Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

GIYBET NEDİR? (1 Kullanıcı)

omer58

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Şub 2007
Mesajlar
139
Tepki puanı
0
Puanları
0
GIYBET,çekiştirme;duyduğu zaman insanın hoşuna gitmeyecek olan bir kusurunu gıyabında söylemektir.GIYBET BAŞLICA ŞU HUSUSLARDA OLUR.BEDENİ GIYBET:Gözü şaşıdır,bir gözü kördür,başı keldir,yüzü sivilcelidir,boyu kısa veya uzundur,siyahtır,sarıdır,gibi duyduğu zaman kişinin canının sıkılacağı şeyleri söylemek.NESEBİ GIYBET:Ana babası için,kötü insandır;gibi hoşuna gitmeyecek herhangi birşey söylemek.AHLAKİ GIYBET:Kötü huyludur,cimridir,kibirlidir,riyakardır,hiddetlidir,korkaktır,acizdir,tahammülsüzdür,yüreksizdir,demek gibi.DİNİ GIYBET:Hırsızdır,yalancıdır,içkicidir,kumarbazdır,haindir,zalimdir,namaza ve zekata tembeldir,namazı güzel kılmaz,pislikten kaçınmaz,ana babasına itaat etmez,zekatı yerine vermez,gibi sözler,DÜNYEVİ GIYBET:Edepsizdir,insanlara ihanet eder,halkın hakkına,hukukuna riayet etmez,heryerde kendisini haklı görür,çok konuşur,çok yer,çok uyur,vakitsiz uyur.oturacağı yeri bilmez,demek gibi.GİYİNİŞİN GIYBETİ:kıyafeti geniştir,dardır,uzundur,kısadır,kirlidir,gibi sözler gıybet olur.Peygamber Efendimiz(S.A.V.)"Fasıkın(yani aşikare günah işleyenin)gıybeti olmaz" buyurdular.Binaenaleyh,Ramazan-ı şerifte,bir kimse,mazeretsiz olarak oruç tutmamış olsa günahkar olur.Ancak, insanlardan utanmayıp, insanların gördüğü bir yerde orucu bozan birşey yapması fasıklık olur.mazeretsiz oruç tutmamak günah olup,bunu insanlardan utanarak gizleyen kimsenin oruç tutmadığını söylemek gıybet olduğu halde,orucu mazeretsiz tutmadığı gibi insanların gözü önünde,orucu bozan bir harekette bulunan kişi fasık olur ve onun bu hareketini konuşmak gıybet olmaz.Diğer günahlarda böyledir.Sevgili kardeşlerim;ALLAH'ım bizleri zatına layık kul,habibine layık ümmet,Kur'ana daim hizmet eden kullarından eylesin.AMİN.ALLAH c.c.hepimizden razı olsunB)B)B)
 

ramle

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Şub 2007
Mesajlar
4
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: GIYBET NEDİR?

Allah razı olsun Rabb'im rızasına uygun yaşamayı nasib etsin, unutmamalıyızki bir insan hiçbir şey bilmeyebilir ama en azından HADDİNİ bimeli ,haddini aşmayan kullar olmak ümidi ile Allah'a emanet olun selamun aleyküm
 

nigdeli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Şub 2007
Mesajlar
4,908
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
RE: GIYBET NEDİR?

s.a Allah razı olsun..duaya amin ..inş..selametle kalın...B)
 

MEHMETHAAN

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Nis 2010
Mesajlar
1
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
25
Gıybet

Gıybet; "Bir kimsenin arkasından hoşuna gitmeyecek şekilde konuşmak" demektir. Türkçe'de bu kavramın karşılığı olarak "dedikodu" ve "çekiştirme" kelimeleri kullanılır. İslam'da büyük günahlardan biridir. Hucurat suresi 12. ayette, gıybet yapmak, ölmüş kardeşinin etini yemeye benzetilmiştir.

Ancak, başka birinin arkasından yapılan her konuşma gıybet sayılmaz. Örneğin, herhangi bir haksızlığa uğramış birinin, sorununu, çözebilecek birine anlatması veya bir kişiyi ona zarar verebilecek birine karşı (iddia tahminlerle değil, bir bilgiye dayanıyorsa) uyarmak gıybet kapsamına girmez.

Konuyla ilgili âyet ve hadisler aşağıdadır:

"Ey iman edenler! Çokça zan etmekten kaçınınız, şüphe yok ki, zannın bazısı günahtır ve birbirinizin kusurunu araştırmayınız ve bazınız, bazınızı gıybet etmeyiniz. Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeği sever mi? -Bilâkis- onu çirkin görmüş olursunuz. Artık Allah'tan korkunuz, şüphe yok ki, Allah tevbeleri kabul edicidir, çok esirgeyicidir." (Kur'an, Hucurat/12)

"Hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve kalpten her biri bundan sorumludur. (Kur'an, İsra/36)

Muhammed Peygamber "Gıybet nedir bilir misiniz?" diye sordu. Yanında bulunanlar: "Allah ve onun elçisi daha iyi bilirler" dediler. "Gıybet, kardeşini onun hoşlanmadığı bir sıfat ile vasıflandırmaktır." buyurdu. "Kardeşimde söylediğim sıfat bulunuyorsa?" diye sorulduğunda: "Söylediğin sıfat eğer kardeşinde bulunuyorsa gıybet etmiş olursun, bulunmuyorsa iftira etmiş olursun." buyurdu. (Tirmizî)
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Evliyânın büyüklerinden. İsmi, Muhammed, babasınınki Ahmed’dir. Künyesi Ebû Abdullah ve Ebü'l-Mevâhib’dir. İbn-i Zuğdân diye meşhur oldu. 1417 (H.820) senesinde Tûnus’ta doğdu. 1476 (H. 881) senesinde Kâhire’de vefât etti. Karâfe’deki eş-Şâziliyye kabristanına defnedildi.

İbn-i Zuğdân, önce Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Birçok ilmî eserleri okudu. Arab dili ve edebiyâtını; Ebû Abdullah er-Remlî, Ömer eş-Şelşânî, Ömer el-Berzelî ve başkalarından, fıkıh ilmini; İbrâhim el-Ahdarî’den, mantık ilmini; Muhammed el-Mûsulî’den, hadîs ilmini; İbn-i Hacer’den öğrendi. 1438 (H.842) senesinde Kâhire’ye gitti. Tasavvuf erbâbıyla görüşüp, onların sohbetlerinde bulundu. Evliyânın büyüklerinden Yahyâ bin Ebi’l-Vefâ ile görüşüp, bereketli sohbetlerine kavuştu. Mâlikî mezhebinde idi.

İbn-i Zuğdân, çoğu zaman cezbe, kendinden geçmiş hâlde olur, kendisini Allahü teâlânın sevgisi kaplardı. Câmi’ul-Ezher’in bitişiğindeki minâre yanında ikâmet eder, ibâdet ve tefekkürle vaktini geçirirdi. İbn-i Zuğdân’ın sözleri, şiirleri, kasîdeleri, sohbetlerde okunurdu. Bunları dinleyenler, mânevî coşkunluğa dalardı. İbn-i Zuğdân, kendisini çekemiyenlere, yumuşak ve güzel muâmele ederdi.

İbn-i Zuğdân, Peygamber efendimizi sık sık rüyâsında görürdü. Gördüğü rüyâları kendisi şöyle anlatır:

“Bir gece Resûlullah efendimizi rüyâmda gördüm ve; “Ey Allahü teâlânın Resûlü! Birçok kimse, sizi rüyâda sık sık gördüğüme inanmıyorlar.” dedim. Mübârek elini kalbimin üzerine koydu ve; “Ey evlâdım, gıybet haramdır. Sen, “Ey müminler! Zannın çoğundan sakınınız! Çünkü, zannın çoğu günâh olur. Birbirinizin kusûrunu araştırmayın! Birbirinizi gıybet etmeyin!” (Hucurât-12)
meâlindeki âyet-i celîleyi okumadın mı?” buyurdu. Sonra Resûl-i ekrem şöyle buyurdu: “Eğer başkasının gıybet etmesini dinlemek mecburiyetinde kalırsan, İhlâs ve Mu’âvvezeteyn sûrelerini oku. Hâsıl olan sevâbı, gıybeti edilenlere hediyye eyle. Çünkü gıybet ile sevap, ikisi de birbirlerini tâkib ederler ve Allahü teâlânın izni ile denk olurlar.”

Resûlullah efendimiz rüyâmda bana; “
Uyuyacağın zaman beş defâ E’ûzü Besmele oku ve sonra şöyle duâ et: “Ey Allahım! Muhammed’in hakkı için, Muhammed’in yüzünü şu anda ve gelecekte bana göster.” Bunu dediğin zaman, ben sana görünürüm ve aslâ gecikmem.” buyurdular.

Resûl-i ekremi yine rüyâda gördüm ve; “Ey Allah'ın Resûlü, beni bırakma” dedim. Resûlullah buyurdu ki; “Biz, Kevser havuzuna gelip, orada kana kana su içinceye kadar seni bırakmayız. Çünkü sen, Kevser sûresini okuyup, bana salât ve selâm getiriyorsun. Salât ve selâmın sevâbını sana hîbe ettim. Kevser sûresinin sevâbını ise, senin için bekletmekteyim. “Estagfirullahel’azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel hayyelkayyûme ve etûbü ileyhi ve es’elüh-üt-tevbete vel-magfirete innehü hüvet-tevvâbürrahîm” sözünü, amelinde riyâkarlık olduğu veya sözün herhangi bir bencilliğe kaçtığı zaman tekrarla.”

Resûl-i ekrem rüyâmda bana; “Sen yüz bin kişiye şefâat edeceksin” buyurdu. Ben de; “Ey Allah'ın Resûlü! Hangi amelimle bu mertebeyi elde ettim?” diye sorunca; “Benim üzerime okuyup, sevâbını bana hediye ettiğin salât ve selâm ile bu mertebeye eriştin.” buyurdular.

Bir kere, zikrimi tamamlamak için Resûlullah’a okuduğum salât ve selâmlarda acele ettim. Okuduğum salât ve selâm bin adet idi. Resûl-i ekrem rüyâmda; “Acelenin şeytan işi olduğunu bilmez misin?” diye beni azarladı ve buyurdu ki: “Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed derken, yavaş yavaş, harflerin üzerine basa basa söyle. Ancak vakit daralmış ise, o zaman biraz acele edebilirsin. Sana öğrettiğim bu şekil, fazîletli şeklidir. Başka şekillerde getirilen salât ve selâm yine kabûl olunur. En iyisi, salâtın başlangıcında bir kere de olsa, tam mânâsı ile, yavaş yavaş salât ve selâmın tamâmını getirmelisin, noksan bırakmamalısın.” Sonra Resûl-i ekrem, bana tam salât ve selâmın şeklini şöyle tâlim buyurdular: “Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin kemâ salleyte alâ seyyidinâ İbrâhîme ve alâ âli seyyidinâ İbrâhîme ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin kemâ bârekte alâ seyyidinâ İbrâhîme ve alâ âli seyyidinâ İbrâhîme fil âlemîn, inneke hamîdün mecîd. Esselâmü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullâhi ve berekâtühü.”

Bir gece yine rüyâmda, Resûlullah efendimiz buyurdu ki: “Bir ihtiyâcın var ise ve onun yapılmasını diliyorsan, Seyyidet Nefîse’ye (Resûlullah'ın pak neslinden gelen bir veli hanıma) bir kuruş bile olsa adakda bulun. O zaman senin ihtiyâcın giderilmiş olur.”

İbn-i Zuğdân buyurdu ki: “Kötü arkadaşları terketmek istersen, ilk önce kendindeki kötü ahlâkı bırak. Nefsin, sana herkesten daha yakındır. En yakına emri mârûf yapmak daha önce gelir.”

“Dünyâlık peşinde koşanlar, dünyâya sımsıkı sarılıyorlar. Hâlbuki her nefes alışta ondan uzaklaşmaktadırlar. İleriyi göremediklerinden kördürler.”

“Zenginlikle fakirlik, birbirlerine karşı övündüler. Zenginlik, fakirliğe dedi ki: “Sen kim oluyorsun? Ben, Allahü teâlânın vasfıyım.” Fakirlik, zenginliğe şu cevâbı verdi: “Ben olmasaydım, senin vasfın bilinmiyecekti. Benim tevâzum olmasaydı, senin kıymetin artmayacaktı ve yükselmeyecekti. Ben ubûdiyyetin nişânesiyim.”

“Resûlullah efendimizi rüyâsında görmek istiyen bir kimse, gece ve gündüz, aşk ile tutuşup, O’na salevât-ı şerîfe getirmeli ve O’nunla birlikte velîleri de sevmelidir. Eğer Resûlullah ile birlikte evliyâyı sevmezse, Resûlullahın kapısı kendisi için kapalı olur. Çünkü evliyâ, insanların efendileridir. Onlar kızarlarsa, Allahü teâlâ da onlar kızdığı için gazaba gelir. Resûl-i ekrem de böyledir. Evliyânın sevmediğini, Resûlullah da sevmez, onlar kızdığı için, Resûlullah da kızar.”

“Haber aldığımıza göre, kıyâmet gününde, ismi Muhammed olan kimseleri Allahü teâlânın huzûruna getirirler. Hak teâlâ, Muhammed isimli kimseye; “
Bana isyân ederken, hiç isminden de mi utanmadın. Hâlbuki senin ismin, Habîbimin ismi idi. Fakat ben, sana azâb etmem. Zîrâ sen, Habîbimin ismi ile isimlendirilmişsin. Git ve Cennete gir.” buyuruyor.”

“Zâlim ile arkadaşlık eden zâlimdir. Zîrâ zâlimle berâber bulunmak, Allahü teâlâdan gâfil olmak ve nefsinden râzı olmak hastalığını ortaya çıkarır. Hemen bunun arkasından da şeytan ile oturmak husûsu ortaya çıkar.”

“Talebe çok zaman, hocasına “Neden?” dediği için nîmetlerinin arttırılmasından mahrum kalmıştır.”

“Gösteriş bulunan her amel, makbûl değildir. Zîrâ Hak teâlâ; “Sâlih ameli kabûl ederim.” buyuruyor. Her kim yaptığı ameli gösteriş niyetiyle yaparsa, onun ameli Allahü teâlânın huzûruna ulaşmaz. Yapanın yanında kalır.”

“Ey kişi, evliyânın sohbetinde bulun. Eğer onların sana hiç faydası yok ise de, kıyâmet gününde senin ellerinden tutarlar. Kendilerine arkadaş olanların, dünyâda da musîbet yükünü yüklenirler. Üzüntü ve hüzünlerini paylaşırlar.”

İbn-i Zuğdân, birçok eser yazdı. Bunlardan bâzıları şunlardır: 1) Kavânînü Hükm-il-İşrâki ilâ Sufiyyeti Cemî’ıl-Âfâk, 2) Bugyet-üs-Süâl an Merâtib-i Ehl-il-Kemâl, 3) Silâh-ül-Vefâiyye bi Sügril İskenderiyye. 4) Ferh-ul-Esmâ’ bi Rühas-is-Simâ’, 5) Mevâhib-ül-Me’ârif, 6) Şerhu Hikem-il-Atâiyye.

Sâlih Rüya

Bir zaman Resûlullah’ı rüyâmda görmez oldum. Sonra yine görmeye başladım. Bunun üzerine ben: “Ey Allah'ın Resûlü! Benim günâhım ne idi ki, bana görünmez oldunuz?” diye sordum. Buyurdular ki: “Sen bizi rüyâda görecek kimselerden değilsin. Zîrâ sen, sırlarımı başkalarına ifşâ ediyorsun.” Gerçekten ben gördüğüm rüyâlarımdan bâzılarını yanımda bulunan bir şahsa anlatmıştım. Bundan böyle Allahü teâlâya tövbe eyledim. Tövbe ettikten sonra, yine Resûl-i ekremi rüyâmda görmeye başladım.

Bir keresinde Resûl-i ekrem rüyâmda bana; “Ey Muhammed! Bu gaflet ve bu uyku neden. Neden bizden böyle uzaklaştın? Neden Kur’ân-ı kerîm okumayı terk eyledin? Kur’ân-ı kerîm okumayı bırakıp da, yalnız zikirle meşgûl olman ne için? Her gün, bir cüzün dörtte biri kadar olsa da Kur’ân-ı kerîm oku. Her gün, bundan az okumamaya dikkat et” buyurdu.

İbn-i Zuğdân’ın talebelerinden bâzıları şöyle demektedirler: "O günden sonra İbn-i Zuğdân, Kur’ân-ı kerîm okumasını terk etmedi. Bâzı âyet-i kerîmeleri tekrar tekrar okur, üzerinde durur ve ağlardı. Göz yaşları yanaklarından ve mübârek sakalı üzerinden akardı. Onun huzûrunda konuşmaya kimse muktedir olamazdı. Zîrâ, vecd hâli ve çok ağlaması, herkesi susmağa mecbur kılardı.”

1) Mu’cem-ül-Müellifîn; c.9, s.5
2) Ed-Dav-ül-Lâmi’; c.7, s.66
3) Şezerât-üz-Zeheb; c.7, s.335
4) Esmâ-ül-Müellifîn; c.2, s.209
5) Ahlwardt; Verzeichniss der arabischen Handschriften; c.5, s.61
6) Brockelmann; Gal-2, s.253, Sup-2, s.152
7) Tabakât-ül-Kübrâ; c.2, s.67
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Allah dostlarının orucu akşama kadar sadece aç kalmak de­ğildir. Onlar orucu kendini değil haram ve mekruhlara onlar kendini şüpheli olan şeylere karşı bile kendini kapatmaktır. Onla­rın derdi sadece akşama kadar aç kalmak değil, tuttukları oruçla Rıza-i ilahiye kavuşmaktır. Onlar için yılın her ayı ramazan ayı gibi yaşıyorlardı. Sürekli oruç tutardı.

Bir gün oruçlu iken yanın­da Hindistan sultanı çekiştirilip, gıybeti yapılınca;

Dıhlevi hazretleri;

"Eyvah orucum bozuldu" dedi.

Yanındakiler; "ama efendim gıybet yapan siz değildiniz" de­yince;

"Gıybeti yapan da dinleyende ortaktır." hadisi şerifi ile karşı­lık verdi.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Kusura Bakmayız

Sen düşünce ben kalkacak değilim. Allah’ın bir kulu olarak, insan olarak görünmez bir bağla sana bağlıyım. Sen ayakta durduğun sürece ben dimdik yaşama fırsatı bulacağım. Senin kötülüğünü istemem ancak kendi canıma kastetmemdir.

3189.jpg


Gıybetin, yani bir başkasının arkasından konuşmanın, onun yanlışlarını, kusurlarını ortaya dökmenin ne kadar kötü olduğunu biliyoruz. Çünkü hayatta en kırıldığımız, kendimizi kötü hissettiğimiz anlardan biri de başkalarının bizim arkamızdan konuştuklarını öğrendiğimiz anlardır.

Ne kötü olduğunu başımıza geldiği zaman iyice anladığımız bu davranıştan kurtulmamız gerektiğine şüphe yok. Hayatımıza ve kalbimize nasıl zarar verdiğini görüyoruz. Bu illet yüzünden insanların arası açılıyor, hiç yeri yokken düşmanlıklar oluşuyor, yuvalar bile yıkılabiliyor.

Buna rağmen onu terk etmede, yakamızdan söküp atmada zorlanıyor, kötülüğünü sürekli tekrarlamamıza rağmen ondan kurtulamıyoruz.

Sonuçta bu bir şahsiyet meselesi oluyor. Bir kişilik, insan olma meselesi. Öyle ya, nasıl bir kişi başkalarının kötülüğünü isteyebilir, onların yanlış yapmasını, kusurlarının ortaya çıkmasını fırsat bilir ki!

Aynaya bakınca gördüğümüz insan, başkalarının arkasından dolaplar çeviren biriyken ona saygı duyabilir miyiz? Belki de aynaya çok bakmamak gerek! İşin kolayı bu.

Fakat Allah ve Rasulü gıybetin kötülüğünü açık bir şekilde bildirmiş ve insan damarlarımız bunun kötülüğünü hissetmişken, bu davranıştan vazgeçmemek artık ayıp. Kesin bir karar vermek gerek. Şu andan itibaren kimsenin arkasından konuşmayacak, kimsenin kötülüğünü istemeyecek, içimizdeki ifrit isteklere kulak vermeyeceğiz.

İşte ayet-i kerimeler, hadis-i şerifler, büyük sözleri... Onlar yeterli rehber. Kalbimizin böyle hastalıklardan kurtulması için önerilen tedavi usulleri, ilaçlar var. Asıl mesele hasta olduğumuzu kabul etmek.

Sinsi bir hastalık

Zaman zaman bir daha gıybet etmemeye karar veriyoruz. Belki bir süre başarabiliyoruz da. Ama gıybet öyle göstere göstere gelmiyor. Bazen gıybet ettiğimizi, başkaları hakkında konuşurken fark ediyoruz. İşte o anda gıybeti terk etmek çok zor oluyor. O kadar garip bir şekilde insanı yakalıyor ki, konuşmaya devam etmek istiyorsunuz.
Hem insan tek başına gıybet etmez ki. İnsanlar size bakıyor. “Arkadaşlar biz gıybet ediyoruz, hemen terk edelim!” deyince olmuyor. İnsanlar bozuluyorlar. Onların tepkilerini kendimize yediremiyoruz. Kızgınlık, çekingenlik derken gıybet deryasında yüzüp gidiyoruz.

Bunu bir bitireyim bir daha gıybet etmeyeceğim, diyoruz ama buna çocuklar bile güler. Evvela ne pahasına olursa olsun gıybet ettiğimizi fark edince susmaya azmetmeliyiz. Kesin olarak bir daha yapmayacağım demeli, Hz. Ali efendimizin dediği gibi şeytan pes edene kadar direnmeliyiz.

Sonra kimlerle arkadaş olduğumuza dikkat etmeliyiz. Sürekli gıybet eden bir arkadaşla, bizi kötü şeylere alıştırmaya çalışan bir arkadaş arasında ne fark var? Biri elle tutulur kötülük, diğeri sözde. Bizimle arkadaşlık etmek isteyen, başkalarının arkasından konuşmaması gerektiğini bilsin, ona göre gelsin.

Susmak yeterli mi?

Acaba gıybet yalnızca sözlerle mi olur? Tarifine göre böyle görünüyor. Ama söylenen sözün insanda bir öncesi, yani bir sözü söylemeden önce içimizde o söze kaynak olacak duygu, düşünce ve isteklerimiz yok mu?

Başkaları içimizi bilmez, sesimizi duyar ve sözü anlar sadece. İçimizde alevlenen ateşi, kendimizi yiyip bitirişimizi nereye koymalı? Gıybet etmek istiyoruz. Birilerine birilerini şikâyet etmeden, eleştirmeden rahatlayamıyoruz -buna rahatlamak denir mi, ayrı bir konu.

Ne kadar zor bir iş bu. Karakter lazım, şahsiyet lazım. Bir sözü söylemek bir an, fakat bir sözü içinde tutmak, susmak hiç bitmiyor. Göğsümüzü yakan, boğazımızı sıkan bir sancı gibi sürekli rahatsız ediyor. İyi de bu sancıya yol açan sebebin kökü dışarıda mı ki, bizim dışarıya bir yumruk savurmamız gerekiyor? İnsanlar bizi kızdırıyor değil mi, aleyhlerinde konuşacağımız hatalar, yanlışlar yapıyorlar. Peki, biz sütten çıkmış ak kaşık mıyız?

Farkında olmadan

Gıybeti kasıtlı olarak yapmamak veya fark edince terk etmek yeterli mi? Farkında olmadan yaptığımız gıybetlerden de sorumlu değil miyiz?

Kasten yaptıklarımız kadar olmasa da, gıybet olduğunu fark etmeden yaptıklarımız da aynı hastalığın sonucu. Bu hastalık içten içe bizimle savaşıyor ve mahvetmeyi amaçlıyor.

Bir insanın arkasından hoşlanmayacağı şeyler söylemenin mazereti olmaz. Bir insanın arkasından, yanımızda olsalar yüzlerine söylemeye utanacağımız, utanmasak bile kalplerini kıracağımız sözler söylüyoruz.

Bunları durduk yere söylüyor olamayız. En azından bu sözleri söyleyecek hale gelmemize izin vermişiz demektir. Keyifle birilerini çekiştirecek kadar kendimizden geçmişizdir. Ahlâklı, karakteri sağlam bir insan kontrolü asla bırakmaz. Yaptığımız kazanın bedeli Allah’ın gazabı olabilir.

Her zaman uyanık olmalı, gıybet edecek kadar kendimizden geçecek hale girmemize müsaade etmemeliyiz ki, içimizde bir şeyler sürekli bize değerlerimizi, insan olduğumuzu hatırlatmaya devam etsin.

Alıntı...
 

abdulvedud

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Mar 2009
Mesajlar
144
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
kardeşinizin ölü etini yediğinizi düşünün ama ciddi ciddi yani mumyalanmış kadavra olmuş halini düşünün yediğinizi düşünün yazılmış ama tekrar hatırlatalım:

Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede: “Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin ayıbını araştırmayın. Kiminiz de kiminizi arkasından çekiştirmesin. Sizden herhangi biriniz, ölü kardeşinin etini yemek ister mi? Elbette ondan tiksinirsiniz. Allah'tan korkun, şüphesiz Allah tövbeleri kabul eder, çok merhametlidir.” (Hucurat; 12) buyurmuştur.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Bir kimsenin gıyabında hoşlanmayacağı bir söz söylemek, çekiştirmek; meydanda olmama, kaybolma hâli.

Gıybet, bir kimsenin arkasından hoşuna gitmeyecek şeyleri söylemek, başka bir deyimle, kendimize söylendiği zaman hoşlanmayacağımız bir şeyi, din kardeşimiz hakkında arkasından konuşmamız anlamına gelir. Halk arasında dedikodu, gıybet ile aynı anlamda kullanılır.

Gıybet, insan veya insanla ilgili birtakım şeyler üzerinde olur. Kişinin bedeni, nesebi, ahlâkı, işi, dini, dünyası, elbisesi, evi, bineği... dedikodu konusu olabilir. Gözün şaşılığı, saçların döküklüğü, uzun veya kısa boyluluk, siyah veya sarı renkte olmak... Bunlardan alaylı bir şekilde bahsedilmesi sözkonusu kişinin kalbini kırar.

Kur'an ve Sünnet, gıybeti yasaklamıştır: "Bir kısmınız diğerlerinizin gıybetini yapmasın. Sizden biriniz ölmüş kardeşinin etini yemek ister mi? Bundan tiksindiniz değil mi?" (el-Hucurat, 49/12); "Gıybet, kardeşini hoşuna gitmeyecek şekilde anmandır" (Tirmizî, Birr, 23; Dârimî, Rikat, 6; Mâlik, Muvatta, Kelâm,10; Ahmed b. Hanbel, II, 384, 386).

Başkalarına kardeşinin ayıplarını anlatmak onun hoşuna gitmeyecek şeyleri söylemek demek olduğundan, ancak dil ile söylemek haram olmuştur. Kaş-göz işareti yapmak, imâ, işaret ve yazı gibi gıybet anlamı ifade eden her hareket de gıybettendir. Meselâ elle birisinin uzun veya kısa boyluluğuna işaret etmek, bir şahsın ayıpları hakkında yazı yazmak gıybettir. Gıybeti tasdik etmek de gıybettir. Gıybet yapılan yerde susan kişi gıybete ortak olmuş olur. Diliyle gıybetçiye karşı duramayanın kalbiyle inkâr etmesi gerekir. (İmam Gazzâli, Zübdetü'l-İhya, Trc: Ali Özek, İstanbul 1969, 362, 363). Allah Resulu şöyle buyurur: "Bir kimse yanında hakarete maruz kalan bir mümine gücü yettiği halde yardım etmezse, Allah o kimseyi kıyâmet gününde insanların önünde rezil eder" (Tebarâni).

- "Her kim gıyabında kardeşinin kusurlarını söyletmezse, kıyâmet gününde Allah da onun kusurlarını örtmeyi tekeffül eder" (İbn Ebi'd-Dünya).

- "Ey kalbiyle değil, sadece diliyle iman edenler topluluğu! Müslümanların gıybetini yapmayınız, ayıplarını araştırmayınız. Zira kim kardeşinin ayıp ve kusurlarını araştırırsa Allah do onun kusurlarını araştırır. Allah, kimin kusurunu araştırırsa onu evinin içinde bile olsa rezil ve rüsva eder (Ebû Dâvud, İbn Ebî Dünya).

İslam dininde kardeşlik olgusunun, "Müminler ancak kardeştir. İhtilaf ettikleri zaman, iki kardeşinizin arasını düzeltin; ve sakının ki, merhamet olunasınız" (el-Hucurat, 49/10) ilâhi buyruğu ile kurulmuş olması, İslâm toplumunu bu iman kardeşliği üzerinde yükselen güçlü bir toplum yapmaktadır. Böyle bir toplumda gıybet yoktur. Çünkü, Hz. Peygamber (s.a.s)'in buyurduğu gibi, "Mümin müminin aynasıdır. Mümin iki el gibidir, birisi diğerini temizler." Bu ölçüler, toplumu fitne ve bozgunculuktan uzak tutar.

Gıybetin sebepleri:

1. İntikam duygusunu tatmin, 2. Arkadaşlara muvafakat, 3. Gösteriş ve büyüklük; başkalarını küçültme, kendini büyütme, 4. Kıskançlık, 5. Hoşça vakit geçirmek, güldürmek için başkalarının ayıp ve kusurlarının ortaya serilmesi, 6. Küçük düşürmek için alay (Gazzâlî, İhyâu Ulûmiddin, Trc: Ali Arslan, İstanbul 19'72; VI, 522 vd).

Gıybetten korunmak için kişinin öncelikle kendi kusurlarıyla uğraşması gerekir. Şuralarda gıybet câizdir:

1) Haksızlık karşısında: "Hak sahibinin söz hakkı vardır" (Buhârî, Müslim).

2) Fetva istemede: Utbe kızı Hind, Resulullah'a gelerek kocası Ebû Süfyan'ı cimriliğiyle, çok az nafaka bırakmasıyla çekiştirmiş ve kocasının malından haberi olmadan alıp alamayacağını sormuştu. Allah Resulu de "Sana ve çocuğuna yetecek miktarda, iyilikle al" buyurdu.

3) Bir kimseyi kötülükten menetmek:

4) Kişiyi meşhur olan lakabıyla anmak.

5) Kişinin fısk-u fücûrunu alenen yapması, yaptıklarından dolayı gurur duyması, yaptıklarının söylenmesinden dolayı üzüntü duymamasıdır. Yaptıklarıyla övünmesi yüzünden onları anmak gıybet sayılmaz.

Gıybetçinin günâhtan kurtulması için pişmanlık duyması, tövbe etmesi, gıybetini yaptığı kimse ile helâlleşmesi gerekir. Gıybeti yapılan da merhametli davranır, affeder. Düstur: "affa yapış(mak), iyiyi emret(mek), cahillerden uzak ol(maktır) (el-A'râf, 7/ 199).

Hamdi DÖNDÜREN
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt