Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

KALBDENKALBE MESAJLAR(VELİ İBRAHİM ETHEM) (1 Kullanıcı)

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
Behlûl Dânâ Rahimehullah Hak âşıklarından, Allah delisi bir zattır. "Ukalâ–yı mecânîn"den, yani deli görünen akıllılardandır. Asıl adı, Ebû Vüheyb b. Amr b. el–Kûfî es–Sayrafî'dir. Fakat Behlûl Dânâ adıyla meşhur olmuştur. Abbasî halifesi Harun Reşid ile aralarında geçen pek çok kıssaları vardır. Onların bu sıkı münâsebeti dolayısıyla Behlûl Dânâ'yı Harun Reşid'in kardeşi, bazıları da yeğeni olarak gösterirler. Bazıları ise, "Bu rivayetlerin aslı yoktur." derler. Kardeşi olsun veya olmasın, o Harun Reşid'e gerçekleri hiç çekinmeden söyler, ona nasihatlerde bulunurdu. Herkesin ders alacağı ibretli ve hikmetli sözleri pek meşhurdur.
"Behlûl"; aslında Allah aşkından dolayı deli divane olan, mecnun ve meczuplara verilen bir ünvandır. "Behlûl" olanlar, Allah'tan kalplerine gelen ilâhî cezbe ve tecelliyât sebebiyle akıl ve şuurlarını kaybetmiş görünürler. Zâhirî tarafları böyle olsa da, aslında akıl ve şuurları mevcut olup, Hakk'ı temâşâ etme ve ilâhî güzellikleri seyretme hâlinde bulunurlar. Bu kimseler yalnızlığı sever, genellikle harabelerde, viranelerde, mezarlıklarda yaşarlar. Kendilerine mahsus birtakım hâlleri olabilir; mesela, sebep yokken gülebilirler. Akıllılardan çok delilere benzerler. Bununla beraber behlûller, velilerin makamlarına ve sıddîkların hâline sahiptirler. Sözleri de nükteli ve son derece anlamlı olur.
İşte asıl adı Ebû Vüheyb olan Behlûl Dânâ Hazretleri de, başlangıçta behlûl değildi. Yani saf ve meczup hâli yoktu. Daha sonra ilâhî cezbeye tutularak kendinden geçmiş ve bir daha da kendine gelememişti. Nefsi âdeta silinip gitmiş olan Behlûl Dânâ'nın, yarı deli hâlleri olmasına rağmen nükteli, hikmetli ve derin mânalar içeren sözleri çoktur. Ebû Vüheyb Rahimehullah; Behlül Dânâ, Behlûl–i Divâne ve Sultanü'l–Meczûbîn gibi isimlerle de anılır.
Çok tanınmış velilerden biri olan Behlûl Dânâ Hazretleri aslen Kûfeli olduğu hâlde Bağdat'ta yaşamıştır. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Hicrî 183 yılında vefat eden Behlûl Dânâ Hazretleri'nin bazı kaynaklarda ölüm tarihi hicrî 190 olarak belirtilmiştir. Muhyiddin İbn Arabî, Abdülvehhab eş–Şa'rânî gibi zatların eserlerinde Hak âşığı meczup bir zat olduğu ısrarla dile getirilir. Ayrıca pek çok kıymetli eserde de onun menkıbelerine yer verilmiş, âşıkâne hikayelerin kahramanı olarak gösterilmiştir. Hakkında anlatılanların büyük bir kısmı menkıbe mahiyetindedir. Tabiî diğer behlûl ve meczuplara ait olan birtakım hikmetli söz ve kıssaların bir kısmı da yine ona maledilmiştir.
Behlûl Dânâ rivayetlere göre; genellikle mezarlıklarda ve harabelerde dolaşır, yalnızlığı severdi. Zaman zaman mahallenin çocukları tarafından alaya alınıp taşlanır; fakat o bunları hep hoş karşılardı.
Behlûl–i Dânâ bir gün Bağdât sokaklarından birinde yürürken, oynayan çocuklar gördü. Çocuklardan biri ise, bir köşeye çekilmiş onlara bakıyor ve ağlıyordu. Behlûl Dânâ o çocuğun yanına gitti ve:
"Ey çocuk, niçin ağlıyorsun? Gel sana bir şeyler alayım, sen de arkadaşlarınla oyna." dedi ve çocuğun başını okşadı. Bunun üzerine çocuk bakışlarını Behlûl'e çevirdi ve:
"Ey aklı az adam! Biz oyun için yaratılmadık." dedi. Behlûl bu söze şaştı ve çocuğa:
"Ey oğlum! Peki, niçin yaratıldık?" diye sordu. Çocuk:
"Allahu Teâlâ'yı bilmek ve O'na ibadet etmek için." dedi. Behlûl tekrar sordu:
"Peki, bunun böyle olduğunu nereden biliyorsun?" diye sorunca çocuk:
"Sizi ancak boşuna yarattığımızı ve gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi mi zannettiniz?" mealindeki âyeti okudu. (Mü'minûn,115)
Behlûl tekrar:
"Ey çocuk! Sen hakîmce konuştun. Bana biraz daha nasihat et." diyerek ağlamaya başladı ve kendinden geçti. Kendine geldiğinde çocuğa:
"Ey oğlum! Senin günahın yok; daha küçüksün. Buna rağmen nasıl oluyor da böyle düşünüp endişelenebiliyorsun?" diye sordu. Çocuk:
"Nasıl endişe duymayayım? Zira babamı ateş yakarken gördüm. İri odunları küçük çırpılarla tutuşturuyordu. Ben de cehennemin yanan küçük odunlarından olmaktan korkuyorum." dedi. Bu sözler üzerine Behlûl–i Dânâ Hazretleri tekrar ağladı. Tekrar kendinden geçti. Yine kendine geldiğinde çocuğu yanında göremedi. Oradakilere bu çocuğun kim olduğunu sorunca:
"Bu, Hz. Hüseyin evlâdından olan seyyid bir çocuktur." dediler. Bunun üzerine Behlûl Dânâ, "Ancak böyle bir ağacın meyvesi bu kadar olgun olabilirdi." buyurdu.
Behlûl Dânâ bir gün devrin halifesi Harun Reşid ile karşılaştı. Halife:
"Seni gördüğüme çok sevindim. Çünkü uzun zamandır seninle konuşmayı arzu ediyordum." dedi. Behlûl gülerek:
"Oysa benim böyle bir arzum yoktu." cevabını verdi. Buna rağmen Harun Reşid ondan nasihat istedi. O da:
"Ne nasihatı istiyorsun? Bir şu sarayına bak, bir de kabirlere! Bunlardan ibret almayan, nasihat almayan nelerden alır?! Hâlin ne olacak, ey Mü'minlerin emiri?! Yarın Cenab–ı Hakk'ın huzuruna çıkacaksın. Büyük küçük yaptığın her şeyden sual olunacaksın. Bunlara nasıl cevap vereceğini iyi düşün! Hesap zamanında aç, susuz ve çıplak olacaksın. Perişan hâller meydana çıkacak. Orada bulunanlar belki sana bakıp gülecekler. İşte bunları düşün ve hazırlan. Başka nasihatı ne yapacaksın?" dedi. Bu nasihatleri ibret kulağıyla dinleyen Harun Reşid gözyaşlarına hâkim olamadı.
Abdullah b. Mihran anlatıyor:
Harun Reşid hacca gitti. Dönüşünde bir müddet Kûfe'de istirahat etti. Sonra yola çıkacağı zaman herkes kendisini yolcu etmek için sokağa döküldü. Behlûl de çıkmıştı. Çocuklar onunla oynayıp eğleniyorlardı. Tam o sırada Harun Reşid'in develer üzerinde muhteşem hevdeçleri gözüktü. Çocuklar da Behlûl'ü bırakıp onun seyrine koyuldular. Tam Harun Reşid yanlarından geçiyordu ki, Behlûl yüksek sesle:
"Ey Mü'minlerin emiri!"diye seslendi. Harun Reşid devesinin üzerinden hevdecin perdesini aralayıp bakınca, Behlûl sözüne devam etti:
"Bize ulaşan habere göre; Resûlullah hac dönüşü kızıl bir deveye binmişti. Yanında kimse dövülmediği gibi kimse de kovulmazdı. Önünde "Yol verin, yol verin!" diyen münâdileri de yoktu. Sen de bu usûle riayet et. Bil ki, tevazu ile yolculuk etmen, kibir ile seyahatinden hayırlıdır."
Harun Reşid, Behlûl'den nasihati artırmasını isteyince Behlûl Dânâ:
"Bağdat ve civarını nûrlandırıp aydınlatacak hediyeler götürüyor musun?" dedi. Harun Reşid:
"Bu hediyelerin neler olduğunu" sorunca, Behlûl:
"İnsanlara Allahu Teâlâ'nın sevgisini aşılamak, O'ndan korkmayı öğretmek, onlara örnek olacak tavırlar sergilemek, en güzel hediyedir." dedi. Halife tekrar:
"Amellerimiz hakkında ne dersin?" diye sordu. Behlûl:
"Allahu Teâlâ'dan korkarak ve emrettiğine uygun olarak yapılan her amel makbuldür."
"Peygamber Efendimizle akrabalık bakımından yakınlığımız hakkında ne dersin?"
"Peygamber Efendimize akrabalıktan ziyade, bildirdiği hükümlere bağlılıkta yakın olmak daha önemlidir."
"Peki, Peygamber Efendimizin şefaatine mazhar olabilecek miyiz?"
"Onu Allah bilir."
"Nasıl yaşamamızı tavsiye edersin?"
"Allah'tan kork. Her hâlinde Peygamber Efendimizin sünnetine tâbi ol. Zira bu en kârlı yoldur.
Bunları dinleyen Harun Reşid ağlayarak:
"Ey Behlûl, biraz daha anlat!" dedi. Behlûl:
"Ey Mü'minlerin emiri! Memleketin en ücra köşesinde bir kimse zulme uğrasa, sen memleketin diğer köşesinde bile olsan Allah bunun hesabını senden soracak. Allahu Teâlâ Kur'an–ı Kerîm'de, "Şüphesiz ki iyiler naîm cennetindedir. Kötüler ise cehennemdedir." buyurdu (İnfitar, 13–14) Âhirette cennet veya cehennem dışında gidilecek üçüncü bir yer yok. O hâlde hazırlığını buna göre yap." dedi. Halife:
"Nasihati artır." deyince Behlûl devam etti:
"Evet, ey Mü'minlerin emiri! Allah kime servet ve güzellik verir de o kimse servetini Allah yolunda infak eder, güzelliği ile namus ve iffetini korursa, Allahu Teâlâ'nın divanında iyi kullardan yazılır."
Bunun üzerine Harun Reşid:
"Çok güzel söylüyorsun. Lütfen şu hediyemi kabul et." dedi. Behlûl Dânâ hiç oralı bile olmayarak:
"Onu kimden aldınsa ona ver. Bunu da burada yap. Âhirete kalırsa onları râzı etmek zor olur."
"O hâlde para borcun varsa, onu ödeyelim."
"Kûfe'de birçok ilim sahipleri var. Onlar borç ile borcun ödenmeyeceğinde ittifak etmişlerdir."
"Bari nafakanı temin edelim."
"Allahu Teâlâ senin Rabbin olduğu gibi benim de Rabbim'dir. Seni hatırlayıp, beni unutması mümkün müdür?"
Harun Reşid, bu sözleri işitince gözyaşlarını tutamadı. Hevdecin perdesini kapatıp gözyaşları içinde yoluna devam etti
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt