Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

kaza namazı olan sünnet ve nafile namaz kılabilir mi (1 Kullanıcı)

E

Ebu İbrahim

Mevlana Halid Bağdadi hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlânın yönü, karşıda bulunması yoktur, madde, cisim değildir. Sayılı değildir. Ölçülmez. Onda değişiklik olmaz. Mekanlı değildir. Bir yerde değildir. Zamanlı değildir. Öncesi, sonrası, önü arkası, altı üstü, sağı solu yoktur. Bunun için, insan düşüncesi, insan bilgisi, insan aklı, Onun hiçbir şeyini anlayamaz. Onun nasıl görüleceğini de kavrayamaz. El, ayak, yön, yer ve bunlar gibi, Allah için caiz olmayan kelimelerin, âyet ve hadislerde bulunması, bizim anladığımız ve bildiğimiz, bugün kullanılan manalarda değildir. Böyle âyet ve hadislere Müteşabihat denir. Bunlar, kısa veya uzun olarak, Tevil olunur. Yani, Allah’a yakışacak başka mana verilir. Mesela, (Allah’ın eli, onların ellerinin üstündedir) ve (Arş’ın üzerine istiva eden Allah, nerede olursanız olun, sizinle beraberdir) mealindeki âyetler için, burada ne murat edilmişse, öylece inandım demeli. Allah’ın ilmi, bizim ilmimize, benzemez. Onun eli de, elimiz gibi değildir, istivası da bizim istivamıza benzemez, beraber olması bizim beraber olmamıza benzemez demelidir. (İtikadname)


Şimdi şu konu ile s on bir kaç satır cümle söyleyelim konuyu kapatalım....

yukarda alıntıladığım yazı ve benzerlerinde gördüğünüz görebileceğiniz üzre konuya istinaden getirdikleri deliller ancak TASAVVUF kökenli bakış açısına sahip insanların görüşlerini beyan ederler...

ALLAH C.C un 7 Kat semanın üzerinde yaratıklarından ayrı olarak keyfiyetine göre ARŞ' ına istiva ettiğinin KUR' AN dan delilleri...


Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphe yok ki, ehl-i kitap, onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapmakta olduklarından habersiz değildir. Bakara / 144



«Güzel söz O'na yükselir. Onu da iyi amel yükseltir-(28),
«Ben senin dünya hayatına son verir ve kendime yükseltirim»(29),
«Göktekinin sizi yere geçirmesmden emin mi oldunuz? Bakarsın ki o (yer durmadan) çalkalanmaktadır. Yahut göktekinin üzerinize taş yağdırıcı (rüzgâr) göndermesinden emin mi oldunuz?»(30),
«Aksine Allah onu kendisine yükseltmiştir»(31),
«Melekler de, ruh da O'na yükselir»(32),
«Gökten yere işi düzenler, sonra ona yükselir»(33),
'Üstlerindeki Rab-lerinden korkarlar»(34).


Altı yerde de:

«Sonra Arş'a istiva etti"(35) buyurulmaktadır.
«O Rahman ki Arş'a istiva etti»(36).
Firavn'un söylediğini haber verirken de: «Ey Hâmân, benim için yüksek, bir köşk bina et. Olur ki yollara, göklerin yollarına ulaşırım da, Musa'nın ilâhına muttali olurum»(37)
buyurmaktadır. Yine şöyle buyurulur:
«(O) Hakim ve Hamid'den indirilmedir»(38).
«Bunun (Kur'ân-ı Kerim'in) muhakkak Rabbin tarafından hak olarak indirildiğini bilirler»(39)

v.s.

28) 35 Fâtır, 10
29) 3 Âl-i İmrân, 55
30) 67 Mülk, 16
31) 4 Nisa, 158
32) 70 Meâric, 4
33) 32 Secde, 5
34) 16 Nahl, 50
35) 7 A'râf, 54; 10 yûnus, 3; 13 Ra'd, 2; 25 Furkan, 59; 32 Secde. 4; 57 Hadid, 4
36) 20 Tâhâ, 5
37) 40 Mü'min, 36
38) 41 Fussilet, 42
39) 6 En'âm, 114



Sünnetten Delilleri:

Resûlüllah (s.a.v.)'in Rabbine miracı (yükselmesi) ve meleklerin Allah'ın yanından inip O'na yükselmeleri;


Resûlüllah (s.a.v.)'in, gece ve gündüz nöbetleşe olarak inip çıkan melekler hakkındaki şu sözleri; "Aranızda geceleyenler Rablerine yükselirler. O, kullarını daha iyi bildiği halde kendilerine sorar..»(40)

Haricîler hakkındaki şu sözü: «Bana inanmıyor musunuz ki, gökteki bana inanıp güvenmektedir»(41).

Rukye hadisindeki şu sözü: «Gökteki Rabbimiz, adın mukaddes Oldu »(42) Yine Ev'al hadisindeki şu sözü: "... Onun üzerinde Arş, Arş'm üzerinde Allah ve O, bu haldeyken ne yaptığınızı bilir»(43).

Ruhun kabzı ile ilgili hadîste de şöyle buyurmaktadır: «...Nihayet Allah'ın bulunduğu göğe o ruhu götürür»(44).

Ebû Davud'un «Sünen»inde Cübeyr b. Mut'im'den nakledilen bir rivayette şöyle denilmektedir: «Bir a'râbi Resûlüllah (s. a.v)'e gelerek: Ya Rasulallah, canlar sıkıntıya düştü; çoluk-çocuk aç kaldı ve mal yok olup gitti. Bizim için Allah'a dua et. Seninle Allah'tan şefaat diliyor ve Allah'la senden şefaat diliyoruz. Resûlüllah, Allah'ı teşbih etti (ve o kadar hiddetlendi ki, Ashabı üzerinde bile bu-nun etkisi görüldü. Sonra o a'râbiye şöyle dedi: Yazıklar olsun sana! Allah'ın ne demek olduğunu biliyor musun? Allah'la, kullarının hiçbirinden şefaat istenilmez. Allah'ın şanı bundan yücedir. Allah Arş'ı
üzeredir ve Arş'ı, gökleri ile yeri üzerindedir, işte şöyle (bu arada parmaklarını kubbe gibi yaptı)(45).

Câbir b. Abdillah' tan nakledilen sahih bir rivayette şöyle denilmektedir: «Resûlüllah (s.a.v.) Arafat günü hitap ettiği en büyük topluluğun bulunduğu sırada: «Tebliğ ettim mi?» diyordu. Hazır bulunanlar da «Evet» diyorlardı. Bu sırada Resûlüllah (s.a.v.) parmağını yukarıya kaldırdıktan sonra o topluluğa işaret ediyordu ve.-«Allah'ım, şahit ol» diyordu. Resûlüllah bunu birkaç defa tekrar etti(46)

Yine cariye ile ilgili hadîste belirtildiği üzere, Peygamber (s.a.v.) cariyeye Allah'ın nerede olduğunu sormuş, cariye «Göktedir» cevabını verince onun azad edilmesini emretmiş ve böyle söylemesinin imanına delil olduğunu kabul etmiştir. Allah'ın, yaratıkların yukarısında, yücelerde olduğuna işaret eden daha pek çok hadîs vardır.

Buna işaret eden icmâ delillerine gelince, Enes b. Malik'-den rivayet edilen, sahih bir nakilde şöyle denilmektedir: «Hz. Zeyneb, Resûlüllah'ın diğer hanımlarına karşı övünür ve: Sizleri aileniz evlendirdi, beni ise yedi göğün yukarısından Allah evlendirdi, derdi(47)



Alimlerin görüşleri;

Hammad b. Zeyd'i duydum - Cehmiyye'den bahisle -: Onlar, gökte bir şey yoktur, demeğe gayret ediyorlar. İbn Ebi Hatim de, - Basra ehlinin ilimde, dinde imamı - Said b. Âmir ed-D a b ' i' nin yanında Cehmiyye'den söz edildiğini, bunun üzerine onun: Onların görüşü Yahudi ve Hıristiyanlardan daha kötüdür. Bütün din sahipleri müslümanlarla birlikte, Allah Teâlâ'nın Arş üzerinde olduğunu söylüyorlar, bunlar ise, Arş üzerinde bir şey yoktur dediklerini söylediğini nakleder.

İmamlar imamı Muhammed b. İshak b. Huzeyme de şöyle demektedir: Allah'ın, göklerinin yukarısında, Arş'ın üzerinde ve yaratıklarının dışında olduğunu söylemeyen, tevbe etmeğe davet edilir. Tevbe ederse, ne âlâ. Etmeyecek olursa, boynu vurulup çöplüğe atılır. Böylece hem kıble ehli, hem de zımmîlerin ondan dolayı eziyet görmeleri önlenmiş olur.

İmam Ahmed'in rivayetine göre Şurayh b. en- Nu' man dedi ki: Abdullah b. Nafi' es-Saiğ dedi ki: Malik b. Enes'in şöyle dediğini duydum: Allah göktedir, ama ilmi her yerdedir. İlminden boş hiçbir yer yoktur.

Evzaî -ki Etbau'Tabiin döneminde dört imamdan biriydi: Hicaz ehlinin imamı Mâlik; Şam ehlinin imamı Evzaî; Basra ehlinin imamı Leys ve Irak ehlinin imamı da Sevrî idi - Tabiîn döneminde Allah'ın Arş'ın üzerinde olduğuna ve sem'î sıfatlarına imanın meşhur ve yaygın olduğunu belirtmiştir. Evzaî bu sözünü, Allah'ın Arş'ın üzerinde oluşunu ve sıfatlarını reddeden Cehm'in ortaya çıkışından sonra söylemiş, böylece Selefin, C e h m ' in görüşünün aksine bir görüşe sahip olduklarım ifade etmiştir.

Hallal - tamamı imam olan kişilerden müteşekkil - bir sened-le Süfyân b. Uyeyne' nin şöyle dediğini nakletmektedir: Râbia b. Ebî Abdirrahman'a «O Rahman Arş'a istiva etti» âyetinin anlamı soruldu: Nasıl istiva etmiştir? Cevaben dedi ki: İstiva meçhul değildir. Nasıllığı ise akılla bilinmez. Risalet, Allah'tandır; Resulün görevi tebliğ, bize düşen de tasdik etmektir.

Râbia b. Ebî Abdirrahman'nı talebesi Mâlik b. E n e s' ten de böylesi, ya da benzeri bir rivayet nakledilmiştir.

İmam Şafiî şöyle demiştir:
Ebû Bekir'in hilâfeti hak olup Allah gökte buna hükmetmiş ve kullarının kalbini Ebû Bekir'-in hilâfeti üzere birleştirmiştir.

Sadece Şafiî' nin bu konuda söyledikleri derlense yeterli olurdu. Şafii 'nin ashabından Abdülaziz b. Yahya el-Kinâ-ni el-Mekki «er-Reddü alel-Cehmiyye» isimli kitabında «ulüvv mes'elesi» ni inceleyerek Allah'ın Arş'ın üzerinde olduğunu ifade etmektedir. Gerçekte hadîs, fıkıh, sünnet ve tasavvuf ehlinden olup da İmam Şafiî'ye meyledip bu konuda söz söylememiş kimse hemen hemen yok gibidir.

Senedlerle Ebû Hanîfe' den
rivayet edilen meşhur «el-Fık-hu'1-Ekber» isimli kitapta Ebû Muti' el-Hakem b. Abdil-1 ah'tan şöyle dediği nakledilir.

Ebû Hanîfe'ye «el-Fıkhu'1-Ek-ber»i sordum. Dedi ki: işlediği herhangi bir günahtan dolayı kimseyi tekfir etmemendir. Ebû Hanife sözü nihayet şuraya getirir:Rabbim gökte midir, yoksa yerde midir, bilmiyorum diyen küfre girmiştir. Çünkü Allah: «O Rahman Arş'a istiva etmiştir» buyurmaktadır. Arş'ı da yedi göğün yukarısındadır. Dedim ki: Eğer Allah Arş'ın üzerindedir ama Arş gökte midir, yoksa yerde midir, onu bilmiyorum derse ne olur? Yine kâfir olur, dedi. Allah'a dua edilirken yukarıya doğru dua edilir, aşağıya doğru değil.


Ali b. el-Medinî'ye
: «Üç kişi, aralarında fısıltı ile konuşurken dördüncüleri mutlaka Allah'tır....»(48) âyeti soruldu. Cevap olarak, âyetin öncesini okuyun dedi. «Görmez misin Allah, göklerdekini ve yerdekini hep bilir»(49).

Ebû İsa et-Tirmizî'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir:

«Allah, kitabında vasfettiği gibi Arş üzerindedir. İlim, kudret ve hâkimiyeti ise, her yerdedir.
Hanefî imamlardan Ebû Yûsuf'a, Müreysî' nin, haberi sıfatları ve Allah'ın Arş'ın üzerinde oluşunu inkâr ettiği haberi geldiğinde, onu kırbaçlamak üzere harekete geçmiş, ancak Müreysî kaçtığından arkadaşını fena halde kırbaçlanılmıştır. Ebû Hanife'-nin ashabından bu konuda nakledilenler sayılamayacak kadar çoktur.


İmam Mâlik' ten de, Cehm'in görüşüne çağıranların tevbe etmelerinin isteneceği ve peşlerinden namaz kılınmayacağı nakledilmiştir. Mâlik'in ashabından meşhur İmam Muhammed b. Abdillah b. Ebî Zemeneyn «Usûlü's-Sünne» konusunda yazdığı kitabında şöyle demektedir:

Sünnet Ehlinin görüşlerinden biri de: Allah'ın Arş'ı yarattığı, bütün yaratıkların üstünde yükseklik ve yukarıda oluşu Arş'a tahsis ettiği, sonra da: «O Rahman Arş'a istiva etti» âyetinde buyurulduğu üzere, dilediği gibi Arş'a istiva etmiştir. Uzak olup görünmeyen O sübhan, ilim ve kudretiyle yakındır.
Ahmed b. Hanbel ve ashabına gelince, onlar bu konuda daha meşhurdur. Eş'arî ekolünün kendisine nisbet edildiği E b û' 1 -Hasen Ali b. İsmail el-Eş'arî de îbn Hanbel'e uymuş ve şöyle demiştir:

Eğer biri: Mutezile, Kaderiyye, Cehmiyye, Harûriyye, Rafize ve Mürcie'nin görüşlerini reddediyorsunuz, peki sizin görüşünüz nedir? diyecek olursa, deriz ki: Görüşümüz ve Allah'a bağlandığımız din;

Rabbimizin Kitab'ına, Peygamberimiz Muhammed'in sünnetine, sahabe, tabiin ve hadis imamlarından yapılan rivayetlere sarılmaktır. Biz buna bağlıyız. Ahmed b. Hanbel'in-Allah yüzünü ağartsın, derecelerini yükseltsin ve ona bol bol sevap versin - söylediklerini söylüyoruz. Onun görüşlerine aykırı görüşlere karşı çıkıyoruz. Çünkü faziletli imam, kâmil önder odur. O öyle biridir ki, sapıklık ortaya çıktığında, Allah hakkı onunla açıkladı, izlenecek yolu gösterdi. Bid'atçıların bid'atlarını onunla giderdi. Aldatanların aldatmasını, şüphecilerin şüphelerini onunla yok etti. Allah'ın rahmeti onun üzerine olsun, o, önde giden bir imam, değeri büyük bir kimseydi.

Özet olarak deriz ki: Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, onların Allah'tan getirdiklerine ve güvenilir râvilerin Rasûlüllah (s.a.v.)'den rivayet ettiklerine inanırız. Bunlardan hiçbir şeyi reddetmeyiz. Allah birdir ve kendisinden başka ilâh yoktur. Tektir, hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde, her şey O'na muhtaçtır. Ne eşi, ne de çocuğu vardır. Muhammed, O'nun kulu ve elçisidir. Onu hidayet ve hak dinle göndermiştir. Cennet, haktır. Kıyamet mutlaka kopacaktır, bunda şüphe yoktur. Allah, kabirdekileri diriltecektir. Allah, Arş'ı üzere istiva etmiştir. Nitekim O şöyle buyurmaktadır: «O Rahman ki Arş'a istiva etmiştir»(50), ihtilâf ettiğimiz hususlarda Rabbimizin kitabına, Peygamberimizin sünnetine ve müslümanların icmâına müracaat ederiz.

E ş ' a r î nihayet şöyle der: Biri çıkıp: İstiva hakkında ne dersiniz? diyecek olursa, deriz ki: Allah Arş'ı üzerine istiva etmiştir. Nitekim O, şöyle buyurmaktadır: «O Rahman Arş'a istiva etmiştir».


Karşı görüşler tamamen mesnetsiz, delilden gerçeklikden uzak kendi itikadının ALİM ilan ettiği TASAVVUF ehlinin sözlerinden ibarettir.

Konuyu son kez toparladım artık diyecek sözüm yok..!!
 
E

Ebu İbrahim

“ Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım ” ZARİYAT : 56

Namazları ve orta namazını (üstlerine düşerek, titizlik göstererek) koruyun ve Allah'a gönülden boyun eğiciler olarak (namaza) durun. (2/238)

Namazları ve orta namazını (üstlerine düşerek, titizlik göstererek) koruyun ve Allah'a gönülden boyun eğiciler olarak (namaza) durun. (2/238)

Yeryüzünde adım attığınızda (yolculuğa ya da savaşa çıktığınızda), kafirlerin size bir kötülük yapmalarından korkarsanız, namazı kısaltmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Şüphesiz kafirler, sizin apaçık düşmanlarınızdır. (4/101)

İçlerinde olup onlara namazı kıldırdığında, onlardan bir grup, seninle birlikte dursun ve silahlarını (yanlarına) alsın; böylece onlar secde ettiklerinde, arkalarınızda olsunlar. Namazlarını kılmayan diğer grup gelip seninle namaz kılsınlar, onlar da ‘korunma araçlarını' ve silahlarını alsınlar. Küfredenler, size apansız bir baskın yapabilmek için, sizin silahlarınızdan ve emtianız (erzak ve mühimmatınız)dan ayrılmış olmanızı isterler. Yağmur dolayısıyla bir güçlüğünüz varsa veya hastaysanız, silahlarınızı bırakmanızda size bir sorumluluk yoktur. Korunma tedbirlerinizi alın. Şüphesiz, Allah kafirler için aşağılatıcı bir azab hazırlamıştır. (4/102)


Bir de: "Namazı kılın ve O'ndan korkup-sakının (diye de emrolunduk.) Huzuruna (götürülüp) toplanacağınız O'dur. (6/72)

İşte bu (Kur'an), önündekileri doğrulayıcı ve şehirler anası (Mekke) ile çevresindekileri uyarman için indirdiğimiz kutlu Kitaptır. Ahirete iman edenler buna inanırlar. Onlar namazlarını (özenle) koruyanlardır. (6/92)


“ Hep Allah’a dönüp itaat edin,O’ndan korkun ve namazınızı kılında müşriklerden olmayın ” RUM : 3

Ömer Radiyallahu anh'den; "Namazı terk edenin İslam' dan nasibi yoktur."490

Ali radiyallahu anh'den; "Namaz dinin direğidir. Her kim ki namaz'ı kılmazsa o kâfirdir "491

Abdullah İbnu Amr (radiyallahu anh)'dan, dedi ki: "Namaz'ı terk edenin dini yoktur."492

Ebû'd-Derda (radiyallahu anh)'dan, şöyle dedi: "Namazı olmayanın imanı da yoktur."493

Ebû'd-Derda (radiyallahu anh)'dan şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Her kim farz bir namazı vaktinden çıkıncaya kadar terk ederse bütün amellerini iptal etmiştir."494

Enes İbn Malik r.a’dan şöyle dedi : Nebiyyi s.a.v buyurduki : Kişi ile şirk arasında namazı terketmekten başka bir şey yoktur. Onu terk ettiği zaman şirk koşmuştur. İBN MACE : 3.c.1080.N

Ebu Süfyan’dan,dedi ki : Ben Cabir’den duydum şöyle diyordu : Ben Nebiyyu s,a.v’den işittim şöyle bururuyordu : Şüphesizki kişi ile şirk ve küfür arasındaki şey sadece namaz’dır. MÜSLİM : I.C.82.N - EBU DAVUD: 5.C,4678.N

Bureyde r.a’dan şöyle dedi : Resulullah s.a.v bururduki : Bizlerle onların arasındaki ahd namaz’dır. kim bu namazı terk ederse kafir olur. }TİRMİZİ : 4.C.2756.N – NESEİ : 1.C.462.N – İBNİ MACE : 3.C.1079.N

{ ... Enes İbn Malik r.a’dan.şöyle dedi : Nebiyyu s.a.v şöyle dedi : Her kim ki kasden namazı terkederse açıkca küfre düşmüştür. }
HAYSEMİ M.ZEVAİD : 1/295 - TABERANİ EVSAT


{ … İbnu Mes'ud r.a'dan, " Kim namazı terkederse kâfir olur " dedi. }

TABERANİ KEBİR : 8939 – ACURRİ ŞERİA : 133 DE SAHİH OLARAK

{ … Câbir İbnu Abdillah r.a'dan : " namaz kılmayan kâfir'dir " dedi. }

İBNU ABDİL BERR TEMHİD :4/225

{ … İbnu Abbas r.a'dan, şöyle dedi : Her kim ki namaz'ı terk ederse kâfir olmuştur. }

MUHAMMED İBNİ NASR KİTABU’S SALAT : 939 - İBNU ABDİL BERR TEMHİD : 4/225

{ … Ali İbnu Ebi Talib r.a'dan, şöyle dedi : Her kim ki namaz'ı kılmazsa o kâfirdir. }

MUHAMMED İBNİ NASR KİTABU’S SALAT : 933 - ACURRİ ŞERİA : 135 – İBNİ EBİ ŞEYBE : 10485 – ŞUABUL İMAN : 41


{ … Ebû Hureyre r.a'dan, şöyle dedi : Resûlullah s.a.v'in Ashabı namaz'dan başka hiç bir amelin terkini küfür olarak görmezlerdi. }
HAKİM : 1/7 – TİRMİZİ : 4.C.2757.N – İBNİ EBİ ŞEYBE : 10495 - S. SAHİHA : 1/130

{ … Mücahid İbnu Cebr r.a'dan, O da Câbir İbnu Abdullah r.a'dan, Allah Resulüne arkadaşlık yapmış birisidir. Kendisine dedim ki : Allah Resulü s.a.v'in zamanında, sizce amellerden, küfür ile iman'ın arasını ayıran ne idi ? .. O da : " namaz " diye cevab verdi. }

MUHAMMED İBNİ NASR KİTABU’S SALAT : 892 – HİBETULLAH ET TABERİ USULU’S SÜNNE : 1538


{ ... Ömer İbnu’l Hattab r.a’dan,şöyle dedi : Adamın biri gelerek Resu-lullah s.a.v’e şöyle dedi : Ya Resulallah,Allah katında İslam’da en efdal olan nedir,söylermisin ? .. Resulullah s.a.v namaz kılmaktır,dedi. Zira namazı terkedenin dini yoktur. }

BEYHAKİ ŞUABU’ L İMAN – EL-KENZ : 21618.N

{ ... Ubadet İbnu Samit r.a’dan.şöyle dedi : Resulullah s.a.v bize şöyle tavsiyede bulundu : Allah’a hiç bir şeyi ortak koşmayın. Namazı’da bilerek terketmeyin. Her kim ki kasden namazı terkederse İslam milletinden çıkmıştır. }

MUHAMMED İBN NASR K.SALAT : 920 - HİBETULLAH TABERİ USULU’S SÜNNE : 1523.N

Ama maalesef bütün bu delillerin ortaya koyduğu gerçeğe rağmen, Namazı bilerek terketmenin şirk ve küfür olmadığını isbat için bazı hadisleri te’vil ederek veya onlara kastedilmeyen manalar yükleyerek, bu azim ibadetin insanlar üzerindeki sorumluluğu adeta sulandırılmıştır…

Hatta konu hakkındaki verilen bu yanlış fetvalardan dolayı,bu azim ibadeti terkedenler dahi görülmektedir…Nedeni ise ? … Aynen sair ibadetlerin yapılmadığında nasıl ki Allah’ın bağışlama ümidi var ise, bunda da aynı ümit taşınmakta, dolayısıyle : “ nasıl olsa kafir olmuyoruz, Allah bunu da affeder “ mantığı ile hareket edilmektedir.

{ … Abdullah İbnu Amr, İbn'l-As r.a'dan o da Resûlullah s.a.v'den, naklederek şöyle dedi : Bir gün Resûlullah s.a.v namaz'dan konuştu. Dedi ki : " Her kim şu beş vakit namazı muhafaza ederse, namazı, kıyamet gününde ona nur, burhan ve nacat olur. Her kim ki de ; beş vakit namazı muhafaza etmezse kıyamet gününde ona ne burhan ne nur ve ne de necat olur. " Kıyamet gününde de Karun'la, Haman'la, Firavn'la ve Ubeyy ibnu Halefle beraberdir " }

AHMED : 2/169 – DARİMİ : 2/301 – İBNİ HİBBAN : 1448 – ACURRİ ŞERİA : 135

İbnu Kayyım r.h " kitabu's-salat " isimli eserinde bu Hadis'i Şerifi naklettikten sonra şöyle diyor : Namazı terk edenin hasseten bu dört kişi ile beraber olacaklarının zikredilmesinin sebebi şudur ki, bu dört kişi küfür önderleridir. Burada bedi'i bir işaret vardır. Zira namazı terk eden, malının, mülkünün, riyasetinin veya ticaretinin meşkuliyyeti ile terk eder. Her kim ki, malının meşkuliyetiyle namazı terk ederse, " Karun'la " beraberdir. Mülkünün meşkuliyeti sebebiyle terk eden de " Firavn'la" heraberdir. Riyasetinin sebebiyle terk eden ise " Haman'la " beraberdir. Ticaretinin meşkuliyeti sebebiyle terk eden de " Ubeyy ibnu Halefle "
beraberdir.
 

Ahmed Muhammed

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 May 2010
Mesajlar
861
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
30
Arap ve İbrani dillerinin temel bir özelliği olan sembolik deyimleri bilmeyen bazı kimseler,Kur'an'da geçen bir kısım ifadelerden yola çıkarak Allah'a mekân isnat etmeye kalkışmışlardır.Söz konusu iddialarına delil olarak sundukları Kur'an ayetlerine kısaca göz atalım:

"Yüceler yücesi olan Allah'ın sizi yerin dibine geçirmesinden emin mi oldunuz? O zaman bir de bakarsınız yer çalkalanıp duruyor. Yahut O'nun size taş yağdıran bir kasırga göndermesinden emin mi oldunuz? Fakat bu tehdidimin ne demek olduğunu yakında öğrenirsiniz!" (Mülk Suresi, 67/16 ve 17)

1. Ayette geçen "men fissemai" ifadesinden Müfessirler farklı anlamlar çıkarmıştır. Fahruddin Razi bu manaları şöyle açıklamıştır:

Razi, Allah’ın semadan rahmetinin tecellisi olan suyu göndermesi gibi, pek çok kavimleri de semadan gelen musibetlerle helak ettiğini örnek vererek Ayeti şöyle açıklar: “Allah'ın, gökten gelecek bir azabı ile sizi yere geçirivermeyeceğinden emin mi oldunuz?”

Yine Razi aynı ayet için yaptığı diğer bir yorumunda ise bu ifadenin “Yüceler Yücesi” manasında da kullanılabileceğine dikkat çekerek ayeti : “Yüceler Yücesi olan Allah’ın sizi yere geçirivermeyeceğinden emin mi oldunuz ?” şeklinde yorumlamıştır.

Diğer bir yorumunda ise semavat tabakalarında bulunan ve azap meleği olan Cebrail (AS) ın kastedilebileceği kanaatine göre “Allah’ın semavatda bulunan azab meleği Cebrail’in (AS) sizi yere geçirivermeyeceğinden emin mi oldunuz?” manalarına yer vermektedir. (1)

2. "Onlar istiyorlar ki; Allah ve melekler beyaz buluttan gölgeler içinde gelsin de, helaklerine dair emir tamam olsun. Hâlbuki bütün işlerin dönüşü Allah’ adır." (Bakara Suresi, 2/210) Bu ayetteki "Allah'ın gelmesi" deyimi, bütün İslâm düşünürlerince "Allah’ ın azabının gelmesi" manasını taşımaktadır.

Bu mana, Nahl Sûresi'nin şu iki ayetinde açıkça görülmektedir:

"Onlardan öncekiler de peygamberlerine karşı hileler kurmuşlardı. Derken, Allahın emri, onların binalarına temellerinden erişti de, tavanları tepelerine göçtü. Böylece azap, onlara hiç farkına varmadıkları bir taraftan geliverdi." (Nahl Suresi, 16/26)

"O kafirler, kendilerine ölüm meleklerinin gelmesinden yahut rabbinin azap emrinin erişmesinden başka bir şey mi bekliyorlar?" (Nahl Suresi, 16/33)

Görüldüğü gibi, mekândan münezzeh olan Allah'a mekân isnat etmenin, ayet ifadeleriyle bağdaşır bir tarafı yoktur.

(1) Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 22/21-22: Bkz. İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/513-515.

kaynak:sorularlaislamiyet

Allahü Teala her türlü zaman ve mekandan münezzehtir.Ona mekan isnat etmek yanlıştır.Ehl-i sünnet âlimlerine uyanlara selamlar olsun.
 

Ahmed Muhammed

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 May 2010
Mesajlar
861
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
30
İmam-ı a'zam Ebu Hanife'nin akidesini açıklayan (er-Reddü'ala eshabi'l-heva el-müsemma Kitabu's-sevadi'l-a'zam 'ala mezhebi'l-İmami'l-A'zam) kitabında şöyle yazılı:

"Mü'minin Allahü Teâlâya mekân, gelmek, gitmek ve mahlukların sıfatlarından herhangi bir sıfatı isnad etmemesi lazımdır. ...Kul, Cenab-ı Hakk'ın bir mekânda bulunmadığını, mekâna ihtiyacı olmadığını, Arşın onun kudretiyle ayakta durduğunu bilecek, gidip gelme gibi sıfatları kendisine izafe etmeyecek." (Sevadi'l-a'zam, 46. mesele, Bedir Yayınevi)

İmam Ebû C'afer et-Tahâvî'nin naklettiği "Akîde"de şöyle denmektedir:

"Allahü teâlâ, varlığı için birtakım sınır ve son noktalar bulunmasından, erkân, aza ve edevattan yüce ve beridir. Mahlukatı ihata eden altı yön O'nu ihata edemez."

Buna Abdülganî el-Guneymî el-Meydânî'nin izahı şöyledir:

"Allahü teâlâ'yı altı yön ihata edemez. Zira Allahü teâlâ o altı yönü yaratmadan önce de var idi ve O, önceden nasıl idiyse şimdi de öyledir. Diğer varlıklar ise böyle değildir…" (el-Meydânî, Şerhu'l-Akîdeti't-Tahâviyye, 75.)

Hasan Kâfî el-Akhisârî de şu izahı yapar:

"Çünkü altı yön muhdestir ve altı yön tarafından ihata edilmiş olmak, muhdes alemin özelliklerindendir. Allahü teâlâ ise kadimdir. O var iken ne mekân, ne zaman, ne üst, ne alt, ne de başka birşey vardı! Altı yönün sair mahlukatı ihata etmesi gibi herhangi bir şey O'nu içine alamaz, ihata edemez. Bilakis ilmi, kudreti, kahrı ve saltanatı ile O her şeyi ihata eder; gökte ve yerde O'nun ilminden zerre miktarı bir şey bile gizli kalmaz.." (Hasan Kâfî el-Akhisârî el-Bosnevî, Nûru'l-Yakîn fî Usûli'd-Dîn, 157.)

İmam Ebû Hanîfe şöyle yazmıştır:

"Allahü teâlâ, kendisi için bir ihtiyaç ve (Arş'ın üzerine) istikrar (yerleşme, mekân tutma) olmaksızın Arş'a istiva etmiştir. O, Arş'ı da diğer mahlukatı da korumaktadır. Eğer (Arş'a ve bir yerde yerleşip mekân tutmaya) muhtaç olsaydı, tıpkı mahluklar gibi alemi yoktan var etmeye ve idareye muktedir olamazdı. (Bir mekânda) oturmaya ve karar kılmaya muhtaç olsaydı, Arş'ı yaratmadan önce Allah teâlâ nerede idi? Yüce Allah bundan münezzehtir." (İmam Ebû Hanîfe, el-Vasıyye, 73.)

İskilipli Atıf Hoca Mir’atü’l-İslam risalesinde şöyle diyor:

Mekândan, sağ, sol, arka, ön, alt, üst gibi cihetten ve yerlerde, göklerde bulunmaktan münezzehdir. Binaenaleyh, Cenab-ı Hak her yerde hâzır ve nâzırdır demek, ilm-i ilahisi her şeyi ihata edicidir, demektir. Yoksa zat ve vücudu her yerde hâzır ve nâzırdır, demek değildir. Çünkü buna itikad küfürdür. Cenab-ı Hakkın mekândan münezzeh olduğunu isbat için deriz ki: Mekân, duracak mahal demektir. Bu dünyanın maddesi ve kendisi yaratıldıktan sonra mekân da vücuda gelmiştir. Halbuki dünyanın kendisi ve maddesi [ve yıldızlar ve gökler] ve mekân yokken Cenab-ı hak mekânsız olarak vardı. Madem ki mekân yaratılmazdan evvel Cenab-ı Hak mekâna muhtaç değildi, mekânsız olarak var idi. Mekân yaratıldıktan sonra da ona ihtiyacı yoktur. Binaenaleyh, mekândan münezzehdir.

İmam eş-Şâfi'î, kendisine nisbet edilen el-Fıkhu'l-Ekber isimli eserde şöyle der: "Eğer "Allahü teâlâ, "Rahman Arş'a istiva etmiştir" buyurmuştur" denirse şöyle cevap verilir:

"Bu (türlü) ayetler bunlara ve benzerlerine, ilimde derinleşmek arzusunda olmayan kimseleri cevap vermede şaşkınlığa sürükleyen müteşabihattandır. Yani bu kimseler bu türlü ayetleri olduğu gibi kabul edip, araştırma yapmamalı ve bunlar üzerinde konuşmamalıdır. Çünkü kişi ilimde rüsuh (derin kavrayış) sahibi olmadığı zaman şüpheye ve vartaya düşmemekten emin olamaz. Onun, Allahü teâlâ'nın sıfatları hakkında, zikrettiğimiz gibi inanması gerekir. Allahü teâlâ'yı hiçbir mekân ihata edemez. O'nun üzerinden zaman geçmez. O, hudut ve son noktalara sahip olmaktan münezzehtir; mekân ve yönlerden müstağnidir. "O'nun benzeri hiçbir şey yoktur." (42/eş-Şûrâ, 11) (İmam eş-Şâfi'î, el-Fıkhu'l-Ekber, 17.)

Kadızade Ahmed Efendi, İmam-ı Birgivi’nin kitabının şerhinde şöyle diyor:

Gökte ve yerde değildir, mekândan münezzehdir. ..Mekân ve zaman O’nun şanına muhaldir. ..Sağda, solda, önde, arkada, üstte ve altta değildir....Allahü teâlâ cisim ve cismani olmakdan münezzehdir. Bir tarafda [cihette] olmaktan da münezzehdir. Zahirüyyun taifesi Allahü teâlâ için tarafı var dediler. Hatta İbni Teymiyye ve yolundakiler, Allahü teâlâ üst taraftadır dediler.” (Birgivi Vasiyetnamesi Şerhi, s.24).

Ahmed Ziyâuddin Gümüşhanevî şu bilgileri naklediyor:

"Hazret-i Ali'ye radıyallahü anh (Allahü teâlâ Arş'ı yaratmadan önce nerede idi?) diye sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: (Nerede kelimesi mekân ifade eder, Allahü teâlâ mekândan münezzehdir.)''

Câfer-i Sâdık, Allah'ı bilmek üç kelime ile olur diyerek, o kelimeleri şöyle sıralamaktadır:

1. Allah bir şeyden yaratılmadı.
2. Bir şeyin içinde de değildir.
3. Bir şeyin üzerinde de değildir. Çünkü bu sıfatlar, kulların sıfatlarıdır.

Bu hususlar Bahrü'l-Kelâm ve Hulâsa isimli kitaplardan nakledilmiştir." (Ahmed Ziyâuddin Gümüşhanevî, Camiu'l-Mütun, Bedir Yayınevi, 7. Baskı, İstanbul 1996; s.48.)
 

Ahmed Muhammed

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 May 2010
Mesajlar
861
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
30
Cenab-ı Hak bütün yaratılmış şeylerden münezzeh ve müberradır. Onun zatı hakkında ne düşünülürse düşünülsün ondan müberradır. Çünkü insan aklı onu anlayamayacaktır.

İnsan bedeninde bulunan ruhun mahiyetini insan aklı kavramaya güç yetirememektedir. Allahın yarattığı bir mahluku anlayamayan insanın onu yaratanı anlaması elbette mümkün değildir.

Öncelikle, şurası iyi anlaşılmalıdır ki bir şeyin varlığını bilmek ayrıdır, mahiyetini bilmek ayrıdır. Kainatta bir çok şey vardır ki; akıl onların varlıklarını apaçık bildiği hâlde mahiyetlerini kavrayamamaktadır.

Mesela insan, bir fizik kanuna olan yerçekimini bildiği ve hatta o kanuna tabi olduğu hâlde, onun mahiyeti hakkında hiçbir fikir sahibi değildir. Annenin, evladına sarılmasıyla varlığını anladığımız şefkat hissinin nasıl bir his olduğu konusunda yine hiç kimse bir fikir sahibi değildir. Ruh, elektrik, hayal gibi hususların varlığı nasıl apaçık bir hakikat ise onların mahiyetlerinin bilinmemesi de aynı derecede açık bir hakikattir.

Akıl ile anlaşılamayacak konuları anlamaya, izaha zorlanmak; demagojidir, cehalettir. Bu davranışıyla insan, doğru düşünce kulvarından sapar ve altından kalkamayacağı ve sonuçta kendisinin helâkine sebep olacak ağır bir yükün altına girer.

Eser ustasının idrak edip anlayamayacağı gibi, akıl da kendisini yaratanın mahiyetini anlamaktan acizdir. Çünkü akıl, yaratılmıştır ve sanat eseridir ve sınırlıdır. Görmenin, işitmenin kısaca beş duyunun sınırlı bir algılama sahası olduğu gibi, aklında belirli bir anlama sahası, sınırlı bir algılama gücü vardır. Cenabıhakk’ın kudsî mahiyetini anlamak, idrak etmek, aklın idrak ve intikal sahasının dışındadır.

Şurası bilinen bir gerçektir ki;
insan değil Allah’ın zatını, kendi ruhunun, hayalinin, vicdanının dahi mahiyetini kavrayamaz. Çünkü saydığımız bu özellikler cismanî olmadığından dolayı, akıl onlara bir suret giydiremez, bir şekil veremez. Mesela, hayal için; uzunluk-kısalık, büyüklük-küçüklük, söz konusu olmadığından, akıl onlara bir şekil veremez ve bir sınır çizemez. Bununla birlikte hiçbir insan, mahiyeti bilinmemen bu duyguyu inkâr da edemez.

Kendi mahiyetini bilmekten aciz olan insanın, bütün akılların, hayallerin, ruhların, hislerin, vicdanların, hafızaların ve meleklerin yaratıcısı olan Allah’ın kutsi mahiyetini anlamaya zorlanması, en büyük bir cehalet ve demagojidir.


Allah’ın bütün sıfatları, sonsuzdur, sınırsızdır ezelî ve ebedîdir. Akıl, ise sınırlıdır ve sonradan yaratılmıştır. Sınırlı olan sınırsız olanı, başlangıcı ve sonu olan, ezelî ve ebedî olanı elbette kavrayamaz. İşte gerçek anlamda idrak ve doğru algılama, insanın Allah’ın mahiyetini algılamaktan aciz olduğunu anlaması, idrak etmesidir.

İnsan aklı, bilinmeyene bilinenden, soyuta somuttan, zora kolaydan, genele özelden gitme eğilimindedir. Yüce Allah’ın, eşi, benzeri, ortağı, dengi yoktur ki; insan, kıyas ve temsil yoluyla; deney ve tecrübe vasıtasıyla, düşünce ve hayal aracılığıyla onun kutsi hakikatini anlamaya yol bulabilsin.

Aklın, Allah’ın mahiyetini idraki, mantıksal olarak da çelişkiyi gerektirir. Çünkü o hâlde sınırlı, sınırsızı; sonradan olanın başlangıcı olmayanı kapsaması gerekir. Bu ise imkânsızdır. Akıl, Allah’ı varlığı zorunlu, kudreti sınırsız, iradesi sonsuz, ilmi her şeyi kuşatan olarak bilmekle sorumludur. Zaten yaratılış amacı da budur. Şu hâlde Allah’ın kutsal mahiyeti ne idrak ne hayal ne hissedilebilir. Akılla anlaşılan ve duygularla algılanan her şey mahluktur. Allah’ın varlığı bu dünyada, ancak aklın nuruyla görülür, kalbin sezgisiyle sezilir.

Evet, aklın görevi, Allah’ın kainatta yansıyan büyüklük ve yüceliğini, kudret ve hakimiyetini ve yarattıklarında ortaya koyduğu sınırsız estetik dizaynı ve kulları için yaptığı lütuf ve yardımları gözlemlemek derinden derine düşünmektir.

Mehmet Kırkıncı

Cenab-ı Hakk mekandan münezzehtir. Buna misal Güneş ışığı, ısısı ve yedi rengi vasıtası ile, dünyada ki bütün parlak şeylerde bulunur, her yerde sıfatları hükmünde olan ışık, ısı ve yedi renk ile görülür ve vardır fakat güneş kütlesi ve zatı itibariyle parladığı ve ışıklandırdığı hiç bir parlak şeyde bulunmaz. Demek güneş sıfatları ile dünyadaki tüm parlak şeylerde var fakat kütlesi ve zatı itibarı ile, dünyadaki hiç bir şeyin içerisinde değildir. İşte güneşe bu özelliği veren Allahımızın sıfatları ve mahiyeti elbette aklımızın anlayamadığı kadar mükemmeldir. Allah sıfatları ile, yani kudreti ilmi ve iradesi ile her yeri kuşatmıştır. Fakat zatı itibariyle hiç bir şeyin içerisinde değildir. Demek heryerde hazır olması, sıfatları itibariyledir. Fakat hiç bir mekanda olmaması ise, zatı itibariyledir. Çünkü, mekanı yaratan O'dur ve mekana muhtaç değildir.

Allah bize şah damarımızdan daha yakın olduğuna göre Ona yaklaşmayı nasıl anlamamız gerekiyor?

Cevap: Soruda geçen “yakın” ve “yaklaşma” ifadelerinin mesafe ve mekânla bir ilgisi yoktur. Allah’ın kuluna yakın olması, onun her türlü ihtiyaçlarını bizzat görmesi, bütün hücrelerinde her türlü icraatı kudret ve ilmiyle yapması, ona kendi nefsinden daha merhametli olması gibi manalar taşır. Kulun Allah’a yaklaşması ise onun razı olduğu bir kul olma vadisinde attığı adımlarla ilgidir. İmanındaki inkişaf, ilmindeki terakki, amelindeki ihlas onu Allah’a yakınlaştıran vasıtalardır.

Uzak, yakın, geçmiş, gelecek gibi ifadeler zaman ve mekânla ilgilidir. Maddî olan ve bir mekânda yer tutan varlıklar birbirlerine göre yakında veya uzakta bulunurlar. Maddeden ve mekândan münezzeh olan Allah, mekânın her yerindeki mahlûkatına onların nefislerinden daha yakındır. Keza, zamandan münezzeh olan Allah, zaman nehrinde akıttığı her bir varlığa onun nefsinden daha yakındır.

Allah’ın, mahlûkatına yakınlığı ve mahlûkatın ondan uzaklığı zaman ve mekân ölçüleriyle izah edilemez.

Bir misal: Siz okuduğunuz kitaba ondan daha yakınsınızdır; o kendisinde nelerin yazıldığını bilmez, siz bilirsiniz... Ve kitap sizden çok uzaktır, yani sizi anlamanın, tanımanın, seyretmenin çok gerilerindedir.

Kitabın ilk sayfasındaki bir kelime ikinci sayfadakine yakındır, onuncu sayfadakine ise uzaktır. Ama onları yazan ve bilen müellif, bunların hepsine aynı derecede, aynı seviyede ve aynı ölçüde yakındır. Hepsi, onun ilminde birlikte bulunurlar.

Yakınlık ve uzaklığın bir başka cihetini bize ders veren bir hadis-i kutsî: “Kulum bana nafilelerle yaklaşır...” Yakınlaşmanın mânevî olduğunu, kalbî ve ruhî olduğunu bu kutsî hadis ders veriyor bize... Nafile; farz ve vacipleri işledikten sonra kulun rabbine daha fazla yakınlaşmak, kalbini ulvî feyizlere daha ziyade açmak ve ömrünü rıza yolunda daha verimli harcamak niyetiyle yaptığı ibadetler, tefekkürler, ilticalar, şükürlerdir.

Böyle bir kul, Rabbine yaklaşma konusunda her gün biraz daha mesafe kat eder... Kat ettiği bu mesafeler de mânevîdir, rabbine yaklaşması da...

Büyük bir âlim düşünelim. Bu zâtın öğrencilerinin hepsi aynı mekânda bulunsunlar ve sıra ile ondan ders alsınlar. İlme henüz başlamış bir talebe, onun huzurunda oturup dersini aldığı zaman, o yakınlık içinde bir uzaklık vardır. Çünkü o genç adam, o büyük imamı, o dâhi âlimi anlamanın çok ötelerindedir. İlmi ilerledikçe hocasına daha çok yaklaşacak ve ona olan hürmeti, takdiri, hayreti gittikçe artacaktır...

Tahsilinin her safhasında, hocası o talebeye yakındır, onu yetiştirmekte, ilerletmektedir... Burada uzaklık hoca için değil, talebe için söz konusudur. Kâmil bir velîye mürit olmuş noksan bir insan da öyledir... Mânen terakki ettikçe onun ruh dünyasından, gönül âleminden daha fazla istifade edecektir. O büyük velî ise, o müridini mânevî terakkisinin her basamağında takip etmekle ona daima yakındır. Uzaklık mürşit için değil, mürit içindir.

Misallerden hakikate geçelim: Allah, kulunun madde ve mânâ âlemini daima terbiye etmekle, o kuluna onun nefsinden daha yakındır. Kul ise ancak belli sınırlar arasında iş görebilen noksan sıfatlarıyla, bütün sıfatları sonsuz olan Allah’ı hakkıyla anlamaktan çok uzak.

Alaâddin Başar (Prof. Dr.)
 

Ahmed Muhammed

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 May 2010
Mesajlar
861
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
30
Allah, mekandan ve zamandan münezzehtir. Sonsuz olan Allah'a yer ve zaman kaydı koymak uluhiyete aykırıdr.

Kur'an-ı Kerim ve hadislerde zahir manaları ile Cenab-ı Hakk'ın tenzih etme esası ile uyuşmayan bir takım sıfatlar varid olmuştur. Sırf nakil ve haberlerde geldiği için bu sıfatlara es-Sıfatül-haberiyye (haberlerde varid olan sıfatlar) denilmiştir.

Selef âlimleri, bu sıfatları, teşbihsiz, tecsimsiz (mahlukatın sıfatlarına benzetmeksizin ve cismiyet vermeksizin) temsilsiz ve keyfiyetini Allah'a havale ederek kabul etmişler ve bunlar hakkında herhangi bir te'vile gitmemişlerdir ve yorum yapmamışlardır.

İmam Eş'arî ile İmam Matüridî bu konuda selefin yoluna uymuşlardır.

Haşeviyye (sahih, zayıf demeyip buldukları her bilgiyi alıp bunların zahirlerine bağlananlar) ile Şia'dan bazıları haberlerde varid olan bu lafızların zahirine tutunarak teşbih vadisine düştüler. İlk defa Hişâm b. Hakem ve Hişâm b. Salim el-Cevâlikî, Allah Teâlâ'yı insana benzeterek O'na insanların organları gibi bir takım organlar isnad edip Müşebbihe ve Mücessime mezhebini ihdâs ettiler. Kerramiye mezhebinin kurucusu Muhammed b. Kerram da Yüce Allah'ın Arş'ın üzerinde durduğunu ve Arş'a temas ettiğini söylemiştir.

Eş'ariyye ve Matüridiyye kelâmcılarının müteahhirîni "müslüman halk bu lafızların zahirlerine bağlanarak Allah Teâlâ hakkında teşbihe düşer" korkusuyla haberî sıfatları mecaz manalarına hamlederek te'vil etmiş ve bunlara Cenab-ı Hakk'ın azametine layık olan birer manâ vermişler ve verdikleri manâ da kat'idir dememişler ve bunların murad edilen gerçek anlamını ve keyfiyetini Allah bilir demişlerdir.

Kur'an-ı Kerim de geçen haberî sıfatlardan örnekler ve müteahhirine göre anlamları:

1- İstivâ': Rahman olan Allah Arş üzerine istiva etmiştir" (Ta-Ha, 20/5). İstivâ'ya kalır, galebe, istilâ, hüküm, idaresi ve tedbiri altına alma, tasarruf, ulûvv (yücelik) anlamı vermişlerdir.

2- Yed, Yedeyn: Kudret, nimet, teşrif Rabbi şöyle demişti:" Ey iblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir" (es-Sad 38/75).

3- Vech: Zât, vücûd (bk. er-Rahman, 55/27).

4- Kabza: Kudret, mülk, tasarruf (bk. ez-Zümer, 39/67).

5- Yemîn: Tastamam kudret ve kuvvet (bk. ez-Zümer, 39/67).

6- Ayn, A'yün:
Basar sıfatına irca' olunur (bk. Ta-Ha, 20/39; Hud, 11/37). Nezâret, gözetim, bakım demektir. Muhafaza ve yardım etmeyi de ifade eder.

7- Cenb: Türkçede, yan ve kat anlamına gelen bu kelimeyi emir ve taat olarak yorumlamışlardır: "Her bir nefsin, Allah cenbinde (katında) işlediğim kusurlardan dolayı vay hasret ve nedametime diyeceği... "(ez-Zümer, 39/56).

8- İstihyâ: Türkçede utanmak anlamına gelen bu kelimeye; terk etmek, çekinmek, sakınmak (istinkaf) anlamını vermişlerdir: "Gerçekte Allah, bir sivri sineği ve bunun üstündekini (büyüğünü) mesel ve (misal) getirmekten çekinmez..." (el-Bakara, 2/26).

9- İtyân ve Meci':
Bu kelimelerin mahlukat hakkındaki gelmek, bir yerden bir yere intikal etmek anlamlarından Cenab-ı Hakk münezzehtir. "Ve cae Rabbüke" (Rabbinin emri geldi) (el-fecr, 89/22); "En ye'tiyehümullahü: Allah'ın âyeti ve azabının gelmesi " (el-Bakara, 2/210).

Cenab-ı Hakk, büyüklüğünü ve kemallerinin sonsuzluğunu kullarına anlatıp tanıtmak ve onların anlamlarını kolaylaştırmak için Kitab-ı Kerim'inde bu kelimeleri mecaz olarak kullanmıştır. Yoksa Cenab-ı Allah, haberî sıfatlardaki geçen bu kelimelerin mahlukâtı hakkında geçerli olan manalarından münezzehtir.

(Sa'deddin et-Taftâzânî, Şerhul-Makasıd, İstanbul 1305, II, s. 61-79, 108-111; Şerhul-Akaid, İstanbul 1310, s. 65-84; es-Seyyidü'ş-Şerif el-Cürcânî, Şerhul-Mevakıf, İstanbul 1239, s. 147, 471-479; İmam Zeyneddin Mer'î, Ekavilü's-Sikat Te'vilül-Esma-i ve's-Sı)at, Beyrut 1406/1985; Ahmet Asım, Merhu'f-Meâli Şerhul-Emali, İstanbul 1304; Abdüllatif Harput, Tenkihul Kelam, Abdüsselam, b. İbrahim el-Lakkanî, Şerh-ü Cevherati't-Tevhid; İzmirli İsmail Nakkı, Yeni İlm-i Kelam; Şehristanî, el-Milel ve'n Nihal).

kaynak:sorularlaislamiyet
 
E

Ebu İbrahim

İskilipli Atıf Hoca
Kadızade Ahmed Efendi,
Ahmed Ziyâuddin Gümüşhanevî
Mehmet Kırkıncı
Alaâddin Başar (Prof. Dr.)
kaynak:sorularlaislamiyet


işte konuya delil getire bildiği kişiler... tamamının tasavvuf ehli olması ne büyük tesadüf değilmi....?

ALLAH C.C un ayetlerinden, ALLAH RASULU S.A.S in HADİS' lerinden dahamı üstün tutyorsun bu adamların sözlerini.... işte siz bu sözleri söyleyebilecek adamların peşinden koşar AYET ve HADİS lere ters bile olsa onlar söylediyse vardır bi hikmeti der peşlerine körü körüne düşersiniz....


İşte ardına düşüp EVLİYA ilan ettiğiniz adamlardan bir tanesinin kendi elleri ile yazdıkları, ama size göre o söylediyse kesin bir hikmeti vardır.....

MEKTUBAT-I RABBANİ - 445.Mektup
445. MEKTUP
MEVZUU: Şeyh Şerafeddin Yahya Müniri tarafından söylenen şu cümlenin tahkiki:
-Salik kâfir olmadıkça, kardeşinin başını kesmedikçe, anası ile tezevvüc etmedikçe Müslüman olamaz.

NOT: İmam-ı Rabbani Hz. bu mektubu, Molla Şemseddin'e yazmıştır.


İstikameti bırakmayınız, ey Molla Şems!

Sormuşsunuz ki:

-Şeyhü'l-meşayih Şeyh, Şeyh Şerafeddin Yahya Müniri irşad'üs-salikin adlı risalesinde şöyle yazmıştır:
-Salik kâfir olmadıkça Müslüman olamaz. Kardeşinin başını kesmedikçe Müslüman olamaz. Anası ile tezevvüc etmedikçe Müslüman olamaz.
Söylediği bu cümlelerden muradı nedir?

Bilesin ki,
Burada küfürden murad, tarikat küfrüdür. Bu dahi, cem mertebesinden ibarettir. O cem mertebesi dahi, kapanma yeri, İslâm'ın güzelliği ile küfrün çirkinliği arasında imtiyazın olmaması makamıdır. Hatta, İslâm nasıl güzel görülüyorsa, küfür dahi, aynı şekilde güzel bulunmaktadır. Biri HADİ, biri MUDİLL isminin mazharı görülmektedir. Bunların her birinden bol hazza nail olunmakta ve her ikisinden de lezzet alınmaktadır.



Burada anlatılan o küfürdür ki, Hüseyin b. Mansur Hallaç ondan şöyle haber vermiş, onda olmuş ve onun üzerine ölmüştür: Küfrettim Allah'ın dinine ki, küfür vaciptir; Bence, amma katında Müslümanların kabihtir...


Sofiyenin şathiyatı (vecdin ve halin galebesi ile söylenen aşırı sözler) arasında şu cümleler vardır:

-ENEL-HAK... (Hak ben...)
-Cübbemin içinde Allah'tan başka yoktur...
-Sübhanım, şanım ne kadar büyük



peşine düştüğünüz insanlara dikkat edin sözlerine dikkat edin, namazlarnızı tam ve vaktinde kılın iş, para, memuriyet yüzünden bunlar gibilerin telkinlerine aldanıp kaza ederim diye aldanmayın, NAMAZIN KAZASI YOKTUR, EDASI VARDIR oda uyuya kalır, yada bayılırda vakit geçerse, bir vakit namazı bile bile terk eden kafir olur ve tüm amelleri iptal olur....TASAVVUF ve TARİKAT telkinlerine kanmayın.... ALLAH C.C ve RESULU S.A.S e tabii olun, Rehberiniz;

“Benden sonra size sünnetimi ve reşid, hidayete ermiş halifelerimin sünnetini (benim ve onların yolunu) tavsiye ederim.” (Ebu Davud, Sünnet, Hadis no: 4607, 4/200; İbn Mace, Mukaddime 6, Hadis no: 42, 1/15; Darimí, Mukaddime 16, Hadis no: 96, 1/43)

Rasulullah (s.a.v.): “Size Allah (c.c.)’ın kitabı ve onun elçisinin sünneti olmak üzere iki şey bıraktım. Onlara sarıldığınız müddetçe ebediyyen sapıklığa düşmeyeceksiniz" (el-Hakim, Mustedrek; Malik, Muvatta


ALLAH C.C ve RESULU S.A.S yukardan beri delilleri ile vermiş olduğum üzre 7 kat semanın üzerinde ARŞ'ına İSTİVA etmiştir diyorsa onlara inanırım, geriye kalan insanların sözleri benim için pek önem arzetmez...ASHAB ve ALİMLER' in de ( gerçek alimler bunların ki gibi ayakları yerin yedi kat altında başları 7 kat yukarda EVLİYA ları değil) bu yönde görüşler beyan etmiş iken farklı bir düşünce aklımdan nasıl geçebilir....

size söyleyecek tek sözüm yok bu saatten sonra ....ALLAH C.C HİDAYET VERSİN...
 

Kaim

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
11 Ocak 2010
Mesajlar
2,197
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
bunu tartışmak yerine

kestirmeden şunu diyebiliriz

NEkadar Namaz Okadar sevap....

kimin hangi namazı kılıp kılamayacağı okadarda önemli değil

namaz kılıyomusun. tamam.
 

Ahmed Muhammed

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 May 2010
Mesajlar
861
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
30
(Cenab-ı Hakk, büyüklüğünü ve kemallerinin sonsuzluğunu kullarına anlatıp tanıtmak ve onların anlamlarını kolaylaştırmak için Kitab-ı Kerim'inde bu kelimeleri mecaz olarak kullanmıştır. Yoksa Cenab-ı Allah, haberî sıfatlardaki geçen bu kelimelerin mahlukâtı hakkında geçerli olan manalarından münezzehtir.)

(Kur’an-ı kerim ve hadis-i şerifler Kureyş lügatı ve lehcesi iledir. Kelimelere, 1400 yıl önce, Hicaz’da kullanılan manaları vermek gerekir. Zamanla değişip, bugün kullanılan manaları vermek yanlış olur.)

(Nasıl ki, Beytullah [Allah’ın evi] kelimesini, hâşâ Allah’ın barındığı ev olarak anlamıyorsak, gölge, el, yüz, istiva gibi kelimeleri de böyle anlamak gerekir.)

(Arap ve İbrani dillerinin temel bir özelliği olan sembolik deyimleri bilmeyen bazı kimseler,Kur'an'da geçen bir kısım ifadelerden yola çıkarak Allah'a mekân isnat etmeye kalkışmışlardır.(Bunlara hadisi şeriflerde dahildir.)


(Bir mekânda) oturmaya ve karar kılmaya muhtaç olsaydı, Arş'ı yaratmadan önce Allah teâlâ nerede idi?

(Cahiller, Onu Arş’ın üstünde veya yukarıda gökte sanır. Arşı da, yukarısını da, aşağısını da O yaratmıştır. Sonradan yaratılan bir şey, kadim [ezeli] olana yer olamaz.)

Ehli sünnet alimlerine uymamızın nedeni işte kendi başımıza ayetlerden ve hadislerden hüküm çıkardığımızda bu gibi sapıklıkların doğmasındandır.Bundan dolayı kendi başımıza hareket etmek yerine ehli sünnet alimlerine uyuyoruz.

(Kur'an-ı kerimdeki misaller, çoğunu küfre sürüklediği gibi, çoğunu da hidayete ulaştırır.) [Bekara 26] (1/ 286)

Yukarıdaki ayet-i kerime kendi başına hüküm çıkarmaya çalışanlar için yeterlidir.

(Kur'an-ı Kerim ve hadislerde zahir manaları ile Cenab-ı Hakk'ın tenzih etme esası ile uyuşmayan bir takım sıfatlar varid olmuştur. Sırf nakil ve haberlerde geldiği için bu sıfatlara es-Sıfatül-haberiyye (haberlerde varid olan sıfatlar) denilmiştir.)


Neden sadece ehli sünnet alimlerinden alıntı yaptığımın sebebine gelirsek:

Selef âlimleri, bu sıfatları, teşbihsiz, tecsimsiz (mahlukatın sıfatlarına benzetmeksizin ve cismiyet vermeksizin) temsilsiz ve keyfiyetini Allah'a havale ederek kabul etmişler ve bunlar hakkında herhangi bir te'vile gitmemişlerdir ve yorum yapmamışlardır.

Ayrıca:


Yine cariye ile ilgili hadîste belirtildiği üzere, Peygamber (s.a.v.) cariyeye Allah'ın nerede olduğunu sormuş, cariye «Göktedir» cevabını verince onun azad edilmesini emretmiş ve böyle söylemesinin imanına delil olduğunu kabul etmiştir. Allah'ın, yaratıkların yukarısında, yücelerde olduğuna işaret eden daha pek çok hadîs vardır.

Bu hadisi delil olarak vermişssiniz.Fakat bu hadisi eksik vermişsiniz.Kendinize uyan kısmını almış,bir kısmını atmışsınız.

Bu hadisin tamamı ve açıklaması:

Muâviye İbnu'l-Hakem es-Sülemî anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelip: "Bir cariyem var, çoban olarak çalıştırıyor, koyunlarımı otlatıyordum. Yakınlarda bir koyunumu yitirdi. Ne oldu? diye sorunca, kurt kaptı dedi. Koyunun kaybolmasına üzüldüm. İnsanlığım icabı câriyenin suratına bir tokat vurdum. Bu davranışımın kefareti olarak bir köle azad etmeyi adadım. Onu âzad edebilir miyim?" diye sordum. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) cariyeye: "Allah nerede?" diye sordu O: "Göktedir" deyince, "Pekâlâ ben kimim? dedi. Cariye: "Sen Allah'ın Resûlüsün'' cevabını verince, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bana yönelerek: "Bunu âzad et, zira mü'minedir" buyurdu. (Müslim, Mesâcid 33, (537); Muvatta, Itk 8, (2, 776); Nesâî, Sehv 20 (3, 18); Ebu Dâvud, Eymân 19 (3282).

Câriyeyi, müslüman olmasını şart kılan bazı kefâret borçlarına karşılık âzad etmesi gerekmektedir. Bu sebeple câriyenin müslüman olup olmadığının tesbiti gerekmektedir. Bu maksadla Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, câriyenin müslüman olup olmadığını öğrenmek için bazı sualler sorduğunu görmekteyiz. Sorulan suallere alınan cevapların sonunda câriyenin mü'mine olduğuna hükmediliyor. Bir kimsenin îmanına hükmetmede ölçü olması sebebiyle bu sorular ve bilhassa alınan cevaplar son derece ehemmiyetlidir. Bu meselede Resûlullah'ın teferruâta hiç inmeyip, çok kaba hatlar üzerinde durduğunu görmekteyiz. Hattâbî, Mâlik de şu açıklamayı yapar: "Resûlullah'ın: "Onu âzad et, çünkü o mü'minedir" sözü şayân-ı dikkattir, zira Efendimize câriye'den, onun imanına işaret anlamında, suallerine aldığı cevaplardan başka hiçbir şey açıkça belli olmamıştır. Resûlullah : "Allah nerede?" demiş; o: "Gökte!" diye cevap vermiştir, keza: "Ben kimim?" diye sormuş, "Resûlullah'sın!" diye cevaplamıştır. Bu sualler imanın emarelerine ve varlığına bir işarettir. İmanın aslına ve hakikatına bakan bir yönü yoktur. Sözgelimi bize bir kâfir gelip küfürden İslâm'a geçmek istese, bu esnada O, imanı, bu câriyenin söyledikleri miktarınca açıklasa, bu kadarıyla müslüman olamaz. Müslüman olması için Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Resûlü olduğuna şehadette bulunması ve daha önce yaşamakta olduğu dininden de uzaklaştığını söylemesi gerekir. Bu durum şuna benzer: Bir evde bir kadınla bir erkek beraber görülür. Erkeğe: "Bu kadın da kim?" denince: "Karımdır" der, kadın da onu doğrularsa, bize de onları tasdik etmek düşer. Artık durumlarını karıştırmaz, nikah için gerekli olan şartları araştırmayız. Ancak bu ikisi bize yabancı iki kişi olarak gelip, aralarında nikâhlanmak isteseler o vakit biz onlardan, evlenme akdi için gerekli olan ve velilerinin getirilmesi şahidlerin hazırlanması, mehrin beyânı gibi şartları talep ederiz. İşte kâfir de böyledir, kendisine İslâm arz edilince "ben müslümanım"demesi ile iktifa edilmez, imanı kemâliyle ve şartlarıyla tavsif etmesi istenir. Öyleyse îman ve küfür yönüyle halini bilmediğimiz birisi bize gelerek: "Ben müslümanım" diyecek olsa onu, dediği şekilde kabul ederiz. Aynı şekilde üzerinde kılık kıyâfet, görünüş vesairesiyle müslümanların özelliklerini gördüğümüz birisi için de müslüman olduğuna hükmeder, müslüman olmadığı açıkça ortaya çıkıncaya oluncaya kadar öyle bilmeye devam ederiz. Bu Hadis ile ilgili olarak Nevevî de şu açıklamayı yapar: "Bu, sıfat hadislerindendir.
Bu hadisler hakkında iki görüş vardır:
1- Ma'nâsına hiç girmeden -Allah'ın hiçbir benzeri olmadığına, O'nun mahlukâta ait özelliklerden münezzeh olduğuna itikad ile birlikte- îman etmek.
2- Hadîse, olduğu gibi değil, (iman esaslarına) uygun şekilde te'vil ederek iman etmek.

Kim bu şekilde söylerse konumuzla ilgili hadis hakkında şunu demiş olur: "Bundan maksat câriyeyi imtihandır. Bu câriye tevhid akidesinde midir, yaratıcı, tedbir edici olan tek bir Allah'a olan inancı kabul ediyor mu? Bu ilah, duâ eden kimsenin, semâya yöneldiği zaman müracaat ettiği ilah mıdır; Bu yöneliş, O'nun için namaz kılan kimsenin de Ka'beye yönelmesi gibi midir? Aslında bu yöneliş, O'nun semâda olmasından ileri gelmez, aynen Ka'be cihetine yönelmesi de Allah'ın o yönde bulunmasından ileri gelmediği gibi. Böyle yapılması, göğün duâ edenlerin kıblesi olmasındandır, tıpkı Kabe'nin de namaz kılanların kıblesi olması gibi."

Sindî'nin kaydettiği te'vil şöyle: "Allah nerede?"nin ma'nâsı hakkında âlimler şöyle demiştir:

"Allah'a yönelenler hangi yöne yönelirler?" Semâ'da sözü de şu ma'nâyı ifade eder:
"(Allah'a yönelenler) semâ cihetine yönelirler." Bu sorudan maksad câriye'nin Allah'ın varlığını kabul etmesidir, Allah hakkında bir mekan veya yerin varlığını isbat etmek değildir." (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 9/11-12)

Yer ve mekan anlamında “Nerede?” sorusu, mekân tutan varlıklar için sorulabilir. Bunlar da maddî varlıklardır. Mekân madde olduğu gibi onda yer tutanlar da maddedirler. Mekânı ve maddeyi yaratan ve bir ismi Nur olan Allah hakkında böyle bir şey düşünülemez.. Kaldı ki, mahluklar içinde bile, mekânla kayıtlı olmayanlar vardır. Bunun en yakın misali kendi ruhumuzdur. Organlarımızın yerleri, mekânları vardır. Bunun içindir ki, “Ciğer nerededir?” yahut, “Böbrek nerededir?” gibi sorular sorulabilir. Fakat, ruh ve onun latifeleri, duyguları hakkında bu tip sorular sorulamaz. Mesela, “Ruh nerededir, akıl nerede oturur, sevginin, korkunun, hafızanın mekânları nerelerdir?”şeklinde sorular soramıyoruz. İnsan, maddî olan ve mekânla bağlı bulunan bedenini ölçü almak yerine, mekândan bir derece bağımsız olan, ruhlar alemini, melekleri ve tabiatta icra edilen kanunları düşünse böyle bir soruya yer kalmayacaktır.

Son olarak:

Allahü Teala vallahi bundan münezzehtir.Allahü Tealaya mekan isnad etmek yanlıştır.Allahü Teala sizlere akıl ihsan etsin.
 
E

Ebu İbrahim

(Bir mekânda) oturmaya ve karar kılmaya muhtaç olsaydı, Arş'ı yaratmadan önce Allah teâlâ nerede idi?


“Rabbimiz semavatı ve arzı yaratmadan önce nerede idi?” diye soran kimseye de O, Sallallahu Aleyhi Vessellem: “Tek başına vardı, O’ndan başka bir varlık yoktu…”,diye cevap vermiştir

Bu hadis el-Akidetü’l-Vasıtıyye ve Şerhrinde zikredilmiştir.


(Cahiller, Onu Arş’ın üstünde veya yukarıda gökte sanır. Arşı da, yukarısını da, aşağısını da O yaratmıştır. Sonradan yaratılan bir şey, kadim [ezeli] olana yer olamaz.)

«Güzel söz O'na yükselir. Onu da iyi amel yükseltir-(28),
«Ben senin dünya hayatına son verir ve kendime yükseltirim»(29),
«Göktekinin sizi yere geçirmesmden emin mi oldunuz? Bakarsın ki o (yer durmadan) çalkalanmaktadır. Yahut göktekinin üzerinize taş yağdırıcı (rüzgâr) göndermesinden emin mi oldunuz?»(30),
«Aksine Allah onu kendisine yükseltmiştir»(31),
«Melekler de, ruh da O'na yükselir»(32),
«Gökten yere işi düzenler, sonra ona yükselir»(33),
'Üstlerindeki Rab-lerinden korkarlar»(34)
.

28) 35 Fâtır, 10
29) 3 Âl-i İmrân, 55
30) 67 Mülk, 16
31) 4 Nisa, 158
32) 70 Meâric, 4
33) 32 Secde, 5
34) 16 Nahl, 50
35) 7 A'râf, 54; 10 yûnus, 3; 13 Ra'd, 2; 25 Furkan, 59; 32 Secde. 4; 57 Hadid, 4
36) 20 Tâhâ, 5
37) 40 Mü'min, 36
38) 41 Fussilet, 42
39) 6 En'âm, 114


Resûlüllah (s.a.v.)'in, gece ve gündüz nöbetleşe olarak inip çıkan melekler hakkındaki şu sözleri;

"Aranızda geceleyenler Rablerine yükselirler. O, kullarını daha iyi bildiği halde kendilerine sorar..»

Haricîler hakkındaki şu sözü: «Bana inanmıyor musunuz ki, gökteki bana inanıp güvenmektedir»

Rukye hadisindeki şu sözü: «Gökteki Rabbimiz, adın mukaddes Oldu »(42)

Yine Ev'al hadisindeki şu sözü: "... Onun üzerinde Arş, Arş'm üzerinde Allah ve O, bu haldeyken ne yaptığınızı bilir»(43).

Ruhun kabzı ile ilgili hadîste de şöyle buyurmaktadır: «...Nihayet Allah'ın bulunduğu göğe o ruhu götürür»(44).


Ebû Davud'un «Sünen»inde Cübeyr b. Mut'im'den nakledilen bir rivayette şöyle denilmektedir:

«Bir a'râbi Resûlüllah (s. a.v)'e gelerek: Ya Rasulallah, canlar sıkıntıya düştü; çoluk-çocuk aç kaldı ve mal yok olup gitti. Bizim için Allah'a dua et. Seninle Allah'tan şefaat diliyor ve Allah'la senden şefaat diliyoruz. Resûlüllah, Allah'ı teşbih etti (ve o kadar hiddetlendi ki, Ashabı üzerinde bile bu-nun etkisi görüldü. Sonra o a'râbiye şöyle dedi: Yazıklar olsun sana! Allah'ın ne demek olduğunu biliyor musun? Allah'la, kullarının hiçbirinden şefaat istenilmez. Allah'ın şanı bundan yücedir. Allah Arş'ı üzeredir ve Arş'ı, gökleri ile yeri üzerindedir, işte şöyle (bu arada parmaklarını kubbe gibi yaptı)(45).

Câbir b. Abdillah' tan nakledilen sahih bir rivayette şöyle denilmektedir: «Resûlüllah (s.a.v.) Arafat günü hitap ettiği en büyük topluluğun bulunduğu sırada: «Tebliğ ettim mi?» diyordu. Hazır bulunanlar da «Evet» diyorlardı. Bu sırada Resûlüllah (s.a.v.) parmağını yukarıya kaldırdıktan sonra o topluluğa işaret ediyordu ve.-«Allah'ım, şahit ol» diyordu. Resûlüllah bunu birkaç defa tekrar etti(46)

40) Buhârî, Mevâkit, 16; Müslim, Mesâcid, 210
41) Buhârî, Meğâzî, 61; Müslim, Zekât, 144
42) Ebû Dâvûd, Tib, 19; İbn Hanbel, VI/21
43) Buhârî, .Tevhid, 22; Tirmizî, Cennet, 4
44) İbn Mâce, Zuhd, 31
45) Ebû Dâvûd, Sünnet, 19
46) Buhârî, Hacc, 132; Müslim, İman, 378; Ebû Dâvûd, Menâsik, 56


Peygamber Sallallahu Aleyhi Ve Sellem cariye’ye: “Allah nerede” diye sormuş, o: Semadadır, diye cevap vermiş. Bu sefer: “Ben kimim?” diye sormuş, yine cariye: “Sen Allah’ın Rasulüsün,” deyince, Peygamber Sallallahu Aleyhi Ve Sellem: “Sen bunu azad et, çünkü o mü’min birisidir,” demiştir.

Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem buyurdu ki: “Merhametli olanlara, Rahman olan Allah’u Azze ve Celle’de merhamet eder. Dünya ehline merhamet edin ki: semada ki Rahman olan Allah’da size merhamet etsin.”

Müslim, Ebu Davud, Nesai, Malik, Ebu Hanife ve başkaları rivayet etmişlerdir.

Buna işaret eden icmâ delillerine gelince, Enes b. Malik'-den rivayet edilen, sahih bir nakilde şöyle denilmektedir:

«Hz. Zeyneb, Resûlüllah'ın diğer hanımlarına karşı övünür ve: Sizleri aileniz evlendirdi, beni ise yedi göğün yukarısından Allah evlendirdi, derdi(47)


47) Buhâri, Tevhid, 22

İmam Ahmed'in rivayetine göre Şurayh b. en- Nu' man dedi ki: Abdullah b. Nafi' es-Saiğ dedi ki: Malik b. Enes'in şöyle dediğini duydum: Allah göktedir, ama ilmi her yerdedir. İlminden boş hiçbir yer yoktur.

Sadece Şafiî' nin bu konuda söyledikleri derlense yeterli olurdu. Şafii 'nin ashabından Abdülaziz b. Yahya el-Kinâ-ni el-Mekki «er-Reddü alel-Cehmiyye» isimli kitabında «ulüvv mes'elesi» ni inceleyerek Allah'ın Arş'ın üzerinde olduğunu ifade etmektedir. Gerçekte hadîs, fıkıh, sünnet ve tasavvuf ehlinden olup da İmam Şafiî'ye meyledip bu konuda söz söylememiş kimse hemen hemen yok gibidir.

Senedlerle Ebû Hanîfe' den rivayet edilen meşhur «el-Fık-hu'1-Ekber» isimli kitapta Ebû Muti' el-Hakem b. Abdil-1 ah'tan şöyle dediği nakledilir.

İmam Ebu Hanife Rahmetullahi Aleyh şöyle buyurmuştur:

“Her kim: ‘Rabbim gökte mi yoksa yerde midir? bilmiyorum’ derse kafir olmuştur. Aynı şekilde: ‘O, arşının üzerindedir. Fakat arş gökte midir, yerde midir bilmiyorum’ diyen kimse de kafir olmuştur.”

Bu eseri İbnu Mendeh Tevhid’de sahih bir senedle rivayet etmiştir. Zehebi de Uluv’da zikretmiştir

“Arşın semada olduğunu inkar ettimi şübhesiz ki o kafir olur.” . El-Fıkhu’l Ebsat

“Allahu Teala göktedir, yerde değil”[21] Bu eseri Zehebi Uluv’da zikretmiştir

Kendisi “kulluk ettiğin ilah’ın nerededir?” diye soran kadına: “Allah’u Subhanehu ve Teala semada’dır, yerde değildir”, cevabını verdi

el-Esma ve’s-Sıfat


İmam Şafii Rahmetullahi Aleyh şöyle buyurmuştur: “İmam’ı Malik, Süfyan ve daha onlardan başka Ehli Sünnet önderlerinden gördüğüm ve benim de üzerinde olduğum hak olan kavil şudur; Allah’dan başka ilah olmadığına ve Muhammed -sallallahu aleyhi vessellem-’in Allah’ın Rasulü olduğuna şehadet edip, ve Allah’u Azze ve Celle’nin de semasında arşının üzerinde olduğunu, istediği gibi kullarına yaklaşıp ve istediği gibi de dünya semasına indiğini ikrar etmektir.”


el-Esma ve’s-Sıfat


Ali b. el-Medinî'ye: «Üç kişi, aralarında fısıltı ile konuşurken dördüncüleri mutlaka Allah'tır....»(48) âyeti soruldu. Cevap olarak, âyetin öncesini okuyun dedi. «Görmez misin Allah, göklerdekini ve yerdekini hep bilir»(49).

48) 58 Mücâdile, 7
49) 58 Mücâdile. 7



Ebû İsa et-Tirmizî'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir:

«Allah, kitabında vasfettiği gibi Arş üzerindedir. İlim, kudret ve hâkimiyeti ise, her yerdedir.

Hanefî imamlardan Ebû Yûsuf'a, Müreysî' nin, haberi sıfatları ve Allah'ın Arş'ın üzerinde oluşunu inkâr ettiği haberi geldiğinde, onu kırbaçlamak üzere harekete geçmiş, ancak Müreysî kaçtığından arkadaşını fena halde kırbaçlanılmıştır. Ebû Hanife'-nin ashabından bu konuda nakledilenler sayılamayacak kadar çoktur.


İmam Mâlik' ten de, Cehm'in görüşüne çağıranların tevbe etmelerinin isteneceği ve peşlerinden namaz kılınmayacağı nakledilmiştir. Mâlik'in ashabından meşhur İmam Muhammed b. Abdillah b. Ebî Zemeneyn «Usûlü's-Sünne» konusunda yazdığı kitabında şöyle demektedir:

Sünnet Ehlinin görüşlerinden biri de: Allah'ın Arş'ı yarattığı, bütün yaratıkların üstünde yükseklik ve yukarıda oluşu Arş'a tahsis ettiği, sonra da: «O Rahman Arş'a istiva etti» âyetinde buyurulduğu üzere, dilediği gibi Arş'a istiva etmiştir. Uzak olup görünmeyen O sübhan, ilim ve kudretiyle yakındır.

Ahmed b. Hanbel ve ashabına gelince, onlar bu konuda daha meşhurdur. Eş'arî ekolünün kendisine nisbet edildiği E b û' 1 -Hasen Ali b. İsmail el-Eş'arî de îbn Hanbel'e uymuş ve şöyle demiştir:

Acaba bazıları: Semada kendisine yönelinecek bir Rab, arşın üzerinde kendisine ibadet olunan bir İlah yoktur mu demek istiyorlar? Acaba bu bazıları bu inaçlarıyla Allah’ın ve Rasulünün getirdiklerine karşı geldiklerinin ve böylece de delalete düştüklerinin farkında mıdırlar?

Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyuruyorlar:

“İnsanların en hayırlısı benim çağdaşlarımdır. Sonra onlardan sonra gelenler, sonra onlardan sonra gelenler.” Buhari ve Müslim


Bu nesiller Allah’ı Kur’an ve sünnette gelmiş sıfatlarla bilip, tanıdılar. Allah’ı, Allah’ın kendi zatını ve Rasulünün O’nu nitelendirdiği sıfatlarla nitelendirdiler. Lafızları kullandıkları gerçek anlamlarından saptırma yoluna gitmediler. O’nu isim ve ayetlerinde ilhada[15] sapmadılar. Yüce Allah’ın yedi semavat’ın üstünde ve yarattıklarından ayrı olarak Arşın üzerinde istiva ettiğine, ilmiyle herşeyi kuşattığına ve keyfiyet nisbeti olmaksızın inandılar. Kur’an’da geçen ‘istiva”ya ‘istila etti’ yahut ‘malik oldu’ yahut ‘galib geldi ve kahretti’ anlamları kesinlikle vermediler.


Şimdi asıl CAHİL ce düşünceye sahip olanlar bu kadar delilden sonra görmezlermi, düşünmezlermi ...? Kimleri yalancılıkla itham ettiklerine bir bakalım....!!!!

ALLAH C.C Ayetler ile bunu bildirmiş iken
Resulullah S.A.S yukarda zikrettiğimiz Sahih hadisler ile zikretmiş iken
Sahabe Delilleri ile yukarda zikretmiş iken
Alimler Ebu hanife, İmam Şafii, İmam Malik, Ahmet bin Hanbel Delilleri ile zikretmişken..

Şimdi sorarım bu yarım akıl sahiplerine YALANCILIKLA İTHAM ETTİKLERİ ve İSİMLERİNİ ve SÖYLEDİKLERİ SÖZLER DELİLLERİ İLE GÖZLERİ ÖNÜNE SERİLMİŞ İKEN NASIL OLUYORDA HALA İNKARA DEVAM EDEBİLİYORLAR...Karşılığında koydukları delil ve mantığı gözler önüne serip ardına sığındnıkları bahanelerini bir daha inceleyelim....

Ehli sünnet alimlerine uymamızın nedeni işte kendi başımıza ayetlerden ve hadislerden hüküm çıkardığımızda bu gibi sapıklıkların doğmasındandır.Bundan dolayı kendi başımıza hareket etmek yerine ehli sünnet alimlerine uyuyoruz
.

Neden sadece ehli sünnet alimlerinden alıntı yaptığımın sebebine gelirsek:

Selef âlimleri, bu sıfatları, teşbihsiz, tecsimsiz (mahlukatın sıfatlarına benzetmeksizin ve cismiyet vermeksizin) temsilsiz ve keyfiyetini Allah'a havale ederek kabul etmişler ve bunlar hakkında herhangi bir te'vile gitmemişlerdir ve yorum yapmamışlardır.

Savunduğunuz şeyin delillerini dahi getirmekden dahi aciz duruma düştüklerini göremiyorlar..Yukardan aşağı verdiğim delillere karşılık verilel karşıt delil ve görüşler işte bu kadar yetersiz, anlamsız.. Sadece hangi tarikata mensup ise o tarikatın öğrettiklerine körüğ körüne saplanmış fikirlerin bozuk plak gibi tekrarından ibaret....
 

Ahmed Muhammed

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 May 2010
Mesajlar
861
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
30
“Rabbimiz semavatı ve arzı yaratmadan önce nerede idi?” diye soran kimseye de O, Sallallahu Aleyhi Vessellem: “Tek başına vardı, O’ndan başka bir varlık yoktu…”,diye cevap vermiştir

O tek başına varken,hiçbirşey yoktu.

Bu sözü söylüyor ve doğruluyorsun.

Sonrada Allahü Teala sonradan yarattığı ezeli olmayan arzda oturuyor diyorsun.

Bu nasıl bir ironidir ? Bu nasıl bir çelişkidir ?

Kendi kendine çelişiyorsun.Fakat gözlerin kör,hevana uymuş bir vaziyettesin.

Vallahi Hak Teala bunlardan münezzehtir.Sen ona insanı vasıf yakıştırıyorsun.O vallahi hiçbirşeye muhtaç değildir.Herşey O'na muhtaçtır.O Samed'dir.

Benim hakkımda birşey bilmeden nasıl oluyor da

Sadece hangi tarikata mensup ise o tarikatın öğrettiklerine körüğ körüne saplanmış fikirlerin bozuk plak gibi tekrarından ibaret....

bunu dersin ?

huyela kardeşimize

1- Müslüman kalp kırmaz, Hiddetlenip kendi kriterlerine göre insanları yargılamak Müslümana yakışmaz...

dedin.Şimdi senin takındığın üslup bir müslümana yakışıyor mu ?

Senin amacın öğrenmek değil.Bildiğin şey doğru yada yanlış ne olursa olsun onu doğrulamak.Hal böyle olunca bizim çabalar boşa.Ben sana buradan ne yazarsam yazayım nafile.Sen yine bildiğini okuyacaksın.İbni teymiyye ve onun yolunda olanların sapık görüşlerini savunacaksın.

Allah ıslah etsin...

Peygamberimiz, "Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bunların içinden bir fırkası ehl-i necat olacaktır" buyurmuş.

Peygamberimiz bu hadîsi irad edince ashab sormuşlar:
Yâ Resûlâllah, o kurtulan fırka hangi fırka olacaktır?

Şöyle cevap vermiş: - Benim sünnetimden şaşmayanlar kurtulanlardan olacaktır! Yâni ehl-i sünnet ve cemaat mensuplarıdır.


Ehli sünnet alimlerine uyanlara,bu yolda olanlara selamlar olsun.
 
E

Ebu İbrahim

Bu hadisin tamamı ve açıklaması:

Muâviye İbnu'l-Hakem es-Sülemî anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelip: "Bir cariyem var, çoban olarak çalıştırıyor, koyunlarımı otlatıyordum. Yakınlarda bir koyunumu yitirdi. Ne oldu? diye sorunca, kurt kaptı dedi. Koyunun kaybolmasına üzüldüm. İnsanlığım icabı câriyenin suratına bir tokat vurdum. Bu davranışımın kefareti olarak bir köle azad etmeyi adadım. Onu âzad edebilir miyim?" diye sordum. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) cariyeye: "Allah nerede?" diye sordu O: "Göktedir" deyince, "Pekâlâ ben kimim? dedi. Cariye: "Sen Allah'ın Resûlüsün'' cevabını verince, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bana yönelerek: "Bunu âzad et, zira mü'minedir" buyurdu. (Müslim, Mesâcid 33, (537); Muvatta, Itk 8, (2, 776); Nesâî, Sehv 20 (3, 18); Ebu Dâvud, Eymân 19 (3282).

Câriyeyi, müslüman olmasını şart kılan bazı kefâret borçlarına karşılık âzad etmesi gerekmektedir. Bu sebeple câriyenin müslüman olup olmadığının tesbiti gerekmektedir. Bu maksadla Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, câriyenin müslüman olup olmadığını öğrenmek için bazı sualler sorduğunu görmekteyiz. Sorulan suallere alınan cevapların sonunda câriyenin mü'mine olduğuna hükmediliyor. Bir kimsenin îmanına hükmetmede ölçü olması sebebiyle bu sorular ve bilhassa alınan cevaplar son derece ehemmiyetlidir. Bu meselede Resûlullah'ın teferruâta hiç inmeyip, çok kaba hatlar üzerinde durduğunu görmekteyiz. Hattâbî, Mâlik de şu açıklamayı yapar: "Resûlullah'ın: "Onu âzad et, çünkü o mü'minedir" sözü şayân-ı dikkattir, zira Efendimize câriye'den, onun imanına işaret anlamında, suallerine aldığı cevaplardan başka hiçbir şey açıkça belli olmamıştır. Resûlullah : "Allah nerede?" demiş; o: "Gökte!" diye cevap vermiştir, keza: "Ben kimim?" diye sormuş, "Resûlullah'sın!" diye cevaplamıştır. Bu sualler imanın emarelerine ve varlığına bir işarettir.

Ya bir insan kendi elleri ile kendi aleyhine şahidliği istese bu kadar yapamazdı...


Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) cariyeye: "Allah nerede?" diye sordu O: "Göktedir" deyince, "Pekâlâ ben kimim? dedi. Cariye: "Sen Allah'ın Resûlüsün'' cevabını verince, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bana yönelerek: "Bunu âzad et, zira mü'minedir" buyurdu. (Müslim, Mesâcid 33, (537); Muvatta, Itk 8, (2, 776); Nesâî, Sehv 20 (3, 18); Ebu Dâvud, Eymân 19 (3282).

Hadis bu

KArşıt görüşe sahip insanların savunmalarıda bu şekilde başlıyor gözlerinden kaçmıştır belki... renkli olarak belirtelim

Câriyeyi, müslüman olmasını şart kılan bazı kefâret borçlarına karşılık âzad etmesi gerekmektedir. Bu sebeple câriyenin müslüman olup olmadığının tesbiti gerekmektedir. Bu maksadla Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, câriyenin müslüman olup olmadığını öğrenmek için bazı sualler sorduğunu görmekteyiz.


Ya adama sormazlarmı kardeşim...

Niye İslamın şartlarını sormamış...? bugün Türkiyede ki müslümanlardan kaç tanesi bu soruya cariyenin verdiği cevabı verebilirdi...? Cariyenin verdiği cevap yerine tıpkı bu kardeş gibi

ALLAH C.C mekandan münezzehtir dese imiş ne olurmuş....? Kafir mi olurmuş...?

"Resûlullah'ın: "Onu âzad et, çünkü o mü'minedir"


Al işte can alıcı nokta ve son söz budur daha ötesi varmı...?
 
E

Ebu İbrahim

O tek başına varken,hiçbirşey yoktu.

Bu sözü söylüyor ve doğruluyorsun.

Sonrada Allahü Teala sonradan yarattığı ezeli ve ebedi olmayan arzda oturuyor diyorsun

Şu sözü söylediğimi dair delil getir benim yazdığım yazılar arasında bul getir nerede var....

Sonrada Allahü Teala sonradan yarattığı ezeli ve ebedi olmayan arzda oturuyor diyorsun

Daha burada konu hakkında yazdıklarımızdan bi habersin bide bu konuya vakıf mı olacaksın.... NEREDE DEMİŞİM GÖSTER ŞU CÜMLEYİ BUL BANA YAZDIKLARIM ARASINDA....

ezeli ve ebedi olmayan arzda oturuyor diyorsun

Peygamberimiz, "Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bunların içinden bir fırkası ehl-i necat olacaktır" buyurmuş.

Peygamberimiz bu hadîsi irad edince ashab sormuşlar: Yâ Resûlâllah, o kurtulan fırka hangi fırka olacaktır?

Şöyle cevap vermiş: - Benim sünnetimden şaşmayanlar kurtulanlardan olacaktır! Yâni ehl-i sünnet ve cemaat mensuplarıdır.

Hadisi söylüyosun ALLAH RESULU S.A.S in hadislerini sen inkar edip ALLAH C.C Her yerdedir mekandan münezzehtir diyosun ...Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu....Hadise uyup SELEF yolunda gideceğine o kadar yazıştık şurada durmadan TASAVVUF EHLİNDEN örnek veren sensin...
 

Ahmed Muhammed

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 May 2010
Mesajlar
861
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
30
Şu sözü söylediğimi dair delil getir benim yazdığım yazılar arasında bul getir nerede var....



Daha burada konu hakkında yazdıklarımızdan bi habersin bide bu konuya vakıf mı olacaksın.... NEREDE DEMİŞİM GÖSTER ŞU CÜMLEYİ BUL BANA YAZDIKLARIM ARASINDA....


“Rabbimiz semavatı ve arzı yaratmadan önce nerede idi?” diye soran kimseye de O, Sallallahu Aleyhi Vessellem: “Tek başına vardı, O’ndan başka bir varlık yoktu…”,diye cevap vermiştir

kalınlaştırdığım yer....
 

Ahmed Muhammed

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 May 2010
Mesajlar
861
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
30
Başka yazı yazmayacağım.Madem ki öyle inanıyorsun,öyle inanmaya devam et.Bu geçici hayat sona erdiğinde akkoyun,karakoyun belli olacak.Ben sadece sana ''Allahü teala doğruyu göstersin'' diyebilirim.

Bundan sonra tartışmaya devam etmeyeceğim.Kimseyi kırmak istemiyorum.Son olarak:

Peygamberimiz, "Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bunların içinden bir fırkası ehl-i necat olacaktır" buyurmuş.

Peygamberimiz bu hadîsi irad edince ashab sormuşlar: Yâ Resûlâllah, o kurtulan fırka hangi fırka olacaktır?

Şöyle cevap vermiş: - Benim sünnetimden şaşmayanlar kurtulanlardan olacaktır! Yâni ehl-i sünnet ve cemaat mensuplarıdır.


Ehli sünnet alimlerine uyanlara,bu yolda olanlara selamlar olsun.
 
E

Ebu İbrahim

Önce şöyle demşim

O tek başına varken,hiçbirşey yoktu.

Sonra senin iddana göre şöyle demişim...

ezeli ve ebedi olmayan arzda oturuyor diyorsun

Ben sana bunu söylüyorum ben nerede

zeli ve ebedi olmayan arzda

Diye bir kelime kullanmışım göster...


Peygamberimiz, "Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bunların içinden bir fırkası ehl-i necat olacaktır" buyurmuş.

Peygamberimiz bu hadîsi irad edince ashab sormuşlar: Yâ Resûlâllah, o kurtulan fırka hangi fırka olacaktır?

Şöyle cevap vermiş: - Benim sünnetimden şaşmayanlar kurtulanlardan olacaktır! Yâni ehl-i sünnet ve cemaat mensuplarıdır.


Ehli sünnet alimlerine uyanlara,bu yolda olanlara selamlar olsun.

Ehli Sünnet alimlerinin sözlerini bi daha yapıştırayımda şuraya kim doğru sözlü kim batıl iyice ortaya çıksın ...

Ben Ta en başından beri İBN TEYMİYYE' nin ARŞ' A İSTİVA isimli Risalesinde delil getirdiği ALİM lerin sözlerini ta 2 sayfa geriye dönüp getirelim bakalım biz ne demişiz....
Alimlerin görüşleri;

Hammad b. Zeyd'i duydum - Cehmiyye'den bahisle -: Onlar, gökte bir şey yoktur, demeğe gayret ediyorlar. İbn Ebi Hatim de, - Basra ehlinin ilimde, dinde imamı - Said b. Âmir ed-D a b ' i' nin yanında Cehmiyye'den söz edildiğini, bunun üzerine onun: Onların görüşü Yahudi ve Hıristiyanlardan daha kötüdür. Bütün din sahipleri müslümanlarla birlikte, Allah Teâlâ'nın Arş üzerinde olduğunu söylüyorlar, bunlar ise, Arş üzerinde bir şey yoktur dediklerini söylediğini nakleder.

İmamlar imamı Muhammed b. İshak b. Huzeyme de şöyle demektedir: Allah'ın, göklerinin yukarısında, Arş'ın üzerinde ve yaratıklarının dışında olduğunu söylemeyen, tevbe etmeğe davet edilir. Tevbe ederse, ne âlâ. Etmeyecek olursa, boynu vurulup çöplüğe atılır. Böylece hem kıble ehli, hem de zımmîlerin ondan dolayı eziyet görmeleri önlenmiş olur.

İmam Ahmed'in rivayetine göre Şurayh b. en- Nu' man dedi ki: Abdullah b. Nafi' es-Saiğ dedi ki: Malik b. Enes'in şöyle dediğini duydum: Allah göktedir, ama ilmi her yerdedir. İlminden boş hiçbir yer yoktur.

Evzaî -ki Etbau'Tabiin döneminde dört imamdan biriydi: Hicaz ehlinin imamı Mâlik; Şam ehlinin imamı Evzaî; Basra ehlinin imamı Leys ve Irak ehlinin imamı da Sevrî idi - Tabiîn döneminde Allah'ın Arş'ın üzerinde olduğuna ve sem'î sıfatlarına imanın meşhur ve yaygın olduğunu belirtmiştir. Evzaî bu sözünü, Allah'ın Arş'ın üzerinde oluşunu ve sıfatlarını reddeden Cehm'in ortaya çıkışından sonra söylemiş, böylece Selefin, C e h m ' in görüşünün aksine bir görüşe sahip olduklarım ifade etmiştir.

Hallal - tamamı imam olan kişilerden müteşekkil - bir sened-le Süfyân b. Uyeyne' nin şöyle dediğini nakletmektedir: Râbia b. Ebî Abdirrahman'a «O Rahman Arş'a istiva etti» âyetinin anlamı soruldu: Nasıl istiva etmiştir? Cevaben dedi ki: İstiva meçhul değildir. Nasıllığı ise akılla bilinmez. Risalet, Allah'tandır; Resulün görevi tebliğ, bize düşen de tasdik etmektir.

Râbia b. Ebî Abdirrahman'nı talebesi Mâlik b. E n e s' ten de böylesi, ya da benzeri bir rivayet nakledilmiştir.

İmam Şafiî şöyle demiştir: Ebû Bekir'in hilâfeti hak olup Allah gökte buna hükmetmiş ve kullarının kalbini Ebû Bekir'-in hilâfeti üzere birleştirmiştir.

Sadece Şafiî' nin bu konuda söyledikleri derlense yeterli olurdu. Şafii 'nin ashabından Abdülaziz b. Yahya el-Kinâ-ni el-Mekki «er-Reddü alel-Cehmiyye» isimli kitabında «ulüvv mes'elesi» ni inceleyerek Allah'ın Arş'ın üzerinde olduğunu ifade etmektedir. Gerçekte hadîs, fıkıh, sünnet ve tasavvuf ehlinden olup da İmam Şafiî'ye meyledip bu konuda söz söylememiş kimse hemen hemen yok gibidir.

Senedlerle Ebû Hanîfe' den rivayet edilen meşhur «el-Fık-hu'1-Ekber» isimli kitapta Ebû Muti' el-Hakem b. Abdil-1 ah'tan şöyle dediği nakledilir.

Ebû Hanîfe'ye «el-Fıkhu'1-Ek-ber»i sordum. Dedi ki: işlediği herhangi bir günahtan dolayı kimseyi tekfir etmemendir. Ebû Hanife sözü nihayet şuraya getirir:Rabbim gökte midir, yoksa yerde midir, bilmiyorum diyen küfre girmiştir. Çünkü Allah: «O Rahman Arş'a istiva etmiştir» buyurmaktadır. Arş'ı da yedi göğün yukarısındadır. Dedim ki: Eğer Allah Arş'ın üzerindedir ama Arş gökte midir, yoksa yerde midir, onu bilmiyorum derse ne olur? Yine kâfir olur, dedi. Allah'a dua edilirken yukarıya doğru dua edilir, aşağıya doğru değil.


Ali b. el-Medinî'ye: «Üç kişi, aralarında fısıltı ile konuşurken dördüncüleri mutlaka Allah'tır....»(48) âyeti soruldu. Cevap olarak, âyetin öncesini okuyun dedi. «Görmez misin Allah, göklerdekini ve yerdekini hep bilir»(49).

Ebû İsa et-Tirmizî'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir:

«Allah, kitabında vasfettiği gibi Arş üzerindedir. İlim, kudret ve hâkimiyeti ise, her yerdedir.
Hanefî imamlardan Ebû Yûsuf'a, Müreysî' nin, haberi sıfatları ve Allah'ın Arş'ın üzerinde oluşunu inkâr ettiği haberi geldiğinde, onu kırbaçlamak üzere harekete geçmiş, ancak Müreysî kaçtığından arkadaşını fena halde kırbaçlanılmıştır. Ebû Hanife'-nin ashabından bu konuda nakledilenler sayılamayacak kadar çoktur.


İmam Mâlik' ten de, Cehm'in görüşüne çağıranların tevbe etmelerinin isteneceği ve peşlerinden namaz kılınmayacağı nakledilmiştir. Mâlik'in ashabından meşhur İmam Muhammed b. Abdillah b. Ebî Zemeneyn «Usûlü's-Sünne» konusunda yazdığı kitabında şöyle demektedir:

Sünnet Ehlinin görüşlerinden biri de: Allah'ın Arş'ı yarattığı, bütün yaratıkların üstünde yükseklik ve yukarıda oluşu Arş'a tahsis ettiği, sonra da: «O Rahman Arş'a istiva etti» âyetinde buyurulduğu üzere, dilediği gibi Arş'a istiva etmiştir. Uzak olup görünmeyen O sübhan, ilim ve kudretiyle yakındır.
Ahmed b. Hanbel ve ashabına gelince, onlar bu konuda daha meşhurdur. Eş'arî ekolünün kendisine nisbet edildiği E b û' 1 -Hasen Ali b. İsmail el-Eş'arî de îbn Hanbel'e uymuş ve şöyle demiştir:


Senin EHLİ SÜNNET ALİMLERİN KİM KARDEŞ ...

Biz aynı ALİMLERDEN mi BAHSEDİYORUZ.. BENİM DELİL GÖSTERDİKLERİM ZATEN BU ALİMLER, Sen gidip Gidip

İmam Rabbani
İskilipli Atıf hoca
vs.vs.vs.....

Senin ALİMLERİNİ delil getirdin git bir iki sayfa geriye bak tekrar tekrar oku...,

Sana bir uyarı yapayım bu arada bu inanç üzere ölürsen korkmanı tavsiye ederim.. En azından CARİYE HADİSİNİ DİKKATLİCE oku tekrar.. MÜMİN OLABİLMESİ için ALLAH C.C un semanın üzerinde ARŞ' ına İSTİVA ettiğini söyleyince RESULULLAH S.A.S

"Resûlullah'ın: "Onu âzad et, çünkü o mü'minedir"

O mimine ise senin inancın üzre yaşayıp ölenler ne olur....?
 

Ahmed Muhammed

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 May 2010
Mesajlar
861
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
30
Bu arada Allah her yerdedir yazmışım.Bunun için özür diliyorum.Allahü teala mekandan münezzehtir.

''ezeli ve ebedi olmayan arzda'' bu benim eklememdi.Sizin hadis-i şerifle '' O tek başına varken,hiçbirşey yoktu.'' bunu dediğinizi,belirttiğinizi söyledim.Ondan sonraki benim yazım.

Dilerseniz sizinle şöyle dua edelim:

''Eğer ki benim dediklerim yanlışsa Allahü Teala bana doğruyu göstersin.Eğer ki sizin dedikleriniz yanlışsa Allahü Teala size doğruyu göstersin.''
 
E

Ebu İbrahim

İnşaALLAH güzel kardeşim, biz zaman zaman harareti yüksek konuşmalar yapsakda, KARDEŞİZ neticede, yanlışları elbirliği ile düzeltip ALLAH C.C ve RESULUNE S.A.S yakışır KUL ve ÜMMET olmaya gayret etmeliyiz...

Ve her zaman şu dua yı ederim KUR'AN da geçtiği üzre;

[102] Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin. ALİ İMRAN
 

Ahmed Muhammed

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 May 2010
Mesajlar
861
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
30
İnşaALLAH güzel kardeşim, biz zaman zaman harareti yüksek konuşmalar yapsakda, KARDEŞİZ neticede, yanlışları elbirliği ile düzeltip ALLAH C.C ve RESULUNE S.A.S yakışır KUL ve ÜMMET olmaya gayret etmeliyiz...

Ve her zaman şu dua yı ederim KUR'AN da geçtiği üzre;

[102] Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin. ALİ İMRAN

Allah c.c. razı olsun.Hakkınızı helal edin.Allah'a emanet olun.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt