Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Din üzerine kıssalar (1 Kullanıcı)

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
51
Bir kadın her söze ve işe başlarken Besmele çekerdi. O kadının münâfık bir kocası vardı. Besmele çekmesine çok kızardı. Hanımını Besmele ile ilgili bir işte mahcup etmeye karar verdi.
Hanımına birgün, içerisinde para bulunan bir kese verdi.
"Bunu sakla, sonra senden isterim." dedi.
Hanımı keseyi Besmeleyle bir yere koyup üzerini örttü. Kocası, hanımının haberi olmadan gidip keseyi yerinden aldı. Onu bahçedeki kuyuya attı. Sonra gelip hanımından keseyi vermesini istedi. Kadın keseyi koyduğu yere gelip, Besmele çekti. Allahü teâlâ o anda Cebrâil aleyhis selâma, yeryüzüne inip keseyi yerine koymasını emretti. Cebrâil aleyhisselâm keseyi kuyudan alıp suları akar bir vaziyette yerine koydu.
Kadın keseyi almak için elini uzatınca, ıslak bir hâldeki keseyi orada buldu.
Kadın,
"Bu kese nasıl ıslandı?" diye hayretler içindeydi.
Hiçbir şeyden habersizce, onu alıp kocasına verdi. Bu durum karşısında hayretler içinde kalan kocası da hemen tevbe etti ve sâlih bir Müslüman oldu. Bundan sonra her işe başlarken ve birşey yaparken Besmele çekmeye başladı.


 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
51
Bir zamanlar vâlilik yapan birisinin çok güzel bir bahçesi vardı. Rengârenk çiçeklerle donatılmış, tam bir zevk ve sefâ yeriydi. Bir gün vâli, bu bahçeye geldi. Vâli, bir bahane ile kadının kocası olan bahçıvanı, bir iş için dışarıya gönderdi. Kadına da dedi ki:

-Bahçenin kapılarını kapat. Hiç bir kapı açık kalmasın!

Kadın, akıllı ve namuslu idi. Vâlinin kendisine kötü niyet taşıdığını anladı. Gidip bir ağacın arkasına saklandı ve biraz sonra gelip dedi ki:

-Kapıları kapattım. Yanlız bir tanesi kaldı. Onu kapatmaya gücüm yetmiyor. Ne kadar uğraşsam da kapatamıyorum.

-O, hangi kapıdır?

-Bu kapı, Allahü teâlânın (Basar) sıfatıyla bizi gördüğü kapıdır. Vâli, bu sözü duyunca, pişman olup tövbe etti. Bir daha aklına böyle kötülükler getirmemek için, Allahü teâlânın sevgili kullarından birinin bulunduğu yere gidip, onun sohbetinde yetişti. Allahü teâlânın sevgili kullarından biri oldu.
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
51
Hazret-i Ali, bir harpte iken, ayağına bir ok saplandı. Ok kemiğe girdiği için çıkaramadılar. Doktor, Hazret-i Ali'nin durumunu görünce dedi ki:

-Efendim, ancak seni bayıltmak suretiyle bu oku ayağından çekip çıkarabilirim. Yoksa bunun ağrısına dayanamazsın!

-Bayıltıcı ilâca lüzum yok. Biraz bekleyin, namaz vakti gelsin. Ben, namaza durunca çıkarırsın. Namaz vakti geldi. Hazret-i Ali namaza durdu. Doktor, Hazret-i Ali'nin mübârek ayağını yarıp, oku çıkardı, yarayı sardı. Hazret-i Ali, namazı bitirince doktora sordu:

-Oku çıkardın mı?
Allahım bizlere de Hz.Ali gibi kendinden geçercesine namaz kılmayı nasip et yarabbi...
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
51
Sevgili Peygamberimiz,Allah sevgisinden konuşulan, dinden bahsedilen yerlere meleklerin de imrendiğini şöyle bildiriyor:

(Allahü teâlânın yeryüzünde gezen melekleri vardır. Dinden bahsedilen bir topluluk gördükleri zaman arkadaşlarını çağırıp derler ki:

-Gelin aradığımız buradadır.

-Hepsi gelip rahmetle onları kuşatırlar. Allahü teâlâ onlara sorar:

-Kullarımı ne halde bıraktınız?

-Sana hamd, tesbih ve zikir ediyorlardı.

-Benden ne istiyorlardı?

-Cenneti istiyorlardı.

-Cenneti görmüşler mi?

-Hayır görmediler

-Ya görselerdi ne yaparlardı?

-Cenneti görselerdi daha çok isterlerdi.

-Neden kaçıyorlardı?

-Cehennem ateşinden.

-Cehennem ateşini görmüşler mi?

-Hayır görmediler.

-Ya görselerdi?

-Onu görselerdi, daha fazla korkar. Daha fazla kaçarlardı.

-Ey meleklerim, sizi şahit tutuyorum, ben onları bağışladım.

Melekler dediler ki:

-Onların içinde birisi, ilim öğrenmek veya ibâdet niyeti ile değil, başka bir iş için gelmişti, o da mı af edildi?

Allahü teâlâ buyurur:

-Onlar öyle bir cemâat ki, onlarla oturan bir kimse şaki olmaz, Cehenneme gitmez.

Bu müjdeye kavuşmak için, birkaç kişi toplanınca, zaruri din bilgilerinden konuşmak, okumak lâzımdır. Fırsatı ganimet bilmelidir.
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
51
Emevi halifelerinin büyüğü Ömer b. Abdülaziz Hazretleri, devlet başkanlığı sırasında kul hakkı ve sosyal adalet hususunda çok titiz davranırdı. Gece çalışmalarında ayrı işlere tahsis ettiği iki kandili vardı. Bunlardan birini kendi özel işleriyle ilgili notları yazarken kullanır, öbürünü ise devlet ve millet işleriyle ilgili yazışmalarda kullanırdı. Halife, birden fazla gömleği olmayan, varlıksız biriydi.

Yakınlarından birisi Ömer b. Abdülaziz'e bir elma hediye göndermişti. O da elmayı biraz kokladıktan sonra sahibine geri gönderdi. Elmayı geri götüren görevliye şöyle dedi:

- Ona de ki, elma yerini bulmuştur.

Fakat görevli itiraz edecek oldu:

- Ey müminlerin başkanı! Rasulullah Aleyhisselâm hediye kabul ederdi. Bu elmayı gönderen de senin yakınlarındandır.

Halife cevap verdi:

- Evet ama, Rasulullah s.a.v.'e verilen hediye idi. Bize gelince, bize verilen hediyeler rüşvet olur.

Valilerin maaşlarını çok bol verirdi. Sebebini şöyle açıklardı:

- Valiler para sıkıntısı çekmezler, bütün ihtiyaçları karşılanırsa, kendilerini halkın işlerine vakfederler.

Bir gece halifenin yanında bir misafiri vardı. Kandilin yakıtı tükenmişti. Misafir dedi ki:

- Hizmetçiyi uyandıralım da kandilin yağını koyuversin.

- Hayır, bırak onu uyusun. Ben ona iki ayrı işi yaptırmak istemem.

- Öyleyse ben kalkıp kandile yağ koyayım.

- Olmaz, misafire iş gördürmek yiğitlikten sayılmaz.

Kendisi kalktı, kandilin yağını koyup yerine döndü ve şöyle dedi:

- Ben kalkıp iş yaparken de Ömer'dim; gelip oturdum, yine aynı Ömer'im.
İki buçuk yıllık halifelik döneminde İslâm aleminde adaleti hakim kılmıştı. Büyük dedesi Hz. Ömer r.a. gibi adalet ve basiret sahibiydi. Henüz kırk yaşlarında iken onu çekemeyenler tarafından bin dinar altın para karşılığında hizmetçisi eliyle zehirlenmişti. Hizmetçisi suçunu itiraf ettiğinde, Ömer b. Abdülaziz, paraları adamdan alarak devlet hazinesine koymuş, kendisini serbest bırakmış, öldürülmekten kurtulması için de kaçmasını söylemişti.
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
51
Hz.Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girerler, derlerki

-Ey halife bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin.

Bu söz üzerine Hz.Ömer suçlanan gence dönerek:

-Söyledikleri doğrumu diye sorar.

Suçlanan genç derki evet doğru bu söz üzerine Hz Ömer:

-Anlat bakalım nasıl oldu diye sorar.

Bunun üzerine genç anlatmaya başlar,derki :

-Ben bulunduğum kasaba hali vakti yerinde olan bir insanım ailemle beraber gezmeye çıktık kader bizi arkadaşların bulunduğu yere getirdi. Hayvanlarımın arasında bir güzel atım varki dönen bir defa daha bakıyor hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyva koparmasına engel olamadım, arkadaşların babası içerden hışımla çıktı atıma bir taş atım oracıkta öldü, nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir taş attım babası öldü, kaçmak istedim, fakat arkadaşlar beni yakaladı,durum bundan ibaret,dedi.

Bu söz üzerine Hz Ömer söyleyecek bir şey yok bu suçun cezası idam, madem suçunu da kabul ettin...

Bu sözden sonra delikanlı söz alarak:

-Efendim bir özrüm var, ben memleketinde zengin bir insanım babam rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı, gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım şimdi siz bu cezayı ifnaz ederseniz yetimin hakkını zayi ettğiniz için Allah indin'de sorumlu olursunuz, bana üç gün izin veriseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim, bu üç gün için de yerime birini bulurum der.

Hz Ömer dayanamaz derki:

-Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalırki? der,

Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar derki,

-Bu zat benim yerime kalır, o zat Amr ibni As' dan başkası değildir. Hz Ömer Amr 'a dönerek

-Ey Amr delikanlıyı duydun, der.

O yüce sahabi:

-Evet, ben kefili, der ve genç adam serbest bırakılır.

Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber yoktur, Medinenin ileri gelenleri Hz Ömere çıkarak gencin gelmeyeceğini, dolayısıyla Amr'ın idamın yerine, maktülün diyetinin verilmesini teklif ederler, fakat gençler razı olmaz ve babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz, derler.

Hz Ömer kendinden beklenen cevabı verir, derki,

-Bu kefil babam olsa farketmez, cezayı infaz ederim.

Amr tam bir teslimiyet içerisinde derki,

-Biz de sözümüzün arkasındayız.

Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve insanların arasından genç görünür.

Hz Ömer gence dönerek derki,

-Evladım gelmeme gibi önemli bir fırsatın vardı neden geldin.

Genç vakurla başını kaldırır ve:

-Ahde vefasızlık etti demeyesiniz diye geldim, der.

Hz Ömer başını bu defa çevirir ve Amr'a derki,

-Ey amr sen bu delikanlıyı tanımıyorsun nasıl oldu da onun yerine kefil oldun?

Amr :

-Bu kadar insanın içerisinden beni seçti, insanlık öldü dedirtmemek için kabul ettim der.

Sıra gençlere gelir derlerki,

-Biz bu davadan vazgeçiyoruz, bu sözün üzerine Hz Ömer :

-Ne oldu biraz evvel babamızın kanı yerde kalmasın diyordunuz ne oldu da vazgeçiyorsunuz?

Gençlerin cevabı dehşetlidir :
- Merhametsiz insan kalmadı demeyesiniz diye.
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
51
Ashabdan Enes bin malik (r.d ) anlatıyor:
Hz peygamber'in (s.a.v) ashabı içinde Ebu Ma'lek diye birisi vardı. Bu zat, Şam ile Medine arasında tüccarlık yapardı.Kendisi Allah Tealaya tevekkül ederek bir kafileye katılmaz kendisi , yalnız gidip gelirdi. Bir defasında Şam'dan Medineye doğru gelirken önüne at üzerinde bir hırsız çıktı.
Dur dur! " diye bağırdı. Tüccar durdu ve hırsıza,
"İşte malım , al senin olsun; beni bırak dedi. Hırsız,
"Ben malı istemiyorum, seni öldürmek istiyorum" dedi.
Tüccar; Beni öldürüp eline ne geçecek? İşte malım , senin işine yarar, al da beni bırak!" dedi. Hırsız aynı sözleri tekrar etti, onu öldüreceğini söyledi.
Tüccar;"Öyleyse bana biraz müsade et de bir abdest alıp namaz kılayım, yüce Rabbime dua edeyim" dedi Hırsız, "İstediğini yap " dedi.
Ebu Ma'lek, abdest aldı, sonra namaz kıldı; namazdan sonra ellerini açtı ve şöyle dua etti:
"Ya Vecud... Ya Vedut... Ya Zel-Arşi'l-Mecid Ya Mubdiü Ya Müid Ya Fe'alün Lima yürid Es-elüke bi nuri vechikellezi melee erkane arşik Ve es-elüke bi kudretikelleti kaderte biha ala halkık, Ve bi rahmetikelleti vesiat külle şey'in La ilahe illa ente Ya Müğis, eğisni."
Manası:
"Ey yüce dost, ey yüce arşın sahibi! Ey yoktan var eden, var ettiğini yok eden rabbim! Ey her istediğini yapan Allahım! Arşın her yanını dolduran Zatının nuru hürmetine, Bütün mahlukata hükmettiğin kudretinin azametine, Her şeyi kuşatan rahmetinin bereketine, Senden istiyorum.
Senden başka ilah yoktur. Ey çaresizlerin yardımına yetişen Allah'ım, bana yardım et".
Bu duayı üç kez tekrarladı.
Duasını bitirir bitirmez boz renkli, yeşil elbiseli bir atlı belirdi. Elinde nurdan bir mızrak vardı.Hırsız kendisine yaklaşınca atlı ona hücüm edip mızrağı öyle bir vurdu ki, hırsız atından yuvarlandı. Sonra tüccara dönerek, "kalk onu öldür" dedi.
T
üccar,
" Sen kimsin? Ben bu zamana kadar hiç kimseyi öldürmedim. Onu öldürmek hoşuma gitmez" dedi.O zaman atlı gidip hırsızı öldürdü, sonra tüccarın yanına geldi ve ona şöyle dedi: "Ben üçüncü kat gökte bulunan bir meleğim. Sen ilk dua ettiğin zaman göğün kapılarının gıcırdayıp ses verdiğini işittik ve, "Yeni bir olay oluyor !" dedik. Sen ikinci kez dua yapınca göğün kapıları açıldı.Sonra üçüncü kez dua edince, Cebrail gelerek, " Şu anda darda kalmış kula kim yardım eder? dedi. Ben yüce Allah'dan o hırsızı öldürme işini bana vermesini istedim, izin verildi ve sana yardıma geldim.
Ey Allah'ın kulu, Şunu Bil, "KİM BAŞINA GELEN HER TÜRLÜ SIKINTI VE MUSİBETTE SENİN YAPTIĞIN DUA" ile dua yaparsa, Allah Teala onun sıkıntısını giderir,kendisine yardım eder!".
Bu tüccar sağ-sağlim Medine'ye döndü, Hz peygamber (s.a.v.) yanına geldi, başından geçenleri ve yaptığı dua'yı kendisine anlattı.
Hz peygamber(s.a.v) ona,
"Allah Teala sana kendisiyle dua edinince kabul ettiği, bir şey istenirse verdiği güzel isimlerini öğretmiş" buyurdu...




 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
51
Bir gün Hz Ebu Bekiri sıddık r.a ın komşusu Resulullah Efendimiz s.a.v e gelerek; "Ya Resulullah size
Ebu Bekiri şikayet etmek için geldim. Her gün onun evinden et kokusu geliyo biz ise açız şimdi bile et kokusu geliyor der.
Efendimiz s.a.v kalkın Ebu Bekir' in evine gidelim der ve giderler. Kapıyı bi açarlar ve ne görsünler, Hz Ebu Bekiri sıddık r.a öyle bir zikir halinde Allahu Teala yı anıyor ki resmen Ciğerleri Allahu teala'nın
Aşkı ile yanıyordu...
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
51
Nasıl sohbet etmeye başlıyor sonra da bitiriyoruz, bunun gibi bizim ömrümüz de tükenecek bir gün.Sonra bakalım Mevla Teala çare bulacak. Onun için ölmeden evvel yapalım ne yapacaksak.
Mülk suresinde buyruluyor ki :
- O ki hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.
Bu dünya hayatımız da imtihan veriyoruz, kaybetmemeye gayret edelim inşaAllah!
- SubhanAllah mizanı doldurur.
Bir kere subhanAllah demekle. O kadar uzun ve geniş ona göre derin olan amellerimizin tartılacağı mizan doluyor.
Davud aleyhisselam :
- Ya Rabbi kullarının amellerini tartacağın mizanı görmek istiyorum, diyerek Cenab-ı Hakk cc ye yalvardı.
Hz. Allah ona teraziyi gösterdi baktı ki eni meşrik ile mağrib (doğu ve batı) arası kadar uzunluğu derinliği de ona göre büyük. Hayretler içerisinde kendinden geçti düştü.
Kendine geldiğinde :
- Ya Rabbi bunca büyük olan teraziye hangi kulun nasıl bir amel ile doldurabilir ki ? dedi.
Mevla c.c :
- Ya Davud ! Ben bir kulumu sevdim mi o bir kerre ''subhanAllah'' derse terazi dolar! buyurdu.
İşte bu mizan bizden tartılacak güzel ameller bekliyor. Mevla bizi sevdikten sonra zor değil. Peki o bizi nasıl sever ? Bunun cevabı şu ayet-i celilededir :
- (Resulüm) Deki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsiz ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.
Görüyorsunuz sevilmek nasıl oluyor; Resulullah s.a.v'e tabi olmakla! İnsan zikretse Resulullah s.a.v'e tabi olmuş olur.
Namaz kılsa Resulullah s.a.v'e tabi olmuş olur. Resulullahın yaptığı hangi ameli yaparsa yapsın ona tabi olmuş olur. Çünkü bütün ibadetler ondan alınmış öğrenilmiştir.
''SubhanAllah'' demek ne kadar büyük sevaplar kazandırıyor. Bu zikri söylemek ne kadar kolay, öyle olduğu halde bu zikre devam edilmiyor da bunu diyeyim, şunu diyeyim, milleti güldüreyim, şenlendireyim denilirse çok yazık! Nefis bu, ne olsa yapar.
Hz. Resulullah s.a.v onun şerrinden emin olmak için :
- Rabbim göz açıp kapayıncaya kadar ne de ondan daha az ( bir müddet ) beni nefsime bırakma! buyuruyor.
Bu bize derstir. Resulullah s.a.v korkuyorsa nefsinden biz nasıl korkmayalım?
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
51
Namaz tesbihatlarının anlamı

"Allahu Ekber" Anlamı:

Allah en büyüktür.
"Sübhane Rabbiyel Azim" Anlamı:
Ey büyük Rabb'ım! Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ederim.
"Semiallahulimen hamideh" Anlamı:
Allah kendisine hamd edenleri işitti.
"Rabbena leke'l-hamd" Anlamı:
Ey Rabbımız! Her çeşit hamd ancak sanadır.
"Sübhane Rabbiye'l-ala" Anlamı:
Ey Yüce Rabb'ım! Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ederim.
"Esselamu aleykum ve rahmetullah" Anlamı:
Allah'ın selamı üzerinize olsun
"Allahümme ente's-selamu ve minke's-selam tebarek-te ya-zel celali vel ikram" Anlamı:
Allah'ım! Sen kurtuluş merciisin. Esenlik ve güvenlik sendedir. Ey Azamet ve Kerem sahibi Allah'ım! Senin şanın çok yücedir.
"Ala Resulina Muhammedin salavat" Anlamı:
Salat Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.v.)'in üzerine olsun
"Subhanallahi ve'l-hamdülillahi vela ilahe illallahu vallahu ekber vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim" Anlamı:
Allah eksik sıfatlardan beridir. Hamd Allah'adır. Allah'tan başka ilah yoktur ve Allah en büyüktür. Allah'tan başkasında güç ve kudret yoktur.
"Subhanallah" Anlamı:
Allah noksan sıfatlardan münezzehtir.
"Elhamdülillah" Anlamı:
Hamd Allah'adır.
"Lailahe illallahu vahdehula şerikeleh lehül mülkü velehül hamdüala külli vehüve şey'in kadir" Anlamı:
Eşsiz olan ve ortağı olmayan Allah'tan başka ilah yoktur. Hükümranlık Onundur, hamd Onadır ve O her şeye güç yetirendir.
"Subhane Rabbiye'l-aliyyi'l-a'le'l-vehhab" Anlamı:
Çok bahşedenlerin en yücesi olanRabb'im! Sen noksan sıfatlardan münezzehsin.
"Amin" Anlamı:
(Duamın kabul olacağına) Ben inanıyor, güveniyorum.
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
51
regaip kandiliniz mübarek olsun
allah yaptığınız veya yapacağınız ibadetlerinizi,
ettiğiniz dualarınızı katında kabül edenlere eklesin inşaallah...
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
51
Hz. Ali (a.s), Hz. Peygamber-i Ekrem (s.a.v) tarafından O'na bir gömlek almak için Pazara gitmekle görevlendi. Hz. Ali (a.s) da pazara gidip on iki dirheme bir gömlek alarak eve döndü.
Resulullah (s.a.v): - "Bu gömleği kaça aldın?"
Hz. Ali: - "On iki dirheme."
Resulullah (s.a.v). - "Bu gömleği öyle sevmiyorum, bundan daha ucuzunu istiyorum. Acaba satıcı bunu geri almaya hazır olur mu?"
Hz. Ali (a.s) şöyle diyor:
Gömleği alıp çarşıya döndüm, Peygamber'in isteğini satıcıya ilettim, satıcı da kabul etti. Parayı alıp Peygamber (s.a.v)'in yanına döndüm. Bir gömlek almak için Resulullah (s.a.v) ile birlikte Pazara doğru hareket ettik. Yolun yarısında Resulullah (s.a.v)'ın gözü, ağlayan bir cariyeye ilişti. Resulullah (s.a.a) onun yanına gidip;
- "Neden ağlıyorsun?" diye sordu. Cariye cevaben şöyle dedi.
- "Ev sahibi bana dört dirhem verdi, bir şeyler almak için beni çarşıya gönderdi. Fakat ben parayı nasıl kaybettiğimi bilemiyorum, şimdi eve dönmekten korkuyorum."
Resulullah (s.a.v) on iki dirhemden dört dirhemi cariyeye verdi ve;
- "İstediğin şeyleri al ve eve dön" diye buyurdular.
Resulullah (s.a.v) Allah'a şükredip pazara doğru hareket etti, pazardan dört dirheme bir gömlek alıp giydi. Eve döndüğünde, yol üzerinde bir çıplağı görünce gömleğini çıkarıp ona verdi. Kendisi tekrar çarşıya geri döndü, yine dört dirheme bir gömlek alıp giydi ve eve doğru hareket etti. Yolun yarısında yine aynı cariyeyi üzüntülü ve şaşkın bir halde gördü. Bunun üzerine;
- "Neden evinize gitmedin?" diye sordu.
Cariye: - Ya Resulellah ! Gecikmişim, beni dövmelerinden korkuyorum.
Resulullah: - "Gel birlikte gidelim, evinizi bana göster ben suçundan geçmeleri için aracı olurum".
Resulullah (s.a.v) o cariye ile birlikte yola koyuldu. Evlerine yetiştiklerinde cariye;
- "İşte bu bizim evdir" dedi.
Resulullah (s.a.v) kapının arkasından yüksek bir sesle:
- "Ey ev sahibi! Selam'un- aleykum" dedi. Bir cevap gelmedi. Tekrar ikinci kez selam verdi, yine bir cevap duyulmadı. Üçüncü kez bir daha selam verdiğinde
- "Aleyke's- selam ya Resulellah ve rahmetullahi ve berekatuh" diye cevap verdiler.
Resulullah (s.a.v): - "Neden ilk defa cevap vermediniz? Acaba benim sesimi duymadınız mı?"
Ev Sahibi: - İlk defasında duyduk, senin olduğunu bile anladık.
Resulullah (s.a.v): - " Öyleyse neden geç cevap verdiniz?"
Ev sahibi: - Senin sesini bir kaç defa duymak istedik.
Resulullah (s.a.v): - "Sizin bu cariyeniz gecikmiştir, onu muahaza etmemeniz (cezalandırmamanız) için size rica etmekten ötürü buraya geldim."
Ev sahibi: - Ya Resulullah! Sizin mübarek ayağınızın hürmetine bu cariye artık şimdiden azattır (hürdür).
Daha sonra Resulullah (s.a.v) kendi kendisine şöyle dedi:
- "Allah'a şükür, ne de bereketli on iki dirhemdi! İki çıplağı örttü, bir köleyi ise azat etti."
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
51
Musa Aleyhisselâmın ümmeti:

- Ya Musa! Rabbimizi yemeğe davet ediyoruz. Buyursun bir gün misafirimiz olsun. Nemiz varsa ikram etmeye hazırız, dediklerinde Musa Aleyhisselâm, onları azarladı. «Nasıl olur, Allah (haşa) yemekten, içmekten ve mekândan münezzehtir» diyerek bir daha böyle bir şeyi akıllarından bile geçirmemelerini tenbihledi. Fakat Musa Kelîmullah Turu Sina'ya çıkıp, bazı münasaatta bulunmak istediğinde, Allah tarafından şöyle nida olundu:

- «Ya Musa neden kullarımın davetini bana getirip söylemiyorsun?»

Musa Aleyhisselâm:


«Ya Rabbi, böyle daveti size gelip söylemekten haya ederim. Nasıl olur, Zatı Ulûhiyetiniz onların söylediklerinden beridir» dedi.

Allah (c.c.):


«Söyle kullarıma, onların davetine Cuma akşamı geleceğim» buyurdu.

Musa Aleyhisselâm gelip kavmini durumdan haberdar etti, hazırlığa başlandı, koyunlar, sığırlar kesildi. Mümkün olduğu kadar mükellef bir yemek sofrası hazırlandı. Çünkü misafir gelecek olan ne bir vali, ne bir padişah, ne bir başka yaratıktı. Kâinatın yaratıcısı misafir olarak gelecekti. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra, akşam üstü uzak yollardan geldiği belli; yorgun argın, üstü-başı birbirine karışmış bir ihtiyar gelip:


«Ya Musa! Uzak yollardan geldim, acım, bana bir miktar yemek verin de karnımı doyurayım» dedi.


Hz. Musa:


- Acele etme, hele şu testiyi al da biraz su getir bakalım. Senin de bir katkın bulunsun. Biraz sonra Allah (c.c.) gelecek, dedi.

Tabii adam daha fazla diretmeden çekip gitti. Yatsı vakti oldu, beklenen misafir halâ gelmedi. Sabah oluncaya kadar beklediler, halâ gelen giden yoktu. Neyse ümidi kestiler. Hz. Musa taaccüp içinde idi.

İkinci gün Hz. Musa Tur'a gidip:

- Ya Rabbi, mahcup oldum, ümmetim: «Ya Sen bizi kandırdın, ya Allah sözünde durmadı» diyorlar dediğinde, şöyle hitap olundu:

- Geldim ya Musa, geldim. Açım dedim, beni suya gönderdin, bir lokma ekmek bile vermedin. Beni ne sen, ne kavmin ağırladı.» Bunun üzerine Hazreti Musa Kelîmullah:

- Ya Rabbi bir ihtiyar geldi sadece, o da bir kuldu, Allah değildi. Bu nasıl olur? dediğinde Cenabı Allah:

- «İşte ben o kulum ile beraberdim. Onu doyursa idiniz, beni doyurmuş olacaktınız. Çünkü ben ne semalara, ne yerlere sığarım, ben ancak aciz bir kulumun kalbine sığarım. Ben o kulumla beraber gelmiştim. Onu aç olarak geri göndermekle, beni geri göndermiş oldunuz» buyurdu.

Demek ki, Allah için yapılan her şey, bizzat Allah'ın kendisine yapılmış gibi olmakta, Allah o kimseden razı olmaktadır.
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
51
Mahşerde bir genç, Allah Teala'dan aman dilemiş. Günahı pek çokmuş. Melekler, onu cehenneme atmak için koşmuşlar. Fakat yüce ihsan sahibi Hakim-i Teala, ona yaran olmuş. Melekler tam onu yakaladıkları sırada,

"Neden bu genci cehenneme sürüklüyorsunuz?" diye bir hitap gelmiş.

Onlar şöylece cevap vermişler:

"Onu cehenneme atmak için sürüklüyoruz."
Bunun üzerine yene Allah Teala'dan bir hitap gelmiş.
“Şaşılacak şey doğrusu. Biz onunlayız ama siz bunu duyamazsınız. Biz ikimiz beraberiz ve beraber olmaya devam edeceğiz."
Melekler bu sözü hakikaten de duymamışlar. Böyle bir lütfü görmemişler. Fakat bu sözün heybetinden hepsi susmuş, titremiş ve kendilerinden geçmişler
Allah Teala, gence yeniden,
“Ey pejmürde! bu hale düştün de sürünüp durmaktasın? Kendine gel! Kaç onlardan!" diye hitap etmiş.
Genç demiş ki:
“Ya rabbi! Böyle bir yerde ne yapabilirim? Bu ovanın ne başı var, ne sonu. Böyle bir kıyametten nasıl kurtulurum? Buradan bir kaçış yolu yok ki?”
Allah Teala,
"Ey sarhoşluk batağına düşen kimse!" diye hitap et*miş. "Gel, bize kaç! Bize kaçarsan onlardan kurtuldun demektir."
Genç,
"Bende bu kudret yok. Elimde çaresizlikten başka bir şey kalmadı. Senin lütfun imdadıma yetişmedikçe, senin sır perdelerin beni gizlemedikçe buradan kurtulamam" demiş.
Bunun üzerine Allah Teala, onu keremiyle örtmüş. Kıyametteki mahlukattan gizlemiş. Devletiyle onu sırlar makamına ulaştırmış, vuslat yurduna eriştirmiş. Melekler, kendilerine geldiklerinde orada o genci birr hayli ara*mışlar ama bulamamışlar.
Allah Teala’ya,,
"O günahkar ne oldu, nereye gitti? Yoksa beka aleminde fenaya mı erişti? Cenneti de aradık, cehennemi de. Fakat bir türlü onu göremedik. Elimizden kaçırdık gitti. Ya rabbi, onun nereye gittiğini sen bilirsin! Eğer bunu bize söylemezsen mahvoluruz" diye seslenmişler,

Allah Teâlâ,
“Bu bizim hikmetlerimizdendir. O, bizim himayemizde artık. Bizim huzurumuzda yer edindi kendine. Artık onunla işiniz yok. Bu işi bir o, bir biz biliriz. Siz aradan çekilin artık!” diye hitap etmiş.
Ey kardeşim! Allah bir kişiye inayet eder, yar olursa artık araya hiç ağyar girebilir mi? Allah insana önce doğru yolu buldurmak için inayet eder. Peygamberi bir güneş kılaraktan alemi aydınlatır. Allah inayetiyle seni has kullarından eyledi mi tüm kusurlarından kurtulur*sun. Sana cemalini gösterir. Böylelikle de işin, gücün yalnızca onu seyretmek olur.
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
51
Ashâb-ı kiramdan, Beşir bin Sa'd'ın kızı ve Nûman bin Beşir'in kız kardeşi (r. anhüm) anlatıyor:

-Annem Amre bint-i Revâha (r.a.), beni çağırdı. Eteğime iki avuç hurma koyduktan sonra,
-Kızcağızım! Git de, baban ile dayın Abdullah bin Revâha'nın gıdâlarını kendilerine ver, dedi.
Giderken, Resûlüllah (s.a.v.)'a rastladım. Babamla dayımın nerede olduklarını sordum. O bana,
-Kızcağızım, beri gel, yanındaki nedir? diye sordu.
-Yâ Resûlellah, dedim, bu hurmadır. Annem bunu, yesinler diye, babam Beşir bin Sa'd ile dayım Abdullah bin Revâha'ya gönderdi.
Resûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem,
-Getir onu, buyurdu.
Ben de onu, Resûlüllah'ın iki avucuna döktüm. Avuçlarını doldurmadı. Sonra, bir örtü getirilmesini emr etti. Örtü getirilip serildi. Hurmayı ona koyduktan sonra, örtünün üzerine yayıp dağıttı. Yanındakilere;
-Gıdâya, kumanyaya geliniz!' diyerek hendek halkına sesleniniz, buyurdu.
Hendek halkı toplanıp ondan yemeğe koyuldular. Hurmalar yendikçe artmış, örtünün etrafından dökülüp taşmıştı.
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
51
Ebu Said (r.a) anlatıyor:

"Resûlullah (a.s) buyurdular ki:
Sizden önce yaşayanlar arasında doksan dokuz kişiyi öldüren bir adam vardı. Bir ara yeryüzünün en bilgin kişisini sordu. Kendisine bir râhib tarifedildi. Ona kadar gidip, doksan dokuz kişi öldürdüğünü, kendisi için bir tevbe imkânının olup olmadığını sordu.
Râhib:
- Hayır yoktur! dedi. Herif onu da öldürüp cinayetini yüze tamamladı.
Adamcağız, yeryüzünün en bilginini sormaya devam etti. Kendisine âlim bir kişi tarif edildi. Ona gelip, yüz kişi öldürdüğünü, kendisi için bir tevbe imkânı olup olmadığını sordu.
Âlim:
- Evet, vardır, seninle tevben arasına kim perde olabilir? dedi. Ve ilâve etti:
- Ancak, falan memlekete gitmelisin. Zîra orada Allah'a ibadet eden kimseler var. Sen de onlarla Allah ibadet edeceksin ve bir daha kendi memleketine dönmeyeceksin. Zira orası kötü bir yer.
Adam yola çıktı. Giderken yarı yola varır varmaz ölüm meleği gelip ruhunu kabzetti. Rahmet ve azab melekleri onun hakkında ihtilâfa düştüler.
Rahmet melekleri:
- Bu adam tevbekâr olarak geldi. Kalben Allah yönelmişti, dediler.
Azab melekleri de:
- Bu adam hiçbir hayır işlemedi, dediler.
Onlar böyle çekişirken insan suretinde bir başka melek, yanlarına geldi. Melekler onu aralarında hakem yaptılar.
Hakem onlara:
-Onun çıktığı yerle, gitmekte olduğu yer arasını ölçün, hangi tarafa daha yakınsa ona teslim edin,dedi.
Ölçtüler, gördüler ki, gitmeyi arzu ettiği (iyiler diyarına) bir karış daha yakın. Onu hemen rahmet melekleri aldılar."
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
51
Hz. Büreyde (r.a.) anlatıyor:

Resûlullah (s.a.s.)'a, Mâiz İbnu Mâlik el-Eslemî (ra) gelerek:
- Ey Allah'ın Resûlü, ben nefsime zulmettim, zinâ fazihasını işledim, beni temizlemeni istiyorum" dedi. Resûlullah (sav) onu reddetti , geri çevirip meselenin üzerine gitmedi..

Ancak Mâiz ertesi gün tekrar geldi. Yine:
- Ey Allah'ın Resûlü, ben zinâ fazihasını irtikab ettim!" diye ikinci sefer itirafta bulundu. Adamı ikinci sefer geri çeviren Resûlullah (sav) adamın kavmine birisini yollayarak:
-Onun aklında bir noksanlık biliyor musunuz, normal bulmadığınız bir davranışına rastladınız mı?, diye tahkik ettirdi.

Ancak hep beraber:
-Biz onu gördüğümüz kadarıyla, aramızdaki sâlih kişilere denk akıl sahibi biliyoruz" dediler.

Mâiz üçüncü sefer müracaatta bulundu. Hz. Peygamber (sav) onlara yine birini göndererek adam hakkında sordurdu. Yine ne kendinde, ne aklında bir kusur olmadığını söylediler.
Adam dördüncü sefer müracaat edince, ona bir çukur kazdırdı. Taşlanmasını emretti ve taşlandı.
Gâmidiye adında bir kadın da gelerek:
- Ey Allah'ın Resûlü, beni niye reddediyorsun. Görüyorum ki, beni de Mâiz gibi geri çevirmek istiyorsun. Allah'a kasem olsun ben hamileyim de!, dedi.
Hz. Peygamber (sav) :
-Öyle ise hayır. Sen git ve çocuğu doğurunca gel,dedi.

Kadın gitti çocuğu doğurunca, bir beze sarılmış olarak çocukla geldi.
-İşte çocuk, doğurdum!,dedi.
Resûlullah (sav) :
-Git, sütten kesinceye kadar emdir, sonra gel!" buyurdu.

Kadın gitti, o çocuğu sütten kesince çocukla birlikte geldi. Çocuğun elinde bir ekmek parçası vardı.
-Ey Allah'ın Resûlü, işte çocuk, sütten kestim, yemek de yedi" dedi.
Resûlullah (sav) çocuğu alıp, Müslümanlardan birine teslim etti. Sonra bir çukur kazılmasını emir buyurdu. Göğsüne kadar derinlikte bir çukur kazıldı. Bundan sonra halka taşlamalarını emretti. Herkes taşladı. Hâlid İbnu Velid (ra) elinde bir taş ilerledi, başına attı. Kan yüzüne fışkırmıştı, kadına küfretti. Resûlullah (sav) Hâlid'in kadına küfrettiğini işitince:
-Ey Hâlid ağır ol!, dedi ve ilâve etti:
- Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e kasem olsun, bu kadın öyle bir tevbe yaptı ki, şâyet alış-verişte sahtekârlık yapanlar aynı tevbe ile tevbe yapsalardı, onların bile mağfiretine yeterdi !
Sonra Resûlullah (tekfın) emretti. Kadının üzerine namaz kıldırdı ve defnedildi.
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
51
Râbia-tül Adeviyye, -Niçin evlenmiyorsun?" diye ısrâr edenlere şöyle söyledi:
-Benim üç büyük derdim var. Bunların sıkıntısından kolayca kurtulmamı garanti ederseniz, o zaman evlenirim.
Birincisi, acabâ son nefesimde îmânımı kurtarabilecek miyim?
İkincisi, Kıyâmet gününde amel defterimi sağ tarafımdan mı, yoksa sol tarafımdan mı verecekler?
Üçüncüsü, herkesin hesâbı görüldükten sonra bir grup Cehennem'e ve bir grup Cennet'e giderken, acabâ ben hangi grupta bulunacağım? dedi.
O kimseler;
-Biz bu suâllerin cevâbı olarak size bir şey söylemekten âciziz" dediler.
-O halde önümde böyle dehşetli günler varken ve bu günlere hazırlanmak elbette lâzım iken, evlenmeyi nasıl düşünebilirim? buyurdu.


 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
51
Allah dostlarından.... Seyyide Tün Nefise Bir akşam vakti. Kapısı çalınıyor. Komşuları, gayrimüslim bir çift. Bir ricaları var.

-Komşu, sende biliyorsun, bizim felçli bir kızımız var. Önemli bir işimiz çıktı, sabaha kadar gelemeyebiliriz. Biz gelene kadar Allah için... kızımıza bakabilirmisin?

İşi gücü ibadet ve gözyaşı olan ulvi kadın:

- Ne demek, siz işinize bakın evladınızı düşünmeyin.

Anne baba işlerine, Seyyide Tün Nefise felçli kızın yanına gider.

Saatler saatler... Allah dostunun gözleri, kızın üzerinde, sevgi dolu bakışlar ve kızdan sevgi dolu karşılıklar...

İçi bir an bir garip bir garip oluyor.

Gönül diliyle:

- Allahım Allahım, şu güzel kızı şu güzel kızı ayağa ayağa kaldır ve ona hak yolu nasip et.

Anne ve baba dönüyorlar. Hasta kızları komşularının ayağının dibinde oturmakta. Büyük bir mutluluk içersinde. Kapının açılmasıyla birlikte ayağa fırlıyor...

... ve hepsi artık, Allah'ın razı oldukları içersinde, İslamın içinde.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt