Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Hz. Peygamber’in hanımları (1 Kullanıcı)

gamzeli73

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Ara 2006
Mesajlar
103
Tepki puanı
1
Puanları
0
A. HZ. PEYGAMBER’İN HANIMLARI

1. Hatice (r):
Hz. Peygamber’in (sav) ilk evlilik hayatı, Hz. Hatice validemizle başlar. Onunla evlendiğinde, Efendimiz’in yaşı 25, hanımının yaşı ise, 40’tır. Yani aralarındaki yaş farkı, 15’tir. Onun, Hz. Peygamberin yanındaki yeri, diğerlerinden biraz farklıdır. Risâletini tebliğde O’nun yanında olmuş, bütün insanların terk edip, O’nunla alay ettiklerinde O’na teselli vermiş, hattâ Hz. Peygamber’e ilk vahiy gelmesi esnasında böyle bir şeyle ilk karşılaşmanın verdiği heyecanla ürpermesi karşısında hiç tereddüt etmeden şu gönül okşayıcı ve heyecan yatıştırıcı sözleri söylemiştir:

"Sana müjdeler olsun! Allah’a yemin ederim ki, Allah seni hiçbir vakit utandırmayacaktır. Çünkü sen, akrabana bakarsın, sözün en doğrusunu söylersin, işini görmekten aciz olanların ağırlığını yüklenirsin. Fakire verir, kimsenin kazandırmayacağını kazandırır, misafiri en iyi şekilde ağırlarsın, Hak yolunda zuhur eden hâdiseler karşısında, halka yardım edersin."

Bu nâdide kadın, aynı zamanda ilk Müslümanlardandır. Vahyin nüzulünün onuncu yılında, hicretten üç sene önce vefat etmiştir. Allah Resulü, Hz. Hatice’nin ölümü karşısında bir hayli üzülmüştü. Hz. Peygamber’in amcası ve müşriklere karşı koruyucusu olan Ebu Talib ile kendisiyle sükûnet bulduğu eşi Hatice’nin vefatı gibi üzücü olaylar peş peşe geldiği için bu yıla, hüzün yılı denilmiştir.

Resulullah’ın bu evliliği 25 yıl sürmüş, İbrahim dışındaki bütün evlatları da yine bu nâdide kadından olmuştur. Vefatı esnasında Resulullah’ın yaşı 50’dir. Yani Hz. Peygamber evlilik hayatının büyük bir kısmını ve aynı zamanda gençlik ve olgunluk yaşlarını, sadece ve sadece, kendisinden 15 yaş büyük olan bir kadınla geçirmiştir.

2. Sevde binti Zem’a (r):

Bu hanımı da ilk Müslümanlardandır. Kocası Habeşistan’a yapılan hicretten sonra vefat etmiş olup, kimsesiz kalmıştı. Efendimiz, onunla evlenerek, bu kalbi kırığın da, yarasını sardı; onu perişan olmaktan kurtardı ve ona enis oldu. Zaten sadece Efendimiz’in nikahı altında bulunmayı düşünen bu büyük kadının, dünya adına istediği başka hiçbir şey de yoktu. Ve Allah Resulü’yle evlendiğinde yaşı 55’ti. Buradan da anlaşılacağı üzere, bu evlilikteki asıl amaç, kimsesiz ve yardımcısız kalan bir kadının elinden tutmak, emin bir yuvaya kavuşturmaktı.


3. Aişe (r):

Resulullah’ın bâkire olarak evlendiği ilk ve tek kadındır. O, daha sonra halife olacak olan Hz.
Ebubekir’in biricik kızıdır. Ayrıca, Hz. Aişe çok zeki bir nâdire-i fıtrat ve nübüvvet dâvâsına tam vâris olabilecek yaratılışa sahip bir kadındı. Evlendikten sonraki hayatı ve daha sonraki hizmetleri de göstermiştir ki, O muallâ varlık, ancak Nebî zevcesi olabilirdi. Zira O, yerinde en büyük hadisçi, en mükemmel tefsirci ve en nâdide fıkıhçı olarak kendini gösteriyor, her yönüyle Hz. Peygamber’i temsil etmeye çalışıyordu.

Resulullah Aişe’yi çok seviyor ve O’na karşı çok şefkatli davranıyordu. Hz. işe’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ben kızlarla oyun oynardım. Oyun arkadaşlarım gelir ve benimle oynardı. Resulullah’ı gördükleri zaman O’ndan gizlenirlerdi. Çok defa Resulullah, bu arkadaşlarımı benimle oynamaları için gönderirdi."

O’nun Hz. işe ile evliliği, yanından hiç ayrılmayan, çektiği sıkıntılara beraberce katlanan, mağara
arkadaşı Hz. Ebubekr için en büyük bir mükâfat idi.


4. Hafsa binti Ömer (r):

Hz. Hafsa dul bir kadındır. Kocası Bedir Savaşı’nda şehid edilmiş bir mücahittir. Kocasının vefatına üzülmüş, yalnız başına kalmıştır. Babası Hz. Ömer, kızını önce Hz. Osman’a evlenmesi için teklif etmiş, ancak O kabul etmemiş, Hz. Ebubekir’e teklif etmiş, O da kabul etmemiştir. Daha sonra da duruma şahit olan Allah Resulü fazla beklemeden O’nunla evlenmek istediğini bildirmiş ve evlenmiştir. Bu evlilik de, zaruretlerin getirdiği bir evlilik olup, bununla o yüce insan Hz. Ömer’in gönlü hoş edilmiş, kocasının ölümüne üzülen ve yalnız kalan birisinin bu yalnızlığı giderilmiştir.


5. Zeynep binti Huzeyme (r):

Resulullah (sav) Hafsa’dan sonra bu kadınla evlenmiştir. Onun kocası da Bedir’de şehit edilmiş olan, Ubeyde b. Hâris’tir. Yalnız başına ve kimsesiz kalan bu mübarek kadının yaşı da 60’tır. Bu kimsesizlik zamanında, kendisine yardım edecek bir ele şiddetle muhtaçtır. Onu bu ihtiyaç içerisinde gören şefkat ve merhamet Peygamberi, onu da nikâhlayarak kendi kanatları altına almak istemiştir. Zaten evlendikten iki yıl sonra da vefat etmiştir.

Altmış yaşındaki bir kadınla evlilikte dünyevî bir arzunun bulunması elbette mümkün değildir. Bu evlilikteki tek gaye de, yalnız başına kalan birisine bir yardım eli uzatmaktan ibarettir.


6. Zeyneb binti Cahş (r):

Zeynep binti Cahş radıyallahu anhâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin diğer bir hanımı… islâmiyeti ilk kabul eden hanım sahâbîlerden… Efendimizin hala kızı… ibadete düşkün oluşu ve cömertliğiyle meşhur… Fakirlerin, gariblerin annesi diye anılan takvâ erlerinden… Kendi el emeği ile geçinen, dikiş, nakış ve el işi yaparak kazandığı paraları fakirlere infak eden sehâvet sahibi bir mücâhide… Nikâhını Allah Teâlâ’nın kıydığı bir bahtiyar… Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimizin ahirete göç eylemesinden sonra kendisine ilk kavuşan annemiz…
O, bi’setten yirmi sene önce Mekke’de doğdu. İlk iman edenlerden oldu. Asıl adı Berre idi. Resûl-i Ekrem (s.a) onu Zeynep olarak değiştirdi. Babası Beni Esad kabilesinden Burre olup annesi de Rasûlullah’ın halası Ümeyye binti Abdülmuttalib’dir. Abdullah İbni Cahş (r.a)’ın kızkardeşidir


7. Ümmü Seleme (r):

Bu da ilk Müslümanlardan olup, Habeşistan’a hicret edenlerdendir. Daha sonra da Medine’ye hicret etmiş, çok sevdiği ve kendisine sıkıntılı hicret yolculuklarında arkadaşlık yapıp, yanından hiç ayrılmayan biricik eşini Uhud Savaşı’nda şehit vermiştir. Yurdundan, yuvasından uzak, bir sürü yetimle, hayat külfetini yüklenmiş bu kadına, ilk şefkat elini, Hz. Ebubekir ve Ömer uzatırlar. Ancak o, bu talepleri reddeder.

Daha sonra evlilik teklifini Resulullah yapar ve bu teklif kabul edilir. Böylece yetimleri, sıcak bir yuvaya kavuşmuş, babalarının ölümünden duydukları üzüntüyü, Allah Resulü vesilesiyle unutmuş, hiçbir zaman gerçek bir babayı aratmayacak bir babaya kavuşmuş oldular.

Ümmü Seleme de Hz. işe gibi dirayet ve fetaneti olan bir kadındı. Bir mürşide ve mübelliğe olma istidadındaydı. Onun için bir taraftan şefkat eli onu, himayeye alırken, diğer taraftan da, bilhassa kadınlık âleminin medyûn-u şükran olabileceği bir talebe daha ilim ve irşad medresesine kabul ediliyordu.

Yoksa, altmış yaşına yaklaşmış Resulullah’ın, bir sürü çocuğu olan, bir dul kadınla evlenmesini ve evlenip bir sürü külfet altına girmesini, başka hiçbir şeyle izah edemeyiz.



Evet, çok kadınla izdivaç, bilhassa ahkâmla gelen Enbiyâ için bir bakıma zaruridir. Zirâ, dinin, aile mahremiyeti içinde cereyan eden pek çok yönleri vardır ki, ona ancak bir insanın nikahlısı muttali olabilir. Binaenaleyh, dinin bu yönlerini anlatmak için herhangi bir istiâre ve kinayeye başvurmadan bulandırır ve istinbatı her şeyi alabildiğine açık bir şekilde anlatacak, mürşidelere ihtiyaç vardır.




8. Ümmü Habîbe (Remle binti Ebî Süfyan) (r):

Mekke’de küfrün bayraktarlığını yapan Ebû Süfyân’ın kızıdır. Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkarmaya muktedir Yüce Rabbimiz, gelecekte müminlerin annesi konumuna yükselecek bu kadına, İslâm’ın bidayetinde imanı nasip etmişti. Mekke’nin zor şartlarında inancını yaşayamayınca, kocasıyla birlikte Habeşistan’a hicret etme mecburiyetinde kalmıştı. Ancak bu esnada kocası önce Hıristiyan olmuş, sonra da ölmüş, Ümmü Habibe yalnız başına kalmıştı. Allah Resulü durumu öğrenince Necâşi’ye haber göndererek, tek başına kalan bu hanımın kendisine nikahlanmasını istedi. Durumu öğrenince fevkalâde sevinen Ümmü Habibe’nin nikahı, Necâşi huzurunda kıyılmış oldu.

Şayet Hz. Peygamber böyle yapmayacak olsaydı, yalnız ve kimsesiz bu kadın, ya Mekke’ye dönecek babasının ve ailesinin şiddetli zulümleri karşısında dinini bırakacak, ya Hıristiyanlardan yardım dileyecek, ya da kapı kapı dilenip hayatını sürdürecekti. Ancak bu evlilikle en güzel yolu seçmiş oluyordu.

Bu evlilik vesilesiyle, o gün için Müslümanların ve Peygamber’in azılı düşmanı olan Ebû Süfyan, inananlara yaptığı işkenceyi hafifletmiş, içinde Hz. Peygamber’e karşı olan azılı kini birazcık dahi olsa dinivermişti. Daha geniş dairede ise, Emevîlerle bir akrabalık te’sis edilmiş oldu ki, bu da onların Müslümanlığa girmelerini kolaylaştıran bir unsur oldu. Bundan sonra Ebû Süfyan hâne-i saâdete rahatlıkla girip çıkma avantajına sahip olarak, Müslümanlığı daha yakından tanıma fırsatını bulup, sonunda iman dairesine girmiş oldu.



Açıkça görüldüğü gibi bu evlilikte de, kimsesiz kalan birinin yardımına koşup, onun elinden tutma, onun vesilesiyle Müslümanlara yapılan işkenceyi hafifletme ve azılı düşman biriyle akrabalık kurup, onun imana gelmesine vesile olma vardır.
9. Cüveyriye binti Hâris (r):

Müslümanlar, yapılan Müreysi gazvesinde galip gelmiş, pek çok ganimet elde edilmiş, bunun yanında 700 kadar da esir alınmıştı. Esirlerin içinde, Benî Mustalik kabilesinin başkanının kızı olan Cüveyriye de bulunuyordu. Cüveyriye, Hâris b. Dırar’ın kızı idi. Hâris, Mustalikoğulları Yahudilerinin reisi idi. Cüveyriye önce Musâfi b. Saffan’la evlenmiş, Musâfi, Müreysi Muharebesi’nde ölmüştü. Cüveyriye, Hz. Peygamber’e müracaat ederek hürriyete kavuşmayı talep etmiş, Resulullah da onun fidyesini bizzat kendisi vererek hürriyete kavuşturmuştur. Babası gelip kızını götürmek isteyince, o Müslüman olarak Medine’de kalmayı tercih etmiş, bilahare de Resulullah ile nikahı kıyılmıştır.

Resulullah’ın bu evliliğinden sonra, Abdulmuttaliboğullarının hissesine düşen esirler salıverilmiş, diğer Müslümanlar da bu durum karşısında, Resulullah ile akrabalık bağı bulunan bir kabilenin insanları esir edilemeyeceği düşüncesiyle alınan bütün esirleri salıvermişlerdir.

Hz. Peygamber’in bu evliliği de altmış yaşları dolayındadır. Bu evlilikte O, önemli bir kabileyle akrabalık kurmayı hedeflemiş, pek çok esirin serbest bırakılmasını sağlamış, bundan da önemlisi pek çok Yahudi’nin İslâm’la şereflenmesine vesile olmuş ve kocası savaşta ölen, dolayısıyla İslâm’a ve Müslümanlara aşırı bir şekilde kinle dolu bir hanımı, şefkat kanatlarının altına alarak onu müminlerin anası mertebesine yükseltmiştir.


10. Safiyye binti Huyey (r):

Asıl adı Zeynep’tir. O dönemde Arabistan’da reislere düşen ganimet hissesine Safiyye denilmektedir. Bu kadın da Resulullah’ın hissesine düştüğü için Safiyye adını almıştır. Ana-babası, Yahudilerin ileri gelenlerindendi. Hatta babası Nadiroğullarının reisi, annesi de Kureyza oğullarının reisinin kızıydı. Hayber Gazvesi’nde, babası, kocası ve kardeşi öldürülmüş, kabilesinden pek çok kimse esir alınmıştı. Safiyye, İslâm’a karşı aşırı bir şekilde kin ve nefretle doluydu.

Savaş sonrası Resulullah onu kendi nikahına alarak, yumuşamasını sağlamış oldu. Bu evlilikle de Yahudilerin önemli bir bölümüyle akrabalık kurulmuş, onların Müslümanlığı yakından tanımaları imkânı sağlanmış, düşmanların kötü bir kısım emellerinin, önceden bilinmesi kolaylaşmış ve Müslümanlığın sınırları bu vesileyle genişlemeye yüz tutmuştur.


11. Mâriyetü’l-Kıbtiyye (Ümmü İbrahim) (r):

Resulullah İslâm’a davet için etraftaki hükümdarlara mektuplar gönderiyordu. Bunlardan birisi de Mısır hükümdarı Mukavkıs’tı. Mukavkıs, elçiyi güzel bir şekilde karşılamış, Hz. Peygamber’e birtakım hediyelerle birlikte iki de cariye göndermişti. Yolda bu iki cariye, Müslümanlık hakkında malûmat sahibi olduktan sonra, İslâm’ı seçmişlerdi. Bunlar Medine’ye varınca, Resulullah Mariye’yi kendisine almıştı. Bilahare azad ederek, onunla evlenmiştir ki, oğlu İbrahim, işte bu hanımındandır.
Bu evlilik, bütün Mısırlılar üzerinde büyük bir te’sir icra etti. Müslümanlarla Mısır’daki Bizanslılar arasında çıkan savaşta, Mısırlılar tarafsız kalmış, Bizanslılara arka çıkmamışlardır. İşte bunun sebeplerinden birisi de, kendi milletlerinden olan bir kadının, Hz. Peygamber’le evli oluşudur.


12. Meymûne binti Hâris (r):

Asıl ismi Berre olup, Resulullah tarafından Meymûne olarak değiştirilmiştir. Hz. Peygamber’in son evliliğidir. Hudeybiye antlaşmasından bir yıl sonra Hz. Peygamber’le Müslümanlar, Mekke’ye tavaf ziyaretine gitmişlerdi. Bu sırada Peygamberimiz’in amcası Abbas, Allah Resulü’ne Meymûne’yle evlenmesini teklifi etti. Zira Meymûne, Abbas’ın baldızı olup, nikah yetkisini ona vermişti. Peygamberimiz de bu teklifi kabul buyurarak, onunla nikahlandı. Bu durum karşısında Mekkeliler: "Demek ki, Muhammed hemşehrilerine hâlâ dostluk ve hayır duyguları besliyor." yorumunu yaptılar.

Bu evliliği yaptığında da Resulullah, altmış yaşları civarındadır. Gayesi, yine dul kalan bir kadına yardım elini uzatma, Müslüman olduğu hâlde Mekke’de müşriklerin içinde kalan birini bu sıkıntıdan kurtarma ve Mekkeliler’e karşı bir jest yapma vardır.

Peygamberimizin Hanımları
 

KüBrA1988

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 May 2009
Mesajlar
210
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Paylasim icin tesekkür ederim ALLAH RAZI OLSUN ... Cok güzel bir konu onlar Ümmetin Anneleri...

InsaALLAH onlar gibi e$ ve anne olmayi nasib eyler Rabbim...
 

atergatis

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
10 May 2009
Mesajlar
7
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
paylaşımın için teşekkürler.bi kaç tane sorum olucaktı...
zeynep binti cahş ile peygemberimizin evliliği nasıl olmuş?nikahları Allah tarfından kıyılmış diye geçiyor?neden zeynep binti cahş eşi zeyd den ayrıldı ve peygamberimizle evlendi?
 

gamzeli73

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Ara 2006
Mesajlar
103
Tepki puanı
1
Puanları
0
paylaşımın için teşekkürler.bi kaç tane sorum olucaktı...
zeynep binti cahş ile peygemberimizin evliliği nasıl olmuş?nikahları Allah tarfından kıyılmış diye geçiyor?neden zeynep binti cahş eşi zeyd den ayrıldı ve peygamberimizle evlendi?



---------
BENDE BUNU BAŞKA BİR SİTEDEN BULDUM , ŞU ŞEKİLDE ANLATILIYOR :

Zeynep Binti Cahş (r.a.)
------------

Zeynep binti Cahş radıyallahu anhâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin diğer bir hanımı… islâmiyeti ilk kabul eden hanım sahâbîlerden… Efendimizin hala kızı… ibadete düşkün oluşu ve cömertliğiyle meşhur… Fakirlerin, gariblerin annesi diye anılan takvâ erlerinden… Kendi el emeği ile geçinen, dikiş, nakış ve el işi yaparak kazandığı paraları fakirlere infak eden sehâvet sahibi bir mücâhide… Nikâhını Allah Teâlâ’nın kıydığı bir bahtiyar… Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimizin ahirete göç eylemesinden sonra kendisine ilk kavuşan annemiz…
O, bi’setten yirmi sene önce Mekke’de doğdu. İlk iman edenlerden oldu. Asıl adı Berre idi. Resûl-i Ekrem (s.a) onu Zeynep olarak değiştirdi. Babası Beni Esad kabilesinden Burre olup annesi de Rasûlullah’ın halası Ümeyye binti Abdülmuttalib’dir. Abdullah İbni Cahş (r.a)’ın kızkardeşidir.

O, ilk hicret edenler arasında yer alarak Mekke’den Medine’ye hicret etti. İlk muhacirlerden oldu. Bekârdı. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz onu evlâtlığı Zeyd İbni Hârise (r.a) ile evlendirmeyi düşündü. Cahiliye devrinin yanlış âdetlerinden birisini daha yıkmak istedi. Kölelerin aşağılanmasını ortadan kaldırmak ve islâmiyetin insanları eşit saydığını göstermek üzere Zeyneb’e dünürcü olarak gitti.

Zeynep ve kardeşleri bu işi uygun görmediler. Hür bir kadının, azâtlı biriyle evlenmesi o günki örfe göre imkân dahilinde değildi. Bunu içlerine sindiremediler. Hatta Zeynep tavrını şu ifadeleriyle ortaya koydu: “Ya Rasûlallah! Ben senin halanın kızıyım. Ona varmaya râzı değilim. Ben Kureyşliyim.” dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ Ahzab sûresinden 36. âyet-i kerîmeyi nâzil buyurdu. Meâlen:

“Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”

Zeynep binti Cahş (r.anhâ) tekrar Rasûlullah (s.a)’a sordu: “Yâ Rasûlallah sen, Zeyd ile evlenmemi istiyor musun?” dedi. Efendimiz de: “Evet!” buyurdu. Bunun üzerine o: “Rasûlullah’a âsî olamam” dedi ve kabul etti.

Fakat Hz. Zeyd ile Hz. Zeynep arasında samimi bir sevgi ve sıcak bir anlayış hâkim olamadı. Evlilik onlara rahat getirmedi. Geçimsizlikleri arttı. Bu beraberliğin uzun ömürlü olamıyacağını sezen Zeyd İbni Hârise (r.a) durumu Fahr-i Kâinat (s.a)’e açma zarûretini duydu ve Efendimize gelerek: “Ya Rasûlallah! Ben ailemden ayrılmak istiyorum.” dedi. İki Cihan Güneşi Efendimiz bu söze üzüldü. Kendisinin sebeb olduğu bir ailenin dağılmasına gönlü râzı olmadı. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz ona: “Eşini tut, boşama. Allah’tan kork!..” buyurdu.

İki Cihan Güneşi Efendimiz bu âilenin devam etmesi için gayret ediyordu. Fakat gönüller bir defa soğumuştu. Ülfet edebilmek, tahammül gösterebilmek bir hayli zorlaşmıştı. Buna rağmen âile olarak beraberlikleri bir sene devam etti. Geçimsizlikleri son haddine vardı. Bu birlikteliğe tahammülü kalmayan Zeyd (r.a) nikah akdini bozmak zorunda kaldı. Zeynep (r.anhâ)’yı boşadı.

Resûl-i Ekrem (s.a) bu hadiseye çok üzüldü. Ancak cahiliye âdetleri toplumu kara bulutlar gibi sarmıştı. Bir kimse evlâtlığının hanımı ile evlenemezdi. Allah Teâlâ bu yanlış anlayışların, bâtıl âdetlerin kalkmasını murad etti. Çok geçmeden vahyini indirdi. Ahzab sûresinin; 4 ve 5. âyetleriyle bu konuyu açıklığa kavuşturdu. Şöyle ki: Meâlen:

“… Evlâtlıklarınızı öz oğullarınız gibi tanımadı. Bu, sizin ağızlarınızdaki lâfınızdır. Allah, hakkı söyler ve O, doğru, yolu gösterir. Onları babalarına nisbetle çağırın. Bu Allah katında daha doğrudur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşleriniz ve görüp gözettiğiniz kimseler olarak kabul edin. Yanılarak yaptıklarınızda size vebal yoktur. Fakat kalblerinizin bile bile yöneldiğinde günah vardır. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.”

Bu âyetler nâzil olunca azâd edilmiş köleler ve evlâtlıklar, öz babalarının adıyla anılmaya başlandı. Öz babası bilinmeyenler de eski efendilerinin dostu ve din kardeşi oldular.

Aradan bir zaman geçti.

Daha sonra da ayet, bu konudaki endişeleri izale eden hükmü bildirdi. Allah Teâlâ Ahzab suresi: 37-40. âyetlerini inzal buyurdu. Meâlen:

“(Resûlüm!) Hani Allah’ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah’tan kork! diyordun. Allah’ın açığa vuracağı şeyi insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah’tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir.”

“Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”

Hz. Âişe (r.anhâ) annemiz bu âyetleri duyduğu zaman: “İşlerin en büyüğü en faziletlisi ona nasib olmuş ve Allah onu gökte Resûlüne nikâhlamıştır. Zeynep, bize karşı bununla iftihar edecek, öğünecektir.” dedi.

Zeynep binti Cahş ile iki Cihan Güneşi Efendimiz, hicretin beşinci senesinde evlendi. O sırada Zeynep (r.anhâ) annemiz 35 yaşlarında idi. Mükellef bir düğün ziyafeti verildi. Enes İbni Mâlik (r.a)’in annesi Ümmü Süleym (r.anhâ) o gün Medine hurmasını yağ ile karıştırarak özel bir yemek yaptı. “Hays” adı verilen bu yemeği Enes ile birlikte Efendimize gönderdi. Yemek iki kişiye zor yeterdi. Ama Allah dilerse bir orduya yetirirdi.

Enes o zamana kadar hiç görmediği bir manzara ile karşılaştı. İki Cihan Güneşi Efendimiz ona: “Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali’yi çağır” dedi. O hayretler içerisinde gitti çağırdı. Efendimiz tekrar Enes’e: “Mescidde kim varsa, yolda kimi görürsen davet et!” buyurdu. Enes büsbütün şaşırdı. Bu kadar yemek kime yetecek diye kendi kendine alıp verdi? Ama emre uyarak dışarı çıktı. Kimi gördü ise düğün yemeğine çağırdı. Ulaşılabilen ashabın hepsi grup grup gelmeye başladı. Habib-i Kibriya (s.a) efendimiz yemek kabını ortaya koydu. Bereketlenmesi için duâ etti ve: “Onar onar sofraya otursunlar ve herkes önünden yesin.” buyurdular. Çağırılan herkes o yemekten doyasıya yedi. Enes (r.a) diyor ki: “Yedikçe kaptaki yemek çoğalıyordu. Adetâ alttan kaynıyordu. Davetlilerin hepsi yedi ve doydu. Getirdiğim yemek aynen ortada idi.” Resûl-i Ekrem (s.a) bana: “Yâ Enes! tabağı kaldır.” buyurdu. Tabağı zevcesinin yanına koydum ve annemin yanına döndüm. Gördüklerimi hayretler içerisinde anneme anlattım. Annem bana “Hayret etme. Cenâb-ı Hak o yemekten bütün Medinelilerin yemesini dilemiş olsaydı, hepsi de yer ve doyardı.” diyerek bunun bir mûcize olduğunu söyledi.

Ne iman!… Ne muhabbet!… Ne ülfet!… Ne teslimiyet!… Ey yüceler yücesi Allahım böyle bir iman, muhabbet, ülfet ve kaynaşmayı bizlere de nasib et!… Amin.

Zeynep (r.anhâ) annemizin düğün ziyafeti tesettür ayetlerinin nüzûlüne de vesile oldu. Davetliler yemekten sonra kalkıp gitmişti. Üç kişi vardi ki, onlar oturmuş çene çalıyorlardı. İki Cihan Güneşi Efendimiz onların kalkıp gitmesi için odaya girip çıkıyordu. Fakat onlar bu hareketten anlamıyorlardı. Efendimiz (s.a) annelerimizin odalarını ayrı ayrı dolaştı geldi yine onlar konuşuyordu. Can sıkıcı bu hadise üzerine Allah Teâlâ Ahzab Sûresi: 53. ayet-i celileyi nâzil buyurdu. Meâlen:

“Ey iman edenler! Peygamberin evlerine yemeğe dâvet olunmadan vaktine de bakmadan girmeyin. Ancak davet edildiğiniz zaman girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Peygamberi üzmekte, fakat o (size bunu söylemekten) utanmaktadır. Ama, Allah hakkı söylemekten çekinmez. Peygamberin hanımlarından birşey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır. Sizin Allah’ın Resûlünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız aslâ câiz olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır.”

O günden itibaren Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimizin âileleri, mü’minlerin anneleri, perde arkasına çekildiler. Kıyamete kadar gelecek islâm hanımefendilerine örnek teşkil ettiler. İnsanlık haysiyet ve şerefini böyle muhafaza ettiler. İffet timsâli nezih bir hayat sürdüler. Gözler ve gönüller İslam’ın bu güzellikleriyle huzur ve sükûn buldu. İnsanlık bu ölçülerle mutlu oldu. İnsan kıymeti ancak bu şekilde bilindi. İnsan insanlığının şerefine erdi.

Zeynep binti Cahş (r.anhâ) annemiz ibâdete düşkün, takva sahibiydi. Çokça nâfile namaz kılar, nâfile oruç tutardı. Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz bir gün mescitte iki direk arasında bağlı bir ip gördü. “Bu ip nedir?” diye sordu. Ashâb-ı Kiram da: “Zeynep annemizin” dediler. Namazda ayakta durmaktan yorulunca bu ipe tutunur diye ilâve ettiler. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz bu hareketten pek hoşlanmadı. Bunun üzerine: “ibadette böyle güçlüğe girilmez. Bu ipi çözünüz. Sizler zinde oldukça ayakta kılın.” buyurdular.

O, vefâkâr bir hanımefendiydi. Hakkı teslim ederdi. Dürüştlükten ayrılmazdı. Birgün, münâfıklar Hz. Aişe annemize iftira atmışlardı. İki Cihan Güneşi Efendimiz bu konuda Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali (r.anhüm)’ün fikirlerini sordu. Bu arada Zeynep (r.anhâ) annemizin de görüşünü almak istedi. Bunun üzerine Zeynep annemiz bütün insanlığa örnek olacak şu cevabı verdi:

“Ya Rasûlallah! Ben işitmediğimi işittim demekten, görmediğimi gördüm demekten kendimi korurum. Onun hakkında vallahi hayırdan başka bir şey bilmiyorum.” dedi.

Bu cevap hem Habib-i Ekrem (s.a) Efendimizi hem de Hz. Âişe (r.anhâ) annemizi çok sevindirdi.

Zeynep binti Cahş (r.anhâ) annemizin en bâriz vasıflarından biri de cömertliği idi. O, dünya malına önem vermezdi. Kendi el emeği ile geçinirdi. Dikiş ve el işi yapardı. Deri tabaklar onları diker ve deri eşyalar üretip satardı. Elde ettiği kazancı Allah yolunda fakir ve yoksullara dağıtırdı. Ömrü boyunca sehavet üzere yaşadı. İnfak etmek onun için büyük bir zevkti. Hz. Âişe (r.anha) onun cömertliği hakkında şöyle der:

“Ben, dini yaşama konusunda Zeynep’ten daha hayırlı, ondan daha çok Allah’tan korkan, ondan daha doğru sözlü, akraba hakkını ondan daha çok gözeten, Allah’ın rızâsını kazanabilmek için fakirlere ondan daha çok sadaka veren bir kadın görmedim.”

Yine onun cömertliğini ortaya koyan bir örnek de şudur:

“Hz. Ömer (r.a) sahâbîlere hazineden maaş bağlamıştı. Zeynep annemize de bağladığı maaşı gönderdi. Zeynep annemiz bu kadar çok parayı görünce şaşırdı ve: “Allah Ömer’i affetsin. Diğer kardeşlerimin hisseleri de bunun içinde mi?” diye sordu. Parayı getirenler: “Hayır! Bunların hepsi senindir.” dediler. Bunun üzerine o: “Sübhanallah!” diyerek örtüsü ile yüzünü kapadı ve hizmetçisine: “Elini sok, o paradan bir avuç al, falan oğullarına götür. Bir avuç al, filan’a ver.” diyerek akrabasına ve kimsesizlere dağıttı. Örtünün altında avuçlayacak bir şey kalmadı. Hizmetçisi: “Ey mü’minlerin annesi! Allah sizi affetsin. Bunda bizim de payımız var.” dedi. Bu söz üzerine Zeynep annemiz örtünün altında kalanlar da senin olsun dedi ve gelen paranın hepsini dağıttı. Hz. Ömer (r.a) annemizin bu davranışından haberdar olunca bin dirhem getirdi. Onun kapışında durdu, selâm verdi ve: “Gönderdiğim parayı dağıttığını duydum. Bari bunları elinde tut.” dedi.

Zeynep (r.anhâ) o parayı da ihtiyaç sahiplerine dağıttı. Üstelik ellerini açtı ve bütün samimiyetiyle şöyle duâ etti.

“Allahım! bundan sonra beni Ömer’in ihsanını almaya eriştirme. Çünkü bu dünya malı bir fitnedir.” dedi.

Kanaat ve cömertlik büyük bir hazine idi. Fakiri, yoksulu sevindirmek iki Cihan Seâdetini elde etmekti. Vermek, infak etmek dağıtmak onun en büyük zevkiydi.

Bu yüce hasletlerinden dolayı o, Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimize vefatından sonra ilk kavuşan annemiz oldu. “Bana en önce kavuşacak olanınız kolu uzun olanınızdır.” hikmetli sözünün muhatabı olarak anıldı. Kolu uzun olmak cömertlikten kinaye olarak söylenmişti.

Zeynep binti Cahş (r.anhâ) vâlidemizin yapmış olduğu samimi duası Allah katında kabul buyuruldu ve hicrî 20 yılında 53 yaşında iken Medine’de vefat etti. Bir daha maaş alamadı. Cenâze namazını Hz. Ömer (r.a) kıldırdı. Cennetü’l-Bakî kabristanlığına defnedildi. Cenâb-ı Hak şefaatlerine nail eylesin. Amin.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt