Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İslam birliği için gayret etmeyen Müslümanlar, her akan mazlum kanından sorumludurlar (1 Kullanıcı)

Sertürk Sercan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Tem 2010
Mesajlar
102
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
İslam dünyasında zulüm gören milyonlarca mazlumdan, İslam aleminin birliği için gayret etmeyen her Müslüman sorumludur

Sayın Adnan Oktar yerel kanallarda ve HarunYahya.Tv internet sitesinde her gece canlı olarak yayınlanan röportajlarında Müslüman kardeşlerimizin yaşadığı acıları sık sık gündeme getirmektedir. Ancak Sayın Adnan Oktar’ın İslam dünyasına yaptığı bu çağrılar yeni değildir. Sayın Adnan Oktar Temmuz 2001 tarihinde basılan “İslam’ın Kışı ve Beklenen Baharı” kitabında da, internet sitelerinde ve çeşitli gazetelerde yıllardır yayınlanan makalelerinde de İslam coğrafyasında yaşanan acılara, şehit olan kardeşlerimize dikkat çekmiştir. Tüm Müslüman alemini bu mübarek birliğin kurulması için gayret etmeye, bu yolda yapılan çalışmaları desteklemeye davet eden Sayın Adnan Oktar, zulme rıza göstermenin de zulüm olduğu gerçeğini defaatle vurgulamıştır. Unutulmamalıdır ki büyük İslam coğrafyasında akan her damla kandan, yıkılan her evden, şehit olan her masumdan, yaralanıp sakat kalan her mazlumdan, açlık ve yokluk içinde yaşayan her insandan, Türk İslam Birliği için gayret etmeyen her Müslüman sorumludur.
İnsanların çok büyük bir bölümünün Pakistan’da, Keşmir’de, Patani’de, Burma’da, Doğu Türkistan’da yaşananlar hakkında hiçbir bilgisi yoktur. Hatta birçoğu bu bölgelerin adını dahi bilmemektedirler. Bu bölgelerde yaşayan Müslümanların karşı karşıya bulundukları zorlukların, baskıların, her gün bir yenisi gerçekleşen şiddet eylemlerinin, açlığın ve sefaletin farkında dahi değillerdir. Bir kesim ise yapılan zulüm ve haksızlıkların farkındadır. Ancak bu kişilere yardım edebileceğini, zulmün engellenmesi için çaba sarf edebileceğini aklına dahi getirmez. Üstelik hiçbir şey yapamayacağı konusunda kendisini o kadar inandırmıştır ki, ne okuduğu haberler ne de gördüğü görüntüler vicdanında en ufak bir etki oluşturmaz. Oysa iman eden bir insan, her duyduğundan ve her gördüğünden sorumludur. Allah Kuran’da Müslümanlara şöyle buyurmaktadır:
“Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katın-dan bir yardım eden yolla” diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?” (Nisa Suresi, 75)
Bu yazı hazırlanırken amaçlanan da, dünyanın dört bir yanındaki mazlum Müslümanların durumlarını tüm açıklığıyla ortaya koymak ve vicdanlı insanları bu gerçeği düşünüp çözüm yolları aramaya davet etmektir. İçinde bulunduğumuz devir, gaflete kapılmaya, sessiz kalmaya, umursuz davranmaya, dünya hayatının kısa yararının peşine düşmeye, nefsani tartışma ve çekişmelerle vakit öldürmeye uygun bir devir değildir. Milyonlarca Müslüman bu kadar büyük bir zulüm altındayken İslam ahlakının yaygınlaşması için bir çaba içerisinde olmamak, çok büyük bir vicdansızlık olur. Ve kuşkusuz insanı ahirette büyük bir vebal altında bırakır.

PAKİSTAN
2009 yılının Mayıs ayında Pakistan’ın Swat bölgesinde yaşanan çatışmalardan dolayı 2.5 milyondan fazla Müslüman evlerini terk etmek zorunda kalmıştı. BM yetkilileri tarafından son on yıl içinde görülen en büyük mülteci krizi olarak değerlendirilen Pakistan‘daki bu durumu bire bir yaşayan Müslüman kardeşlerimizden 2 milyon kadarı mülteci kamplarına sığınmıştı. Geçtiğimiz aylarda bir kısmı çatışmaların son bulması üzerine evlerine geri dönmeye başladılar. Ancak 1,5 milyondan fazla Müslüman halen mülteci kamplarında ayakta kalmak için mücadele veriyor. Yiyeceğin çok zor bulunduğu, içme ve temizlenme için yeterli suyun bulunmadığı, salgın hastalıkların pek çok insanın hayatını kaybetmesine sebep olduğu bu zorlu ortamda yüz binlerce insan kışın şiddetli soğuğunda, yazın kızgın sıcağında çadırlarda yaşamaya devam ediyor. Evlerini terk etmek zorunda kalan Müslüman kardeşlerimizin durumu o kadar zor ki, tarif ettiğimiz mülteci kamplarına ulaşanlar kendilerini kurtulmuş sayıyorlar. Çünkü yurtlarından çıkanların bir kısmı kayıp, bir kısmı ise neredeyse açlık sınırında yaşayan çok fakir bölgelere yerleşmek mecburiyetinde kalmış ve bu insanlara herhangi bir yardım ulaştırılamıyor.
KEŞMİR
Keşmir’de son 2,5 aydır devam eden çatışmalar 140 Müslümanın hayatını kaybetmesine sebep oldu. Bundan bir süre önce 17 yaşındaki bir gencin Hint polisinin attığı gaz bombasının göğsüne isabet etmesi nedeniyle hayatını kaybetmesi, Keşmir halkının protesto için sokağa dökülmesine sebep oldu. Hint polisi ise bu gösterilere, şiddete başvurarak engel olmaya çalışıyor. Temennimiz bölgedeki olayların bir an önce yatışması ve daha fazla can ve mal kaybı oluşmadan, Keşmirli Müslümanların huzur ve rahat içinde yaşayabilecekleri bir ortamın tesis edilmesidir.
Bilindiği gibi Hint Yarımadası 2. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar İngiliz egemenliği altındaydı. İngilizler yarımadayı terk ettikten sonra Hintli Müslümanlar Pakistan’ı kurmuşlardı. Bunun üzerine Hindistan sınırları içinde yaşayan çok sayıda Müslüman Pakistan’a göç etmişti. Ne var ki Hindistan, Pakistan ve Çin sınırlarında bulunan Keşmir’in “Cammu Keşmir” tabir edilen bölgesi, %67’lik Müslüman nüfusuna rağmen dönemin Hint yöneticilerinin birtakım oyun ve entrikaları sonucu Hindistan egemenliğinde kalmıştı. İşte o tarihten bu yana Cammu Keşmir’deki - 2001 sayımlarına göre- yaklaşık 4 milyon Müslüman, Hindistan yönetiminin zulüm ve baskıları altında yaşamaktadırlar.
Keşmirli Müslümanlar zulümden kurtulmak ve bağımsızlıklarını kazanmak istemişler, ne var ki bu taleplerinin karşılığında 1947, 1965 ve 1971 yıllarında Hint güçleri tarafından üç büyük katliama maruz bırakılmışlardır. Bu katliamlarda on binlerce Keşmirli Müslüman şehit edilmiş, 4 binden fazla Müslüman kadın işkence ve tecavüze uğramıştır.
90’lı yıllarda ise Hint yönetimi şiddet uygulamalarını iyice arttırmış, binlerce Müslüman sebepsiz yere gözaltına alınmış ve işkence yapılarak şehit edilmiştir. Öte yandan evler kundaklanmış, İslami eğitim veren okullar, gazeteler kapatılmıştır. Zalim yönetim bunlarla da kalmamış, baraj kapaklarını açarak Cammu Keşmir’i ve Pakistan’ı sular altında bırakmış, böylelikle binlerce insanın hayatını yitirmesine ve bölgede çok büyük maddi hasarların oluşmasına sebep olmuştur. Bugüne dek Keşmir’de yaklaşık 80 bin Müslüma-nın şehit edildiği, binlerce insanın Hindistan hapishanelerinde zulüm gördüğü ve 10 bin kişiden ise hiç haber alınamadığı bilinmektedir. Keşmir halkına uygulanan tüm bu zulmün, şiddet eylemlerinin, sebepsiz tutuklamaların, işkencelerin, ekonomik ambargoların ana nedeni ise hiç şüphe yok ki Keşmir halkının Müslüman olmalarıdır. Zalimane uygulamalarla Müslümanların birlik olup güçlenmeleri engellenmeye çalışılmaktadır.
DOĞU TÜRKİSTAN’IN KAŞGAR BÖLGESİ
Hatırlanacağı gibi Çin’de, 2009 Temmuz ayında kasıtlı ve organize şekilde Doğu Türkistan halkına yönelik zulüm, baskı ve katliam uygulamaları gerçekleştirilmiştir. Çeşitli bahanelerle çıkarılan olaylar sonucunda binlerce Uygur vatandaşı, sokaklarda insanların gözleri önünde katledilmiştir.
Şu anda Çin, yeni katliamlara zemin hazırlaması muhtemel olan bir başka konuyu bahane olarak kullanmaktadır. Uygur Türklerinin yoğun olarak yaşadığı Doğu Türkistan’ın eski başkenti Kaşgar, Çin askerleri tarafından adeta ablukaya alınmıştır. Şehir buldozerlerle yıkılmakta, Doğu Türkistan halkı buradan zorla sürülmektedir. Çin hükümeti, bu yıkıma, Kaşgar şehrinin depremler sonucunda yıkılabileceği gibi inanılması güç bir bahaneyi gerekçe göstermiştir. Oysa şehir, yaklaşık 2500 yıllık geçmişi olan, 1000 yıldan daha öncesine ait sayısız tarihi esere sahip antik bir şehirdir. Buradaki tarihi eserler yüzyıllardır defalarca depremlere ve doğal afetlere maruz kalmıştır. Bütün bunlara rağmen söz konusu binalar ve eserler yüzyıllardır hiçbir zarar görmemiştir. Dolayısıyla tarihi güzelliklerin yıkımı için depremlerin gerekçe gösterilmesi son derece mantık dışıdır. Oradaki Uygur halkının bu gerekçeyle atalarından kendilerine miras kalan bu topraklardan sürülmesinin ise hiçbir açıklaması yoktur.
Dolayısıyla bu gerekçenin Çin Hükümeti tarafından bir bahane olarak kullanılmaya çalışıldığı açıktır. Çin hükümeti bu bahaneyi kullanarak açıkça Kaşgar’ı bir Çin şehri haline getirmeyi, orayı Uygur Türklerinden arındırmayı ve oradaki Türk-İslam kültürünü ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Çin halkının kendi rızalarıyla gelip Kaşgar’da yaşamak istemeleri durumunda, Uygur Türkleri’nin buna karşı hiçbir itirazları yoktur. Kuran ahlakının gereği olarak ılımlı, sevecen, şefkatli, itidalli, güzel huylu insanlar olan Uygur Türkleri’nin Çinlilere karşı bir düşmanlık duyguları da yoktur.
Onlarla beraber yaşamaktan, komşuluk ilişkileri olmasından da rahatsız değillerdir. Ancak burada söz konusu olan, Çin yönetimi tarafından Uygur halkının evleri yıkılarak zorla bölgeyi terk etmeye mecbur bırakılmaları ve onların yerine yine zorla Çin’in başka bölgelerinden insanların getirilip yerleştirilmeleridir. Böyle bir uygulamanın hukukla, en temel insan haklarıyla ve demokrasiyle bağdaşmadığı açıktır. Bu açıkça bir zorunlu yer değiştirme ve sürgün politikasıdır. Kendi yurtlarından çıkmayı istemeyenlere de şiddetli baskı yapılmaktadır. Bu konuda tüm Avrupa devletlerinin ve Amerika’nın, Çin’deki bu haksız vahşet politikasını uzaktan seyretmemesi, ivedilikle bu konuda harekete geçmeleri, konuyu gündem haline getirmeleri gerekmektedir. Toplu kamuoyu tepkisi, Çin’in bu konuda başıboş davranamayacağını gösterecek ve söz konusu baskı politikası daha da ileri gitmeden son bulacaktır. Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve tüm dünya kurumları, vakıfları ve kişileri bu konuda acilen gerekli tedbirleri almalıdırlar.

Sayın Adnan Oktar Anlatıyor:
Hz. Mehdi (a.s.) Zuhur Etmeden Önce Ona da Zulmedilecektir

“Şimdi ben söylüyorum ya, bu zaten gerekiyor. Bu olmadan Hz. Mehdi (a.s.) çıkmaz. Bu kan akacak, bu olaylar olacak. Afganistan işgal edilecek, Irak işgal edilecek, zulüm artacak. Bizzat Hz. Mehdi (a.s.)’ın kendine zulüm artıyor, işkence yapılıyor Hz. Mehdi (a.s.)’a bizzat. Peygamber (s.a.v.)’in gözleri doluyor anlatırken, Resulullah (s.a.v.)’in. “Rengi soldu” diyor. “Benim Ehl-i Beytim, azap edecekler” diyor, “işkence edecekler”, Hz. Mehdi (a.s.)’dan bahsederken. Peygamberimiz (s.a.v.)’e soruyorlar, rengi soluyor mübareğin. Hz. Mehdi (a.s.)’ı, Peygamberimiz (s.a.v.) çok seviyor. Onun can tanesidir yani çok sevdiğidir, hep sena ile bahsetmiştir.” (Sayın Adnan Oktar’ın 26 Temmuz 2010 tarihli Adıyaman ASU TV röportajından)
Türk İslam Birliği Kurulduğunda Bir Tek Müslümana Bile Zarar Gelmeyecektir
ADNAN OKTAR: Türk İslam Birliği oluştuğunda, Hz. Mehdi (a.s.) da manevi lider olarak başında olduğunda, bir Müslümanın tüyüne dokunmak mümkün olur mu?
OKTAR BABUNA: Mümkün değil Hocam. Hayal bile edemezler inşaAllah.
ADNAN OKTAR: Evini ocağını yıkmak mümkün mü? Hapishanelere doldurmak mümkün mü? Değil mi? Koyun boğazlar gibi boğazlamak mümkün mü? Tahayyülü mümkün değil. Peygamberlerle güya haşa, alay etmek mümkün mü? Bundan kurtulmak istiyorsak o zaman neyi istemesi gerekiyor? Türk İslam Birliği’ni. Türk İslam Birliği olmadan Avrupa hiçbir şeyi dinlemez. İnsanlardan merhamet dilenmekle olmaz. Güç, Allah’ın verdiği bir güç vardır. Bak Cenab-ı Allah diyor: “Birleşin, kimse sizi yenemez” diyor. “Bölünürseniz perişan ederim sizi” diyor Allah. “Onları size musallat ederim” diyor Allah. Bak “dışarıdaki insanları size musallat ederim” diyor, çok fazla Kuran ayeti var. Nitekim de böyle olmuştur. Allah diyor: “Parçalayıcılar gibi olmayın” diyor. Parçalayıcılardan bahsediyor Allah. “Bölünmeyin” diyor, “Ayrılıp dağılmayın, Allah’ın ipine sımsıkı sarılın” diyor, şeytandan Allah’a sığınırım. “Kurşunla kaynatılmış binalar gibi” diyor, “lehimlenmiş gibi omuz omuza gelin” diyor Allah. “Birlikte mücadele edin” diyor, “Allah böyle olanları sever” diyor, değil mi? “Çekişmeyin” diyor Allah, “gücünüz elinizden gider” diyor. Haram kılmıştır Allah. (Adnan Oktar’ın 20 Şubat 2010 tarihli Gaziantep Olay TV’deki canlı röportajından)

FİLİSTİN
Filistinli Müslümanlar yaklaşık yarım asırdır, hiçbir gerekçe gösterilmeden evlerinden çıkarılmakta, kurşunlanmakta, saldırıya uğramakta, evleri başlarına yıkılmakta, tarlaları ve bahçeleri yok edilmekte, işkenceye ve şiddete maruz kalmaktadırlar. Filistin topraklarında yaşanan manzara, bu ülkede ateist siyonist İsrail yönetimi tarafından her yönüyle büyük bir soykırım yürütüldüğünü gözler önüne sermektedir.
Filistin’de saldırıya uğrayan, üzerlerine ateş açılan, bombardımana tutulan çocukların, gençlerin ve kadınların ancak çok az bir kısmı dünya medyasına yansımaktadır.
Nüfusunun %70’i gençlerden oluşan Filistin’de çocuklar da 1948’den bu yana işgal ile birlikte göçü, sürgünü, gözaltıları, hapis ve katliamları yaşamaya başladılar. Kendi topraklarında ikinci sınıf insan muamelesi gördüler. Tahammülü zor koşullar altında mücadele etmeyi öğrendiler. Ariel Şaron’un Ekim 2000’deki provokatif Mescid-i Aksa ziyaretiyle başlayan Aksa İntifadası’nda da şehit olanların %50’sini 16 yaşın altındaki çocuklar oluşturuyordu. Yaralıların %60’ı 18 yaşın altındaydı. Çatışmaların halen yoğun olarak sürdüğü bölgelerde ise her gün en az 5 çocuk şehit olmakta ve 10’un üzerinde çocuk da yaralanmaktadır.
Filistin Sağlık Örgütü’nün hazır ladığı rapora göre Aksa İntifadası’nda hayatını kaybeden 400’den fazla kişinin %34’ü 18 yaşından küçüktür. Ancak asıl önemli olan, ölenlerin %47’sinin gösterilere veya çatışmalara katılmamış kişiler olmasıdır. Batı Şeria’da yaralananların %38’i gerçek kurşunlarla yaralanmıştır ve bunların da %75’i vücudunun üst kısmından yaralanmıştır. Gazze Şeridi’nde ise yaralananların %40’ı gerçek kurşunlardan yaralanmış ve bunların da %61’i vücudunun üst kısmından, yani göğsünden vurulmuştur. Yaralıların toplam sayısı 10 bini geçmiştir. 1.500 kişide ise kalıcı sakatlıklar meydana gelmiştir. Bunun yanı sıra yaralıların tedavi edildiği hastaneler de sık sık saldırıya uğramıştır.
Tüm bu rakamlar açık bir gerçeği göstermektedir: Siyonist İsrail yönetimi, Filistin halkına karşı bilinçli ve sistemli bir yok etme politikası uygulamaktadır. Yukarıdaki rakamlar İsrail askerlerinin silahlarını, güvenlik gerekçesi ile etkisiz hale getirme amaçlı değil, öldürme ve sakat bırakma amaçlı kullandıklarını göstermektedir.

IRAK – FELLUCE
Dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi Irak’ta da Müslümanlar sıkıntı ve zorluk içinde yaşamlarını devam ettiriyorlar. Son günlerde yayınlanan bir araştırma Irak’ta yaşananların boyutlarını gözler önüne sermesi açısından çok önemli bilgiler içeriyor. Bu rapor 2004 yılında Felluce’de, sivillere karşı uranyum kullanıldığını ortaya koyuyor.
The Independent gazetesinde yayınlanan habere göre, 2005’ten bu yana çocuk ölümlerinde ve kanser oranlarında yaşanan artış üzerine, Ulster Üniversitesi’nden 11 kişilik bir araştırma ekibi kuruldu. Konuyla ilgili haberde şu bilgilere yer veriliyor:
“Bu yılın Ocak ve Şubat aylarında gerçekleştirilen araştırmada kentte 711 eve gidilerek kanser ve çocuk doğum ve ölüm oranlarına ilişkin detaylı bilgiler toplandı. Araştırma, kentte genel kanser oranlarında 4 kat, 14 yaş grubu altındakilerde ise 12 kat artış olduğunu gösteriyor. Dr. Chris Busby, kanser ve kusurlu çocuk doğumlarının nedeninin tam olarak bilinmediğini belirtmesine karşın, böyle bir etkinin açığa çıkması için, 2004 yılındaki saldırının ardından çok önemli mutajenik değişime maruz kalınması gerektiğini söyledi. Busby, bununla ABD’nin 2004 yılındaki Felluce saldırısında kullandığı silahlara dikkat çekiyor. Saldırıda tam olarak ne tür silahların kullanıldığını bilmemesine karşın Dr. Busby, mağdurlarda oluşan genetik zararlar göz önünde bulundurulduğunda çeşitli ölçüde uranyum kullanıldığının anlaşıldığını söyledi... Araştırmada lösemi oranlarında 38 kat, yetişkinlerde beyin tümörlerinde ise önemli oranda artış olduğu kaydedildi. Hiroşima’da saldırı sonrası lösemi oranında 17 kat artış olduğunu belirten Dr. Busby, Felluce’de dikkat çekici olanın sadece kanser oranında yaygınlığın fazla olması değil, bunun insanları etkileme hızının olduğunu belirtti.”
(Toxic legacy of US assault on Fallujah 'worse than Hiroshima' - Middle East, World - The Independent)
Sayın Adnan Oktar’ın Felluce’de yapılan bu vahşi uygulamalar hakkındaki açıklaması şöyledir:
“İşte bu da deccaliyetin bir uygulamasıdır. “Deccal nerede?” diyorlar. Deccal kan döküyor, “deccal nerede?” diyor. Deccal annesini babasını öldürüyor, “nerede?” diyor. Deccal haysiyetini şerefini yerle bir ediyor, “deccal nerede?” diyor. İşte deccal burada. Görüyorsunuz Irak’ta, Afganistan’da her yerde faaliyet halinde, inşaAllah.” (Sayın Adnan Oktar’ın 31 Temmuz 2010 tarihli Kocaeli TV canlı röportajından)

Patani’de camiler, mescidler Tayland askerleri tarafından basılıp, Müslümanlar namaz kılarken şehit ediliyorlar. Kadın, erkek, genç, yaşlı ayırt edilmeden Müslümanlar acımasızca şehit edilirken, camiler basılıp ibadet halindeki Müslümanlar dahi başlarından vurulurken, İttihad-ı İslam’ın gerçekleşmesi için ağırdan almak, böyle bir konu hiç yokmuş gibi davranmak, Allah Katında sorumluluğu olan bir tutumdur.
Tayland askerleri Patanili Müslüman gençleri ve erkekleri yakalayıp, çıplak bir halde sokak ortasında yere yatırıp, ellerini arkalarından kelepçeleyip zulmediyorlar. 15. yüzyıldan bu yana Müslüman olan Patani halkı, hemen her gün baskı ve şiddete maruz kalıyor.

TAYLAND – PATANİ
Tayland’a bağlı özerk bir bölge olan Patani’de Müslümanların maruz kaldığı şiddet ve baskı, dünya kamuoyu tarafından pek bilinmemektedir. Oysa Güneydoğu Asya’nın bu bereketli ve zengin topraklarında yaklaşık 200 yıldır büyük bir zulüm devam etmektedir.
Patani Müslümanlarının yaşadığı zulüm, 1782 yılında Patani’nin yönetimini ele geçiren Rama Hanedanı ile başladı. Bu hanedan Bangkok’u başkent yaptı ve merkezi bir yönetim sistemi kurdu. Bu dönemde Patanili Müslümanlarla Siyamlar ismi verilen yerli halk arasında günümüze kadar devam edecek çatışmalar ortaya çıktı. Bu çatışmalar sırasında birçok Patani kenti yakılıp yıkıldı, pek çok askeri savunma merkezi tahrip edildi ve yaklaşık 4.000 Patanili Müslüman, Siyamlar tarafından esir alındı.
Siyamlar, esir ettikleri Müslümanlara çok şiddetli işkenceler yaptılar. Bir tür Hint kamışından yapılma güçlü bir iple kulaklarından ve bacaklarından diktiler. Bu feci işkence altında Bangkok’a getirdikleri Müslümanları, ellerinde hiçbir alet ve edavat bulunmaksızın kanal kazma işlerinde köle olarak çalıştırdılar. Patani Sultanı da bu savaş sonunda Siyamlar tarafından vahşice şehit edildi. Savaşın ardından 7 bölgeye bölünüp Tayland tarafından vergiye bağlanan Patani, 70 yıl boyunca tamamen Siyamların yönetimine geçti.
1909 yılında ise Siyamlar tarafından Patani’ye göstermelik bir bağımsızlık verildi, ancak Tayland yönetiminin baskıları aynı şiddetle devam etti. Tam bağımsızlık için defalarca ayaklanan Müslüman Patani halkı, her zaman şiddetle bastırıldı, bu dönemde Malezya’ya göç çok büyük bir artış gösterdi.
Tayland yönetimi, özellikle de Patani halkının İslam kimliğini yok etmeye yönelik bir baskı ve asimilasyon politikası izledi. İlk uygulama, 1932 yılında Müslümanlara ait öğretim kurumlarının faaliyetlerini tamamen yasaklamak oldu. 1944 yılında ise Müslüman halka yönelik geniş bir imha hareketi başlatıldı, Patani Müslümanlarının liderleri ve aileleri bazı Budistler tarafından vahşice şehit edildi. İslami kurallara uymak, ibadette bulunmak yasaklandı, bir yandan da halka Budizm inancı dayatıldı. Budizm okullarda zorla öğretildi, hatta Müslüman öğrenciler Budist öğretilere göre hareket etmeye zorlandı.
Tayland yönetimi çeşitli tarihlerde Müslümanlara karşı korkunç toplu katliamlar da düzenledi. 1944 yılında sadece Bulikor Samik bölgesinde 125 Müslüman aile diri diri yakılarak şehit edildi. Tayland yönetiminin asimilasyon politikaları hayatın her alanında kendini gösterdi. Patani’deki pek çok minare yıkıldı. Tayland yönetiminin kurduğu sağlık kuruluşlarında önemli Müslüman alimler şüpheli nedenlerden dolayı şehit edildi, faili meçhuller ve kayıplar Patani halkı için günlük olaylar haline geldi.
BURMA – MYANMAR
Myanmar nüfusunun yaklaşık %15’ini oluşturan Müslümanlar, Burma devleti için bir güzellik ve bir nimettir. Ne var ki, bölgeden gelen haberler bu topraklarda yaşayan Müslüman kardeşlerimizin hak ettikleri saygıyı, sevgiyi, güveni ve huzuru bulamadıklarını göstermektedir. Ülkenin ağırlıklı olarak Arakan bölgesinde yaşayan Müslümanlar, pek çok uluslararası kurumun hazırladığı raporlarda da görüldüğü üzere, ağır baskı altındadır. 20. yüzyılda hızı artan Müslüman karşıtı kampanya 100.000 Müslümanın şehit olmasına sebep olmuş; 1942’deki Arakan katliamında ise yüz binlerce kişi ya sakat kalmış ya da topraklarından göç etmek zorunda bırakılmıştır.
1962 yılında değişen yönetim tarafından hazırlanan “Burma Sosyalist Parti Programı” Müslümanların dini hak ve özgürlüklerini neredeyse tamamen ellerinden almış, dinlerini diledikleri gibi yaşama hakları engellenmiştir. Bu durum tüm İslami eğitim kurumları ve camilerin kapatılmasıyla neticelenmiş, hacca gitmek, kurban kesmek, toplu namaz kılmak ve diğer ibadetler yasaklanmıştır. Öte yandan kanunlara ve insan haklarına aykırı olarak yapılan tutuklamalar ve bu esnada –uluslararası kurumlar tarafından da tespit edilip, ispatlanmış olan- işkenceler Müslümanları Myanmar’ı terk etmeye zorlamıştır.
İnsan hakları kuruluşlarının vermiş oldukları raporlara göre, 1962-1984 yılları arasında 20.000 Arakan Müslümanı şehit edilmiştir. Yüzlerce Müslüman kadına tecavüz edilmiş ve Müslümanların neredeyse tüm mal varlıklarına el konulmuştur.
Ocak 1992’de Myanmar’da yaşayan Müslüman azınlığa mensup 700 kişinin Bangladeş sınırı yakınlarında boğularak şehit edildiği ortaya çıkmıştır. 1994 yılında ise 1000’den fazla Müslüman yargısız infaz yöntemiyle şehit edilmiştir.
Bu haksız ve şiddete dayalı uygulamalar 1990’lardan sonra da devam etmiş ve hayatlarını kurtarmak isteyen 200.000 Müslüman 1992 yılında Bangladeş’e sığınmak zorunda kalmıştır. Çok fakir bir İslam ülkesi olan Bangladeş, Burmalı mültecileri topraklarında ağırlamakta, ancak yiyecek ve barınma konusunda yardım etmekte çok zorlanmaktadır.
İletişim imkanlarının sınırlı olması, internetin sıkı denetim altında tutulması ve bölgeye girmeyi başarabilen gazetecilerin dahi haber almalarının ve iletmelerinin yasaklanması nedeniyle, Myanmar’da yaşayan Müslüman kardeşlerimiz dünyaya seslerini duyurmakta zorlanmaktadır. Nadiren de olsa elde edilen haberler ve resimler ise yaşanan zulmün ve haksızlığın boyutlarını gözler önüne sermektedir.

Dünyadaki Acıların Son Bulması İçin Türk İslam Birliği’ni Oluşturmak Bütün Müslümanların En Aciliyetli Görevidir
 

Sertürk Sercan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Tem 2010
Mesajlar
102
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
NEPAL
Nepal, Hindistan ve Çin ile komşu olan ve bu iki ülkenin de etkisiyle yıllardır Müslümanlara yönelik baskıcı bir politika izleyen bir ülkedir. %80’i Hindu, %10’u Budist olan ülkede bir milyonun üzerinde Müslüman yaşamaktadır.
Daha önce resmi olarak bir Hindu devleti olan Nepal 2008 yılına kadar krallık ile yönetiliyordu. 2008 yılında krallık yönetimine son verildi ve Federal Demokratik Nepal Cumhuriyeti kuruldu. Nepalli Müslümanlar 2008 yılına kadar hiçbir hakka sahip değilken, dahası Nepal Krallığı tarafından dini kimlikleri dahi kabul edilmezken, yeni yönetim iktidara gelir gelmez Müslümanlara anlayışla yaklaşacaklarına, hatta bazı taleplerini yerine getirebileceklerine dair vaadlerde bulundu. Ne var ki fanatik Hindular yeni hükümetin bu demokrat tavrından ve laikliğin resmi olarak benimsenmesinden rahatsızlık duyarak Müslümanlara yönelik şiddet uygulamalarını arttırdılar ve art arda faşist saldırılar gerçekleştirdiler. Saldırılarına doğrudan camilerden başlayan ırkçı faşistler 2008 yılının Mart ayında 50’den fazla Nepalli Müslüman Biratnagar’daki bir mescitte akşam namazını kılarken mescide dört bomba attılar ve üç Müslümanın şehit olmasına, onlarca kişinin de yaralanmasına sebep oldular. Takip eden zamanda Müslümanların yoğun olarak bulundukları Biratnagar ve Bukraha şehirlerindeki daha pek çok cami radikal ırkçı Hindu örgütlerin saldırısına uğradı. Bu ırkçı gruplar 2004 yılında da Nepalli Müslümanlara ait ev, iş yeri, dernek ve camileri ateşe vermişlerdi.
Söz konusu faşist örgütlerin Nepalli Müslümanlar üzerindeki zulmü bugün hala devam etmektedir. Irkçı Hindular tarafından durmaksızın rahatsız edilmekte olan Nepalli Müslümanlar dinlerini korumak için büyük bir mücadele vermekte, üzerlerindeki baskıya rağmen yaşamlarını Müslüman olarak sürdürmeye çalışmaktadırlar. Özellikle de Hindular arasından dinlerini değiştirip Müslüman olan Nepalliler gerek çevrelerinin gerekse ailelerinin ağır baskısına maruz kalmaktadırlar.
Şüphesiz yazı boyunca verdiğimiz örnekler, Irak’ta, Pakistan’da, Burma’da, Patani’de ve daha pek çok yerde yaşananların sadece küçük bir örneğidir. İslam dünyasının kanayan yarası olan Filistin’deki kardeşlerimiz başta olmak üzere Müslümanların büyük bir çoğunluğu 100 yılı aşkın bir zamandır, hemen her yerde eziliyor ve baskı altında tutuluyor. Hemen her gün dünyanın bir yerinden Müslümanların şehit edildiğine, eziyete uğradıklarına dair haberler geliyor. Ve bu haberler bir kez daha İslam aleminin birlik içinde hareket etmesinin ne kadar ehemmiyetli olduğunu gözler önüne seriyor.
Peygamberimiz (s.a.v.) içinde bulunduğumuz ahir zamanda Müslüman aleminin karşılaşabileceği bu zulüm ortamını bildirmiş ve bunlarla karşılaşıldığında neler yapılması gerektiğini de Müslüman-lara tavsiye etmiştir. Bu dönemde Allah’ın Hz. Mehdi (a.s.)’ı göndererek, İslam dünyasını ve tüm insanları deccaliyetin belalarından kurtaracağını müjdelemiştir. Hadislere ve İslam alimlerinin açıklamalarına göre, Hz. Mehdi (a.s.), Hicri 1400 itibariyle göreve başlayacak, deccaliyetin silahı olan Darwinizm ve materyalizmi tam anlamıyla susturacak bir fikri mücadele yürütecek, dağınık durumdaki İslam alemini birleştirecek, Kuran ahlakının dünyaya hakim olmasına vesile olacaktır. “Hz. Mehdi (a.s.)’ın büyük mücadelesine nasıl katkıda bulunabilirim?” diye düşünen Müslüman kardeşlerimizin yapacağı en önemli çalışmalardan biri Müslüman-ların arasında kardeşliğin pekişmesi, sevgi ve dostluğun güçlenmesi, İslam aleminin birlik olması için faaliyet göstermektir. Allah Kuran’da Müslümanların birlik olmaları gerektiğini buyurmuştur. Birlik olmamaları durumunda ise, manevi güçlerini kaybedeceklerini ve ezilip yenileceklerini haber vermiştir:
“İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.” (Enfal Suresi, 73)
Öyleyse, deccaliyetin tüm saflarının birlik halinde Müslümanları baskı altına aldığı ahir zamanın bu en şiddetli döneminde, Müslümanların aciliyetli olarak yerine getirmeleri gereken husus, birlik olmaktır. Yeryüzünde bozgunculuğun son bulması için iman edenlerin birbirleriyle dost olmaları, ittifak etmeleri, birlik ve beraberlik içinde olmaları gerektiği açıktır. Türk İslam dünyasının bu birliği istemesi lazımdır. Birlik istemeyen ayrılık istiyor demektir ve ayrılığın Türk İslam dünyasına hiçbir faydası yoktur. MÜSLÜMANLARIN GÜCÜ, KUVVETİ VE MENFAATİ BİRLİKTEDİR.

Müslüman Kardeşlerimizin Gördüğü Zulüm Hz. Mehdi (a.s.) Önderliğinde Son Bulacaktır
“Cenab-ı Hak bir dakika zarfında beyn-es sema vel-arz alemini (yer ile gök arasındaki alemi) bulutlarla doldurup boşalttığı gibi bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eder (dindirir) ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin numunesini (örneğini) ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden KADİR-İ ZÜLCELAL (herşeye muktedir olan Yüce Allah) HZ. MEHDİ (A.S.) İLE DE, ALEM-İ İSLAM’IN (İslam aleminin) ZULÜMATINI (zulüm devrini, karanlığını) DAĞITABİLİR. VE VA’DETMİŞTİR VAADİNİ ELBETTE YAPACAKTIR.” (Mektubat, s. 411-412)
Bediüzzaman, Celal ve Kudret sahibi olan Rabbimiz’in, Hz. Mehdi (a.s.) ile dinsizlik ve zulüm devrini ortadan kaldıracağını belirtmiştir. Rabbimiz’in, yer ile gök arasındaki tüm alemi bulutlarla bir dakika içinde doldurup boşalttığı, bir saniyede denizin fırtınalarını durdurduğu ve bahar mevsiminde bir saatte yaz mevsiminin örneğini ve yazın da bir saatte kış fırtınasını yarattığı gibi, bu olayı da hemen gerçekleştirmeye kadir olduğunu hatırlatmıştır. Bediüzzaman, Allah’ın bu vaadinin hak olduğunu ve vaadini mutlaka gerçekleştireceğini ifade etmiştir. Hz. Mehdi (a.s.) Allah’ın izniyle İslam dünyasının karşı karşıya kaldığı zulüm ve zorluklara son vermekle görevli kişi olacak ve çalışmalarıyla tüm dünya çapında etkili olacaktır.
 

FaKiRuLLaH_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Eyl 2010
Mesajlar
7
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Sertürk Sercan kardeşim bizimle paylaşmış olduğun konu içerikli ve güzel güzel olan yanıda islamiyet için gayret etmek ve çalışmaktıır. Ama bunun yanı sıra bizimle paylaşmış olduğun konunun sahibi olan Adnan oktar kendisinin Ahirzaman mehdisi olduğunu insanlara aşılamaktadır ve kendisinin hiç bir ilmi bilgiside yoktur kendisi sadece araştırmacı bir yazardır insanlara islamiyetten bahsediyor islam devletinin kurulmasını istiyor ama harunyahyatv de ise karşısına açık saçık kızları alıp prensesim diye hitap ediyor islamiyette nerde görülmüş böle bişey sen kimi kandırıyorsun birde Cübbeli Ahmet Hoca gibi Alim bir insana iftiralarda bulunuyor Lütfen insafa gelelim böyle insanların yorumlarını herkezle paylaşmayalım.. VesseLam...
 

Gülfidan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Nis 2008
Mesajlar
679
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
bırak paylaşsın ,engel olma

adamcı olmayalım

cübbeli yada adnan oktar kim kime ne demiş le ilgilenmeyelim.

dua edelim ikisinin barışması icin.


ikiside bizdendir. müslümandır. inşallah

kusurlarını acığa vurmak yerine Allah kusurlarını düzelsin diye dua edelim.

bize yakısan da budur

ikiside islam icin birşeyler yapma gayretinde görünüyor.
 

FaKiRuLLaH_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Eyl 2010
Mesajlar
7
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Gülfidan kardeşim ben adnan oktara kafir diye hitap etmedim Allah celle celelühü cümlemize hidayet nasip etsin inşeallah sen benim yazımı iyi okumadın heralde. bu senin sözün. [ikiside islam icin birşeyler yapma gayretinde görünüyor. ]. eger bir yerde şeriat dışı bir iş yapılıyorsa uyarmak lazım iyi ozaman adam benim yanımda şeriatsızlık yapsın ben bakayım ve senin dediğin gibi allah hidayet versin deyim geçeyim olumu böle şey Allah bundan razı deil Allah şeriatsızlık yapılıyorsa onu uyarandan razı.. Birde hitabınız bana çok sert geldi bundan gocunmadım ama birazdaha nazikçe uyarsaydınız daha iyi olurdu ? ...
 

Gülfidan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Nis 2008
Mesajlar
679
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
Gülfidan kardeşim ben adnan oktara kafir diye hitap etmedim Allah celle celelühü cümlemize hidayet nasip etsin inşeallah sen benim yazımı iyi okumadın heralde. bu senin sözün. [ikiside islam icin birşeyler yapma gayretinde görünüyor. ]. eger bir yerde şeriat dışı bir iş yapılıyorsa uyarmak lazım iyi ozaman adam benim yanımda şeriatsızlık yapsın ben bakayım ve senin dediğin gibi allah hidayet versin deyim geçeyim olumu böle şey Allah bundan razı deil Allah şeriatsızlık yapılıyorsa onu uyarandan razı.. Birde hitabınız bana çok sert geldi bundan gocunmadım ama birazdaha nazikçe uyarsaydınız daha iyi olurdu ? ...

cübbeli hocamız şeriatı iyi biliyor onun gayretleri ile biz cahiller aydınlanıyor.

hitabımı birdahakine daha iyi tartarım.

özür dilerim. kardeşim.

Adnan oktar mehdi değilim diyor. bunun sürekliliği süresince sahte mehdilik idaası gütmedikçe birşey diyemeyiz. söylemek istediğim buydu

şeriate karsı tavırlarını bende tastiklemem; elbetteki uyaralım

Adnan oktarın hatalarının farkındayım. keske şeriata da biraz dikkat etse iyi olacak.

farkında olmadan bidatçi konumuna da düsebilir.

Allah hidayet etsin hepimizi.
 

FaKiRuLLaH_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Eyl 2010
Mesajlar
7
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
cübbeli hocamız şeriatı iyi biliyor onun gayretleri ile biz cahiller aydınlanıyor.

hitabımı birdahakine daha iyi tartarım.

özür dilerim. kardeşim.

Adnan oktar mehdi değilim diyor. bunun sürekliliği süresince sahte mehdilik idaası gütmedikçe birşey diyemeyiz. söylemek istediğim buydu

şeriate karsı tavırlarını bende tastiklemem; elbetteki uyaralım

Adnan oktarın hatalarının farkındayım. keske şeriata da biraz dikkat etse iyi olacak.

farkında olmadan bidatçi konumuna da düsebilir.

Allah hidayet etsin hepimizi.

özrünüzden dolayı rica ediyorum ve birşeyede vurgu yapmak istiyorum evet adnan oktar ben mehdi deilim diyor ama 100 hadisin kendisine uydugunu söylüyor sırtında peygamber mührü olduğunu söylüyor daha bunun neresinde kaldı ben mehdi deilim demek.... sözün kısası Allah kimseyi şaşırtmasın] Aslında konuşulacak çok şey var bu konu hakkında zaten cübbeli hocamız harun yahya nın bazı görüşleri hakkında reddiyesi var Allah ondan razı olsun.. VesseLam..
 

Sertürk Sercan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Tem 2010
Mesajlar
102
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Bize ne oluyor ki? Neden mücadele etmeyelim?

Bize ne oluyor ki? Neden mücadele etmeyelim?

Selam Fakirullah

İlim sahibi olmak için sadece o konunun üniversitesini okumak lazım olmadığını bilirsinsin inşaAllah. Sence ilim sahibi olmak demek o kişiye "evrim hakkında ne düşünüyorsunuz" deyince, haşır haşır sakallarını kaşıyarak "evrim nedir ki?" diye soran bir zihniyete ilim sahibi diyor isen bu konuda tartışmak bile çok yersiz olur. Sayın Adnan Oktar dediğin gibi araştırmacı yazardır. ARAŞTIRAN yani. Sakal kaşıyarak "ne ki" demek ile arasındaki farkı anlarsın sanırım. Dünyanın sallandığı bi konu da cahil olan bir insana karşılık, 350'yi aşan ilmi kitapları olan Sayın Adnan Oktar'ın röportajlarındaki kızları incelemek yerine, birazcık olsun eserlerini incelemeni tavsiye ederim.

Ve asıl konu kişilere takılmayalım, benim paylaştığım konu da MÜSLÜMANLARIN AKITILAN KANLARINDAN VE BUNUN ÇÖZÜMÜNÜN BİRLİK OLMAK OLDUĞUNDAN BAHSEDİYORUM. Yanlış birşey savunduğumu düşündüğünü düşünemiyorum inşaAllah öyle değildir. Çünkü Rabbimiz ayette

Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahip) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?
(Nisa Suresi, 75)


Dünya Müslümanların yardım sesleri ile titriyor. Bize ne oluyor? Neden insanlara takılıyoruz. Çözüm İslam birliği değil mi?
Çözüm bunun olması için gayret etmek değil mi? Herkes Allah'a boyun eğmiş durumda, her şey yalnızca Allah'ın istediği şekilde gerçekleşiyor. İslam aleminin başına geçecek olan Hz. MEHDİ (as)'de yalnızca Allah'ın seçtiği kişi olacak, ne senin, ne benim, ne de kimsenin. Yalnızca ALLAH'IN. Bu yüzden Allah'a tam teslimiyet ile bu birliğin olması için gayret etmeliyiz.
Adnan Oktar'ın ilmi eselerini hiç duymadığını düşünüyorum FAKİRULLAH, sana aşağıda bazı eserler yazacağım,


HARUN YAHYA KÜLLİYATI - SİTELER

HARUN YAHYA KÜLLIYATI - KITAPLAR

HARUN YAHYA KÜLLIYATI - BELGESELLER

HarunYahya.org - Hayata Bakışınızı Değiştirecek Eserler
 
F

FiSeBiLiLLaH

Sertürk Sercan.Adnan Oktarın ''Yahudiler bizim kardeşimizdir'' sözüne katlıyor musun.Sende evet yahudiler bizim kardeşimizdir diyebiliyor musun veya der misin ?
 

Sertürk Sercan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Tem 2010
Mesajlar
102
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
SELAM, FiSeBiLiLLaH
Bir düşünelim bakalım annesinden yeni doğmuş bir yahudi soyundan bir çocuk için sen bu çocuk benim düşmanımdır diyebilir misin? Yüce Allah Kuran'da Yahudiler ve hristiyanlardan kitap ehli olarak bahsediyor ve Hz. İsa (a.s.) ve Hz Musa (a.s.)'dan de övgü ile bahsediyor. Şeytan bazı insanları asıl düşman olan kendisinden, başka yana çevirmek için dindar yahudileri ve müslümanları birbirine düşürmek istiyor. Bizim asıl düşmanımız şeytan pisiliği ve ona tabii olanlardır. Bunların arasında Yahudilere ile onlara düşman olan ateist siyonistleri birbirine karıştırmamalıyız. Bu çok büyük bir fitne olur. Hz. Musa'da (a.s.)'da, Hz. İsa (a.s.)'da ve Kuran'da yer alan bütün peygamberler gibi bizimde peygamberimizdir. Onlara indirilen kitaplara iman eden dindar Yahudi ve Hristiyanlar'a da sevgi, şefkat, koruyucu, adalet, merhamet, birlik kanatlarımızı germeliyiz. Düşmanımızı karıştıran şeytana tabi olanlara karşıda çok dikkatli olmalıyız. Değil mi ki müslümanları da birbirine düşüren bu ateist siyonistler ve diğerleri.
Nasıl ki kimliğinde müslüman yazıpta terörist katliamlar yapanlar, canlara kıyanlar, İslam için savaşıyoruz deyipte masum insanların canlarına kıyanlar var ise aynı durum Yahudi dindarları hedef göstermek için kurulan ateist siyonist örgütün uygulamalarına kanmamalıyız. Birlik olmalıyız. Allah rızası için, Allah'ın birliğini, yüceliğini,yarattıkları iman delillerini, Kuran'da bildirilen güzel ahlakını tüm dünyada tüm insanlığa göstermeliyiz, anlatmalıyız.
En önemlisi ise gerçek düşmanımızı karıştırmamalıyız. Bu şeytan'ın bir oyunudur.

Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin.
O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmaya çağırır.
(Fatır Suresi, 6)
 

Sertürk Sercan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Tem 2010
Mesajlar
102
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
FiSeBiLiLLaH

İlk video kısa ve net.

Harun Yahya TV - Ateist Siyonistler dindar Musevilerin de düşmanıdır

YAHUDİLİK KONUSUNDA ADALETİN GEREĞİ

Şimdiye kadar yayınlanan bazı kitaplarımızda, ırkçı bir ideoloji olan Siyonizm'i benimsemiş olan bazı Yahudilerin, Filistinli ve diğer pek çok Ortadoğulu Müslümana karşı acımasız bir işgal, baskı ve soykırım politikası yürüttüğünü delilleriyle ortaya koyduk. Elbette her Müslüman, ve adalet ve vicdan kavramlarına sahip her inançtan insan, bu haksız zulmü kınayacaktır ve bu kınamada haklıdır.

Ancak konunun ikinci bir yönü daha vardır ki, onu da mutlaka dikkate almak gerekir. Bu, tarihte ve günümüzde, bazı Yahudilerin de başka inançlar veya milletler tarafından haksız yere hedef alındığı, zulme ve işkenceye uğratıldığı gerçeğidir. "Antisemitizm" olarak bilinen Yahudi düşmanlığı, çeşitli fanatik gruplar, faşist rejimler veya ırkçı örgütler tarafından benimsenmiş ve bu ideoloji nedeniyle pek çok Yahudi zulüm görmüştür.

Bu zulme de mutlak şekilde karşı çıkmak gerekmektir.

Biz, bir ırkçı ve zalim bir ideoloji olan Siyonizme karşıyız. Aynı şekilde, ırkçı ve zalim bir ideoloji olan antisemitizme, yani Yahudi düşmanlığına da karşıyız. Çünkü inancımız, dünyadaki her millete ve her inanca karşı adalet ve hoşgörüyle davranmamızı gerektirir. Allah bir Kuran ayetinde, her toplum için adaleti ayakta tutmayı emretmektedir:

Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 135)

Eğer bir insan, Siyonizmin suçları nedeniyle, masum Yahudi insanları eleştirir ve incitirse, adaleti çiğnemiş olur. İsrail'in haksız işgal ve saldırıları nedeniyle, dünya üzerindeki farklı Yahudi cemaatlerini, örneğin ülkemizdeki Yahudi inancına bağlı vatandaşlarımızı kınarsa, yine adaleti çiğnemiş ve hata etmiş olur. İsrail'in saldırı ve işgallerine karşı, İsrail'in sivil vatandaşlarını hedef alan terör eylemleri düzenlerse, adaletten tamamen sapmış, masum insanları hedef alarak büyük bir günah işlemiş olur.

Bu yazıda, Siyonizm, Yahudilik ve antisemitizm kavramlarını kısaca ele alacak, bir Müslümanın bu konularda izlemesi gereken tutumu açıklayacağız.

İslamın Kitap'a Hoşgörüsü

Yahudiler, binlerce yıldır yaşadıkları Filistin'den, MS 70 yılında, putperest Roma imparatorluğu tarafından sürülmüşler ve daha sonraki 19 asır boyunca diasporada, yani sürgünde yaşamışlardır. Bu dönem boyunca özellikle Hıristiyan ülkelerde çoğu zaman baskı ve zulüm görmüşler, defalarca yurtlarından sürülmüş, hatta toplu katliamların hedefi olmuşlardır. Yahudilerin bu dönemde en çok huzur ve güven buldukları coğrafya ise İslam topraklarıdır. Bunun başlıca nedeni, Kuran ahlakıdır. Kuran'da Yahudiler ve Hıristiyanlar "Kitap Ehli" olarak ifade edilir ve Müslümanlar ile Kitap Ehli arasında dostça bir yaşam tavsiye edilir.

Kuran'a göre Kitap Ehli'nin yemeğini yemek ve Kitap Ehli'nden hanımlarla evlenmek Müslümanlara serbest kılınmıştır (Maide Suresi, 5). Bu hükümler, Müslümanlar ile ehli kitap arasında nikah sonucu akrabalık bağlarının kurulabileceğini, iki tarafın birbirlerinin yemek davetlerine icabet edebileceklerini gösterir ki, bunlar sıcak insani ilişkiler ve huzurlu bir ortak yaşam kurulmasını sağlayacak esaslardır.

Dahası Kuran'da Kitap Ehli dahil tüm gayrı Müslimlere, Müslümanlara düşmanca davranmamaları şartıyla, iyilikle davranmak emredilir:

Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever... (Mümtehine Suresi, 8)

Müslümanlar asırlar boyu bu hükümler uyarınca Yahudilere dostça davranmışlar ve Yahudiler de buna dostluk ve vefayla cevap vermişlerdir. Siyonist ideoloji ortaya çıkıncaya dek...

Siyonizm İle Yahudiliği Ayırmak

Siyonizm, 19. yüzyılda ortaya çıkmıştı. 19. yüzyıl Avrupası'nın iki belirgin karakteri, Siyonizmi de etkilemişti: ırkçılık ve sömürgecilik. Siyonizmin bir diğer belirgin özelliği ise, dönemin diğer ideolojileri gibi din-dışı bir ideoloji olmasıydı. Siyonizm'in fikri öncülüğünü yapan Yahudiler, dini inançları çok zayıf kimselerdi. Hatta çoğu ateistti. Yahudiliği bir inanç birliği olarak değil, bir ırkın ismi olarak kabul ediyorlardı. Yahudilerin Avrupalı milletlerden ayrı bir ırk olduğu, onlarla birlikte yaşamalarının mümkün olmadığı, mutlaka kendilerine has ayrı bir yurt edinmelerinin şart olduğu iddiasıyla ortaya çıktılar. Filistin'i seçmelerinin nedeni dini değil, tarihseldi.

Siyonizm, Ortadoğu'ya girdiği günden itibaren, bölgeye çatışma ve acı getirdi. İki dünya savaşı arasındaki dönemde, Siyonist terör örgütleri Araplara ve İngilizlere karşı kanlı saldırılar düzenlediler. 1948'de İsrail'in kurulmasının ardından da, Siyonizmin yayılmacı stratejisi Ortadoğu'yu kaosa sürükledi.

Bu zulmü gerçekleştiren Siyonizmin çıkış noktası, Yahudi dini değil, 19. yüzyıldan miras kalma ırkçı, sömürgeci ve Sosyal Darwinist ideolojiydi. İnsanlar arasında daimi bir çatışma olması gerektiğini savunan, "güçlüler kazanır, zayıflar yok olur" felsefesini empoze eden Sosyal Darwinizm, Alman milletini Nazizme sürüklediği gibi, Yahudileri de Siyonizme sürükledi.

Bugün Siyonizmi eleştiren pek çok dindar Yahudi aynı gerçeği vurgulamaktadır. Bu dindar Yahudilerin bir kısmı İsrail devletini meşru görüp tanımamaktadırlar bile. Dindar Yahudilerin önde gelen isimlerinden biri olan Haham Hirsch, "Siyonizm, Yahudi halkını milli bir antite (varlık) olarak tanımlamak ister... bu dinen bir sapmadır" der. İsrailli devlet adamı Amnon Rubinstein'a göre, pek çokları için "Siyonizm, (bazı Yahudilerin) babalarının yurduna ve hahamların sinagoguna başkaldırısının doğal sonucu"dur.

Haham Forsythe ise, Yahudilerin 19. yüzyıldan itibaren dinden ve Allah korkusundan uzaklaştıklarını, bunun bir cezası olarak Hitler'in zulümlerine maruz kaldıklarını savunmakta ve Yahudileri daha dindar olmaya çağırmaktadır. Forsythe, yeryüzünde zulüm ve bozgunculuk yapmanın "Amalek"in (Tevrat dilinde inkarcıların) işi olduğunu söyler ve şöyle yazar: "Yahudi, Amalek'in ruhunun tam zıddı olmalıdır. Bu ruh, Allah'ı ve vahyi terk etmek, şeytanilik, ahlaksızlık, acımasızlık, haksızlık ve anarşidir."

Bunun aksini uygulamış olan Siyonizm, gerçekte bir tür faşizmdir. Faşizm ise dinden değil, dinsizlikten kaynak bulur. Dolayısıyla Ortadoğu'da akan kanların asıl sorumlusunun, Yahudi dini değil, din-dışı ve faşist bir ideoloji olan Siyonizm olduğunu bilmek gerekmektedir.

Ancak faşizmin diğer versiyonları gibi, Siyonizm de, dini kendi amaçları için kullanmak istemiştir.

Tevrat'ın Siyonistlerce Çarpıtılması

Tevrat, Allah'ın Hz. Musa'ya vahyettiği mübarek bir kitaptır. Allah Kuran'da "Gerçek şu ki, biz Tevratı, içinde bir hidayet ve nur olarak indirdik..." (Maide Suresi, 44) buyurur. Yine Kuran'da bildirildiği üzere, Tevrat daha sonra tahrif edilmiş ve içine insan sözleri sokulmuştur. Bu nedenle bugün elimizdeki Tevrat, "Muharref Tevrat"tır.

Yine de M. Tevrat incelendiğinde, içinde Hak Din'in pek çok unsurunun halen bulunduğu görülür. Allah'a iman, teslimiyet ve şükür, Allah korkusu, Allah sevgisi, adalet, şefkat, merhamet, zulme ve haksızlığa karşı koyma gibi pek çok hak din özelliği M. Tevrat'a ve Eski Ahit'in diğer kitaplarına hakimdir.

Bunun yanında, M. Tevrat'ta, tarihte yaşanmış bazı savaşlar ve bu savaşlardaki kıyımlar da anlatılmaktadır. Eğer bir kişinin amacı, uygulamak istediği şiddet, kıyım ve cinayetlere çarpıtarak da olsa bir dayanak bulmaksa, söz konusu M. Tevrat pasajlarını kendine bir malzeme haline getirebilir. Siyonizm, gerçekte faşist bir terör olan kendi terörünü meşrulaştırabilmek için bu yola başvurmuş ve etkili de olmuştur. Bu kitapta okuyacağınız gibi, geçmişte yaşanmış bazı savaş ve katliamlarla ilgili M. Tevrat ayetlerini, Filistin'in mazlum halkına karşı kullanmıştır. Bu, samimiyetsiz bir yorumdur. Dini, faşist ve ırkçı bir ideolojiye alet etmektir. (Nitekim pek çok dindar Yahudi, söz konusu M. Tevrat ayetlerinin Filistinlilere karşı işlenen cinayetleri meşrulaştırmak için kullanılmasına karşı çıkmaktadır.)

Günümüzde aynı samimiyetsizliği İslam adına uygulamak isteyenler vardır. Suçsuz insanlara karşı korkunç vahşetler uygulayıp, sonra da bunu, Kuran'da geçen savaş ve cihatla ilgili ayetleri yanlış yorumlayarak haklı göstermek istemektedirler. Oysa söz konusu ayetler, Müslümanlara karşı savaş açan insanlara karşı yürütülecek bir sıcak savaşta, savaş anındaki durumu tarif eder. Bunları kötü niyetle kasten farklı yorumlayıp, suçsuz insanları öldürmenin gerekçesi olarak gösterenler, gerçekte Allah korkusu taşımayan, dini kalplerindeki vahşet tutkusu için suistimal etmek isteyen insanlardır. Nitekim Allah Kuran'da bu gibi kötü niyetli kimselerin Kuran ayetlerini çarpıtarak yorumlamaya çalışacaklarını haber vermektedir (Ali İmran Suresi, 7).

Gerçekte ne İslam, ne Yahudilik, ne de Hıristiyanlık, haksız şiddete ve zulme rıza göstermez. Ama her dinin, her inancın içinden fanatik, şiddet yanlısı, acımasız insanlar çıkabilir. Asıl amaçları kan dökmek, acı çektirmek, kibir ve gururları için insanları ezmek olan kötü niyetli kimseler, bu dinlerin kavramlarını çarpıtarak, suistimal edebilirler.

Bu da bizi önemli bir sonuca götürmektedir: Siyonizm'in Yahudi dinini kendi amaçları için kullanmaya çalışması, asla bir "Yahudi düşmanlığı"nın gerekçesi olamaz. Müslümanlar Siyonizme karşıdır, "Kitap Ehli"ne değil.

Antisemitizmin İçyüzü

Buraya kadar incelediğimiz gerçekler, antisemitizm olarak adlandırılan "Yahudi düşmanlığı"nın İslam'da hiçbir yeri olmadığını açıkça göstermektedir. Müslümanlar, antisemitizm de dahil her türlü ırkçılığa karşı çıkmalıdırlar. Bunu gerektiren bir diğer neden, antisemitizmin gerçekte din-düşmanı bir ideolojinin parçası olmasıdır.

Antisemitizm teriminin asıl manası "Sami düşmanlığı"dır, yani Sami ırkından gelen, diğer bir ifadeyle "semitik" milletlere karşı duyulan nefreti ifade eder. Sami ırkı ise Araplardan, Yahudilerden ve diğer bazı Ortadoğu kökenli etnik gruplardan oluşur. Kuşkusuz tüm bu farklı medeniyetlere ve toplumlara Allah'ın varlığını ve birliğini anlatan, O'nun emirlerini bildiren peygamberler gelmiştir. Ancak yazılı tarihe baktığımızda, Hint-Avrupa milletlerinin çok eski zamanlardan beri hep putperest inanışlara sahip olduklarını görürüz. Bu nedenle bu toplumlar ahlaki kıstaslardan tamamen yoksun kalmıştır.şiddet ve vahşet meşru ve övülen bir özellik olarak görülmü·, eşcinsellik, zina gibi ahlaksızlıklar yaygın biçimde uygulanmıştır. Avrupa'ya hakim olan bu putperest kavimler, ancak Sami ırkına gönderilmiş bir peygamberin, yani Hz. İsa'nın etkisiyle Tevhid inancıyla karşılaşmıştır. İsrailoğulları'na peygamber olarak gönderilen Hz. İsa'nın tebliği, zaman içinde Avrupa'ya yayılmış ve eskiden putperest olan kavimlerin hepsi birer birer Hıristiyanlığı kabul etmiştir.

Ancak 18. ve 19. yüzyılda Avrupa'da Hıristiyanlığın zayıflaması ve dinsizliği savunan ideoloji ve felsefelerin güçlenmesi ile birlikte, Avrupa'da garip bir akım doğmuştur: Yeni-putperestlik (neo-paganizm). Bu akımın öncüleri, Avrupalı toplumların Hıristiyanlığı reddederek eski putperest inançlarına geri dönmesi gerektiğini savunmuşlardır. Yeni-putperestlere göre, Avrupalı toplumların putperest oldukları dönemdeki ahlak anlayışları (yani savaşçı, acımasız, kan dökmekten zevk alan, sınır tanımaz barbar ahlakı), Hıristiyanlığı kabul ettikleri dönemdeki ahlak anlayışlarından (yani mütevazi, merhametli, barışçıl dindar ahlakından) daha üstündür.

Yeni-putperestler, Hıristiyanlığa düşman olurken, aynı zamanda Hıristiyanlığın kökeni olarak gördükleri Yahudiliğe karşı da büyük bir nefret benimsemişlerdir. Hatta Hıristiyanlığı "Yahudi fikrinin dünyayı istila etmesi" gibi yorumlamışlar, bir tür "Yahudi komplosu" saymışlardır.

İşte bu yeni-putperestlik akımı, bir taraftan din düşmanlığını körüklerken, bir yandan da faşizm ve anti-Semitizm ideolojilerini doğurmuştur. Özellikle Nazi ideolojisinin temellerine bakıldığında, Hitler'in ve yandaşlarının gerçek anlamda birer putperest oldukları açıkça görülmektedir.

Dolayısıyla, Avrupa'da doğmuş bir ideoloji olan "Yahudi düşmanlığı", aslında "din düşmanlığı"nın bir ifadesidir. Dolayısıyla hiçbir Müslümanın; Yahudileri dünyadaki tüm kötülüklerin kaynağı olan habis bir millet gibi tasvir eden bu fanatik idelojiye hiçbir şekilde itibar etmemesi gerekir. Aksine, Müslüman, Siyonizme karşı masum Filistinlileri savunduğu gibi, antisemitizme karşı da masum Yahudileri savunmakla sorumludur. (Ayrıntılı bilgi için; Islam Antisemitizmi Lanetler)

Sonuç

Siyonizmin insanlık suçlarının her Müslümanda bir tepki ve "buğz" uyandırması doğaldır. Ancak bunun hiçbir zaman adaletsiz bir tepkiye dönüşmemesi gerekir. Allah bu konuda bizleri uyarır ve " Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır" buyurur (Maide Suresi, 8).


Bu adalet ilkesi gereğince:

o İsrail'in var olma hakkını tanıyoruz. İsrail'in Yahudi vatandaşları, atalarının diyarı olan Filistin'de barış ve güven içinde yaşama hakkına sahiptirler. Ama mutlaka aynı toprağın diğer sahipleri olan Filistinli Müslümanların da yaşama hakkını tanımaları, onların topraklarını işgal altında tutmaktan vazgeçmeleri, 30 yılı aşkın bir süredir yaptıkları tahribatı tamir etmeleri gerekir.

o Ülkemizdeki Yahudi vatandaşlarımızın (ve diğer tüm diaspora Yahudilerinin), hiçbir endişe ve tedirginlik hissetmeden, huzur ve güven içinde yaşamalarını sonuna kadar savunuyoruz. Tarihin kara bir sayfası olan "Varlık Vergisi" gibi kabul edilemez baskıların bir daha asla tekrarlanmaması, Yahudi, Rum, Ermeni, Katolik, Protestan ve diğer tüm farklı inançlara mensup, yani "Kitap Ehli" vatandaşlarımızın, inançlarıyla, adetleriyle, gelenekleriyle, yaşam biçimleriyle alabildiğince özgür ve rahat yaşamalarını diliyoruz.

Gerçekte Kitap Ehli ve Müslümanlar, birbirlerinin hasmı değil müttefikidirler. Özellikle de dünyanın ateist ve din-düşmanı ideolojiler tarafından istila edildiği çağımızda, aynı şekilde Allah'a inanan ve aynı ahlaki değerleri savunan Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanların işbirliği yapmaları gerekmektedir.

Allah Kuran'da, Müslümanlara, Kitap Ehli hakkında bir emir verir; onları "ortak bir kelimede birleşmeye" çağırmak:

De ki: "Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek bir kelimeye gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiç bir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız bir kısmımızı Rabler edinmeyelim. (Ali İmran Suresi, 64)

Bizim Yahudilere ve Hıristiyanlara olan çağrımız da budur: Allah'a iman eden ve O'nun vahyine itaat eden insanlar olarak, gelin ortak bir "iman" kelimesinde birleşelim. Hepimiz Yaratıcımız ve Rabbimiz olan Allah'ı sevelim. O'nun emirlerine uyalım. Ve Allah'ın bizi daha da doğruya eriştirmesi için dua edelim.

Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler bu şekilde ortak bir kelimede birleştiklerinde, birbirlerinin düşmanı değil dostu olduklarını anladıklarında, asıl düşmanın ateizm ve dinsizlik olduğunu gördüklerinde, dünya çok daha farklı bir yer olacaktır. Asırlardır süren çatışmalar, husumetler, korkular, terör eylemleri sona erecek ve "ortak bir kelime" üzerinde sevgi, saygı ve huzura dayalı yeni bir medeniyet kurulacaktır.
 
F

FiSeBiLiLLaH

Ee bu yahudiler Efendimiz(a.s.v)'in risaletini inkar ediyorlar..Nasıl olurda benim peygamberimi yok sayan birisine kardeşim diyeceğim.Onlar haşa Üzeyr Allah'ın oğludur derler.Bu inançla yaşayan birini nasıl olurda kardeş edineceğim? Evet kuran-ı Kerim İsa ve Musa a.s hakkında övgüyle bahsediyor ama yahudileride lanetliyor.Musa(a.s) hakkınndaki övgülü ayetleri nasıl olurda yahudilere inmiş gibi anlatırsın Allahtan korkunuz.

Rabbimiz yahudileri kardeş edinmemizi mi istiyor?
Bak Rabbimiz nasıl bahsediyor...

''“İnsanlar içinde iman edenlerin en amansız düşmanlarının yahudiler ve şirk koşanlar olduğunu göreceksin''(Maide 82)

Allah(s.w.t) İman edenlerin en amansız düşmanları yahudilerdir diyor bu adnan oktar ise yahudiler bizim kardeşimizdir diyor.
Adnan Oktara soruyorum.
İman edenlerin en amansız düşmanlarını sen nasıl kardeş edinirsin.Senin imanın kalır mı bu kardeşlikten sonra...
Rabbimiz buyuruyor ki:

Mü'minler ancak kardeştirler(Hucurat 10)
İyi okuyunuz ayeti mü'minler ve yahudiler kardeştirler demiyor.
Aman sakın bu adnan oktarın zehri ile zehirlenme...
 

Sertürk Sercan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Tem 2010
Mesajlar
102
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Tevbe Suresi 6- Eğer müşriklerden biri, senden 'eman isterse', ona eman ver; öyle ki Allah'ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu 'güvenlik içinde olacağı yere ulaştır.' Bu, onların elbette bilmeyen bir topluluk olmaları nedeniyledir.

Tevbe Suresi 11- Eğer onlar tevbe edip namazı kılarlarsa ve zekatı verirlerse, artık onlar sizin dinde kardeşlerinizdir. Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklarız.


Biz her zaman tüm dinden insanlara yada dinsiz olsa dahi eğer bizlere zararı dokunmuyor ise onlara koruyucu kanatlarımızı germeliyiz, aynen Peygamber Efendimiz (sav) döneminde olduğu gibi.
Düşman edinmek, bozguncu olmak, ve sevgisizlik, merhametsizlik şeytanın pis ahlakıdının özellikleridir. Bizim düşmanımız şeytandır, masum yahudi çocukları değil.
Fatır Suresi 6- Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmağa çağırır.
Bizim görevimiz Yüce Rabbimizin ayetinde bildirdiği gibi onları da İslam ahlakını yaşamaya davet etmek, onları da İslam'a, Müslümanlığa davet etmek.
"Şu halde, sen bundan dolayı davet et ve emrolunduğun gibi doğru bir istikamet tuttur..." (Şura Suresi, 15)

De ki: "Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek (olan) bir kelimeye (tevhide) gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim." Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: "Şahid olun, biz gerçekten Müslümanlarız." (Al-i İmran Suresi, 64)

Hz. Musa'nın o dönemin en azılı katili olan Firavun'a dahi tebliğindeki tutumu şöyledir.
"Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür veya içi titrer-korkar." (Taha Suresi, 44)
Zorbalıkla, düşmanlıkla BİR SONUÇ OLSAYDI ALLAH "yumuşak söz söyleyin" demezdi inşaAllah.

İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir. (Fussilet Suresi, 34)

Allah hep güzellikle yaklaşmaktan bahsediyor, ben nasıl yahudi diye genç bir kıza yada bir erkeğe sen benim düşmanımsın derim, bu bana ne kazandırır düşmandan başka? Ki düşmanım olsa da Allah bana düşmanına güzellikle yaklaşmamı istiyor ayette inşaAllah.
Bizim görevimiz onları Allah'ın birliğine, dostluğa, sevgiye, kardeşliğe, İslam'ın güzel ahlakına davet etmek , ve onları hiç bir konuda zorlamamaktır.
Bakara Suresi 256 "Dinde zorlama (ve baskı) yoktur..."
İnşaAllah O zaman göreceğiz ki "bizimle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dostumuz oluvermiştir. "
 

Sertürk Sercan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Tem 2010
Mesajlar
102
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
SAYIN ADNAN OKTAR'A sorun vardı, onu ahirzamansohbetleri@hot mail.com adresine yollayabilirsin. HarunYahya.TV DE HER AKŞAM 22:00 'da programı var inşaAllah. Orada cevaplanır inşaAllah.
 
F

FiSeBiLiLLaH

İman edip Müslüman olursa tabiki dostumuz olur kardeşimiz olur.Ama küfür üzerinde bulunan birini dost edinmek insanı KAFİR YAPAR...
 

Sertürk Sercan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Tem 2010
Mesajlar
102
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Maide Suresi
55- Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O'nun elçisi, rüku ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü'minlerdir.


Evet Fisebillah dediğin gibi, ama o kafir yada sır-dostu edinilmeyecek olan, müminin ailesinden biri, babası, annesi, ya da kardeşi de olabilir. Yahudileri hedef almak çok yanlış olur.
Eğer bir Yahudi Allah birdir, Hz. Muhammed (sav) Hak Peygamberdir, Kur'an Hak Kitaptır diyerek iman ediyor ise, o benim kardeşimdir.
Dindar Yahudiler ve Kuran'a iman eden Yahudiler de var. Biz müslümanlar olarak kişi ataist te olabilir, Hristiyan da, Yahudi de, Müslüman da olabilir, hep güzel ahlak ile sevgi ile güzel söz ile, şefkat ile, kucaklayarak, onlara değer verdiğimizi hissettirerek, GÜVEN vererek onlara Hak'kı anlatır isek, onların bizden aldıkları hal ile tebliğ gücümüz daha etkili olur inşaAllah. Hiç bir zaman düşmanca yada soğuk yaklaşım olmamalı, Sevgi ve şefkat ile yaklaşılırsa, karşı tarafa güven verilirse bu Allah'ın dilemesi ile çok daha etkili olur inşaAllah.

İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir. (Fussilet Suresi, 34)

Eğer karşı taraf laf, söz anlamayan, azılı düşman ve kan dökülmesi taraftarı olur ise, birliği bozmak ister ise bu kişilere karşı tabii ki tedbir alınır, etkisiz hale getirilir ve o kişiler kesinlikle sır-dostu edinilmez.

Nisa Suresi 71- "Ey iman edenler, (düşmanlarınıza karşı) tedbirinizi alın..."

Tevbe Suresi 16- "Yoksa siz, içinizden cihad edenleri ve Allah'tan ve Resûlü'nden ve mü'minlerden başka sır-dostu edinmeyenleri Allah 'bilip (ortaya) çıkarmadan' bırakılıvereceğinizi mi sandınız? Allah yaptıklarınızdan haberdardır."

Bizim dostumuz Yüce Rabbimiz'in ayetlerde buyurduğu gibi "Allah, Resulü ve dosdoğru namaz kılan ve zekatı veren, Allah için yaşayan müminlerdir" Müslüman olmayanlar da yine güvenlik veririz, koruyup kollarız, onları İslam ahlakını yaşamaya, Allah için yaşamaya davet ederiz.

Tevbe Suresi 6- Eğer müşriklerden biri, senden 'eman isterse', ona eman ver; öyle ki Allah'ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu 'güvenlik içinde olacağı yere ulaştır.' Bu, onların elbette bilmeyen bir topluluk olmaları nedeniyledir.

Ali İmran Suresi, 20 "Eğer seninle çekişip-tartışırlarsa, de ki: "Ben, bana uyanlarla birlikte, kendimi Allah'a teslim ettim." Ve kitap verilenlerle ümmilere de ki: "Siz de teslim oldunuz mu?" Eğer teslim oldularsa, gerçekten hidayete ermişlerdir. Fakat yüz çevirdilerse, artık sana düşen yalnızca tebliğ (etmek)dir. Allah, kulları hakkıyla görendir."
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt