in acem’e Acem’in arap’a, Arap’ın Acem’e bir üstünlüğü yoktur.Üstünlük ancak ‘Takva’ dadır.

Resulullah (sav) Size cehennemlik olanları bildireyim mi? Onlar onursuz, sağa sola yalpa yaparak kibir eden kimselerdir.
Resulullah (sav) kibir ve gururdan sakınınız. Zira kibir, süslü elbise giyen kimsede bulunur.
Resulullah’a bir kimse gelip sordu: -Ya Resula’llah, insan elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasını ister. (Resul-i Ekrem) buyurdu ki:-Allahü Teala güzeldir ve güzelliği sever. Kibir ise hakkı inkâr etmek ve insanları küçük görmektir.

AYETLERİMİZDEN YÜZ ÇEVİRENLERE GELİNCE İŞTE O KİMSELER GAFİLLERİN TA KENDİLERİDİRLER.ONLAR KÖR SAĞIR VE DİLSİZDİRLER.

Allah (c.c) ayetlerimizi iyice düşünüp anlasınlar diye böyle açıkça bildirmedeyiz’buyurur. Ayeti kerimelerin herkesin anlıyabileceği açık manaları dışında da manaları olduğunu Resulullah (s.a.v) şöyle bildirmiştir: ‘Hiçbir Kur’an ayeti yoktur ki onun bir zahir’i, bir de batın’ı-ta- yedi batına kadar bulunmasın.Bir Kur’an ayetinde Yüce Allah; ‘Onlara gerçeği bildirsen de birdir, bildirmesen de, onlar kör, sağır ve dilsizdirler.’buyurur. Bu ayetin açık manası dışında bir batıni manası olduğuna dair resulullah (sav)’in şu hadisi bir delildir:Allah Teala suçlular için mezarda iki azap meleği musallat eder. İkisi de kör, sağır ve dilsizdirler. Her birinin elinde develerin su içtiği kovalar gibi topuzlar bulunur. Kıyamete kadar onu döverler. Gözleri yoktur ki, halini görüp acısınlar, kulakları duymaz ki acı feryadlarını işitsinler.

.BİRBİRİNİZLE TANIŞASINIZ DİYE SİZİ KAVİMLER HÂLİNDE YARATTIK

Allahü Teala dileseydi yeryüzünde yaşayan herkesi tek ümmet yapardı. İnsanlar yeryüzünde bozgunculuk çıkarsınlar diye değil, birbirleriyle yardımlaşsınlar, kültür alış-verişinde bulunsunlar diye yaratmıştır.
İnsanlık dünyasının yeryüzünde önemli bir parçası olan İslâm dininde, İslâm kardeşliği, birlik berâberlik için esas alınacak kriterler:
1) İslam dünyasının tümüne hitap edebilmeli, dolayısıyla en temel İslami değerlere ve esaslara dayanmalı, belirli bir mezhebin veya tarikatın temsilcisi olmamalıdır.
2) İnsan haklarına, demokrasiye, serbest girişimciliğe destek vermeli, İslam dünyasının ekonomik, kültürel ve bilimsel yönden kalkınmasını temel hedef olarak belirlemelidir.
3) Diğer ülkeler ve medeniyetlerle son derece barışçıl ve uyumlu ilişkiler kurmalı, kitle imha silahlarının kontrolü, terörizm, uluslararası suç, çevre gibi konularda uluslararası topluluk ve Birleşmiş Milletler ile iş birliği yapmalıdır.
4) İslam dünyasındaki azınlıkların (örneğin Yahudi ve Hıristiyanların) ve İslam ülkelerine gelen yabancıların haklarının korunması, kendilerine güvenlik sağlanması ve saygı gösterilmesi gibi konuları öncelikli olarak ele almalı, dinlerarası diyalog ve iş birliğine önem vermelidir.
5) Filistin, Keşmir, Moro gibi, Müslümanlar ile Müslüman olmayan halkları karşı karşıya getiren sorunlara; her iki taraf için de bazı kazançlar ve bazı tavizler öngören, adil ve barışçıl çözümler getirilmesine önem vermelidir. Hem Müslümanların haklarını savunmalı hem de söz konusu sorunların, İslam dünyasındaki bazı radikal unsurlar tarafından çözümsüzlüğe itilmesine mani olmalıdır.
İslam dünyasının böylesine akılcı, sağduyulu ve adil bir liderliğe kavuşması, hem bugün pek çok sorunla karşı karşıya bulunan 1.2 milyar Müslüman için, hem de dünyanın tüm diğer insanları için çok hayırlı olacaktır. Kuran ahlakına dayalı olarak kurulacak bir İslam Birliği, tüm dünyanın adalet ve güvenlik bulmasına, Kuran ahlakının getirdiği tavır mükemmeliği sayesinde huzurun yerleşmesine aracı olacaktır. Müslümanlar, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in devrinden bu yana, insanlığa; akıl, bilim, düşünce, sanat, kültür, medeniyet gibi alanlarda öncülük etmiş, "insanların hayrı"na dev eserler ortaya koymuşlardır.
Avrupa Ortaçağ'ın karanlığında iken, dünyaya bilimi, akılcılığı, tıbbı, sanatı, temizliği ve diğer pek çok hasleti Müslümanlar öğretmiştir. Kuran'ın nurundan ve hikmetinden kaynaklanan bu İslami yükselişi tekrar başlatmak için, geçmişte olduğu gibi bugün de Müslümanların Kuran ahlakını ve Peygamber Efendimizin sünnetini temel alan bir yol göstericiliğe ihtiyaçları vardır.
Bu proje nasıl hayata geçirilebilir? Ancak öncelikle bu konuda tüm İslam ülkelerinin yanında Türkiye'ye büyük bir rol düştüğünü belirtmek gerekir. Çünkü Türkiye, sözünü ettiğimiz manada bir İslam Birliği'ni kurmuş ve 5 yüzyıldan uzun bir süre başarıyla idare etmiş olan Osmanlı İmparatorluğu'nun mirasçısıdır. Bu sorumluluğu tekrar üstlenebilecek bir toplumsal alt yapıya ve devlet geleneğine sahiptir. Dahası Türkiye, İslam dünyasının Batı ile ilişkileri en gelişmiş ülkesidir ki, bu Batı ile İslam dünyasındaki sorunların çözümünde arabuluculuk yapabilmesine olanak sağlar. Türkiye'nin tarihsel olarak hoşgörülü ve mutedil bir anlayışa sahip olması; Türkiye'nin İslam dünyasında dar bir mezhebi değil, dünya Müslümanlarının büyük çoğunluğunun izlediği Ehli Sünnet inancını temsil etmesi de, onu İslam Birliği'ne önderlik etmeye aday kılan önemli bir vasıftır.
Son olarak belirtmek gerekir ki, çözümlerin ivedilikle hayata geçirilmesi son derece önemlidir. Çünkü İslam dünyası ile Batı arasında bir "medeniyetler çatışması" tehlikesi her geçen gün büyümektedir. İslam Birliği'nin kurulması ile birlikte bu tehlike tamamen ortadan kalkacaktır. Tarihte yaşanan tecrübeler açıkça göstermektedir ki, farklı medeniyetlerin birarada yaşaması, mutlaka bir gerilim ve çatışma nedeni değildir. Farklı kültürleri birarada barındıran bir devlet, bünyesinde farklılıklar olduğu için değil, bu farklılıkları idare ediş -ya da edemeyiş-
 

Aşkâ Mecnun

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Tem 2006
Mesajlar
3,521
Tepki puanı
2
Puanları
0
Konum
Fatih - İstanbul
RE: kUR'ANI ANA KONULARIYLA ANLAMA USÛLÜ

MAŞALLAH KARDEŞİMDE ÇOK UZUN PAYLAŞIMIN İŞTE OLDUĞUM İÇİN YARIYA KADAR OKUYA BİLDİMHAKKINI HELEL ET İNŞALLAH KARDEŞLER OKURLAR
 

Birge_ay

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Eyl 2006
Mesajlar
24
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: :)

RE: :)

Allah razı olsun kardeşim o kadarını da okumuşsun ya takdir ettim vallahi.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt