Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Evliya kabrini ziyaret (1 Kullanıcı)

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
40
Konum
İstanbul
Sual: Bir Evliyanın kabrini ziyaret ederken nelere dikkat etmelidir?

CEVAP

Seyyid Abdülhakim-i Arvasi hazretleri buyuruyor ki:

Büyük bir zatın kabrini ziyaret eden kimse, ona rabıta ederse, yani dünya işlerini hiç düşünmeyip, kalbine hiçbir şey getirmeyip, o zatın ruhunu, his organlarıyla anlaşılamayan bir nur farz ederek, bunu kalbinde bulundurursa, o ruhtan, kendi kalbine bir şeyler akmaya başlar. Çünkü Evliyanın ruhları, feyzlerin kaynağıdır. Kaynağı kalbine koyan, bunun feyzine, nimetine, bilinmeyen ihsanlarına elbette kavuşur. Ruhu kuvvetlenir, olgunlaşır.

Kabir yanına gelince, önce selam verilir. Kabrin sağ yanına yani kıble tarafına, ayak ucuna yakın durur. Tanıdığı gibi, şeklini, suretini hatırına getirir. Euzü ve besmeleyle bir Fatiha ve 11 İhlâs okur. Sevabını, Resulullah efendimizin, bütün Peygamberlerin, Eshab-ı kiramın ve Evliya-i izamın ruhlarına ve bu zatın ruhuna hediye eder. Onun ruhunu, gönlünde bulundurur. Kalbinde bir şey hâsıl oluncaya kadar durur. Gelen kimse almasını bilirse, o zat da, vermeye ehil, olgun bir veliyse ve şartları gözeterek beklerse, elbette bir şey ele geçer.

Bu şartlar, o zatın kendisini tanıdığına, selamını işitip cevap verdiğine, ruhunun, kâmil, olgun olduğuna, ruhunun bir zamana ve yere bağlı olmadığına, nerede hatırlarsa, oradaymış gibi feyz vereceğine, Allahü teâlânın, feyzini, ruhun gıdasını, onun ruhuyla gönderdiğine inanmaktır.

Üzüm isteyen, bağa gidip asmadan koparır. Erik ağacına gitmez. Su isteyen, kaynağa, pınara, çeşmeye gider. Ağaca, sobaya gitmez. Buğday isteyen, tarlasını sürer, eker, biçer. Çocuk isteyen, evlenir. İlaç isteyen bir hasta, doktora ve eczaneye gider. Bakkala, avukata gitmez. Kalbin gıdasını, ruhun temizliğini isteyen de, Evliyanın kalbine, ruhuna başvurur. Allahü teâlâ, bu nimetlerini, Evliyanın kalbinden göndermektedir. Her şeyi yaratan, gönderen, yalnız Allahü teâlâdır; fakat her şeyi belli bir sebeple göndermek, Onun âdetidir. Onun nimetine kavuşmak isteyenin, Onun âdetine uyması, sebebi arayıp, bulup, öğrenip, Onun sebebine yapışması lazımdır. Sebepleri aramamak ve öğrenmek istememek, Allahü teâlânın âdetini bozmak olur. Bir kabirden feyz almak için, o zata karşı, diriymiş gibi, edep ve saygı göstermek gerekir. (R. Şerife)

Mail Grubu .:.: www.dinimizislam.com :.:.

HUZUR PINARI - İslamiyet, İslam Dini, Ehl-i Sünnet İtikadı, İlmihal, Kitaplar...
 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
40
Konum
İstanbul
Üzüm isteyen, bağa gidip asmadan koparır. Erik ağacına gitmez. Su isteyen, kaynağa, pınara, çeşmeye gider. Ağaca, sobaya gitmez. Buğday isteyen, tarlasını sürer, eker, biçer. Çocuk isteyen, evlenir. İlaç isteyen bir hasta, doktora ve eczaneye gider. Bakkala, avukata gitmez. Kalbin gıdasını, ruhun temizliğini isteyen de, Evliyanın kalbine, ruhuna başvurur. Allahü teâlâ, bu nimetlerini, Evliyanın kalbinden göndermektedir. Her şeyi yaratan, gönderen, yalnız Allahü teâlâdır; fakat her şeyi belli bir sebeple göndermek, Onun âdetidir. Onun nimetine kavuşmak isteyenin, Onun âdetine uyması, sebebi arayıp, bulup, öğrenip, Onun sebebine yapışması lazımdır. Sebepleri aramamak ve öğrenmek istememek, Allahü teâlânın âdetini bozmak olur.
 

smmmtuba

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Tem 2007
Mesajlar
1,639
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
Esselamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu

Allahü teala bizleri razı olduğu hallere kavuştursun, din gayretimizi artırsın, istikamet üzere olmayı nasip etsin.

Dua ediyoruz, dualarınızı istirham ediyoruz efendim.
 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
40
Konum
İstanbul
Ruh ölmez, ölü işitir

Ruh ölmez, ölü işitir

Sual: (Ölüler işitmez. Peygamberler de ölüdür. Onlar da işitemez. Onun için şefaat ya Resulallah veya yetiş ya Resulallah demek şirktir) diyenlere nasıl bir cevap vermek gerekir?
CEVAP
Bunlar vehhabilerin ve bunlara aldanan bazı mezhepsizlerin iddialarıdır.
Şirk demek büyük hatadır. Çünkü ruh ölmez. Ruh [can] bedenden ayrı bir varlıktır. Bir âyet meali şöyledir:
(Allah, öleceklerin ölümleri anında, ölmeyeceklerin de uykuları esnasında ruhlarını alır. Ölmelerine hükmettiği kimselerinkini tutar, diğerlerini bir süreye kadar salıverir. Elbette düşünenler için bunda alınacak ibretler vardır.) [Zümer 42]

Bu âyet-i kerime de ruhun bedenden ayrı bir varlık olduğunu bildirmektedir. İşiten ruhtur. Ruhsuz beden bir işe yaramaz. Ama bedensiz ruh, nimet veya azaba duçar olur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Müminlerin ruhları 7. kat göktedir. Orada Cennetteki makamlarını seyrederler.) [Deylemi]

Hızır aleyhisselam gibi bir çok kişinin ruhunun iş yaptığı görülmüştür. Bu bakımdan Allah yolunda ölmüş kimselere ölü bile demek caiz olmaz. İki âyet meali şöyledir:

(Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın, onlar, Rableri indinde diridir, rızıklanır.) [Al-i İmran 169]

(Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin! Onlar diridir; ama siz anlayamazsınız.) [Bekara 154]

Allah yolunda öldürülenler şehiddir. Şehidden daha üstün olan Peygamber efendimize nasıl ölü denir! O âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir, bütün âlemler Onun hürmetine yaratılmıştır. Şehidler gibi Peygamberlerin bedenleri de çürümez. Beş hadis-i şerif meali şöyledir:
(Toprak, Peygamberlerin vücudunu çürütmez. Bir mümin salevat okuyunca, bir melek bana haber verir, "Falan oğlu filan, sana selam söyledi" der.) [İbni Mace]

(Peygamberlerin vücudunu toprak çürütmez.) [Ebu Davud]

(Her Peygamber, kabrinde diri olup namaz kılar.) [Beyheki, Ebu Ya’la]

(Ölü kabre konurken, ayak seslerini işitir.) [Buhari]

(Ölüler yaptığınız iyi işlerinize sevinir, kötü işlerinize üzülürler.) [İbni Ebiddünya]

Resulullahın Hayber’de yediği zehirli et, ölüm hastalığında etkisini gösterdi ve şehid olmasına sebep oldu. (Mevahib-i ledünniyye)

Ölülere işittiremezsin âyeti şu mealdedir:
(Elbette sen ölülere işittiremezsin. Arkalarını dönüp kaçan sağırlara da bu daveti işittiremezsin. Hem sen o körleri sapıklıklarını bıraktırıp, hidayet verici de değilsin. Sen ancak âyetlerimize iman edecek kimselerden başkasına işittiremezsin.) [Neml 27/80-81]

Buradaki sağırların da kulaklarının sağır olmadığı, körlerin de gözlerinin kör olmadığı, ölünün de gerçek ölü olmadığı açıktır. Bir de davet ve hidayet kelimeleri geçiyor. Demek ki maksat işittirmek veya göstermek değil, onları hidayete davet etmektir. Âyetin devamında, (Sen ancak iman edeceklere işittirebilirsin) deniyor. Ötekilerin ise iman etmeyecek kâfirler olduğu da pek açıktır. Sen ölüleri imana kavuşturamazsın denmez ki. Sen ancak iman edeceklere işittirebilirsin deniyor ki, işittirmenin kabul ettirmek olduğu bütün tefsirlerde bildiriliyor. Bu âyetin tefsirlerdeki açıklaması şöyledir:
(Ey Resulüm, sen ölüden farksız olan kâfirleri hidayete erdiremezsin, hakkı işitmek istemeyen ve hakikati göremeyen kâfirleri de hidayete kavuşturamazsın. Sen ancak iman edeceklere Müslümanlığı kabul ettirebilirsin.) [Beydavi]

Onlardan daha iyi işitmezsiniz
Resulullah efendimiz, Bedir’de öldürülen kâfirlerin gömüldüğü çukurun başına gelip, ölülerin ve babalarının isimlerini birer birer söyleyerek, (Rabbinizin, size söz verdiğine kavuştunuz mu? Ben, Rabbimin söz verdiği zafere kavuştum) buyurdu. Hazret-i Ömer, (Ya Resulallah, cansız ölülere neden söylüyorsun?) dedi. Resulullah, (Rabbimin hakkı için söylüyorum ki, siz beni onlardan daha iyi işitmezsiniz. Fakat cevap veremezler) buyurdu. (Buhari, Müslim) [Hazret-i Ömer’in ölünün işittiğini bildiği halde böyle sorması, dindeki bir hükmün vesika haline gelmesi içindir.]

Vehhabiler, ibni Teymiye’nin yolunda iseler de, bu konuda ona da uymuyorlar. Çünkü ibni Teymiye diyor ki: (Bedirde çukurdaki kâfirlerin işitmelerini bildiren hadis-i şerif meşhurdur, her yere yayılmıştır. Zaruri inanılması lazım gelen bilgilerden oldu.) [Dinde inanılması zaruri olan bir şeye inanmayan kâfir olur.] (Kitab-ül-intisar-fil-imam-ı Ahmed)

İbni Teymiye, adı geçen kitabında bütün ölülerin, şehidler gibi diri olduklarını ve şehidler gibi rızıklandırıldıklarını bildiriyor. Ölülerin diriltilmesi üzerindeki fetvalarında diyor ki, ölüler, kendilerini ziyaret edenleri bilirler mi? Tanıdıklarından veya tanımadıklarından biri kabre geldiği zaman, bunun geldiğini anlarlar mı? Cevabında, (Evet bilirler ve anlarlar) diyor. Ölülerin buluştuklarını ve soruştuklarını ve dirilerin yaptığı işlerin onlara gösterildiğini bildiren haberleri yazıyor.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir kimse, din kardeşinin kabrini ziyarete gider ve mezarı başında oturursa onu tanır ve selamına cevap verir.) [İbni Ebiddünya]

(Bir kimse tanıdığı kabir yanına gelip selam verirse, meyyit de onu tanır ve selam verir. Tanımadığı kabrin başına gelip selam verirse, selamına cevap verir.) [Beyheki]

Onu tanıması ve selam vermesi, meyyitin onu gördüğünü ve selamını işittiğini göstermektedir. Çünkü ölmek, bazı cahillerin dedikleri gibi, yok olmak olsa idi, onun bütün duygularının yok olması lazım gelirdi. Meyyit kendini ziyaret edeni, kabri başına geleni görmektedir. Görmeseydi, dünyada tanımamış olduğunu tanımaması bildirilmezdi. Birincisini tanıyarak cevabı veriyor. İkincisinin selamına, tanımayarak cevap veriyor.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kabrimin yanında, benim için okunan salevatı işitirim. Uzak yerlerde okunanlar bana bildirilir.) [İbni Ebi Şeybe] (Diri olan işitir. Bir söz, diri olana bildirilir.)

(Ölü kabre konurken, ayak seslerini işitir.) [Buhari] (Diri olan işitir.)

(Ölüler yaptığınız iyi işlerinizi görünce sevinir, kötü işlerinize üzülürler.) [İ.Ebiddünya] (Diri olan sevinir, üzülür.)

Hadis-i şeriflerde, ziyaret kelimesi kullanılmaktadır. Meyyit, kabre geleni tanımasaydı, ziyaret kelimesi kullanılmazdı. Her dilde ve her lügatta, ziyaret kelimesi, tanıyan ve anlayan kimselerin buluşmasında kullanılır. (Selamün aleyküm) de anlayan kimseye söylenir.

Azap, hissedene yapılır
Ruhun bedene olan bağlılığı öldükten sonra yok olmaz. Ölünün kemiğini kırmak ve kabir üzerine basmak, bunun için yasak edilmiştir. Kabirde azap yapılması da, ruhun ölmediğini gösterir.

Meyyitlerin, dirileri gördüklerini bildiren vesikalardan biri, Buhari’deki, (Her meyyite, her sabah ve her akşam ahiretteki yeri gösterilir. Cennetlik olana, Cennetteki yeri, Cehennemlik olana, Cehennemdeki yeri gösterilir) hadis-i şerifidir. Gösterilir sözü, gördüklerini bildirmektedir. Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerimde, Firavun’un adamları için, (Onlara sabah akşam ateş gösterilir) buyurdu. Meyyit görmeseydi, gösterilir demek lüzumsuz ve yanlış olurdu.

Ebu Nuaym, Amr bin Dinar’dan alarak bildiriyor ki, (Bir kimse ölünce, ruhunu bir melek tutar. Ruh, bedenin yıkanmasına, kefenlenmesine bakar. Kendisine, insanlar, seni nasıl övüyorlar işit, denir.) Abdullah ibni Ebiddünya’nın Amr bin Dinar’dan alarak bildirdiği hadis-i şerifte, (Bir kimse, öldükten sonra çoluk çocuğunun başına gelenleri bilir. Kendisini yıkayanlara ve kefenleyenlere bakar) buyuruldu. Buhari’deki sahih hadiste, (Münker ve Nekir melekleri, sual ve cevaptan sonra meyyite, Cehennemdeki yerine bak! Allahü teâlâ, değiştirerek, sana Cennetteki yeri ihsan eyledi derler. Bakar. İkisini birlikte görür) buyuruldu.

Ruhlar ölmez. Kabir hayatında ya nimete veya azaba düçar olurlar. Her hadis kitabında kabir hayatı ve azabı bildirilmektedir. Kabir hayatını ve azabını inkâr eden, bütün hadis kitaplarını ve Resulullahı inkâr etmiş olur.

Ruh ölmez, ölü işitir .:.: www.dinimizislam.com :.:.
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
41
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
Allahü teala iki cihanın en üstünü hürmetine sizleri de bizleri de afv ve mağfiret eylesin.Anlayış ihsan eylesin.Vehhabilik fitnesine yakalanan mezhepsizlerin şerrinden de muhafaza eylesin kardeşim.
 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
40
Konum
İstanbul
Bu ilk kafanıza takılan şeyin cevabı.

Bu ilk kafanıza takılan şeyin cevabı.

Sual: Peygamberlerden başkasına, Evliya veya Cennetlik demenin, yahut Merhum veya Rahmetullahi aleyh demenin, gaibden haber vermek olacağını, bu bakımdan, Abdülkadir-i Geylani hazretlerine veya başka bir zata evliya diyenin kâfir olacağını söylüyorlar. Bunların görüşleri yanlış değil midir?
CEVAP
Eshab-ı kiramın tamamı Cennetliktir. Herbirine Radıyallahü anh denir. Eshab-ı kiramdan on kişinin, isimleri bildirilerek müjdelenmesi onlara ayrı bir ikramdır. Yoksa Sahabenin tamamı Cennetliktir. Kur'an-ı kerimde mealen, (Hepsine hüsnayı [Cenneti] vâdettik) buyuruluyor. (Hadid 10)

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Beni gören müslüman Cehenneme girmez.) [Taberani]

Peygamberler, evliyalar şehidler Cennete gireceği gibi, imanlı ölen her günahkâr müslüman da muhakkak Cennete girecektir. Onun için ölen müslümanlara "Merhum" veya "Rahmetullahi aleyh" denir. Âlimlerin ismi geçince, "Rahmetullahi aleyh" demek ise müstehaptır. (Redd-ül-muhtar)

Hüküm zahire göredir
Müslüman olarak bilinen biri imansız ölse, fakat imansız öldüğü bilinmese, ona hüsnü zan edilerek "Rahmetullahi aleyh" demek caiz olur. Dinimiz zahire bakar. Aksine bir gayri müslim, müslüman olup, müslümanlığını gizlese, kimseye bir şey söylemediği için herkes onu hıristiyan zannetse, buna müslüman denemez. Çünkü dinimiz zahire göre hüküm verilmesini emreder. Bu kimsenin imanlı öldüğü bilinmediği için, ona gayri müslim demek caizdir. Müslüman olarak yaşayıp da imansız ölen kimse için de, imansız öldüğü bilinmediği için, buna da "Müslüman" demek caizdir. Müslüman için de, "Merhum" veya "Rahmetullahi aleyh" demek caiz olur. Bunun için Ehl-i sünnet âlimlerinin hepsine hüsnü zan etmeli, isimleri geçince, "Rahmetullahi aleyh" demelidir!

Kâfire müslüman, müslümana da kâfir denmez. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mümine kâfir diyenin, kendisi kâfir olur.) [Buhari]

Mümin ölüleri iyilikle anmalıdır! Hadis-i şerifte:
(Ölülerinizin iyiliklerini anın, ayıplarını söylemeyin!) buyuruldu. [Tirmizi]

İslam âlimlerini rahmetle anmak gerekir. Ölen müslüman günahkâr bile olsa, onun iyi olduğunu söylemek caizdir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ölen müminin iyi olduğuna şahitlik edilirse, Allahü teâlâ onun kötü olduğunu bildiği halde, "Müslümanların bu ölü hakkındaki şahitliklerini kabul ettim. Onun kötülüklerini de affettim" buyurur.) [Bezzar]

(Siz kimin iyiliklerini söylerseniz Cennet ona vacip olur, kimin de kötülüklerini söylerseniz ona da Cehennem vacip olur. Siz yeryüzünde Allah’ın şahitlerisiniz.) [Buhari]

(Hangi müslümanın iyiliğine dört kişi şahitlik ederse, Allahü teâlâ onu Cennete koyar. Üç, hatta iki kişi şahitlik ederse yine böyledir.) [Buhari]

Nerde kaldıki Resulullah efendimizin gerçek varisi olan alim ve evliyaya binlerce milyonlarca müslüman hüsnü şehadette bulunuyor.

Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretlerini ve diğer evliyayı kiramı binlerce âlim, iyilikle anmış, Cennetlik olduğunu söylemişlerdir. Allahü teâlâ iki müslümanın şahitliğini kabul eder de, birçok âlimin, evliyanın ittifakla söylediği sözleri kabul etmez mi?

Dinimiz, görünüşe göre hüküm verir. Bir gayrimüslim de, iman edip Müslüman olarak ölebilir. Hatta Müslüman da olmuş olabilir. Ama çevresinden çekindiği için Müslümanlığını açıklamamış olabilir. Bunlara rağmen, böyle Müslümana merhum, rahmetli demek caiz olmaz.
 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
40
Konum
İstanbul
Resulullah kabirdekilerden yardım isteyiniz buyuruyor. Bunlar ise, böyle yapanlara müşrik diyorlar. Bu hadis-i şerifi yasak ediyorlar. Resulullahın emrine hâşâ şirk yani puta tapmak yani kâfirlik diyorlar.

Resulullah efendimiz, (İşlerinizde şaşırdığınız [bunaldığınız] zaman, kabirde olanlardan yardım isteyiniz!) buyurdu. Müslümanların, Evliyanın kabirlerini ziyaret etmeleri, onlardan yardım beklemeleri, bu hadis-i şerife uydukları içindir.

İslam âlimleri, bu hadis-i şerife uyarak Evliyanın, kabirlerini ziyaret etmişler, feyz aldıklarını bildirmişlerdir. İmam-ı Rabbani hazretleri, 291. mektubunda buyuruyor ki:
(Delhi şehrinde, bayram günü, hocam Muhammed Baki Billah’ın mezar-ı şerifini ziyarete gitmiştim. Mübarek mezarına teveccüh ettiğim zaman, mukaddes ruhaniyeti ile iltifat buyurdu. Bu garibi öyle okşadı ki, Hace Ubeydullah-i Ahrar’dan kendisine gelmiş olan feyzleri ihsan eyledi. Bu nisbete kavuşunca, Tevhid marifetlerinin hakikati hasıl oldu.)

Yukarıdaki hadis-i şerif, birçok kitapta yazılıdır. Müslümanlar arasında meşhur olmuştur. Osmanlı devletinin Şeyh-ül-İslamlarından dokuzuncusu, büyük âlim, müfti-üs-sekaleyn, yani insanlara ve cinne fetvalar vermiş olan Ahmed Şemseddin ibni Kemal efendi, Kırk hadis kitabında diyor ki:
İza tehayyertüm fil-umur,
feste’inu min ehlil-kubur!
Yani, işlerinizde şaşırdığınız zaman, kabirdekilerden yardım isteyiniz! İnsanın ruhu, bedenine aşıktır. Ölüp, ruh bedenden ayrılınca bu sevgisi yok olmaz. Ruhun bedene olan bağlılığı ve çekmesi, öldükten sonra yok olmaz. Ölünün kemiğini kırmak ve kabir üzerine basmak, hadis-i şerifle, bunun için yasak edilmiştir. Bir kimse, bir Velinin kabrini ziyaret edince, ikisinin ruhu buluşurlar. Çok fayda hasıl olur. Kabir ziyaretine izin verilmiş olması, bu faydanın hasıl olması içindir. Bundan başka, gizli faydaları da yok değildir.


[İbni Âbidin hazretleri, Redd-ül-muhtar kitabının önsözünde diyor ki:
İmam-ı Muhammed Şafi’i, imam-ı a’zam Ebu Hanife’ye karşı çok edepli, saygılı idi. (Ebu Hanife ile bereketleniyorum. Kabri yanına gidiyorum. Güç bir sual karşısında kaldığım zaman, kabri yanında iki rekat namaz kılıp, Allahü teâlâya dua ediyorum. Cevabı hemen hatırıma geliyor) buyurmuştur.]

Kabirdekinin ruhu ile ziyaretçinin ruhu, birer ayna gibidir. Işıkları birbirlerine aks eder. Ziyaret eden, kabre bakıp, Allahü teâlânın kazasına razı olup, ruhu bunu duyunca, ilmi ve ahlakı feyzlenir. Bu feyz, kabirdekinin ruhuna aks eder. Meyyitin ruhuna, cenab-ı Haktan gelmiş olan ilim ve feyzler de, ziyaret edenin ruhuna aks eder.

Şafi’i âlimlerinden Alaüddin Ali bin İsmail Konevi, El-a’lam fi-Hayatil-enbiya kitabında diyor ki:
Peygamberlerin ve bütün müslümanların ruhları, kabirlerine ve anıldıkları yerlere inerler. Ruhların, kabirleri ile bağlılıkları vardır. Bunun için, kabir ziyareti müstehaptır. Kendilerine verilen selamı işitirler ve cevap verirler.

Hadis âlimi Abdulhak Eşbili, Akibet kitabında diyor ki:
Hadis-i şerifte, (Bir kimse, tanıdığı bir mümin kardeşinin kabrine gelip, ona selam verince, meyyit onu tanır ve selamına cevap verir) buyuruldu.

Fahreddin Gazanfer Tebrizi diyor ki:
Bir şeyi çok düşünür, hiç anlayamazdım. Hoca Taceddin-i Tebrizi’nin kabri başında oturup düşündüm. Anladım. Bazı âlimler, (İşlerinizde şaşırdığınız zaman, kabirdekilerden yardım isteyiniz) hadis-i şerifindeki (kabirde olanlar), (Ölmeden önce ölünüz!) emrine uyarak, tasavvuf yolunda yükselmiş olan Evliyadır dediler. (Kırk Hadis)

Kabir ziyareti dinimizin emridir .:.: www.dinimizislam.com :.:.
 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
40
Konum
İstanbul
Osmânlı devleti zemânında, mekteblerin, medreselerin, üniversite üstünlüğünde olan (Medrese-tül-mütehassısîn) adındaki yüksek kısmında, tesavvuf müderrisi ya’nî profesörü bulunan, büyük islâm âlimi ve olgun Velî, seyyid Abdülhakîm Efendi “rahmetullahi aleyh” 1342 hicrî ve 1924 mîlâdî yılında, İstanbulda basılan (Râbıta-i şerîfe) kitâbında buyuruyor ki:

Allahü teâlânın sıfatları ile sıfatlanmış ve müşâhede makâmına varmış olgun bir Velîye, kalbini bağlıyarak, yanında iken ve yanında olmadığı zemânlarda, o zâtın yüzünü hayâlinde bulundurmağa (Râbıta) denir. (Onlar görülünce, Allahü teâlâ hâtırlanır) ve Buhârîde ve Müslimde bildirilen (Onlarla berâber bulunanlar şakî olmaz) hadîs-i şerîflerinde bildirildiği gibi, bu kemâle ermiş olanları düşünmek, insana birçok fâideler sağlar. Sâdık ve temiz bir müslimân, böyle bir Allah adamını düşünmekle, onun sıfatları, hâlleri kendisinde hâsıl olur. Hadîs-i şerîfler sâlih müslimânlarla, ya’nî Allahü teâlânın sevdiği kimselerle berâber bulunmağı emr etmekdedir. [Deylemîde ve Taberânîde ve Künûz-üd-dekâıkde bildirilen hadîs-i şerîfde, (Ben ilm şehriyim. Alî onun kapısıdır) buyuruldu. Bu hadîs-i şerîfin gösterdiği gibi, Allahü teâlânın sonsuz feyz deryâsının kapısı gibi olan, Allah adamlarının kalblerinden, bunları seven ve hâtırlayan müslimânların kalbine feyz, ma’rifet, nûr akar. Bu feyze kavuşmak için, Ehl-i sünnet i’tikâdında olmak, Resûlullaha tâm uymak ve Allahü teâlânın sevdiği Allah adamlarını sevmek, kalbinde onların sevgisini bulundurmak lâzımdır. Bu şartlardan mahrûm olanlar, Allah adamlarının feyzlerinden, ma’rifetlerinden mahrûm kalmışlardır. Bilmediklerini, inkârdan başka çâre bulamıyorlar. Allah adamının kalbinden feyz almak için ikinci şart, o zâtın Resûlullah efendimizin tam vârisi olması, Onun yolunda, izinde bulunması ve Allahü teâlânın sevgili kulu olması lâzımdır. Vehhâbîler arasında böyle bir Allah adamı bulunmadığından da, onlar için feyz ve ma’rifet kapıları kapalıdır. Putlara, heykellere tapınan müşriklerin ve câhillere, sahte Rehberlere gönül veren zevallı müslimânların bir feyz ve fâide edinememeleri, bundan ileri gelmekdedir. Ebû Cehl, Ebû Tâlib ve Ebû Leheblerin, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” feyz ve hidâyet alamamaları ise, birinci sebebin kendilerinde bulunmamasından ileri gelmekdedir. Peygamberler “aleyhimüsselâm”, Allahü teâlânın yeryüzünde halîfeleridir. Evliyâ-yı kirâm, Peygamberlerin vârisleri oldukları için, onlar da bu şerefden pay almışlar, mubârek kalbleri, Allahü teâlânın aynası olmuşdur. (Sâd) sûresinin yirmialtıncı ve (En’âm) sûresinin yüzaltmışbeşinci âyet-i kerîmeleri ve benzerleri, bu sözümüzün vesîkalarıdır.

Olgun bir Velînin “rahime-hullahü teâlâ” kalbine bağlanan bir müslimân, onun mubârek kalbi vâsıtası ile Allahü teâlâdan gelen feyzlere kavuşur. Deylemîde ve Künûz-üd-dekâıkde “rahmetullahi alâ müellifiyhimâ” yazılı hadîs-i şerîfde, (Ehli arasında bir âlim, ümmeti arasındaki Peygamber gibidir) buyuruldu. Kalbin feyzlere, ma’rifetlere kavuşmasında, Allah adamının diri ve ölü olması arasında hiç fark yokdur. Onun kemâlâtı, rûhâniyyetinden hiç ayrılmaz. Rûhâniyyet de, zemâna ve mekâna ve ölülüğe ve diriliğe bağlı değildir. Yukarıdaki iki şart mevcûd ise, her nerede olursa olsun, diri olsun, ölü olsun, Allah adamlarına bağlanan, ya’nî onları seven ve hâtırlıyan müslimânlar, hemen feyz ve ma’rifete kavuşurlar. Bunların rûhlarının tesarrufları, Allahü teâlânın tesarrufu ile olduğuna inanmak lâzımdır.

İnsan, Allahü teâlâdan vâsıtasız feyz almağa kâdir olmadıkça, Allahü teâlânın sevdiği, Allahü teâlâdan feyz alıp, talebesine verebilen bir vâsıtaya muhtâcdır.]

Buhâra, Hîve, Semerkand ve Hindistân âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, hicretin ikiyüz senesinden, binikiyüz senesine kadar sözbirliği ile bildirmiş olmaları ve yapmış olmaları ve emr etmeleri, yukarıdaki yazımıza en büyük sened ve vesîka olmakdadır. Bunların üstünde başka bir vesîka aramağa kalkışmak, bin seneden fazla bir zemânda, koca Asya kıt’asında yetişmiş olan milyonlarca islâm âlimlerini küçültmek, hattâ kötülemek olur. Bunların âlim ve çoğunun da olgun Velî olduklarını gösteren kitâbları meydândadır.

Mâide sûresinin otuzbeşinci âyetinde meâlen, (Ona kavuşmak için vesîle arayınız) buyuruldu. Bu emrdeki vesîle, ya’nî vâsıta, bir şarta bağlanmamış, mutlak olarak, ya’nî umûmî olarak bildirilmişdir. İbâdetler, zikrler, düâlar ve Evliyânın rûhları bu emrin içinde bulunmakdadır. Umûmî olan bu emri sınırlamağa kalkışmak, âyet-i kerîmeye iftirâ etmek olur. Vesîlenin Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” olduğunu, Âl-i İmrân sûresinin otuzbirinci âyet-i kerîmesi bildiriyor. Bu âyetde meâlen, (Allahü teâlâyı seviyorsanız, bana tâbi’ olunuz! Allahü teâlâ, bana tâbi’ olanları sever) buyuruldu. Müslimân olduğunu söyliyen herkesin buna inanması lâzımdır. (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) hadîs-i şerîfi, âlimlerin, Velîlerin “kaddesallahü teâlâ esrârehüm” de vesîle olduğunu göstermekdedir. Âyet-i kerîmedeki, (Tâbi’ olunuz) emrine uymak için, sevmeden tâbi’ olmak mümkin olamaz.

(Buhârî) kitâbında diyor ki, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” kalbinden ve hayâlinden Resûlullahın hiç ayrılmadığını söyledi. Hattâ halâda bile hayâlinde olduğundan şikâyet etdi.

Tevbe sûresinin yüzyirminci âyetinde meâlen, (Ey îmân edenler! Allahdan korkunuz! Sâdıklarla berâber bulununuz!) buyuruldu. Bu âyet-i kerîmede de (Berâber bulunmak) bir şarta bağlanmamış, mutlak olarak, umûmî olarak emr olunmuşdur. Bundan dolayı, beden ile ve rûh ile berâberlik demekdir. Beden ile berâberlik, sâdıkların yanında edeb ile, saygı ile ve sevgi ile bulunmakdır. Rûh ile berâberlik ise, Allahü teâlânın sevdiği sâdık bir kulunu, saygı ile hâtırlamakdır.

Yûsüf sûresinin yirmidördüncü âyetinde meâlen, (Yûsüf “aleyhisselâm”, Rabbinin burhânını görmeseydi) buyuruldu. Burada bildirilen burhân, Ya’kûb aleyhisselâmın şeklinin görülmesinin olduğunu sözbirliğine yaklaşık olarak bildirmişlerdir. Keşşâf tefsîrinin sâhibi olan Zimahşerî, mu’tezilî mezhebindeki sapıklardan olduğu hâlde, bu da, müfessirlerin çoğunluğuna katılarak, Ürdünde bulunan Ya’kûb “aleyhisselâm” Mısrda, odada Zelîhânın yanında bulunan Yûsüf aleyhisselâma göründü diyor.
Hanefî âlimlerinden ve Eşbâh kitâbının muhşîsi Ahmed Hamevî “rahmetullahi aleyh”, (Nefehât-ül-kurb vel ittisâl bi-isbât-it-tesarrufi li-evliyâillâhi teâlâ velkerâmeti ba’del-intikâl) kitâbında, Evliyâ-ı kirâmın rûhâniyyetlerinin, cismâniyyetlerinden dahâ kuvvetli olduğunu, bunun için aynı zemânda çeşidli yerlerde görülebileceklerini bildirmekdedir. Bu yazılarına vesîka olarak şu hadîs-i şerîfi yazmakdadır: (Cennete her kapıdan girecekler vardır. Her kapı bunları kendisine çağıracakdır). Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh”, sekiz kapının hepsinden birden giren olur mu yâ Resûlallah dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Umarım ki sen onlardan olursun) buyurdu. İnsanın rûhu, (âlem-i emr) deki asl mertebesi ile irtibât kurabilecek gücünü kazanınca, insan bir ânda çeşidli yerlerde görünebilir. İnsan ölünce, rûhunun dünyâ ile ilgisi azalacağından, dahâ kuvvetli olur. Bir ânda çeşidli yerlerde görülmesi dahâ kolay olur. [Seyyid Ahmed Hamevî Mısrî, 1098 [m. 1686] de vefât etmişdir.]
Ahmed ibni Hacer-i Mekkî “rahmetullahi aleyh” Şemâil şerhinde ve Celâleddîn-i Süyûtî (Tenvîr-ül-halek) kitâbında, Abdüllah ibni Abbâsın (Resûlullahı rü’yâda gördüm. İltifât buyurdu. Uyanınca, mubârek zevcelerinden birisini ziyâret etdim. Aynaya bakdım. Aynada Resûlullahı gördüm, kendimi görmedim) dediği yazılıdır. Bu hâl, yalnız Resûlullaha mahsûs olan şeylerden değildir. Çünki, islâm âlimleri, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” hasâ’isini toplamışlardır. Bu hâli hasâ’is kitâblarına sokmamışlardır. Fıkhın ve üsûl-i fıkhın temel kâidelerine göre, Resûlullahın hasâ’isinden olmıyan her hâline ümmetinin âlimleri ve Velîleri vâris olurlar. Meselâ, nemâzda Resûlullah ile konuşmak nemâzı bozmaz. Bu, Resûlullahın hasâ’isindendir. Ya’nî yalnız Ona mahsûsdur. Âlimlerle, Velîlerle konuşmak, nemâzı bozar. Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” gözünün önüne getirerek görür gibi salât ve selâm vermek, hasâ’isinden değildir. Evliyâyı da gözünün önüne getirip rûhâniyyetinden yardım beklemek câizdir. Şâfi’î âlimlerinden Celâleddîn-i Süyûtînin (Tabakât-ül-Kübrâ) kitâbında, kerâmetin yirmiikincisi, Evliyânın çeşidli insanların şekllerinde görülmesidir diyor. Meryem sûresinin onaltıncı âyetinde meâlen, (Ona insan olarak göründü) buyuruldu. Ya’nî Cebrâîl aleyhisselâm, hazret-i Meryeme insan şeklinde göründü âyet-i kerîmesinden, Evliyânın rûhlarının çeşidli şekllerde görüleceğini anlamışlardır. Kadîb-ül-Bân Hasen Mûsulînin meşhûr vak’ası da, bu çeşid kerâmetlerdendir. [Bu vak’a ve diğer kerâmetleri, Yûsüf Nebhânînin (Câmi’ul-kerâmât-ül-evliyâ) kitâbında uzun yazılıdır. Beşyüzyetmiş [570] de Mûsulda vefât etmişdir. Şâfi’î âlimlerinden allâme Ceylî (Buhârî) kitâbını şerh ederken, şeytân Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” şekline giremediği gibi, Onun vârisi olan olgun Velîlerin şekline de giremez buyurdu.]

Hanefî âlimlerinden allâme Seyyid Şerîf Alî Cürcânî “rahmetullahi aleyh”,[1] (Şerh-ı Mevâkıf) kitâbının sonuna doğru, müslimânların yetmişüç fırkasını yazmadan önce ve ayrıca (Şerh-ı Metâli’) kitâbına yapdığı hâşiyesinde, Evliyânın “rahime-hümullahü teâlâ” çeşidli şekllerde talebesine göründüklerini ve diri iken de, ölü iken de görülen bu şekllerinden, talebesinin feyz aldıklarını, fâidelendiklerini yazmakdadır.

Mâlikî âlimlerinden Tâceddîn Ahmed ibni Atâullah İskenderî “rahmetullahi aleyh”, (Tâciyye) risâlesinde, olgun Velîyi “rahime-hullahü teâlâ” görmekle veyâ düşünmekle, onlardan istifâde edileceğini bildirmişdir. [Atâullah-ı İskenderî mâlikî şâzilî, 709 [m. 1309] da Mısrda vefât etdi.]

Hanefî âlimlerinden allâme Şemseddîn ibnün-Nu’aym “rahmetullahi aleyh” (Kitâb-ür-Rûh)da diyor ki, rûh bedende olduğundan başka bir hâlde de bulunur. Evliyânın rûhları (Refîk-ı a’lâ)dadır. Bir yandan ölünün bedenine de bağlıdır. Bir kimse, o rûhun sâhibinin mezârına gelip selâm verse, Refîk-i a’lâda bulunan rûhu, oradan bu selâma cevâb verir. Böyle olduğu, imâm-ı Süyûtînin (Kitâb-ül-Müncelî)sinde de yazılıdır. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Velîler vefât etdikden sonra, bilemediğimiz kuvvetli bir tesarrufa ve te’sîre mâlikdirler.

Mâlikî âlimlerinden (Muhtasar) kitâbının sâhibi Halîl bin İshâk Cendî “rahime-hullahü teâlâ” buyuruyor ki, Velî olgunlaşınca, kendisine Allahü teâlâ tarafından çeşidli şekllerde görünme kuvveti verilir. Bu da, olamıyacak birşey değildir. Çünki, başka başka görünen şekller, rûhâniyyetdir. Bedeni, cismi, görünmemekdedir. Rûhlar, madde değildirler. Boşlukda yer kaplamazlar. [Halîl mâlikî Mısrî 767 [m. 1365] de vefât etdi.]

Bu kadar derin âlimlerin ve Velîlerin açıkça bildirmiş oldukları bilgilere ve vesîkalara inanmamak, dîne ve akla uymamak olur. Bu inanışlarından dolayı, Ehl-i sünnet olan müslimânlara kâfir ve müşrik damgasını basan vehhâbîlere, Allahü teâlâ, akl ve insâf ihsân eylesin! Buna inanan müslimânları, kabrlere tapınan, heykelleri, mahlûkları yaratıcı sanan müşriklere benzetenlere yazıklar olsun! Kalbi Resûlullahın ve Onun vârisi olan Evliyânın aşkı, sevgisi ile yanmış, tutuşmuş olan, sultân-ül-âşıkîn ismi ile tanınmış, mâlikî ve kâdirî Ömer bin Fârıd “rahmetullahi aleyh” (Hamriyye) adındaki meşhûr kasîdesinde, tesavvuf büyüklerini, şanlarına yakışacak sûretde övmekdedir. [Ömer bin Fârıd, 576 [m. 1180] da Mısrda vefât etdi.] Ezelde, dalâlet ve felâket damgası vurulmuş olan sapıklar, ne kadar anlatılsa, vesîkalar, hattâ kerâmetler gösterilse, inanmak ni’metine kavuşamazlar. Mevlânâ Abdürrahmân-ı Câmî “rahime-hullahü teâlâ” aşağıdaki rubâîsinde, bunlara çok güzel cevâb vermekdedir.

Cihân arslanları hep, bu zincire bağlıdır.
Bu zinciri, hîleyle, tilki nasıl koparır?
Evliyâya, bir sapık, dil uzatırsa eğer,
Onlara birşey olmaz, ahmaklığın anlatır.


[Molla Câmî “rahmetullahi aleyh” 898 [m. 1492] de Hiratda vefât etdi.]

Cenâb-ı Hakkın yakdığı çırayı üfürerek söndürmek istiyenin, ancak sakalları tutuşur. (Râbıta-i şerîfe) kitâbının yazısı burada temâm oldu.
 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
40
Konum
İstanbul
Mâide sûresinin otuzbeşinci âyetinde meâlen, (Ona kavuşmak için vesîle arayınız) buyuruldu. Bu emrdeki vesîle, ya’nî vâsıta, bir şarta bağlanmamış, mutlak olarak, ya’nî umûmî olarak bildirilmişdir. İbâdetler, zikrler, düâlar ve Evliyânın rûhları bu emrin içinde bulunmakdadır. Umûmî olan bu emri sınırlamağa kalkışmak, âyet-i kerîmeye iftirâ etmek olur. Vesîlenin Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” olduğunu, Âl-i İmrân sûresinin otuzbirinci âyet-i kerîmesi bildiriyor. Bu âyetde meâlen, (Allahü teâlâyı seviyorsanız, bana tâbi’ olunuz! Allahü teâlâ, bana tâbi’ olanları sever) buyuruldu. Müslimân olduğunu söyliyen herkesin buna inanması lâzımdır. (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) hadîs-i şerîfi, âlimlerin, Velîlerin “kaddesallahü teâlâ esrârehüm” de vesîle olduğunu göstermekdedir. Âyet-i kerîmedeki, (Tâbi’ olunuz) emrine uymak için, sevmeden tâbi’ olmak mümkin olamaz.
----

Yazdığın tefsirde bir sınırlama yapılmamışken sen peşine yorum ekliyorsun. Elbette bu yorumundan hesaba çekileceksin. Dediğim gibi ehli sünnet alimlerinin sözlerine kıymet vermiyene birşey anlatmaya gerek yok. O büyüklerin sözlerini dinlemeyen bizi zaten dinlemez. O büyüklerin sözleriyle hidayete kavuşamıyan bizim sözümüzlemi hidayete kavuşacak. Allahü teala insaf versin ne diyelim. Kalbleri çeviren Allahü tealadır.

İnadınızdan vazgeçmiyeceğinizi biliyoruz artık. Ne yazıkki zamanımızda aşağıdaki linke konu olan çok kişi var.

http://forum.islamiyet.gen.tr/dini-sohbet/67607-muctehid-olmusuz.html
 

zubeyrsakird

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
14 Ocak 2009
Mesajlar
1
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
43
Selamün aleyküm siteye yeni üye oldum

"Resulullah efendimiz, (İşlerinizde şaşırdığınız [bunaldığınız] zaman, kabirde olanlardan yardım isteyiniz!) buyurdu. Müslümanların, Evliyanın kabirlerini ziyaret etmeleri, onlardan yardım beklemeleri, bu hadis-i şerife uydukları içindir."

bu hadisin hangi saglam hadis kitabında geçtigini çok merak ediyorum bilgilendirirseniz sevinirim
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Sual: Bir Evliyanın kabrini ziyaret ederken nelere dikkat etmelidir?

CEVAP

Seyyid Abdülhakim-i Arvasi hazretleri buyuruyor ki:

Büyük bir zatın kabrini ziyaret eden kimse, ona rabıta ederse, yani dünya işlerini hiç düşünmeyip, kalbine hiçbir şey getirmeyip, o zatın ruhunu, his organlarıyla anlaşılamayan bir nur farz ederek, bunu kalbinde bulundurursa, o ruhtan, kendi kalbine bir şeyler akmaya başlar. Çünkü Evliyanın ruhları, feyzlerin kaynağıdır. Kaynağı kalbine koyan, bunun feyzine, nimetine, bilinmeyen ihsanlarına elbette kavuşur. Ruhu kuvvetlenir, olgunlaşır.

Kabir yanına gelince, önce selam verilir. Kabrin sağ yanına yani kıble tarafına, ayak ucuna yakın durur. Tanıdığı gibi, şeklini, suretini hatırına getirir. Euzü ve besmeleyle bir Fatiha ve 11 İhlâs okur. Sevabını, Resulullah efendimizin, bütün Peygamberlerin, Eshab-ı kiramın ve Evliya-i izamın ruhlarına ve bu zatın ruhuna hediye eder. Onun ruhunu, gönlünde bulundurur. Kalbinde bir şey hâsıl oluncaya kadar durur. Gelen kimse almasını bilirse, o zat da, vermeye ehil, olgun bir veliyse ve şartları gözeterek beklerse, elbette bir şey ele geçer.

Bu şartlar, o zatın kendisini tanıdığına, selamını işitip cevap verdiğine, ruhunun, kâmil, olgun olduğuna, ruhunun bir zamana ve yere bağlı olmadığına, nerede hatırlarsa, oradaymış gibi feyz vereceğine, Allahü teâlânın, feyzini, ruhun gıdasını, onun ruhuyla gönderdiğine inanmaktır.

Üzüm isteyen, bağa gidip asmadan koparır. Erik ağacına gitmez. Su isteyen, kaynağa, pınara, çeşmeye gider. Ağaca, sobaya gitmez. Buğday isteyen, tarlasını sürer, eker, biçer. Çocuk isteyen, evlenir. İlaç isteyen bir hasta, doktora ve eczaneye gider. Bakkala, avukata gitmez. Kalbin gıdasını, ruhun temizliğini isteyen de, Evliyanın kalbine, ruhuna başvurur. Allahü teâlâ, bu nimetlerini, Evliyanın kalbinden göndermektedir. Her şeyi yaratan, gönderen, yalnız Allahü teâlâdır; fakat her şeyi belli bir sebeple göndermek, Onun âdetidir. Onun nimetine kavuşmak isteyenin, Onun âdetine uyması, sebebi arayıp, bulup, öğrenip, Onun sebebine yapışması lazımdır. Sebepleri aramamak ve öğrenmek istememek, Allahü teâlânın âdetini bozmak olur. Bir kabirden feyz almak için, o zata karşı, diriymiş gibi, edep ve saygı göstermek gerekir. (R. Şerife)

Mail Grubu .:.: www.dinimizislam.com :.:.

HUZUR PINARI - İslamiyet, İslam Dini, Ehl-i Sünnet İtikadı, İlmihal, Kitaplar...

Allahcc razı olsun...
 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
40
Konum
İstanbul
Selamün aleyküm siteye yeni üye oldum

"Resulullah efendimiz, (İşlerinizde şaşırdığınız [bunaldığınız] zaman, kabirde olanlardan yardım isteyiniz!) buyurdu. Müslümanların, Evliyanın kabirlerini ziyaret etmeleri, onlardan yardım beklemeleri, bu hadis-i şerife uydukları içindir."

bu hadisin hangi saglam hadis kitabında geçtigini çok merak ediyorum bilgilendirirseniz sevinirim

Ve aleyküm selam.

Hoş geldiniz.

Resulullah efendimiz, (İşlerinizde şaşırdığınız [bunaldığınız] zaman, kabirde olanlardan yardım isteyiniz!) buyurdu. Müslümanların, Evliyanın kabirlerini ziyaret etmeleri, onlardan yardım beklemeleri, bu hadis-i şerife uydukları içindir.

İslam âlimleri, bu hadis-i şerife uyarak Evliyanın, kabirlerini ziyaret etmişler, feyz aldıklarını bildirmişlerdir. İmam-ı Rabbani hazretleri, 291. mektubunda buyuruyor ki:
(Delhi şehrinde, bayram günü, hocam Muhammed Baki Billah’ın mezar-ı şerifini ziyarete gitmiştim. Mübarek mezarına teveccüh ettiğim zaman, mukaddes ruhaniyeti ile iltifat buyurdu. Bu garibi öyle okşadı ki, Hace Ubeydullah-i Ahrar’dan kendisine gelmiş olan feyzleri ihsan eyledi. Bu nisbete kavuşunca, Tevhid marifetlerinin hakikati hasıl oldu.)

Yukarıdaki hadis-i şerif, birçok kitapta yazılıdır. Müslümanlar arasında meşhur olmuştur. Osmanlı devletinin Şeyh-ül-İslamlarından dokuzuncusu, büyük âlim, müfti-üs-sekaleyn, yani insanlara ve cinne fetvalar vermiş olan Ahmed Şemseddin ibni Kemal efendi, Kırk hadis kitabında diyor ki:
İza tehayyertüm fil-umur,
feste’inu min ehlil-kubur!
Yani, işlerinizde şaşırdığınız zaman, kabirdekilerden yardım isteyiniz! İnsanın ruhu, bedenine aşıktır. Ölüp, ruh bedenden ayrılınca bu sevgisi yok olmaz. Ruhun bedene olan bağlılığı ve çekmesi, öldükten sonra yok olmaz. Ölünün kemiğini kırmak ve kabir üzerine basmak, hadis-i şerifle, bunun için yasak edilmiştir. Bir kimse, bir Velinin kabrini ziyaret edince, ikisinin ruhu buluşurlar. Çok fayda hasıl olur. Kabir ziyaretine izin verilmiş olması, bu faydanın hasıl olması içindir. Bundan başka, gizli faydaları da yok değildir.
 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
40
Konum
İstanbul
Musa aleyhisselam bir gün yolda giderken,
iki büklüm olmuş, ateşe tapan bir ihtiyar görür. İhtiyara yaklaşarak:
"Ey pir! Ne kadar zamandan beri bu ateşe taparsın?"
"470 yıldan beri bu ateşe taparım"


"Niçin bu ateşe ibadetten yüz çevirip, tevbe ederek,
Melik-i Cebbar olan Hak tealaya ibadet etmezsin?"
"Ya Musa! Eğer ateşe tapmaktan vaz geçsem,
Hak tealanın beni kulluğa kabul edeceğini bilir misin?"
"Niçin kabul etmesin? O Hak teala hazretleri "ekramül ekremin"dir"


"Ya Musa! Eğer Hak teala benim gibi kendisinden kaçanları kabul ederse,
bana İslamı arz eyle" dedi.Bunu üzerine Musa aleyhisselam da
İslamı arz etti. Fakat o zat, imanın kendisine verdiği ferahlık ve sevinçten dolayı
feryad ederek kendinden geçti. Bir müddet sona ruhunu teslim etti.
Musa aleyhisselam ihtiyarın techizini yaparak defnetti.


Sonra da kabrinin başında, Hak teala hazretlerine şöyle tazarru ve niyazda bulundu:
"Ya Rabbi! Bu ihtiyar kuluna bir defa kelime-i tevhid söylediği için neler ihsan eyledin?"
demesi üzerine Cebrail aleyhisselam gelerek buyurdu ki:
"Ya Musa! Rabbinin sana selamı var. Şöyle buyurdu:
"Bir kimse Kelime-i tevhidi bir defa ihlas ile söylerse
bizi onu kapımıza yakın edip izzet ve keramet hil'atımızı giydirerek,
rahmet deryamıza gark ederiz"
 

hayri07

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Şub 2009
Mesajlar
1,455
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
RABBİM razı olsun kardeşim emeğine sağlık selametle kalın.
 

hayri07

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Şub 2009
Mesajlar
1,455
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
ALLAH razı olsun yüreğinize sağlık RABBİM nelere kadir .
 

Gülfidan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Nis 2008
Mesajlar
679
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
" veli kulların mezarlarını ziyaret edin. veli kullar ziyaret edenlere şefaat ederler"

Hacı Bayram Veli
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt