Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Balbay'ın "Zulümhane"si (1 Kullanıcı)

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Balbay'ın "Zulümhane"si







Muhsin Er Tuğrul

Cumhuriyet gazetesi Ankara eski temsilcisi Mustafa Balbay, Ergenekon davası sebebiyle tutuklu bulunduğu Silivri cezaevinde yaşadıklarını anlatan bir kitab yazmış: “Silivri Toplama Kampı: Zulumhane”.
“Öylesine büyük bir yalan üret ki kimse karşı çıkamasın” diyen Goebbels’le başlayan kitabda, önce “Ergenekon terör örgütü”nün “zorlama” olduğuna dair yorumlarda bulunuyor, ardından kendisine yönelik suçlamalara cevablar veriyor, son kısımda da cezaevindeki günlük hayatını anlatıp, Yalçın Küçük’ün söylediği “bizden (solcular) iyi reklamcı olur” sözünü –söylemesine vesile olan gelişmeleri hatırlatırcasına, Ergenekon davasından “Yeni Barış Derneği davası”, “Aydınların Çilesi”ni çıkarmanın yollarını döşeyici “bizim türkülerimiz yakılacak, o türkülerle Silivri yıkılacak” diyerek noktayı koyuyor…
Balbay, cezaevi kütübhanesinde bulup da okuduğu Mevlana’nın eserlerinden bahsederek, onun, “Adalet, bir şeyi layık olduğu yere koymak; Zulüm, bir şeyi layık olmadığı yere koymak” dediğinden bahsedip, “zulüm”ün tarifini “güçlü bir kimsenin yasaya ve vicdana aykırı olarak başkalarını uğrattığı kötü durum, kıyım, kıygı, acımasızlık, haksızlık, cefa” olarak yaptığını, kitabına da yaşadıkları, Silivri Cezaevi geneli itibariyle “zulüm” ve “zulümhane” denmesi gerektiğini söylüyor.
Açıkca yazmak gerekirse Balbay’ın hem “dava” hem de “Silivri Cezaevi” hakkında yazdıkları, haksızlık, adaletsizlik vs. olarak nitelendirdiklerine, “öğle vakti günaydın!”
Fakat Balbay ve davadaşları (aynı davada yargılananlar) şanslılar; arkalarında bir medya desteği var, tv’ler var, avukatlar ordusu var, TSK şu veya bu şekilde var ve en önemlisi tutuklanmaları, polisde geçirdikleri süreleri, savcılık ifadeleri, mahkemeleri, hepsi ama hepsi milyonlarca kişi tarafından takib edilmekte; yani kendilerine açıktan bir “kötü muamele” yapılmasına imkân yok; aslında biraz da kendilerini şanslı saymaları gerek.
Dolayısıya, şimdi AKP-RTE’nin yıkmaya çalıştığını iddia ettikleri “düzen”in “hukuk namusu”nu korumak, daha iyi bir “demokrasi” için çalışma fırsatları var:
Yapacakları her savunma ile, “daha iyi bir demokrasi”, “daha iyi bir ceza kanunu”, “daha iyi kanunlar”, “daha iyi tutuklu hakları”, “daha iyi gözaltı hakları” vb. gerçekten bir şey yapma imkânına sahibler.
Sıcak odalarında rahat döşeklerinde oturup kendilerine bildirilen bu türden haksız uygulamaları yazacakları üstünkörü iki satı yazı ile uğraşmayacaklar, “sordum Cezaevleri Müdürü A. R. Ertosun’a “yok öyle bir şey” dedi ama takibçisi olacağım” yollu uyutmaları kaleme almakla uğraşmayacaklar, bizzat içindeler şimdi, bizzat yaşıyorlar, bizzat o adaletsizliği tadıyorlar, yazacakları herşey şimdi daha “tesirli” olacakdır…
Balbay’ın ikinci tutuklanmasına dair anlattığı sahne oldukça duygulu; bir karışlık bebeğini (Allah analı babalı büyütsün, hayırlı evlat yapsın) sabahın o saatinde “Yemen türküsüile (acizane ben de Sivastopol marşı ve Salavatla uyuturdum) daha yeni uyutmuşken polislerin kendisi almaya geldiklerinden ve onu “öperek” veda ettiğinden, büyük kızına da “seyahate gidiyorum birkaç gün sonra döneceğim” elvadasiyle ayrıldığından bahsediyor.
Üzücü.
Ama bu ülkede çok daha üzücü olaylar oldu; elleri kelepçelendiğinden, etrafı elleri otomatikli polislerle çevrili olduğundan vedalaşamadan gidenler oldu…
Çocuklarının önünde sille tokat dövülenler, küfür ve hakarete uğrayanlar oldu…
Daha yeni, mahkeme salonunda, küçük bir çocuk, babasına sarılmaya kalkıştığında “candarma” tarafından kolları bacakları tutularak engellendi!
Hadi Balbay, unutmadan, hadi Tuncay Özkan, görelim sizleri, ellerinizde fırsat, iddianameye göre, sizin tepenizde olması gerekenler elleri kolları serbest dışarıda dolaşırken sizlerin içeride olmanız bir komedidir zaten, bu da yakında serbest kalacaksınız demektir, o hâlde mahkeme salonlarında, savunmalarınızla uğraşacağınıza, zaten yaptınız onu da, avukatlarınız da yaptı, her celsede söz alarak adaletsizlikleri, hukuksuzlukları, insanlık dışı uygulamaları gösterin, söyleyin.
“Hücre tipi” hakkında 2000 senesinden beri kimbilir kaç tane yazı yazdınız muhakkak; muhakkak “Ertosun’a sordum” cümlesi de vardır onların içlerinde, “tamam kötü de o kadar da değil”lerle de doludur kesinlikle o yazılarınız, hatta bunun “devlet güvenliği” ve “devletin şerefi” için de gerekli olduğundan da bahsetmişsinizdir.
Şimdi yaşıyorsunuz orada.
Şimdi yaşıyorsunuz yazdıklarınızı orada!
“O kadar da kötü değil” diyebilir misiniz?
Meselâ.
Bir olayı anlatıyor Balbay.
Malum sabah sayımı için geliyorlar, kapıyı açmaya çalışıyorlar, açılmıyor, zorluyorlar yok, açılmıyor kapı, “arızalanmış, yarın hallederiz” deyip gideceklerken Balbay, “ya acil bir durum olursa yahu!” diyor; “meraklanma o zaman kapıyı kırarız!” cevabını alıyor.
Acil durum… Hastalanmadır…
Çok gördük…
Revire çıkmak için yarım saat kapının “dövülmesi”; gelen uykulu gardiyanın “tamam” deyip bir saat sonra tekrar gelmesi, “revir kapalı” demesi, ardından “dövmelere” devam edilince “başefendi”nin gelmesi, “eşeklik yapmışlar yahu arkadaşlar, hallederim” demesi, 2 saat sonra “doktor yolda geliyor” demesi, bir türlü gelmeyen doktoru bekleyerek bir iki saatin de geçmesi, “kahvaltı” geldiğinde sinkaflar, 2. Müdürün gelmesi, “tamam” demesi, “1 saat sonra revire çıkmaya hazırolun denmesi”, revir, doktorun beklenmesi, “cezaevi hastalığı” denilerek “aspirin” yazılması ve tekrar hücreye geri dönülmesi…
Yaşadın mı bunları Balbay, Özkan…
Yaşadınız mı?
Bilfiil KENDİNİZ yaşadınız mı?
Yaşamasanız bile ucundan görmüşşünüzdür muhakkak; anlamışşınızdır Hücre Tipi’ne niye insanların girmemek için 2000’lerde ölüm pahasına mücadele ettiklerini…
Anlamışsınıdır, “hücre tipi”nin ŞU ANKİ hâli böyleyse o ilk dönemlerdeki hâlinin, yapılan mücadelenin ne demek olduğunu!
Anlatmazlar, Balbay da Özkan da anlatmadı ama söyleyelim, “hücre tipi”ne karşı mücadelede 2 ŞEHİD ONLARCA YARALIMIZ vardır; “Noel Baba Operasyonu”na hiç bu gözle bakmadınız gazetenizde yazarken, hele o Tuncay Özkan, avukatın “hangi örgütün avukatı”, hiç ondan dinlemedin mi o “operasyonu”, niye hiç sesini çıkarmadın ama şimdi anlamışsınızdır inşaallah.



Hele Balbay’ın anlattığı bir anekdot var, onu uyarmak için yazalım; bir gün mazgal açılıyor, bir gardiyan, “yaklaş” diyor, “yaklaş, yaklaş”, kulağına eğilip “kimse duymasın ama ben de Atatürkçüyüm” diyor ve Balbay “ferahlıyor”… Şimdi Balbay’ın bu lafına inanırsak o gardiyan hariç diğerleri “Fetulahçı” oluyor herhalde ve bu absürdlüğü bir kenara koyup diyelim ki, “aman Balbay aman ha dikkat et, sana ilk saldıracak olan o “ben de Atatürkçüyüm” diyen gardiyandır”; bu tecrübelerle sabitdir, sıkıyönetim dönemindeki Metris isyanını hele bir daha oku, “devrimciyim” diyen, tutukluların her işini halleden hem de “başefendi”nin, o isyan sırasında elinde en kalın sopayla en hızlı ve acımasız darbeler vurduğunu anlatan satırları hatırla; bu işler böyle Balbay, EMİR KULUNDAN KORKACAKSIN BALBAY; bir “asker”den, bir “polis”den, bir de “gardiyan”dan, O ÜNİFORMAYI ÇIKARANA KADAR UZAK DURACAKSIN BALBAY…
Balbay, 5 Temmuz 2010’da TBMM İnsan Hakları Komisyonu ile Silivri Cezaevi İzleme Heyetine , “Ergenekon tutukluları olarak Silivri cezaevinde zulüm altındayız, acil olarak görüşme taleb ediyoruz” diyerek yazdıkları 18 maddelik “durum dilekçesi”ni veriyor kitabında.
Bildik meseleler var dilekçede.
Gazetelerde dilekçeden bahsedince, dikkat edin gazetelere konu olunca ancak cezaevi idaresi harekete geçiyor, ikinci müdürler geliyor, “1. Müdür hakkımı helal etmiyorum onlara” demiş onu bildiriyorlar, “tekrar dinliyorlar şikâyetleri”, ardından Savcı geliyor, “ulaşmadı bana, tekrar söyleyin” diyor, ardından İzleme Heyeti geliyor, “anlatın tekrar” diyor, TBMM heyeti ise gelmemiş ki “hele bir anlatın bakalım” dememiş!
Balbay, Özkan, emekli albay Uğurlu imzasiyle verdikleri dilekçenin karşılığında “uyutulmakdan” başka bir karşılık görememişler ki bunu anlamışlar mı bilemem. Gerçi, geç te olsa bir “uyanma” oldu ki, Özkan, -Ramazan Ramazan- “protesto için açlık grevine” başladıydı!
Balbay-Özkan-Uğurlu/BÖU triosu lafla peynir gemisinin yürümediğini anlamışlarsa eğer, yazılarında hep bahsettikleri şekilde davranıp, “HAK VERİLMEZ ALINIR!” desinler ve kitabda da anlatıldığı üzere, yatak yakma, yorgan yakma, sayım vermeme, görüşe çıkmama, yemek almama ile işe başlasınlar, yani “EYLEM YAPSINLAR! Hatta TAYAD’a da bir mektub yazsınlar, “durum”u anlatsınlar, Silivri’nin kapısına yığılırlar ve inansınlar ki onların yapacağı eylem, bin dilekçeden daha tesirli olur! Bunları şaka olsun diye yazdığımızı düşünmesinler, gayet ciddiyiz!
Bahsettik, pragmatik de olmak lâzım, her ne kadar “oralar” sıradan, basit “köleler” için yapılmışsa da, Allah’ın takdiri işte, yapanlar-cevaz verenler de tıkıldı içeri ilk önce ve cefasını sürüyorlar şimdi; memlekete -siyasi düşünce olarak- zerre kadar bir “katkınız” olmadı, bari “içeri”deyken yapacağınız eylemlerle, F Tiplerinin “durumu”nu düzeltmeye çalışırsanız faydalı bir iş yapmış olursunuz:
Düşünsenize, siz o kadar göz önünde olan insanlar olarak “18 maddelik şikâyet durumu dilekçesi” verebiliyorsanız, ve karşılık olarak “hele anlat bakalım şunları tekrar”dan başka bir şey elinize geçmiyorsa, varın düşünün orada veya başka yerlerde yatan “adlilerin durumunu”!..
Gardiyan ve “asker”in daha girişde başlayan “hoş geldin”lerini, gardiyanların analı-avratlı hakaretlerini, en basit bir karşı çıkışda “disiplin cezası”nın çalıştırlmasını vb. Düşünün!
Bir ara konu olmuştu, sayfamızda da bahsetmiştik, “Balbay imam istedi” denilmiş; “amcalarının yeğeninin hanımı” tarafından yazılmış “ağır” bir yazıya okkası fazla olmayan bir şekilde eleştiri yapılmıştı; orada da “inşaallah imam istemiştir, hani biraz “öteleri” düşünmeye başlamıştır, normaldir de bu durum, “çaresiz” olduğun anda Yaradan gelir aklına” denilmişti.
Balbay bunu da anlatıyor kitabında…
Yokmuş meğer öyle bir şey; “amcalarının yeğeninin hanımı” muhakkak “durumu” da biliyordu, “yok olduğunu”, ama buna rağmen LAF SOKUŞTURMAK için bir fırsat olarak gördü ki malum yazıyı yazdı ki burada yayınlanan yazıda da böyle söylenmişti zaten.
İmam meselesi cezaevinin standart uygulaması; keferelerde papaz-haham burada da imam, yani…
“DİNİN RUHBANLAŞTIRILMASI” işte budur!
Balbay’ın en azından bunu görerek, her fırsatda tekrarladığı “dinimizde ruhban sınıfı yoktur” lafını tam da YERİNDE kullanacağı vakitdi ama o bu fırsatı –“denize düşen yılana sarılır” hesabı veya “bir poşet kömüre satılan oylar” lafını etmenin ne kadar “beleş” olduğunu anlar inşaallah!- TECRIDDEN KURTULMAK için reddetti, reddetti ama bir de öyle şeyler söylemiş ki, amcalarının yeğenlerinin hanımı halt etmiş yanında!
Cezaevine girdiğinde revire –“yalnızlıktan kurtulmak”, bir insan yüzü görmek için- çıktığında doktorun “bir şey yazayım mı size” sözüne “iki doz kitab yazın” diyecek kadar “okur” olan Balbay, acaba ne okuyor ki, şu memleketin 1000 senelik kültüründen fersah fersah uzakda kalmaya devam ediyor, merak ediyoruz!
Diyalog şu:
“- Müftü bey hazır gelmişken bize bu zülmü edenlere karşı, zalimlere karşı bir duanız var mı, okusanız?
-Bu konuda bir hazırlığım yok, burada (Balbay ve T. Özkan) iki kişi mi kalıyorsunuz.
-Hayır, üç kişiyiz. Atilla Albay rahatszı yatıyor… Ona bir şifa duanız var mı?
-Ona bir dua edelim. (Yüksek sesle makamlı bir dua okuyor)
-Müftü bey zalimlere karşı bir dua okumadınız ama sizin gözünüzle nedir bu bize yapılan? İki yıldır böyle duvarların arasında adalet bekliyoruz.
-Allah sevdiği kullarını böyle acıyla kederle yoğurur… Dünyada en çok acı çekenlerin başında peygamberler gelir. Bir düşünün, onlar çok acı çekmişlerdir. Ben size bir Fatiha okuyayım.(Okudu)”
İstihzayı görüyorsunuz, kendilerine “zulüm” yapanlar “dinciler” ya, bulmuşlar işte “din temsilcisi”, akıllarınca dalga geçiyorlar; müftü çıktıktan sonra manzara gözümün önüne geliyor, Özkan ve Balbay kahkahalarla gülerek “geçirrrdddiiiiikkk!” diyorlardır, muhakkak!
Yazık!
Sanki bir “büyücü”ye gitmişler, “hasmımızı ikiye bölecek bir büyü?!” istiyorlar!!! Gerçi bunların “büyücü”ye gitmelerini de artık normal görmek lâzım, gitmiş olabililer, Anayasa Mahkemesi üyesi, Kılıç Ali’nin torunu Osman Paksüt ve eşi Ankara’da bir büyücü-medyuma devamlı gidip “bilgi aldıklarına” göre, Balbay-Özkan ikilisinin de gitmeleri normal olabilir ve bu “dili” de oradan kapmışlardır, “bir dua rica etsek” diyen, eşek arıları sokasıca dillerini! Sen onca kitab oku, kitab yaz ama dininden bi-haber ol!
Allah bazen bir zalimin eliyle bir zalimi cezalandırır buyurulmuştur; o kadar senedir yatıyor orada Balbay ama bu yatmayı bir “fırsat” olarak bile görememiş, “kuru kuru yatmış”, yani “cemaatin” eliyle cezalandırılmış!
Bir gram “ilerlemesi” yok; nasıl girdiyse hâl öyle! Ne F Tipleri hakkında yazdıklarına dair bir “özeleştiri”, kendisinin de –siyasi olarak değil ama- usul olarak “hatalarına” dair bir özeleştiri, ne bir “empaty” ne şu ne bu!
Yok!
Hiç böyle bir şey yok!
Elbette bu onların zımmında muhakkak “çeliğe su verilme” kabilinden görülecektir, bir santim gerilemedik denilecektir, ama inanın aslında bu, kelimenin tam anlamıyle bir “gerileme” ama anlamazlar ki!
Ve esasında, -anlamayacaklardır ama yine de yazalım- Balbay kendi kendine “zulüm” yapıyor, “zulümhane” haline getiriyor orayı!
Yine de biyografi-hatıra cinsi kitabları sevenler için –benim gibi- çok güzel “malzemeler” veren bir kitab; “zırhsız” halleriyle “Ergenekon Terör Örgütü” denilen şeyin “üye ve sair efradı” hakkında bilgiler…
Durum bundan ibaret ve aslında ASAYİŞ BER-KEMAL!
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt