Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İSLÂM'DA YÖNETİM NİZAMI Halife’yi, Halifelik Makamına Kimler Getirir? (1 Kullanıcı)

HUSEYIN SASMAZ

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eyl 2009
Mesajlar
1,204
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
60
İSLÂM'DA YÖNETİM NİZAMI

Halife’yi, Halifelik Makamına Kimler Getirir?

Şeriat mutlak anlamda yönetimi ve yönetim yetkisini ümmete vermiştir. Halife’nin seçilip atanması da sadece bir cemaat ya da guruba değil Müslümanların tamamına verilmiştir. Zira bey’at Müslümanların tamamına tıpkı şu hadiste işaret edildiği gibi farzdır. "Kim ki boynunda bey’at olmaksızın ölürse cahiliye ölümü ile ölmüş olur.” [1]

Bu hadisin delaleti her Müslümanı kapsamaktadır. Bu nedenle diğer Müslümanların dışında sadece hal ve ahd ehli, Halife’yi seçme hakkına sahip olmadığı gibi sadece belirli kişiler de bu hakka sahip değildir. Halife’yi tayin etme hakkı herhangi bir kişinin istisnası söz konusu olmaksızın -hatta facir ve münafık olsalar dahi- akil, baliğ ve Müslüman oldukları sürece bütün Müslümanlara ait bir haktır. Çünkü bu konudaki nasslar geneldir. Henüz büluğa erişmemiş bir çocuğun bey’atının kabul edilmemesi dışında başka birilerinin bey’atını yasaklayan her hangi bir nassa rastlanmamıştır.

Müslümanların hepsinin Halife’nin belirlenmesine bizzat katılma hakları olmakla beraber, bu katılım şeran şart değildir. Bey’at her ne kadar farz olsa da farz-ı ayn değil farz-ı kifayedir. Bu farziyet Müslümanların bir kısmınca yerine getirilmesi ile diğerlerinden düşer. Ancak Müslümanların tümüne Halife’yi belirleyebilme haklarını kullanma imkanının verilmesi icab eder. Mesele Müslümanların Allah'ın farzlarından bir farz olan bir Halife’nin seçilmesi farzını yerine getirmeleridir. Müslümanların tamamının bu farza katılmaları değildir. Burada iki sorun ortaya çıkmaktadır: Bunlardan birincisi Halife’nin seçimi ile ilgili Müslümanların tamamının rıza ve olurunu alma; ikincisi ise Müslümanların tümünün Halife seçimine katılabilme hakkı yanında Müslümanların tümünün rızası ile gerçekleştirilmesidir.

Birinci sorunu açacak olursak: Halife’yi seçecek kişilerle ilgili herhangi bir sayı şart koşulmamıştır. Fakat belli bir grup bir kişiye Hilâfet için bey’at ederlerse diğer Müslümanların sükutu ya da bu bey’ata dayalı bir itaati kabul etmeleriyle veya razı olduklarına işaret eden herhangi bir durum ile bu bey’at geçerlik kazanır ve tüm Müslümanların Halife’si olarak kişi şer'an seçilmiş olur. Bunların sayısı beş kişi de olsa durum değişmez. Çünkü Halife’yi belirleme işinin gerçekleştirilmesinde beş kişi ile istenen çoğunluk gerçekleşmiş olur. Susmakla ve eli çabuk tutmakla ya da buna benzer bir durumla da rıza gerçekleşir. Ancak bu işin hür bir irade ve tam anlamıyla görüş açıklama imkanı ile birlikte gerçekleşmesi gerekir. Şayet bütün Müslümanların rızası ile gerçekleşmeyecek olursa Halife’nin belirlenmesi gerçekleşmiş olmaz. Fakat Halife Müslümanların çoğunluğunun rızalarına sahip olan belli bir grup tarafından belirlenirse Halifelik geçerli olur. Bunların sayılarının az ya da çok olmaları önemli değildir. Bazı fakihlerin; "Halife’nin hal ve akt ehlinin bey’atı ile belirlenir" şeklindeki sözlerinin çıkış noktası da budur. Çünkü fakihler, hal ve akt ehlini, yaptıkları bey’at ile Müslümanların rızasını gerçekleştiren topluluk olarak kabul ederler. Hal ve akt ehlinin, Halifeliğin aktedilme şartlarını taşıyan ve Halife olması caiz olan herhangi bir kimseye bey’atlarını muteber kabul ederler. Bu sebeple hal ve akd ehlinin bey’atı tek başına Halife’nin seçilmesi için yeterli bir şart değildir. Hal ve akd ehlinin bey’atlarının olması Halife’nin şer'an seçilmiş olmasının şartı da değildir. Hal ve akt ehlinin bey’atı kendisi ile Müslümanların rıza ve tasvibinin gerçekleştiğine dalalet eden işaretlerden birisidir. Zira hal ve akd ehline Müslümanların temsilcileri olarak itibar edilir. O halde Müslümanların rıza ve tasvibinin gerçekleştiğine delalet eden her türlü işaretin bulunması durumunda Halife şer'an seçilmiş olur.

Bu konudaki şer’î hüküm şudur: Müslümanların rıza ve tasviplerini herhangi bir işaret ve belirti ile gerçekleştirecek şekilde bir topluluğun Halife’yi tayin işini gerçekleştirmeleridir. Beyat edenlerin hal ve akt ehlinin çoğunluğunu teşkil etmeleriyle, Müslümanların çoğunluğunun temsilcileri olmaları arasında fark olmadığı gibi, Müslümanların yapılan bey’ata karşı ses çıkarmamaları yahut bu bey’ata bağlı olarak çabucak itaata yönelmeleri veya herhangi bir yolla bunu ortaya koymaları fark etmez. Bu konuda Müslümanlara görüşlerini açıklayabilme imkanları tanındığı sürece Halife’nin bu durumlardan birisi ile seçilmesinde bir sakınca yoktur. Bey’at edenlerin hal ve akt ehlinden olmaları, 5 ya da 500 kişiden az yahut çok olmaları, başkent halkından ya da bölge insanından olmaları gibi şartlar şer’î hükümden değildir. Bu konudaki şer’î hüküm şudur: Müslümanların tümünün fikirlerini açıkça ve rahatlıkla beyan edebilecekleri imkanların kendilerine sağlandığı bir ortamda yaptıkları bey’atlarda Müslümanların çoğunluğunun rızalarının gerçekleşmiş olmasıdır.

Burada bütün Müslümanlardan kasıt ise; İslâm Devleti’ne boyun eğen bütün topraklar üzerinde yaşayan Müslümanlardır. Eğer Halife varsa önceki Halife’ye "raiyye" olanlardır. Daha önceden İslâm Devleti mevcut değilse, İslâm Devletini kurup kendilerinin akitleri ile Halifelik akdini gerçekleştiren, bu devleti var eden ve bu devlet aracılığı ile İslâmi hayatı yeniden başlatanlardır. Bunların dışında kalan diğer Müslümanların bey’at etmeleri şart değildir. Razı olmaları şartı da yoktur. Çünkü bunlar ya İslâm otoritesine karşı çıkan kimselerdir ya da daru'l küfürde yaşayıp daru'l İslâm’a katılma imkanı bulamayan kimselerdir. Her iki grup insanın da Halifelik akdinde bey’at hakları yoktur. Bunların sadece itaat bey’atında bulunma görevleri vardır. Çünkü İslâmi otoriteye karşı çıkanlar bağî hükmündedirler. Bilfiil İslâmi otoriteyi tesis etmedikleri veya İslâm otoritesi altına girmedikleri sürece daru'l küfürde yaşayanlar İslâm otoritesini gerçekleştiremezler. Buna göre Halifelik akdi için beyat hakkına sahip olan ve Halifeliğin şer'an işbaşına getirilebilmesi için rızalarının gerçekleşmesi şart olan kimseler fiilen İslâm’ın egemenliğini gerçekleştiren kimselerdir.

Bu sözlerimiz akli bir inceleme sonucu söylenen sözlerdir. Buna dair şer’î bir delil yoktur, denilemez. Böyle bir itiraz ileri sürülemez çünkü, bu açıklamalar hükmün menatı (bu hükmün verilmesine sebep olan vakıa) hakkındaki bir araştırmadır. Bizzat hükmün kendisi hakkında bir araştırma değildir. İşte bundan dolayı bu konuda şer’î bir delil getirilemez. Aksine olayın gerçek yapısı açıklanır. Mesela "ölü eti yemek haramdır" ifadesi şer’î bir hükümdür. Meytenin ne olduğunun tahkik edilmesi ise hükmün menatını teşkil etmektedir. Yani hükmün kendisiyle ilgili olduğu konudur. Buna göre Müslümanların bir Halife tayin etme işini gerçekleştirmeleri şer’î bir hükümdür. Bu tayinin rıza ve hür tercih ile yapılması ise bir başka şer’î bir hükümdür. İşte hakkında delil getirilebilecek olan budur. Kendileri vasıtası ile tayinin gerçekleşeceği Müslümanlar kimlerdir? Rıza ve hür tercihin ne ile gerçekleşeceği meselesi ise hükmün menatını teşkil etmektedir. Yani hükmü ele alıp çözümlemek üzere geldiği konu budur. Şer'î hükmün buna intibak etmesi ise, şer'î hükmün o hususta gerçekleşmesini sağlar. Buna göre hakkında şer'î hükmün geldiği bu şeyin hakikatının açıklanması için araştırma yapılır.

Hükmün menatı hükmün illetinin kendisidir. O bakımdan bunun için de şer’î bir delilin bulunması kaçınılmazdır, denilemez. Çünkü hükmün menatı ile hükmün illeti ayrı şeylerdir. İllet ile menat arasında büyük bir fark vardır. İllet, hükmü vermeye iten sebeptir. Yani Şari’nin o hükümden neyi maksat olarak gözettiğine delalet eden şeydir. Hükümden Şari’nin maksadının ne olduğunu anlayabilmemiz için buna delalet eden şer'î bir delilin var olması kaçınılmazdır. Hükmün menatı ise hükmün kendisine taalluk ettiği konudur. Yani hükmün kendisine uygulandığı meseledir. Onun delili veya illeti değildir. Hükmün kendisine taalluk ettiği şey olmasının anlamı ise hükmün kendisine bağlı kaldığı şey demektir. Yani hüküm onun için getirilmiştir. Diğer bir ifade ile o meseleyi çözmek için hüküm vardır. Yoksa hüküm o gerekçeyle gelmiş değildir ki menat hükmün illetidir denilebilsin. Buna göre hükmün menatı, şer’î hükümdeki nakli olmayan taraftır. Bu menatın tahkik edilmesi illetin tahkik edilmesinden ayrıdır. İlletin tahkik edilmesi, illetiyle birlikte gelmiş olan nassın anlaşılması ile mümkün olur ki bu da naklin anlaşılmasıdır, Menatın kendisi değildir. Aksine menat nakledilen şeylerin dışında kalır. Menattan kasıt ise şer'î hükmün kendisine uygulandığı vakıadır



[1] Müslim, 3441; Abdullah b. Ömer’den rivayet etmiştir
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt