Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

KALBDENKALBE MESAJLAR(ALLAH DOSTLARININ HALLERİ) (1 Kullanıcı)

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
Kadın ve Çocukların
DOKUNULMAZLIĞI VAR
Esved bin Seriy anlatıyor: Bir vakit Resûlullah ile birlikte gazveye çıkmıştık. Biz bir an önce düşman ile karşılaşıp savaşmak istiyor, bu konuda acele ediyorduk. Bir öncü birlikte bulunduğumuz için düşmana ilk ulaşan biz olduk. Düşman ile karşılaşır karşılaşmaz hemen saldırıya geçtik. O kadar hızlı bir saldırıda bulunduk ki, önümüze ne geldiyse tarumar ettik. Kadın, yaşlı, çocuk demeden herkesi öldürüyorduk. Bu yapılan iş, Resûlullah'a ulaştığı zaman, kızdı ve yapılan işe tepki gösterdi:
"Bu kadar acele edip ileri giden, çoluk çocuğu doğrayanların hâli nedir? Sizler ne yapıyorsunuz? Hiç çocuk ve kadınlar öldürülür mü? Uyanınız! Kadın ve çocukları öldürmeyin!" Resûlullah'ın bu sözlerine orada bulunanlardan biri şöyle bir gerekçede bulundu:
"Ya Resûlallah! Kadınlar ve çocuklar, müşriklerin evlâtları, onların soyları değil mi?"
"Sizin içinizde bulunan seçkin şahsiyetlerinizden müşrik evlâdı olan yok mu? Unutmayın ki, her ruh fıtrat üzere doğar. Ta ki dili onu hangi tarafta olduğunu açıklayana kadar, bu zamana kadar o temizdir, mü'mindir. Onun ana babası onu Yahudiliğe ya da Hıristiyanlığa meylettirirler."



âyeti kalp kulağı ile
DİNLEYENLER

Meymun bin Mihran ilerlemiş yaşlarında bir gün, oğlu Amr ile Basra sokaklarında dolaşmaya çıktı. Baba oğul dolaşırken, yüksekçe bir yere gelirler ki, Meymun bin Mihran burayı aşacak gibi değildir. Amr babasını sırtına alarak, bu engeli aştılar. Derken Hasan'ın evine vardılar. Amr kapıyı çaldı, kapıyı bir cariye açtı ve Amr'a hitaben:
"Kim bu ihtiyar" dedi.
"Bu ihtiyar benim babam, Meymun bin Mihran'dır." Bu sefer cariye Meymun'a dönerek:
"Seni bu kötü zamana bırakan sebep nedir?" Cariyeden bu sözleri işiten Meymun ağlamaya başlar. Ağlama sesini içerden duyan Hasan kapıya çıkar. Karşısında Meymun bin Mihran'ı görünce sevinir ve hasretle kucaklaşırlar. Sonra hep birlikte evin içine girerler. Meymun bin Mihran:
"Ey Said'in Babası! Kalbimde katılık hissediyorum, bana yardım et de kalbim yumuşasın."der.
Hasan bunun üzerine besmele çekerek şu âyet–i kerimeleri okur:
"Gördün mü? Onları senelerce faidelendirmiş olsak… Sonra onlara tehdit edilmiş oldukları şey gelecek olsa… O faidelenmiş oldukları şey, onları neden kurtarabilir?" (26/205, 206, 207) Hasan okumayı bitirir bitirmez, Meymun bin Mihran bayılıp düştü. Epeyce bir sure yerde baygın yatan Meymun sonra ayıldı. O sırada cariye odaya girdi ve orada bulunanlara şöyle dedi:
"İhtiyar çok yoruldu, artık dağılsanız iyi olur." Ev sahibinden izin alarak Meymun oğlu ile birlikte evden ayrılır. Amr babasına der ki:
"Ey babacığım! Ben Hasan'ı gördüğümden daha büyük bir zat olarak biliyordum." Meymun oğlunun göğsüne bir yumruk vurarak şöyle dedi:
"Beni iyi dinle oğlum! Hasan bize öyle bir âyet okudu ki; eğer o âyet–i kerimeleri kalbinle dinlemiş olsaydın, kalbinde hiçbir hastalık kalmazdı."
Meymun bin Mihran buyurdu ki:
"Âlimle veya cahille tartışma. Çünkü âlimle tartışırsan ilmini sana vermez. Cahille tartışırsan seni kızdırır."



Bir tarafta aslan,
diğer tarafta sinek

İbrahim Havvas bir vakit müridiyle sahrada yolculuğa çıkmıştı. Yollarına devam ederlerken, bir aslan kükremesi ile karşılaşırlar. Aslan kükremesini duyan mürit, öyle bir korkuya kapıldı ki bir anda her şeyi unuttu ve yakınlarda bulunan bir ağaca tırmandı. Göz açıp kapayıncaya kadar ağaca çıkmış, ağacın tepesinde hâlâ tir tir titriyordu. İbrahim Havvas Hazretlerinde ne bir korku ne de bir heyecan vardı. Önce müridinin yaptıklarını seyretti, sonra da artarak gelen aslan kükremesi karşısında bir tedbir düşündü. İbrahim Havvas Hazretleri de tedbir olarak, bulunduğu yerde temiz bir yer bularak namaza durdu.
Aslan hızla İbrahim Havvas'ın yanına geldi, gelmesi ile sakinleşip durması bir oldu. İbrahim Havvas Hazretleri namazını bitirene kadar, aslan onu seyretti. Hazret selâm vermek üzere iken, aslan geldiğinin aksine sessizce oradan uzaklaştı.
Aslanın uzaklaştığını gören mürit de ağaçtan indi ve kurtuldukları için şükür namazına durdu. O geceyi orada geçirdiler. Ertesi gün yola çıkmak için, hazırlıklar tamam olduğu zaman İbrahim Havvas Hazretlerinin acı içinde sesi duyuldu. Mürit, şeyhinin yanına vardı, bir de ne görsün İbrahim Havvası bir sinek ısırmış, o yüzden ah! demişti. Merakla şeyhine sorar:
–Efendim! Bu ne acayip bir iştir? Dün aslanla karşılaştık, ben korkudan ağacın tepesine çıktım, senin kılın bile kıpırdamadı. Bugün bir sinek ısırdı diye feryat ettin.
–Doğru söylüyorsun! Dün aslan geldi, namaza durduğumda ben kendimde değildim, beni benden almışlardı. Bugün sinek ısırdığında beni kendime iade etmişlerdi.
İbrahim Havvas Hazretleri buyurdular ki:
"Çok rivayet nakletmekle âlimlik olmaz. Âlim o kişidir ki, ilmi az bile olsa ilmine tâbi olup ona göre hareket eder ve sünnetlere uyar."

AVLANACAK KUŞ

SEN DEĞİLSİN
Bir zaman Sultan Mahmud yakın adamı İyaz'a der ki:
"Kendi hil'atimi sana giydireceğim, ben de kölelerin bana yaptıkları kılıçlı korumayı sana yapacağım. Sen sultan olacaksın ben de seni koruyan köle." İyaz sultan oldu, Sultan Mahmud da onun koruması. Yanlarına diğer zevatı da alarak yola çıktılar. Sultan Mahmud'un niyeti başkaydı, ziyarete gittikleri kişi evliyanın reislerinden Ebû Hasan el–Harakânî Hazretleri idi. Birkaç saatlik bir yolculuktan sonra Ebû Hasan el–Harakânî Hazretlerinin bulunduğu kasabaya gelirler. Sultan kasabada çadır kurdurur ve çadırda kabulleri yapacağını duyurur. Bu arada Ebû Hasan el–Harakânî Hazretlerine de haber salınır:
–Sultan seninle görüşmek için şu kadar yol geldi, şimdi seni çadırına çağırıyor, bir zahmet gel. Bu haberi götüren adama şu tembih de yapılmıştı. "Eğer davetimizi kabul etmezse ona şu âyet–i kerimeyi oku…" Ebû Hasan el–Harakânî Hazretleri Sultanın davetini saygılı bir tarzda reddeder:
–Beni mahzur görün, selâmımı söyleyin gelemeyeceğim. Bu sefer de Sultanın okunmasını istediği âyet–i kerimeyi okurlar.
"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygambere ve sizden olan ulülemre de itaat edin…" (Nisa, 4/59)
Âyet–i kerimeyi dinleyen Ebû Hasan el–Harakânî Hazretleri şöyle der:
–Gidin Sultan Mahmud'a deyin ki: "Allah'a itaat ediniz" emrinde öyle müstağrak olmuşum ki, "Resûl'e itaat ediniz" sözünden dahi ar ediyorum. "ulülemr" ibaresine nereden ulaşırım?
Elçi geri dönüp bu sözleri Sultan Mahmud'a ulaştırır. Elçi Mahmud'a bu haberi ulaştırınca Sultan Mahmud şöyle der:
"Hazırlanın, onun yanına gidiyoruz, o bildiğiniz kimselerden değildir."
Yola koyulurlar yanlarına da çok sayıda hediye ve on tane cariye alırlar, derken dergâha gelirler. Önde İyaz arkada, arkada Sultan Mahmud ve mahiyeti. Dergâhtan içeri girerler ve İyaz selâm verir:
–Selâmünaleyküm..
Ebû Hasan el–Harakânî Hazretleri oturduğu yerden kalkmadan İyaz'ın verdiği selâmı alır:
–Ve aleykümselâm… der, fakat İyaz'a bakmaz, arkada bulunan köle kıyafetine burunmuş olan Sultan Mahmud'a döner. Sultan Mahmud der ki:
–Sultan yanınıza geldi, niçin ayağa kalkmadınız? Yoksa bu işlerde bir tuzak mı var?
–Evet, bunlar tuzaktır, ama bu tuzakta avlanacak olan kuş sen değilsin, der ve yerinden kalkarak köle kıyafetleri içinde bulunan Sultan Mahmud'a yönelir, elinden tutar ve der ki:
–Mademki seni öne geçirmişler, arkalarda durma şöyle öne gel bakalım. Sultan Mahmud:
–Bana bir şeyler söyle, öğüt ver, der. Ebû Hasan el–Harakânî Hazretleri:
–Önce şu namahremleri dışarı çıkar. Cariyeler dışarı çıkarılır.
–Şu dört şeye dikkat et! Günahlardan sakın, namazını cemaatle kıl, cömert ol, Allah'ın yaratıklarına şefkat göster.
Ebû Hasan el–Harakânî Hazretleri buyurdu ki:
"Allah'a giden yollar sayılamayacak kadar çok! Ne kadar kul varsa, Allah'a giden yol o kadardır, yürüdüğüm her yolda bir kavim gördüm. Allah'ım! Beni öyle bir yola sevket ki, o yolda sadece bir ben olayım, bir de sen deyince, önüme hüzün yolunu çıkardı ve:
"Hüzün ağır bir yüktür, halk onu çekmeye takat getiremez, dedi."


RAHİBİN VERDİĞİ
İKİ MÜJDE
İbrahim Havvas Hazretlerini dinleyelim. Vaktin birinde bir meseleden dolayı şöyle demiştim:
"Bir gün çölü azıksız ve bineksiz aşacağım."
Gün geldi bu ahdimi yerine getirmek için yola koyuldum. Epeyce yol almıştık ki arkamdan birinin sesini işittim:
–Selâm sana ey Şeyh Efendi! Uzaktan biri geliyordu, durup geleni bekledim. Yanıma geldiğinde sesin sahibinin genç bir Hıristiyan rahip olduğunu gördüm. Yanıma gelen genç bana:
–Şu çölde sana arkadaşlık etmem için izin verir misin?
–Benim gitmekte olduğum yol için sana bir fayda yoktur. Fayda olmayınca da birlikte yolculuk yapmamızın bir anlamı olmaz.
–Muhakkak faydası olur, hiçbir şey olmazsa senin hayrından istifade etme imkânı elde etmiş olurum, dedi. Ben de ona ses çıkarmadım. Epeyce bir zaman birlikte yolculuk ettik. Bu zaman zarfında ağzımızdan tek bir lokma geçmemişti. Hıristiyan genç dayanamamış olacak ki bana dedi ki:
–Ey Şeyh Efendi! Kaç gündür bir şey yemedik, çok acıktım Rabbinden yiyecek bir şey iste de karnımızı doyuralım. Hıristiyanın bu isteği üzerine:
–Ya Rabbi! Beni Muhammed Aleyhisselâm'ın hakkı için şu yabancı karşısında mahcup duruma düşürme, bize nimetlerinle donanmış bir sofra gönder, dedim. Duamı bitirir bitirmez hemen önümüzde mükemmel bir sofra huzur etti. Gençle birlikte sofradaki yemekleri yedik, sonra da yola koyulduk. Epeyce zaman daha yolculuk ettik, yine açıktık. Bu sefer ben Hıristiyan gence dedim ki:
–Ey rahip! Epeyce zaman oldu yemek yemeyeli, şimdi sıra sende. Göster hünerini de karnımızı doyuralım. Ben sözlerimi bitirir bitirmez, genç elindeki asasına dayanarak, gözlerini kapadı ve dudakları kımıldadı, dua ediyor diye düşündüğüm anda önümüze mükellef bir sofra zuhur etti. Bu hâdise karşısında hayret içinde kalmıştım. Hıristiyan genç benim hayret içinde bulunduğumu gördü:
–Ey Şeyh Efendi! Buyur ye, dedi. Bense yemek yiyecek durumda değildim, genç bir Hıristiyan rahip bu işi nasıl yapabilmişti? Hıristiyan genç tekrar etti:
–Ey Şeyh Efendi buyur ye! Sana iki müjde vereceğim. Ondan müjde sözünü duyunca az da olsa rahatladım ve ona dedim ki:
–Sen müjdeni vermedikçe ben yemeyeceğim.
–Birinci müjdem zünnarımı koparıyorum, hemen beline sarıldı ve rahiplerin belinde bulunan papazlık işareti sayılan kuşağı çıkarıp attı. Sonra da kelime–i şahadet getirerek Müslüman oldu. Bu birinci müjdesi idi. Sonra bana ikinci müjdesini verdi:
–Benden yemek istediğin zaman, şöyle bir dua ettim. "İlâhî! Senin yanında kıymeti ve hatırı bulunan şu yanımdaki ihtiyarın hürmetine bize yemek gönder, ona mahcup olmayayım." İşte şu gördüğün yemek de senin bereketine ve hürmetine gelmiştir.
İbrahim Havvas Hazretleri buyurdular ki:
"Her ne vakit kendin hakkındaki tevekkülün sıhhatli olursa, başkaları hakkındaki tevekkülün de sıhhatli olur."
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt