“Kıyamet alametleri” başlığı altında eserlerde geçen Hz. Peygamber’in (as) beyanları aynı zamanda birer mucizedir.
On dört asır önceden bugüne ışık tutmak.
Ta o yıllardan bugünü okumak ve “ümmete” okutmak mucize değil de ya nedir?
Bu “mucize” hadis–i şeriflerden birini daha önce birçok kez okumuş ve yorumlamış olsam da, hadiste geçen bir kelime fazlasıyla hem düşündürdü beni hem de irkilmeme sebep oldu.
Önce hadis–i şerif.
Hazret–i Peygamber (as), Hz. Enes’ten (ra) gelen rivayette şöyle buyuruyor:
“Kıyamet kopmazdan önce gece karanlığının parçaları gibi fitneler olacak. Kişi (o vakit) mümin olarak sabaha erer de kâfir olarak akşama kavuşur. Mümin olarak akşama erer, kâfir olarak sabaha kavuşur. Birçok kimseler azıcık dünyalık mukabilinde dinlerini satarlar” (Tirmizî, Fiten 30, –2196–).
Hadis–i şerifte geçen iki kelimeyi biraz irdeleyelim.
Fiten/fitneler: Geniş bir anlam çeşitliliği taşıyan bu kelime, günümüz şartlarını gözönüne getirerek özetle şu cümleyle izah edilebilir; fitne; “inanç bozuklukları/itikadî sapmalar” demektir. Büyük İslam alimi Aliyyü’l–Kârî’ye ait olan bu tarif, hadiste geçen ve hem kıyametin vuku öncesi durumu, hem de bugünkü hali özetleyeme daha uygundur. İnsanları bir anda imandan küfre, küfürden imana zıplatacak hal olsa olsa itikat/inançla ilgili olsa gerektir.
Çünkü iman ve küfür akaitle ilgili bir haldir ve neyin iman neyin küfür olduğunu da Kur’an belirlemiş, Hz. Peygamber de bunu insanlara/müminlere beyan etmiştir.
İmanın; kalp ile tasdik, dil ile ikrarın yanında, iman alametinin üçüncü şıkkı olan boyun ile inkiyat/onama ilk bakışta gereksiz görünse de öyle değildir.
Çünkü küfrü mucip bir hali, sözü, gelişmeyi boyun sallayarak inkiyat etme/onama insanı küfre götürecek bir haldir, çok basit gözükse de.
Gündelik hayatta bir olayı boyun bükerek tasdik, ya da boyun bükmeyerek reddetmiyor muyuz sanki.
Bunun yanında fitne; imtihandır, belâdır, hastalıktır, fikir ayrılığıdır, savaştır...
Hadiste geçen ve ilgimi çeken bir başka kelime ise “ekvâm” kelimesidir. Topluluk, grup, cemaat anlamında olan “kavm” kelimesinin çoğulu olduğuna göre “ekvâm”; cemaatler, gruplar, topluluklar demektir.
Yukarıdaki hadis–i şerifi tercüme eden günümüz ilahiyatçıları nereden mülhemdir bilinmez “ekvam” kelimesine, “bazı kimseler” manasını vermişlerdir ki, bu manaya gelmesi de mümkündür.
Ancak bu kelimenin cemaatler, gruplar, topluluklar şeklinde diğer metinlerde tercüme edilmiş olması daha doğrudur.
Öyleyse son cümleyi şu şekilde tercüme etmek hadisin özüne daha uygun düşmez mi?
“Kıyamet kopmazdan önce...bazı gruplar/cemaatler/topluluklar dinlerini azıcık bir dünya menfaati karşılığında satacaklardır.”
İşte bu noktada bizlere düşen işte bu noktada bir nefis muhasebesi yapmaktır.
Ameli hataların günah, itikadî hataların ise küfür olduğunun altını bir kez daha çizerek etrafımızda itikadî sapmaların havada uçuştuğu bir zamanda tavrımızı neye göre ve nasıl belirliyoruz?
İslam’ın “küfür” diye açıkladığı olayları biz nasıl değerlendiriyoruz.
Allah’ın “lanetlediği” hal ve davranışlara biz de “lanetleyebiliyor muyuz”, yoksa “var bir hikmeti” deyip geçiyor muyuz?
İman–küfür olayı, “ayranın” karalığı kadar basit değildir ve olmamalıdır.
Neyin iman dairesinde olup, neyin kafir yaptığı konusu o kadar hassas ve helak edici bir durumdur ki, Allah (cc) onu belirlemiş, kullara bırakmamıştır.
Hani o halk tabiriyle “çocuk oyuncağı” değildir iman–küfür.
Bu kadar ilginç olan bir başka şey ise şudur ki, dün bir olaya/fikre bu “küfürdür” hükmünü verenlerin bugün aynı şeyi “iman/hak” olarak görmeleri, hatta imanın gereği olarak ilan etmeleri olsa gerektir.
Oysa bize düşen batılı kılıf aramak değil, onun batıl olduğunu ilan etmemizdir.
Hz. Peygamberin (as);
“Sizden biri bir münkeri/küfrü/batılı/Allah’a isyanı/şirki/günahı gördüğü zaman önce eliyle engel olsun, gücü yetmezse diliyle engel olsun, bunlara gücü yetmezse kalpten buğzetsin/nefret etsin/tepki göstersin/hoş karşılamadığı...belirtsin. Bu da imanın en zayıf halidir” hadisine uygun hareket ediyor muyuz?
İmanın en zayıf halini de mi hal edinemiyoruz.
Yoksa münkeri “hoş” mu görüyoruz?
Eğer böyle yapıyorsak, bütün bunları neye bedel, kaç kuruşluk dünya malı karşılığı yaptığımızı da cevaplandırmamız gerekmez mi?
Eğer böyle yapıyor ve hakkı batıl, batılı hak ilan ediyorsak bu durumda “azıcık dünya malı karşılığı” dinimizi satmış olmuyor muyuz?
Son bir hadis–i şerif.
Resulüllah (as) buyurdular ki:
“İnsanlar öyle aldatıcı yıllar görecek ki, o yıllarda yalancılar tasdik, doğru söyleyenler tekzip edilecekler. Keza o yıllarda haine itimat edilecek, emin /güvenilir kimseye de hainsin denilecek. O zaman ‘ruvaybıda’ adam amme işinde söz sahibi olacak.”
“Ruvaybıda” kimdir diye sorulmuştu. “Amme işlerinde söz sahibi olan değersiz adam” diye cevap verdi. (Kutub–i Sitte Muhtasarı Terc. Ve şerhi, c. 17, s.546).
Hiç olsun bu hadis–i şerifleri ezberleyin.
On dört asır önceden bugüne ışık tutmak.
Ta o yıllardan bugünü okumak ve “ümmete” okutmak mucize değil de ya nedir?
Bu “mucize” hadis–i şeriflerden birini daha önce birçok kez okumuş ve yorumlamış olsam da, hadiste geçen bir kelime fazlasıyla hem düşündürdü beni hem de irkilmeme sebep oldu.
Önce hadis–i şerif.
Hazret–i Peygamber (as), Hz. Enes’ten (ra) gelen rivayette şöyle buyuruyor:
“Kıyamet kopmazdan önce gece karanlığının parçaları gibi fitneler olacak. Kişi (o vakit) mümin olarak sabaha erer de kâfir olarak akşama kavuşur. Mümin olarak akşama erer, kâfir olarak sabaha kavuşur. Birçok kimseler azıcık dünyalık mukabilinde dinlerini satarlar” (Tirmizî, Fiten 30, –2196–).
Hadis–i şerifte geçen iki kelimeyi biraz irdeleyelim.
Fiten/fitneler: Geniş bir anlam çeşitliliği taşıyan bu kelime, günümüz şartlarını gözönüne getirerek özetle şu cümleyle izah edilebilir; fitne; “inanç bozuklukları/itikadî sapmalar” demektir. Büyük İslam alimi Aliyyü’l–Kârî’ye ait olan bu tarif, hadiste geçen ve hem kıyametin vuku öncesi durumu, hem de bugünkü hali özetleyeme daha uygundur. İnsanları bir anda imandan küfre, küfürden imana zıplatacak hal olsa olsa itikat/inançla ilgili olsa gerektir.
Çünkü iman ve küfür akaitle ilgili bir haldir ve neyin iman neyin küfür olduğunu da Kur’an belirlemiş, Hz. Peygamber de bunu insanlara/müminlere beyan etmiştir.
İmanın; kalp ile tasdik, dil ile ikrarın yanında, iman alametinin üçüncü şıkkı olan boyun ile inkiyat/onama ilk bakışta gereksiz görünse de öyle değildir.
Çünkü küfrü mucip bir hali, sözü, gelişmeyi boyun sallayarak inkiyat etme/onama insanı küfre götürecek bir haldir, çok basit gözükse de.
Gündelik hayatta bir olayı boyun bükerek tasdik, ya da boyun bükmeyerek reddetmiyor muyuz sanki.
Bunun yanında fitne; imtihandır, belâdır, hastalıktır, fikir ayrılığıdır, savaştır...
Hadiste geçen ve ilgimi çeken bir başka kelime ise “ekvâm” kelimesidir. Topluluk, grup, cemaat anlamında olan “kavm” kelimesinin çoğulu olduğuna göre “ekvâm”; cemaatler, gruplar, topluluklar demektir.
Yukarıdaki hadis–i şerifi tercüme eden günümüz ilahiyatçıları nereden mülhemdir bilinmez “ekvam” kelimesine, “bazı kimseler” manasını vermişlerdir ki, bu manaya gelmesi de mümkündür.
Ancak bu kelimenin cemaatler, gruplar, topluluklar şeklinde diğer metinlerde tercüme edilmiş olması daha doğrudur.
Öyleyse son cümleyi şu şekilde tercüme etmek hadisin özüne daha uygun düşmez mi?
“Kıyamet kopmazdan önce...bazı gruplar/cemaatler/topluluklar dinlerini azıcık bir dünya menfaati karşılığında satacaklardır.”
İşte bu noktada bizlere düşen işte bu noktada bir nefis muhasebesi yapmaktır.
Ameli hataların günah, itikadî hataların ise küfür olduğunun altını bir kez daha çizerek etrafımızda itikadî sapmaların havada uçuştuğu bir zamanda tavrımızı neye göre ve nasıl belirliyoruz?
İslam’ın “küfür” diye açıkladığı olayları biz nasıl değerlendiriyoruz.
Allah’ın “lanetlediği” hal ve davranışlara biz de “lanetleyebiliyor muyuz”, yoksa “var bir hikmeti” deyip geçiyor muyuz?
İman–küfür olayı, “ayranın” karalığı kadar basit değildir ve olmamalıdır.
Neyin iman dairesinde olup, neyin kafir yaptığı konusu o kadar hassas ve helak edici bir durumdur ki, Allah (cc) onu belirlemiş, kullara bırakmamıştır.
Hani o halk tabiriyle “çocuk oyuncağı” değildir iman–küfür.
Bu kadar ilginç olan bir başka şey ise şudur ki, dün bir olaya/fikre bu “küfürdür” hükmünü verenlerin bugün aynı şeyi “iman/hak” olarak görmeleri, hatta imanın gereği olarak ilan etmeleri olsa gerektir.
Oysa bize düşen batılı kılıf aramak değil, onun batıl olduğunu ilan etmemizdir.
Hz. Peygamberin (as);
“Sizden biri bir münkeri/küfrü/batılı/Allah’a isyanı/şirki/günahı gördüğü zaman önce eliyle engel olsun, gücü yetmezse diliyle engel olsun, bunlara gücü yetmezse kalpten buğzetsin/nefret etsin/tepki göstersin/hoş karşılamadığı...belirtsin. Bu da imanın en zayıf halidir” hadisine uygun hareket ediyor muyuz?
İmanın en zayıf halini de mi hal edinemiyoruz.
Yoksa münkeri “hoş” mu görüyoruz?
Eğer böyle yapıyorsak, bütün bunları neye bedel, kaç kuruşluk dünya malı karşılığı yaptığımızı da cevaplandırmamız gerekmez mi?
Eğer böyle yapıyor ve hakkı batıl, batılı hak ilan ediyorsak bu durumda “azıcık dünya malı karşılığı” dinimizi satmış olmuyor muyuz?
Son bir hadis–i şerif.
Resulüllah (as) buyurdular ki:
“İnsanlar öyle aldatıcı yıllar görecek ki, o yıllarda yalancılar tasdik, doğru söyleyenler tekzip edilecekler. Keza o yıllarda haine itimat edilecek, emin /güvenilir kimseye de hainsin denilecek. O zaman ‘ruvaybıda’ adam amme işinde söz sahibi olacak.”
“Ruvaybıda” kimdir diye sorulmuştu. “Amme işlerinde söz sahibi olan değersiz adam” diye cevap verdi. (Kutub–i Sitte Muhtasarı Terc. Ve şerhi, c. 17, s.546).
Hiç olsun bu hadis–i şerifleri ezberleyin.