Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

anlayamadığım bir şey var (1 Kullanıcı)

ferit_pilsen

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Eyl 2006
Mesajlar
85
Tepki puanı
0
Puanları
0
kuranı kerimde haram olduğu veya olmadığı yazmayan bazı şeyler, meshepler tarafından haram kılınıyor....anlayamadım bir türlü ...
 

haticebrar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
35
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: anlayamadığım bir şey var

bu tip konularda haram yada helal gibi kuralları peygamber efendimiz (as) koyar,mezhepler bunu yorumlar..
eğer efendimizin ağzından çıkmış bi söz değilse bunlar,mezhep imamları kendi yorumlarını katark bazı olaylara helal yada haram gibi yorum yapmışlardır.
 

rainmen

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
197
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: anlayamadığım bir şey var

s.a arkadaşım benim bildiğim de şu dur ki;kur-an da yazmayan şey haram değildir.bir şeye haram demek için mutlaka kur-an da yeri olması lazımdır.selametle
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: anlayamadığım bir şey var

ferit_pilsen yazdı:
kuranı kerimde haram olduğu veya olmadığı yazmayan bazı şeyler, meshepler tarafından haram kılınıyor....anlayamadım bir türlü ...
kuranı kerimde helal kılnmayan hiç bir mevzuyu mezheb büyüklerimiz haram kılmaz sevgili peygamberimizde kılmamıştır sadece caiz değildir yada caizdir diye yorum yapılmıştır kuran veya hadislerde bir mesele hal olunmazsa din büyüklerinin görüşlerine başvurulur onlarda meseleyi her yönüyle inceleyip ya caizdir der yada değildir der mesele bundan ibarettir kardeşim mezheb demek yorum farklılığıdır bundan başka bir şey değildir bizler nasıl bugün bazı konularda fikir yürütüp herkesin kendine göre bir doğrusu ortaya çıkıyorsa din büyüklerimizde ayet ve hadisleri anladıkları bir biçimde ortak nokta bularak yorumlamışlardır mesela şafii mezhebinde bir yerin kanasa abdestin bozulmaz ama hanefide bozulur nedeni ise sevgili peygamberimiz savaşlarda çok yoğun olunduğu zamanlarda yaralı iken ashabına namaz kıldırmıştır ve kılmalarına müsade etmiştir bunu gören sahabi efendilerimiz ileri zamanlarda biz allah rasulunu bunu uygularken gördük ozaman sorun yok demektir diye uygulamışlardır şimdi kardeşim allah rasulunun davranışı yanlışmıydı ksinlikle değildi şaffi mezhebinin görüşü burdan kaynaklanmıştır yani zamanın şartlarına göre yorum farkı gelmiş buda mezhebi oluşturmuştur kimse mezheblerimizi sorgulayamaz değerli din büyüklerimizi eleştiremez haddimizde değildir zaten saygılı olmakta fayda vardır ve hiç kimse allah cc helal kıldığına haram haram kıldığınada helal veya kendiliğinden bir helal haram fetvası çıkaramaz eğer alacağınız yorumlar size tatmin edici gelmezsse bu sorunuzu site yönetimine bildirirseniz değerli büyük hocalarımızdan daha doğru yanıtlar alacağınıza eminim dua ile
 

ferit_pilsen

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Eyl 2006
Mesajlar
85
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: anlayamadığım bir şey var

yorumlarınız için sağolunda mezhepler kendi aralarında haram helel diye bir takım değişik şeyler üretiyolar. mesela midye şafi mezhebinde helal hanefide haram. kuranda yazmıyoki şafi ye helal hanefiye haram diye...
 

rainmen

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
197
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: anlayamadığım bir şey var

bir kere ben şurda bir şey belirtmek istiyorum.din büyüklerimiz din alimlerimiz'in başımızın üzerinde yeri var .çok değerli müfeessirlerdendirler.ama bu kesinlikle onlar eleştrilmez her söylenen salt doğrudur anlamına gelmez!eleştri kırıcı değil de yapıcı olursa o zaman işe yarar akıl akıldan olabilir.bir örenk vermek istiyorum:peygambermiz s.a.s bedir savaşında ,bedir kuyularının önüne geldiğinde ilk kuyu da düşmanı karşılayacaklarını söylemiştir.sahabi'lerden birisi de ey Allah'ın resülü buurda düşmanı karşılamamızı Allah cc mü bildirdi yoksa kendi savaş stratejiniz mi diye sorunca peygamerimiz s.a.s benim fikrim demiş.sahabi 'de size bir öneri de bulunabilirmiyim o zaman demiş,peygamberimiz tabi ki söyle deyince.sahabi;biz son kuyu da düşmanı karşılayalım.ve bizden önce ki bütün kuyuları da kapayalım ki düşman 'ı zor duruma düşürelim.ve bunu peygamber kabul ediyor.o şekilde düzen alınıyor.savaş Allah'ın izniyle kazanılmış oluyor.kıssa dan hisse çıkrmamız gerek.biz şimdi önce ki değerli din büyüklerimizin her söylediğini salt doğru kabul edersek(ki peygamberler bile yanlış düşünebiliyor ise)ne kadar doğru olabilir diye düşünüyorum.
bir soru da ben sormak istiyorum mezheplerle ilgili!biz zannedersem genel olarak hanefi'yiz değil mi?o zaman parmağımız kanadığında namaz kılabilirmiyiz????kılar isek namazımız kabul olur mu???



"ey göklerin ve yerin yaratıcısı!Sen,benim dünyada da ahirette de dostumsun!o halde,benim canımı,kendini sana teslim edenlerden olarak al ve beni iyiler arasına kat!
 

guner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
319
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: anlayamadığım bir şey var

Allah’a iman
Sual: İmanın birinci şartı nedir?
CEVAP
İmanın birinci şartı, Allah’a imandır. Amentü’deki, (billahi) ifadesi, Allahü teâlânın varlığına, birliğine inanmayı, iman etmeyi bildirmektedir.

Her şeyi yaratan Allahü teâlâdır. Yerde ve göklerde bulunan bütün varlıkları, maddeleri, cisimleri, özellikleri, olayları, kuvvetleri, kanunları, bağlantıları yaratan, yalnız Odur. Ondan başka yaratıcı yoktur. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Her şeyi yaratan Allah’tır.) [Zümer 62]
(Sizi de, yaptığınız işleri de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96]
(Her şeyin yaratıcısı olan Rabbiniz Allah’tır.) [Mümin 62]
(Allah her şeyin yaratıcısıdır. O birdir.) [Rad 16]
(Her şeyi O yaratmıştır.) [Enam 101]
(Yaratmak Ona mahsustur.) [Araf 54]

Allahü teâlâ birdir, Ondan başka ilah yoktur. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İlahınız bir tek ilahtır. Ondan başka ilah yoktur.) [Bekara 163]
(Allah’tan başka ilah yoktur.) [Bekara 255, Al-i İmran 2, Nisa 87, Taha 8, Tegabün 13]

(Ondan başka ilah yoktur.) [A.İmran 6,18, Enam 102, Tevbe 31, Hud 14, Rad 30, Müminun 116, Kasas 88, Fatır 3, Zümer 6, Mümin 3,62,65, Müzzemmil 9]

(Tanrı üçtür demeyin! Allah, ancak bir tek ilahtır.) [Nisa 171]
(O ancak bir tek ilahtır.) [Enam 19]
(İlahınız tek bir ilahtır.) [Nahl 22]
(İlahınız birdir.) [Saffat 4]
(O Allah birdir.) [Zümer 4]
(O Allah tektir.) [İhlas 1]

(İki ilah edinmeyin, O ancak bir ilahtır. O halde yalnız benden korkun.) [Nahl 51]

(Sizin ilahınız, elbette kendisinden başka ilah olmayan Allah’tır.) [Taha 98]

(Ey Resulüm, senden önceki her peygambere, "Benden başka ilah yoktur. Bana kulluk edin" diye vahyettik.) [Enbiya 25]
 

guner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
319
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: anlayamadığım bir şey var

Allah’a iman
Sual: İmanın birinci şartı nedir?
CEVAP
İmanın birinci şartı, Allah’a imandır. Amentü’deki, (billahi) ifadesi, Allahü teâlânın varlığına, birliğine inanmayı, iman etmeyi bildirmektedir.

Her şeyi yaratan Allahü teâlâdır. Yerde ve göklerde bulunan bütün varlıkları, maddeleri, cisimleri, özellikleri, olayları, kuvvetleri, kanunları, bağlantıları yaratan, yalnız Odur. Ondan başka yaratıcı yoktur. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Her şeyi yaratan Allah’tır.) [Zümer 62]
(Sizi de, yaptığınız işleri de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96]
(Her şeyin yaratıcısı olan Rabbiniz Allah’tır.) [Mümin 62]
(Allah her şeyin yaratıcısıdır. O birdir.) [Rad 16]
(Her şeyi O yaratmıştır.) [Enam 101]
(Yaratmak Ona mahsustur.) [Araf 54]

Allahü teâlâ birdir, Ondan başka ilah yoktur. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İlahınız bir tek ilahtır. Ondan başka ilah yoktur.) [Bekara 163]
(Allah’tan başka ilah yoktur.) [Bekara 255, Al-i İmran 2, Nisa 87, Taha 8, Tegabün 13]

(Ondan başka ilah yoktur.) [A.İmran 6,18, Enam 102, Tevbe 31, Hud 14, Rad 30, Müminun 116, Kasas 88, Fatır 3, Zümer 6, Mümin 3,62,65, Müzzemmil 9]

(Tanrı üçtür demeyin! Allah, ancak bir tek ilahtır.) [Nisa 171]
(O ancak bir tek ilahtır.) [Enam 19]
(İlahınız tek bir ilahtır.) [Nahl 22]
(İlahınız birdir.) [Saffat 4]
(O Allah birdir.) [Zümer 4]
(O Allah tektir.) [İhlas 1]

(İki ilah edinmeyin, O ancak bir ilahtır. O halde yalnız benden korkun.) [Nahl 51]

(Sizin ilahınız, elbette kendisinden başka ilah olmayan Allah’tır.) [Taha 98]

(Ey Resulüm, senden önceki her peygambere, "Benden başka ilah yoktur. Bana kulluk edin" diye vahyettik.) [Enbiya 25]
 

guner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
319
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: anlayamadığım bir şey var

Siz hiç düsünmez misiniz?
Sual: "Allah varsa, ilim ile ispat edilen bir delili olması gerekir. Bizim gibi modern insanlar, bir şeye körü körüne inanmaz. Kur'anın Allah kelamı olduğunu nereden bilelim? İbadetin Allah’a faydası olmadığına göre, ibadet lüzumsuz değil mi?" diyenlere ne cevap vermek gerekir?
CEVAP
İstisnalar hariç, bütün fen adamları, bu kâinatın kendiliğinden var olmadığını, bir yaratıcısının bulunduğunu ittifakla bildirmişlerdir. Fen, ne kadar ilerlerse ilerlesin, insanların bir karıncayı, bir kuşu, bir balığı yaratması mümkün değildir. Akıllı ve bilgili bir kimse, kâinata bakınca, çok intizamlı yaratıldığını görür. Bunun kendiliğinden olmadığını anlar.

Etrafımızı beş duygu organımız ile tanıyoruz. His organlarımız olmasaydı, hiçbir şeyden haberimiz olmayacaktı. Kendimizi bile bilemeyecektik. Yürüyemeyecek, bir şey yapamayacak, yaşayamayacaktık. Anamız, babamız olamayacak, var olamayacaktık. Ruhumuza tatlı gelen güzelleri göremeyecek, güzel sesleri duyamayacak, onları sevemeyecektik. Allah’ımıza yalnız duygu organlarımız için, durmadan şükür etsek, şükrünü ödemiş olamayız.

Duygu organlarımıza etki eden her şeye Varlık veya Mevcut diyoruz. Kum, su, güneş birer mevcuttur. Çünkü, bunları görüyoruz. Ses de bir mevcuttur. Çünkü, işitiyoruz. Hava, bir mevcuttur. Çünkü, elimizi açıp yelpaze gibi sallayınca, havanın elimize çarptığını duyuyoruz. Rüzgar da yüzümüze çarpıyor. Bunun gibi, sıcaklık, soğukluk da birer mevcuttur. Çünkü, derimizle bunları duyuyoruz.

Elektrik, hararet, yani ısı ve mıknatıs gibi enerjilerin [kudretlerin] de mevcut olduklarına inanıyoruz. Çünkü, elektrik akımının hararet ve mıknatıs veya kimya reaksiyonları meydana getirdiğini, ısı gelince sıcaklık olduğunu, ısı azalınca soğukluk olduğunu ve mıknatısın demiri çektiğini his ediyoruz, anlıyoruz. (Ben havanın, ısının, elektriğin mevcut olduklarına inanmam. Çünkü, bunları görmüyorum) sözüne yanlıştır diyoruz. Çünkü, bunlar görülemezlerse de, kendilerini veya yaptıkları işleri, duygu organlarımız ile anlıyoruz. Bunun için de, görülemeyen birçok varlıklara inanıyoruz. Göremediğimiz için, yok olmaları lazım gelmez diyoruz. Bunun gibi, (Ben Allah’a inanmam. Melek, cin gibi şeyler yoktur. Var olsalardı görürdüm) sözü de doğru değildir. Akla, fenne uygun olmayan bir sözdür.

Fen dersleri bildiriyor ki, ağırlığı ve hacmi olan varlıklara Madde denir. Buna göre, hava, su, taş, tahta maddedirler. Işık, elektrik akımı birer varlık iseler de, madde değildirler. Maddenin şekil almış parçalarına, Cisim denir. Çivi, kürek, maşa, iğne birer cisimdirler. Hepsi, aynı demir maddesinden yapılmışlardır. Duran bir cismi harekete getiren, harekette olan bir cismi durduran veya hareketini değiştiren sebebe Kuvvet denir. Duran bir cisme kuvvet etki etmezse, hep durur. Hareket eden bir cisme, kuvvet etki etmezse, hareketi değişmez ve hiç durmaz.

Maddelerin, cisimlerin ve maddelerde bulunan enerjilerin hepsine Âlem veya Tabiat denir. Âlemde her cisim hareket etmekte, değişmektedir. Demek ki, her cisme, her an çeşitli kuvvetler tesir etmekte, değişiklik hasıl olmaktadır. Cisimlerde meydana gelen değişikliğe Hadise veya Olay denir.

Bir otomobilin parçaları, tabiat kuvvetleri ile mi bir araya gelmiştir?
Cisimlerin yok olduklarını, başka cisimlerin meydana geldiklerini görüyoruz. Dedelerimiz, eski milletler yok olmuşlar, binalar, şehirler yok olmuş. Bizden sonra da başkaları meydana gelecek. Fen bilgimize göre, bu muazzam değişiklikleri yapan kuvvetler vardır. Allah’a inanmayanlar, (Bunları tabiat yapıyor. Her şeyi tabiat kuvvetleri yaratıyor) diyorlar. Bunlara deriz ki, bir otomobilin parçaları, tabiat kuvvetleri ile mi bir araya gelmiştir? Suyun akıntısına kapılan, sağdan soldan çarpan dalgaların tesiri ile bir araya yığılan çöp kümesi gibi bir araya yığılmışlar mıdır? Otomobil tabiat kuvvetlerinin çarpmaları ile mi hareket etmektedir? Bize gülerek, hiç böyle şey olur mu? Otomobil, akıl ile, hesap ile, plan ile, birçok kimselerin, titizlikle çalışarak yaptıkları bir sanat eseridir. Otomobil, dikkat ederek, akıl, fikir yorarak, hem de trafik kaidelerine uyarak, şoför tarafından yürütülmektedir demez mi?

Tabiattaki her varlık da, böyle bir sanat eseridir. Bir yaprak parçası, muazzam bir fabrikadır. Bir kum tanesi, bir canlı hücre, fennin bugün biraz anlayabildiği ince sanatların birer meşheri, sergisidir. Bugün fennin buluşları, başarıları diye öğündüklerimiz, bu tabiat sanatlarından birkaçını görebilmek ve taklit edebilmektir. İslam düşmanlarının, kendilerine önder olarak gösterdikleri, İngiliz doktoru Darwin bile, (Gözün yapısındaki sanat inceliğini düşündükçe, hayretimden tepem atacak gibi oluyor) demiştir. Bir otomobilin tabiat kuvvetleri ile, tesadüfen hasıl olacağını kabul etmeyen kimse, baştan başa bir sanat eseri olan bu âlemi tabiat yaratmış diyebilir mi? Elbette diyemez. Hesaplı, planlı, ilimli, sonsuz kuvvetli bir yaratıcının yaptığına inanmaz mı? Tabiat yaratmıştır, tesadüfen var olmuştur demek, cahillik, ahmaklık olmaz mı?

O her şeyi en güzel, en faydalı olarak yarattı
Allahü teâlâ her şeyi en güzel ve en faydalı olarak yarattı. Mesela, Erd küresini güneşten yüzelli milyon kilometre uzakta yarattı. Daha uzakta yaratsaydı, hiç sıcak mevsim olmaz, çok soğuktan ölürdük. Daha yakın yaratsaydı, çok sıcak olur, hiçbir canlı yaşayamazdı.

Etrafımızı saran hava, hacmen yüzde yirmibir oksijen, yüzde yetmişsekiz azot ve onbinde üç karbondioksit gazlarının karışımıdır. Oksijen hücrelerimize kadar girip, oraya gelmiş olan gıda maddelerini yakarak, bize kuvvet, kudret veriyor. Oksijenin havadaki miktarı daha çok olsaydı, hücrelerimizi de yakar, hepimiz kül olurduk. Miktarı 21 den az olsaydı, gıdalarımızı yakamazdı. Yine, hiçbir canlı yaşayamazdı.

Yağmurlu, şimşekli havalarda, oksijen azotla birleşerek, havada nitrat tuzları hasıl olup, yağmurla toprağa iniyor. Bunlar, nebatatı besliyor. Nebatlar da, hayvanlara, hayvanlar da insanlara gıda oluyor. Görülüyor ki, rızkımız semada hasıl olmakta, göklerden yağmaktadır. Havadaki karbon dioksid gazı, dimâgçedeki kalb ve teneffüs merkezlerini tembih ediyor, çalıştırıyor. Havadaki karbon dioksid miktarı azalırsa, kalbimiz durur ve nefes alamayız. Miktarı artarsa boğuluruz. Karbon dioksid miktarının hiç değişmemesi lazımdır. Bunun için de, denizleri yarattı. Karbon dioksid miktarı artınca, kısmi tazyiki de artıp, fazlası denizlerde eriyerek, sudaki karbonat ile birleşerek, onu bi-karbonat haline çeviriyor. Bu da, dibe çökerek deryaların dibinde çamur tabakası hasıl oluyor. Havada azalınca, çamurdan ayrılıp suya ve sudan havaya geçiyor. Bütün canlılar havasız yaşayamaz. Bunun için, havayı, her yerde, her canlıya çalışmadan, parasız veriyor ve ciğere kadar gönderiyor. Susuz da yaşayamayız. Suyu da her yerde yarattı. Fakat, susuzluğa daha fazla tahammül edildiği için, bunu arayıp bulacak, taşıyacak şekilde yarattı. İnsanlar, bunları yapmak şöyle dursun görebilenlere, anlayabilenlere ne mutlu!

On adet taş ve kâinattaki sayısız düzen
Allahü teâlânın, sayamayacağımız kadar çok nizam ve ahenk içinde, halk ettiği [yarattığı] sayılamayacak kadar çok varlıklar tesadüfen olmuştur diyenlerin sözleri cahilcedir. Şöyle ki: Üzeri birden ona kadar numaralanmış on taşı bir torbaya koyalım. Bunları elimizde torbadan birer birer çıkararak, sıra ile, yani önce bir numaralı, sonra iki numaralı ve nihayet on numaralı olacak şekilde çıkarmaya çalışalım. Çıkarılan bir taşın numarasının sıraya uymadığı görülürse, çıkarılmış olan taşların hepsi hemen torbaya atılacak ve yeniden bir numaradan başlamak üzere çıkarmaya çalışılacaktır. Böylece, on taşı numaraları sırası ile ard arda çıkarabilmek ihtimali on milyarda birdir. On adet taşın bir sıra dahilinde dizilme ihtimali bu kadar az olursa, kâinattaki sayısız düzenin tesadüfen meydana gelmesine imkan ve ihtimal yoktur.

Gelişigüzel tuşlara basarak kitap yazılır mı?
Daktilo ile yazmasını bilmeyen bir kimse, bir daktilonun tuşlarına gelişigüzel mesela beş kere bassa, elde edilen beş harfli kelimenin Türkçe veya başka bir dilde bir mana ifade etmesi acaba ne derece mümkündür? Şayet gelişigüzel tuşlara basmakla bir cümle yazmak istenilse idi, bir mana ifade eden bir cümle yazılabilecek mi idi? Kaldı ki, bir sayfa yazı veya kitap teşkil edilse, sayfanın ve kitabın, tesadüfen belli bir konusu bulunacağını sanan kimseye akıllı denilebilir mi?

Maddelerin var oluşlarının başlangıcı vardır
Cisimler yok oluyor. Bunlardan, başka cisimler meydana geliyor ise de, bu işte, yüzbeş madde hiç yok olmuyor. Yalnız yapıları değişiyor denilirse, radioaktif bozulmalar, elementlerin ve hatta atomların da yok olduklarını, maddenin enerjiye döndüğünü haber vermektedir. Hatta, Einstein adındaki Alman fizikçisi, bu dönüşmenin matematiksel formülünü ortaya koymuştur.

Cisimlerin, maddelerin durmadan değişmeleri, birbirlerinden hasıl olmaları, sonsuz olarak gelmiş değildir. Yani, böyle gelmiş böyle gider denilemez. Bu değişmelerin bir başlangıcı vardır. Değişmelerin başlangıcı vardır demek, maddelerin var oluşlarının başlangıcı vardır demektir. Yani hiçbir şey yok iken, hepsi yoktan yaratılmıştır demektir. İlk, yani birinci olarak maddeler yoktan yaratılmış olmasalardı ve birbirlerinden hasıl olmaları, sonsuz öncelere doğru uzasaydı, şimdi bu âlemin yok olması lazımdı. Çünkü, âlemin sonsuz öncelerde var olabilmesi için, bunu meydana getiren maddelerin daha önce var olmaları, bunların da var olabilmeleri için, başkalarının bunlardan önce var olmaları lazım olacaktır. Sonrakinin var olması, öncekinin var olmasına bağlıdır. Önceki var olmazsa, sonraki de var olmayacaktır.

Sonsuz önce demek, bir başlangıç yok demektir. Sonsuz öncelerde var olmak demek, ilk, yani, başlangıç olan bir varlık yok demektir. İlk, yani birinci varlık olmayınca, sonraki varlıklar da olamaz. Her şeyin her zaman yok olması lazım gelir. Yani, herbirinin var olması için, bir öncekinin var olması lazım olan sonsuz sayıda varlıklar dizisi olamaz. Hepsinin yok olmaları lazım olur.

Âlemin şimdi var olması, sonsuzdan var olarak gelmediğini, yoktan var edilmiş bir ilk varlığın bulunduğunu göstermekte olduğu anlaşıldı. Âlemin yoktan var edilmiş olduğunu, o ilk âlemden hasıl ola ola, bugünkü âlemin var olduğunu anladık.

Âlemi yoktan var eden bir yaratıcının bulunduğunu ve bu yaratıcının kadim olması, yani hep var olması, hiç değişmeden, sonsuz var olması lazım geldiğini, Şerh-i mevakıf kitabı, uzun ispat etmektedir. Kısacası şöyledir ki, değişmek, başka şey olmak demektir. Yaratıcı değişince, başka olur. Yaratıcılığı bozulur. Yaratıcının değişmemesi, hep aynı kalması lazımdır. Âlemin sonsuz olamayacağını anlattığımız gibi düşünürsek, değişmeyen yaratıcının kadim olması, sonsuz var olması lazımdır. Bunun için, hiç değişmeyen sonsuz var olan bir yaratıcı vardır. Bu hiç değişmeyen bir yaratıcının ismi Allah’dır.

Allahü teâlâ Peygamberler göndermiştir
Allahü teâlâ, kendini tanıtmak için, insanlara Peygamberler göndermiştir. Ve onlara çeşitli mucizeler vermiştir. Mesela Hz. Musa zamanında sihir, büyücülük çok ilerlemişti. Musa aleyhisselam asasını yere koyup büyük bir ejderha olmuş, sihirbazların ellerindeki aletleri, ipleri yutmuştur.

İsa aleyhisselam zamanında tıb çok ileri idi. İsa aleyhisselam mucize olarak, körleri iyi etmiş, ölüleri diriltmiştir.

Bizim Peygamberimizin zamanında ise edebi söz ve yazı sanatı çok ileri idi. Yarışmada birinci olan şiir, yazı ve konuşmalar Kâbe duvarına asılırdı. Kur'an-ı kerim gelince, bunlar indirilip yerine, gelen âyetler kondu. İnatçı kâfirler hariç herkes Kur'an-ı kerimin Allah’ın kelamı olduğuna inandı. Bir benzerini hiç kimse söyleyemedi. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Eğer kulumuz Muhammed aleyhisselama indirdiğimiz Kur'anın Allah tarafından gönderildiğine şüphe ediyorsanız, o halde onun benzeri bir sure meydana getirin. Elbette bunu yapamazsınız, hiçbir zaman da yapmanız mümkün değildir.) [Bekara 23,24]

Bütün düşmanlar el ele verip, aylarca, yıllarca uğraştıkları halde onun benzerini bugüne kadar söyleyemediler. Söylemeleri de mümkün değildir.

İbadetlerin faydası herkesin kendinedir
Bir insan bir alet, bir makine yapınca bunun nasıl ve nerelerde kullanılacağına dair bir tarifnamesini de yanına koyar. Tarifname ile de anlaşılması zor ise, kullanması için kurslar açar. Bir makine yanlış kullanılırsa elden çıkar. Her şeyin yaratıcısı olan Cenab-ı Allah da, insan denilen bu muazzam makineyi yaratıp başıboş bırakmamıştır. Bu konuda Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Sizi boş yere yarattığımızı, hakikaten huzurumuza getirmeyeceğimizi mi sandınız?) [Müminun 115]

Başıboş yaratılmayan insanın, ne yapması gerektiğini Peygamberleri vasıtası ile, kitaplar göndererek bildirmiştir. Son Peygamber olan Muhammed aleyhisselama gönderilen kitabı ise Kur'an-ı kerimdir. Kur'an-ı kerim çok veciz olduğu için, Peygamber efendimiz bunu hadis-i şerifleri ile açıklamıştır.

Hadis-i şerifler de, diğer insanların sözlerine göre veciz olduğu için, bizlerin kolayca anlayabilmemiz için âlimler bunları açıklamıştır. Kur'an-ı kerimde insanın niçin yaratıldığı açıkça bildirilmiştir:
(Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.) [Zariyat 56]

Allahü teâlâ, “Emrime uyan Cennete, uymayan ise Cehenneme gidecektir” buyurmuştur. İbadetlerin faydası Allahü teâlâya değil, herkesin kendinedir. Maaşla çalışan bir doktor, bir hastaya ilaç verse, ilacın doktora faydası yok diye o ilacı kullanmamak akla uygun değildir. Zehir içsem doktora ne zararı olur diyerek zehir içmesi de ahmaklıktır. İşte, günahlarımın Allah’a bir zararı yok diyerek, her çeşit günahı işlemek akıllı insanın yapacağı iş değildir.
Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Akıllı kimse, Allah’a ve Peygamberine inanan ve ibadetlerini yapandır.) [İ.Muhber]

Öldükten sonra başına gelecekleri düşünmeyen kimse akıllı olabilir mi? Kendini sonsuz tehlikeye atana akıllı denir mi? Kur'an-ı kerimde sık sık (Düşünmüyor musunuz?) diye ikaz edilmektedir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Aklı olmayanın dini de yoktur.) [Tirmizi]

Şerefüddin Ahmed bin Yahya Müniri hazretleri buyuruyor ki:
Bazıları, ibadetlerin Allahü teâlâya faydası olduğunu ve bunun için emrolunduklarını zannediyorlar. Böyle zannetmek çok yanlıştır. Her insanın yaptığı ibadetin faydası kendisinedir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kim, [ibadetlerini yapar ve günahlarından] temizlenirse, faydası kendisinedir.) [Fatır 18]

(Benim ibadetime Allah’ın ihtiyacı yok) diye, yanlış düşünen kimse, perhiz yapmayan hastaya benzer. Bu hastasına doktor, perhiz tavsiye ediyor. Bu ise, (Perhiz yapmazsam doktora hiç zararı olmaz) diyerek, perhiz yapmıyor. Doktora zararı olmadığı doğrudur. Fakat kendine zarar vermektedir. Tabib, kendine faydası olduğu için değil, onun hastalıktan kurtulması için, perhiz yapmasını tavsiye etmiştir. Doktorun tavsiyesine uyarsa, şifa bulur. Uymazsa ölür gider. Tabibin bundan hiç zararı olmaz. Bunun gibi, (Allah’ın benim ibadetime ihtiyacı yok) diyerek ibadetten kaçanlar da, Cehenneme gider.

İnanmamak için ne sebep var
Sual: Bir gayri müslim, (Siz müslümanlar Allah’a niçin inanıyorsunuz?) dedi. Bir arkadaş, (İnanmamak için ne sebep var?) dedi. Daha başka ne denebilir?
CEVAP
O arkadaşın cevabı çok güzel. Aklı, ilmi ve insafı olan için başka cevaba ihtiyaç yok. Hiçbir şey tesadüfen olmadığına göre, bunların bir yaratıcısı olması şarttır. Buna inanmaktan tabii ne olabilir? İnsanların, hayvanların, bitkilerin yaratılması bir tesadüf olabilir mi? Kâinat tesadüfi olabilir mi? İnsan vücudunun yapısı bir harikadır. Tesadüf olması mümkün müdür? Öyle ise yaratıcısına inanmak şarttır. İnanmamak için ne sebep var?

Mülk Onundur, dilediği gibi kullanır
Sual: Tanrı, yarattığına niye şunu yap, şunu yapma diye yasaklar koydu? Uymayanları Cehenneme koyması adaletli midir?
CEVAP
Allahü teâlânın adaleti ile kulların arasındaki adalet birbirine benzemez. Yanlış olarak kullara benzetildiği için işin içinden çıkamıyorsunuz.

Adalet, bir âmirin, ülkesini idare için koyduğu kanunlar içinde hareket etmesidir. Zulüm ise, bu kanunun dışına çıkmaktır.

Her şeyi yoktan yaratan Allahü teâlâ, hakimler hakimi, her şeyin asıl sahibi ve tek yaratıcısıdır. Üstünde bir âmiri, sahibi yoktur ki, Onu bir kanun altında bulundursun. Bundan dolayı, (Allah’ın yaptığı şu iş, adalete uymuyor) denilemez.

Adaletin bir başka tarifi ise kendi mülkünde olanı kullanmak demektir. Zulüm ise, başkasının mülküne tecavüzdür.

Kâinat ve içinde bulunan her şeyin yaratıcısı Allahü teâlâ olduğuna, Ondan başka yaratıcı bulunmadığına göre, hiçbir kimse, hiçbir şeye sahip olmadığına göre, Rabbimizin yaptığı işler, hiç kimsenin malına, mülküne tecavüz değildir. Onun yaptığı işler için (Adalete uymuyor) denilemez. Yasak ettiği bir şeyi, daha sonra serbest bırakabildiği gibi, önceden serbest ettiği bir şeyi de daha sonra yasaklayabilir. Mülk Onundur, dilediği gibi kullanır. Kimsenin bir şey sormaya hakkı yoktur.

Allahü teâlâ dileseydi bizi kedi köpek olarak da yaratırdı. Niye bizi hayvan yarattın demeye hakkımız var mı idi? Bakkaldan çay şekeri alırız, kimimiz onunla çay içeriz kimimiz de helva yapar yeriz. Şekerin bir şey demeye hakkı var mı? Ne diye falanca bakkaldan aldığını çayda içtin de beni helva yaptın diyebilir mi? Bize konuşma hassasiyetini veren de odur. Mülk Onun. Yoktan var etti. Şöyle yaparsan Cehenneme, şöyle yaparsan Cennete koyarım dedi. İmtihana soktu. Kazananı Cennete kaybedeni Cehenneme attı. Aslında imtihan yapmadan da istediğini Cennete, istediğini de Cehenneme koyabilirdi. Mülk onundur, başkasının malına mülküne tecavüz yok ki, adalete uyulmuyor densin. Allahü teâlâ yarattıklarının hepsini Cehenneme atsa yine adaletsizlik olmaz. Ama O merhamet etmiş, şunları yapanı Cennete koyarım demiş bu da Onun bir ihsanıdır. Cehenneme atsa idi bir şey diyebilir miydik, itiraz edebilir miydik? Etsek bile elimize ne geçerdi?

Allah niye şöyle kanun koydu denemez. Mülk Onun, dilediği gibi kanun koyar.


Tefekkür etmenin önemi
Sual: Tefekkür etmenin dinimizde yeri nedir?
CEVAP
Tefekkür etmek, dinimizde mühim bir ibadettir. Tefekkür etmek, Allahü teâlânın yarattığı şeyler üzerinde düşünmek ve bunlardan ibret almaktır. Kur'an-ı kerimde akl-ı selim sahipleri övülürken mealen buyuruluyor ki:
(Onlar ayakta iken, otururken, yanları üstüne yatarken hep Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışını inceden inceye düşünürler. "Ey Rabbimiz, sen bunları boşuna yaratmadın. Sen [boş, manasız şeyler yaratmaktan] münezzehsin. Bizi Cehennem azabından koru" derler.) [A.İmran 191]

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Allah’ın azameti, Cennet ve Cehennem hakkında bir an tefekkür, bir geceyi ihya etmekten iyidir.) [Ebuşşeyh]

(Tefekkür, ibadetin yarısıdır.) [İ.Gazali]
(Allah’ın yarattıkları üzerinde düşünün, zatı hakkında düşünmeyin!) [Beyheki]

Allahü teâlânın mahluklarındaki güzellikleri, faydaları düşünmek, Ona inanmaya ve sevmeye sebep olur. Onun haber verdiği azapları düşünmek, Ondan korkmaya, kimseye kötülük yapmamaya sebep olur. Onun nimetlerine, ihsanlarına karşılık, nefsine uyarak günah işlediğini, gaflet içinde yaşadığını düşünmek, Allah’tan haya etmeye, utanmaya sebep olur.

Hikmet ehli buyuruyor ki
Tefekkür, insanı, Cennete giden yola ulaştırır. (Lokman Hakim)

Sözü zikir, sükutu fikir, bakışı ibret olanlar, bana benzemiş olur. (Hz. İsa)

Çok tefekkür, mutlaka insanı bilgili eder. Bilgili olan da amel eder. (Vehb bin Münebbih)

Tefekkür etmeyenin sükutu ve ibretle nazar etmeyenin bakışları hatadır. (Hasan-ı Basri)

İnsan, mütefekkir olursa, her şeyden bir ders, ibret alır. (Süfyan b. Uyeyne)

Tefekkür bir aynadır. İyilik ve kötülüğünü sana gösterir. (Fudayl bin Iyad)

Allahü teâlânın azametini düşünebilen insan, Ona asla isyan etmez. (Bişr-i Hafi)

Tefekkür zekayı açar. (İmam-ı Şafii)

Dünyalığı düşünmek, ahirete perdedir. Ahireti düşünmek ise, gafletten kurtarır ve hikmet konuşturur. (Ebu Süleyman Darani)

Fırsat buldukça Allahü teâlânın yarattıklarını tefekkür etmelidir. Mesela eline bakmalı. Parmakları olmasaydı, bir şeyi tutup alması ne kadar zor olurdu. Yahut parmakları hiç kıvrılmasaydı, eller hiç olmasaydı, gözümüz olmasaydı, gözümüz başka yerde olsaydı, halimiz nasıl olurdu? Tırnağın devamlı büyüdüğü gibi, dişlerimiz de büyüseydi ne olurdu? Dişlerimiz kemikle beraber olsaydı, çürüyünce nasıl çekilecekti? Saç uzadığı halde, kaşın ve kirpiğin uzamadığını düşünmeli. İnsan kavak gibi büyüyüp gitseydi, ne olurdu? Bitkilerin, meyvelerin yaratılışını, yıldızların, gezegenlerin bir ahenk içinde oluşunu düşünmeli. Bunları ne kadar mükemmel yarattığı için Allahü teâlâya hamd etmelidir! Böylece insanın imanı da kuvvetlenir. Fakat devamlı bunlarla uğraşıp da kendine gereken fıkıh bilgisini ihmal etmek ise büyük günahtır.
 

guner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
319
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: anlayamadığım bir şey var

Allah’ın sebeplerle yaratması
Sual: Bir gayri müslimin sorusu denilerek şu soruluyor: Âlemlere rahmet diyerek Peygamberinizi herkesten üstün biliyorsunuz. Fen adamlarından mesela Bill Gates’tenden mi üstündür?
CEVAP
Bu soruyu bir ehl-i kitap sormaz, soramaz. Çünkü, ehl-i kitap sadece (Sizin peygamber hak mı?) diye sorabilir. Hak peygamber ise çok şey yapabilir der. Çünkü, Hz. İsa ölüleri diriltmiş, körleri, tedavisi mümkün olmayan hastalıkları iyileştirmiştir. Musa aleyhisselam da çok mucize göstermiştir. Bunların da Allah’ın kudretiyle olduğunu bilir. Bu soruyu ancak bir ateist sorabilir. O ise Peygamber efendimize değil Allahü teâlâya inanmıyor. Allah’a inansa, Allahü teâlânın her şeye kadir olduğunu bilse, böyle cahilce soru sormaz. Başka bir ateist de, (Ben günlerce yıkanmasam başım kirlenir, bitler oluşur. Ben de bit yaratıcısıyım) diyor. Ateistler yaratmanın ne olduğunu bilmiyor.

Yaratmak iki türlüdür:
1- Hiç yoktan var etmek. Mesela yerleri, gökleri; göklerdeki gezegenleri, yıldızları ayı güneşi, suyu, havayı, dağları, denizleri, madenleri, atomları, elektronları, molekülleri ve hareketlerini yani yoktan var edilen her şeyi Allahü teâlâ yaratmıştır. (Enam 101)

Mucize, keramet, sihir de yoktan yaratmaktır. Allahü teâlâ, bir şeyi yaratmak istediği zaman ona (OL) der, hemen o var olur. (Yasin 82)

2- Yarattığı bir şeyden, başka bir şey yaratmak. Öğeleri, oksitleri, asitleri, bazları, tuzları birbiri ile birleştirerek, parçalayarak milyonlarla organik ve inorganik cisimler meydana getirmek suretiyle yaratmak. Bugün bilinen 105 basit cisim [element = eleman, öğe] yok idi. Bunların hepsini sonradan var etti. Allahü teâlâ, Hz. Adem’i topraktan (A.İmran 59), insanları nutfeden (Nahl 4), cinleri ateş alevinden (Rahman 15) canlıları sudan (Enbiya 30) yaratmıştır. İnsanların, hayvanların ve bitkilerin hareketlerini, işlerini de yaratan Allahü teâlâdır. (Saffat 96) Mesela bir tohumdan ağaç, ağaçtan da meyve yaratması böyledir. Demek ki, mevcut şeyleri, fiziko-şimik, fizyolojik veya metafizik kanunlarla, bir şekilden başka hassalı şekillere çevirmek de yaratmaktır.

Allahü teâlânın âdeti şöyledir ki, her şeyi bir sebep, bir vasıta ile yaratmaktadır. Sebepleri yapan, var eden, bunlarda aktiflik, etki kuvveti yaratan da Odur. Cisimlerin fizik ve kimya özellikleri, fizik, kimya, biyoloji olayları, reaksiyonları, Onun yarattığı sebeplerdir. Elektrik, ısı, mekanik, ışık ve kimya enerjilerini ve tepkimeleri hasıl eden çeşitli kuvvet şekillerini sebep olarak yaratmıştır. Bu sebepleri, cisimleri yaratmasına vasıta kıldığı gibi, insan aklını, insan gücünü de, kendi yaratmasına vasıta kılmıştır. Mesela, kömürün tutuşma sıcaklığına kadar ısınarak yanma olayının başlamasına, bir kibrit alevi sebep olmakta ise de, kömürün oksitlenmesini, yanmasını yaratan Odur. Kibrit, yanma olayının yaratıcısı değildir.

Bunun gibi, tuz asidi içinde, çinko eriyip, çinko klorür adında, yeni özellikte bir bileşik cisim meydana geliyor. Bu iyon şebekesini çinko atomları ve asit molekülleri yarattı denilemez. Çünkü, çinko klorür denilen iyon şebekesindeki, çinko ve klorür iyonlarının atomlardan meydana gelişindeki elektron değişiminde ve bunun sebeplerinde, iyonlar arasındaki çekme ve itme kuvvetlerinde, çinko ve asit bir şey yapmamıştır. Çinko klorürün meydana gelmesinde, insan seyirci kalmış, iyon şebekesini hasıl eden tepkimeyi, özellikleri, kuvvetleri, Allahü teâlâ yaratmıştır.

Demek ki, insanın aklı ve gücü de, tabiat kuvvetleri gibi, Allahü teâlânın önceden yarattığı maddeler, özellikler, kuvvetler, enerjiler arasındaki şartları, dengeleri değiştirerek, yeni bir dengenin, bir sistemin yaratılmasına bir sebep, bir araçtan başka bir şey değildir. Arşimet, bir kanun yaratmamış, daha önce var olan özellikler arasındaki bir bağlantıyı görebilmiştir. Evlenen de çocuk olmasına ortam hazırlıyor, yoksa çocuk yaratmıyor. Kirlenip başı bitlenen ateist de bit yaratmıyor. Megafon ve elektrik ampulü gibi aletlere son şeklini veren Edison, bunları yaratmamış, yapılmasına sebep olmuştur. Hepsini yaratan Allahü teâlâdır.


Sebeplere kuvvet veren Allahü teâlâdır
Yoktan yarattıklarının dışında, Allahü teâlâ, bir şeyi yaratmasına, başka şeyleri sebep yapmıştır. Bu sebepler arasında insan gücü de varsa, yaratılan şeye Yapay cisim denir. Mesela, cam, TV, bilgisayar yapay cisimdir. Sebepler arasında insan gücü yoksa, buna Tabii cisim denir. Petrol, deri, ağaç gibi. Bunların kullanılır hale gelmesine insan gücü de sebep olmaktadır. Bu tabii maddeler için tabiat yarattı, yapay maddeler için de, insan yarattı denilemez. Mesela, balı arı, buğdayı toprak, bebeği ana baba yarattı demek gibi yanlış olur. Çünkü bunlar yaratmıyor, yaratılmaya sebep oluyor.

Allahü teâlânın her şeyi sebeplerle yaratması sosyal hayata düzen vermektedir. Sebepsiz yaratsaydı, âlemdeki bu düzen olmazdı. İnsan da ne yapacağını bilemez ve çalışamazdı. Mikroplar hastalığa, bulutlar yağmura, katalizörler birçok kimya reaksiyonlarının hızlanmasına; hayvanlar, bitkisel maddelerin et, süt, bal haline gelmelerine, yapraklar organik maddelerin sentezine sebep oldukları gibi, insanlar da, uçak, otomobil, ilaç gibi birçok şeyin yapılmasına sebep olmaktadır. Bütün bu sebeplere kuvvet veren Allahü teâlâdır. Sebeplere, yaratıcı demek, (Yaratıcı yok, her şey kendiliğinden olur) demektir ki, akla uygun olmayan cahilce bir sözdür. Çünkü, yok iken var olmak bir iştir. Fizik ve kimya kanunlarına göre, her iş, bu işi yapan bir kuvvet olduğunu gösterir.

Demek ki, daha önce, bir kuvvet kaynağının bulunması, fen bilgilerine göre de şarttır. Yaratılmış her şey, yaratılmamış bir yaratıcının var olduğunu gösterir. Çünkü yaratıcının da yaratıcısı olamaz. Yaratılan, yaratık olur. Yaratıcısız da hiçbir şey var olmaz. Yaratılmamış bir varlık olmalı ki, her yaratma ona dayanmalı. Dayanmazsa kendiliğinden de olmayacağına göre, böyle bir şey yok demektir. Yani mevcut her şeyin varlığı, bunların yaratılmış olduğunu gösterir.

İlk insan olan Hz. Âdem’in varlığı da, bu açıklama ile kolayca anlaşılır. Âdem babamız olmasaydı, ilk insan olmayacağı için şimdi hiç insan olmaması gerekirdi. İnsanlar olduğuna göre, ilk insanın varlığı zaruri olur. İlk insan olmayınca mevcut insanların başlangıcı yok demek olur. Başlangıcı olmayan ise mevcut olmaz. Yapay cisimlerin nasıl bir yapıcısı varsa, tabii cisimlerin de bir yaratıcısı vardır. Yapay cisimler kendiliğinden oldu denemediğine göre, tabii cisimlerin kendiliğinden oldu denmesi yanlış olur. Tabiatçı bile, (Tabiat yaptı) diyerek her varlığın, bir yapıcısı bulunduğunu, farkında olmadan açıklamış oluyor.

Kâinattaki muazzam düzenin tesadüfen olamayacağını anlayan ateist, bir yaratıcının olduğunu ister istemez kabul ediyor, sonra da, (Yaratıcıyı kim yarattı) diyor. Onu da bir yaratanın olması gerekir sanıyor. Bu düşüncesinin de kısır bir döngüye girdiğini görüyor, işin içinden çıkamıyor, mantıksızlığının kurbanı oluyor. Yaratıcıyı yaratıklara benzeterek anlamaya çalıştığı için yanılıyor. Yaratıcının da yaratılmış olması zincirleme olarak sonsuza kadar gittiğini görünce, bunun da imkansız olduğunu anlıyor. Yani yaratıcı yaratılmış olamaz. Yaratıcıyı da yaratan olunca bunun sonu gelmez. Yaratıcının yaratılmamış bir varlık olmasının lazım geldiği açıkça anlaşılmaktadır. Allah’tan başka her şey, mümkin-ül vücud’tur yani bunlardan herhangi birisi bulunsa da olur, bulunmasa da olur. Ama vacib-ül-vücud olan Allahü teâlâ olmasa hiçbir şey olmaz ve mevcut düzen yok olur. Bu açıklamaların, (Allah vardır, birdir, hiçbir şeye muhtaç değildir, her şey ona muhtaçtır. Yaratık değildir. Hiçbir şey ona denk olamaz) mealindeki âyetlere uygun olduğu görülür.


Mucize fenden farklıdır
Bir ateistin, (Peygamberiniz, Bill Gates’tenden mi üstündür) sorusuna gerekli cevaplar vermiştik. Şunu da söyleyelim ki, iki şey arasında kıyas yapılırken vazife ve vasıfları arasında bazı münasebetlerin bulunması lazımdır. Mesela taksi mi üstün, buldozer mi üstün diye sorulmaz. Birisi hız yönünden üstün, öteki de yıkıp geçmekte üstündür. Kumar kralı ile yüzme şampiyonu mukayese edilmez. Elma ile taş mukayese edilmez. 51 kilodaki güreş şampiyonu ile ağır sıkletteki şampiyon kıyas edilmez. Peygamberle fen adamı kıyas olmaz. Fen adamı Allahü teâlânın yarattığı şeyleri birleştirerek yeni âletler meydana getirir. Peygamber ise, Allah’ın kudreti ile birçok harikaların meydana gelmesine sebep olur. Mesela Peygamber efendimizin mübarek parmaklarından akan soğuk sular bir orduya yetmiştir.

Bugün internetle çok uzaklara yazı ve resim gidiyor, ama bizzat kendisi gidemiyor. Peygamber efendimiz, Mirac olayında, bir anda bizzat kendisi milyarlarca yıl uzaklıkta olan yıldızlara gezegenlere Cennete ve Cehenneme gidip gelmiştir. O zamanın müşrik Mekke halkı, buna inanmayıp nerelere gittin, nereden gittin diye sorular sormuşlardı. Kudüs’e de uğradım orada namaz kıldım buyurdu. O zaman Ona hiç gitmediği Kudüs camisinin özelliklerini, kaç penceresi ve kaç direği vardı diye sordular. Hepsine doğru cevaplar verince birçok kişi imana geldi, ama müşrikler ve ateistler inanmadı. Bu olay internetle hiç mukayese kabul eder mi? Birinden yazı ve resim gidiyor, ötekinde bizzat kendisi gidiyor. Şimdi bu, sadece hayal ediliyor, ışınlama deniyor. Masallarda oluyor. Ama Mirac gerçektir.

Hatıra şu gelebilir: Bugünkü fen ilmini Peygamber efendimiz niye bildirmedi? Eshab-ı kiram, (Ya Resulallah, Yemen’de, hurma ağaçları şu şekilde aşılanıyor ve daha iyi hurma alınıyor. Biz de o şekilde aşılayıp, daha iyi ve daha bol mahsul mü elde edelim, yoksa babalarımızdan gördüğümüz gibi mi yapalım?) diye sordular. Resulullah efendimiz, (Cebrail aleyhisselam gelince, sorup size uygun olanını bildiririm. Veya biraz düşüneyim. Allahü teâlâ, kalbime doğrusunu bildirir) demedi. (Tecrübe edin! Bir kısım ağaçları, babalarınızın usulü ile, başka ağaçları da, Yemen’deki usul ile aşılayın! Hangisi daha iyi hurma verirse, her zaman o usul ile yapın!) buyurdu. Yani fennin esası olan tecrübeye güvenmeyi emir buyurdu. Kendisi melekten anlar veya mübarek kalbine elbette doğar idi. Fakat, dünyanın her tarafında, kıyamete kadar gelecek Müslümanların, tecrübeye, fenne güvenmelerini, belli bir sistem içinde çalışmalarına işaret buyurdu.

Yeri, gökleri ve içindekileri kim yarattı? Elbette Bill yaratmadı. Bunları yaratmaya kadir olan da en sevdiği kulu ve peygamberine her şeyi öğretebilir ve her şeyi yaptırabilir. Allah aciz değildir. Allahü teâlânın kudretinin sonsuzluğundan haberi olmayan ateist, fen adamını peygamberden üstün sanabilir. Allahü teâlâyı inkâr eden birinin, Onun Peygamberini kabul etmesi, vazife ve maksadını anlaması zaten mümkün değildir. Çünkü onun hastalığı başkadır.

Ateist, sırf İslamiyet’e aykırı diye maymundan türediğine inanır. Ama maymunu da Allahü teâlânın yarattığını düşünemez. Ateist biyologlar, insan ile hayvan arasındaki farkı, yalnız madde bakımından inceliyor. Halbuki, insan ile hayvanlar arasındaki en büyük fark insanın ruhudur. İnsanlarda ruh vardır. İnsanlık şerefi bu ruhtan gelmektedir. Bu ruh, ilk olarak Âdem aleyhisselama verildi. İnsanlara mahsus olan bu ruh hayvanlarda yoktur. Maddeci veya felsefeci bu ruhtan haberi olmadığı için, insanı maymuna yakın sanıyor. İnsan, maymuna benzese de, insan insandır. Çünkü ruhu vardır. Maymun ise hayvandır ve bu ruhtan ve ruhun hasıl ettiği üstünlüklerden mahrumdur.


Farkında olmadan Allah’a inanmak
Sual: Evrende gördüğümüz maddelerin ezeli olması mümkün müdür?
CEVAP
İslam âlimleri diyor ki:
Ezeli olan şey değişmez. Sonradan olan değişir. Maddenin [elementlerin] fizik ve kimya özellikleri değişmektedir. Demek ki maddeler ezeli değildir. Maddeler, ezelde değişmemiş olsalardı, şimdi de, hiç değişmezdi. Önceden değişmek yoktu, sonradan değişmeler oldu da denilemez. Çünkü, değişmek için, bir kuvvetin tesir etmesi gerekir. Değişmek sonradan başlayınca, kuvvetin de, sonradan var olduğu, ezeli olmadığı anlaşılır.

Görülüyor ki, maddenin ezeli olduğunu söylemek, tabiat kuvvetlerinin sonradan olduklarını, ezeli olmadıklarını ortaya koymaktadır.

Fen ve tabiat bilginleri, birçok bitki ve hayvan nesillerinin tükenip yok olduklarını, birçok türlerin de, sonradan meydana geldiklerini anlamışlardır. Canlı, cansız her şeyin bir ömrü vardır. Her şeyin ömrü, yani varlıkta kalma zamanı başkadır. Ömrü saniye ile ölçülen varlıklar olduğu gibi, asırlarca yaşayanlar da vardır. En uzun ömürlü varlıklar, element denilen basit cisimlerdir. Bunların ömürlerinin çok uzun olması, tabiatçıları şaşırttığı için, (Cisimler yok olur, maddenin fizik ve kimya özellikleri değişir; fakat, madde yok olmaz) demişlerdir. Halbuki, maddenin, cisimlerin değişmelerinin sonsuz olarak, böyle gelip, böyle gideceğini söylemek, ister istemez, ezeli ve ebedi olan varlığa inandığını söylemek ve kabul etmektir. Bu da Allahü teâlânın varlığının, öncesiz olduğunu, maddecilerin ve tabiatçıların da inkâr edemeyeceklerini göstermektedir.

Ateistler, canlı cansız, her şeyin sonsuz olarak, birbirlerinden meydana geldiklerini, bu arada, elementlerin hiç yok olmadıklarını söylüyorlar. Halbuki, elementler de atomlardan meydana gelmiştir. Atom yığınlarıdır. Atomlar da yoktan var edilmiştir. Elementler sonsuz öncelerde var olup, her şey bunların çeşitli birleşmelerinden, öncesiz meydana gelseydi, bunları birleştirmek için, sonsuz öncelerde, muazzam enerjinin, sonsuz kudretin bulunması gerekirdi. Çünkü, enerji olmadan, atomlar birleşemez. Öncesiz olması gereken o kudret, her şeyi yoktan yaratanın kudretidir. Demek ki, ateist de kendi mantığına göre, ister istemez, Allah’ın varlığını kabul etmiş olmaktadır. Atomlar da, elementler de, sonsuz öncelerde yoktu, sonradan oldu. Öncesiz olan yalnız Allahü teâlâdır.

Diyorlar ki: Bir şeyin var olması için, o şeyi meydana getiren şeyin önceden var olması gerekir. Bunun da var olması için, bunu meydana getiren şeyin de var olması gerekir. Öncesiz demek, ucu, başlangıcı yok demektir. Başlangıçta bir şey olmazsa, ondan meydana gelecek şeyler de olmaz. Mevcut şeylerin hiçbirinin var olmaması gerekir. O halde, her maddenin, her cins varlığın, önceden yok iken sonradan var edilmiş, tek bir şeyden çoğaldığı anlaşılmaktadır.

Maddecilerin (sonsuz öncelerde var olmak = öncesiz var olmak) sözleri, maddeler, cisimler için, mümkün değildir. Ancak madde olmayan, bir yaratıcı için bu mümkün ve gereklidir. Varlıkların meydana gelmesinde çelişki olmaması, yani bir başlangıcın olması için bu şarttır.

Görülüyor ki, ezeli olan yani öncesiz madde olmayan bir varlık vardır. Bu varlık inkâr edilirse, şu görülen bütün varlıklar inkâr edilmiş olur. Mevcut varlıkları inkâr etmek mümkün olmadığına göre, zaruri olarak bunları yoktan yaratan ve kudreti sonsuz olan bir varlığa inanmak mecburiyeti ortaya çıkmaktadır. Bu varlık elbette Allahü teâlâdır.
 

guner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
319
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: anlayamadığım bir şey var

Allah’ın sebeplerle yaratması
Sual: Bir gayri müslimin sorusu denilerek şu soruluyor: Âlemlere rahmet diyerek Peygamberinizi herkesten üstün biliyorsunuz. Fen adamlarından mesela Bill Gates’tenden mi üstündür?
CEVAP
Bu soruyu bir ehl-i kitap sormaz, soramaz. Çünkü, ehl-i kitap sadece (Sizin peygamber hak mı?) diye sorabilir. Hak peygamber ise çok şey yapabilir der. Çünkü, Hz. İsa ölüleri diriltmiş, körleri, tedavisi mümkün olmayan hastalıkları iyileştirmiştir. Musa aleyhisselam da çok mucize göstermiştir. Bunların da Allah’ın kudretiyle olduğunu bilir. Bu soruyu ancak bir ateist sorabilir. O ise Peygamber efendimize değil Allahü teâlâya inanmıyor. Allah’a inansa, Allahü teâlânın her şeye kadir olduğunu bilse, böyle cahilce soru sormaz. Başka bir ateist de, (Ben günlerce yıkanmasam başım kirlenir, bitler oluşur. Ben de bit yaratıcısıyım) diyor. Ateistler yaratmanın ne olduğunu bilmiyor.

Yaratmak iki türlüdür:
1- Hiç yoktan var etmek. Mesela yerleri, gökleri; göklerdeki gezegenleri, yıldızları ayı güneşi, suyu, havayı, dağları, denizleri, madenleri, atomları, elektronları, molekülleri ve hareketlerini yani yoktan var edilen her şeyi Allahü teâlâ yaratmıştır. (Enam 101)

Mucize, keramet, sihir de yoktan yaratmaktır. Allahü teâlâ, bir şeyi yaratmak istediği zaman ona (OL) der, hemen o var olur. (Yasin 82)

2- Yarattığı bir şeyden, başka bir şey yaratmak. Öğeleri, oksitleri, asitleri, bazları, tuzları birbiri ile birleştirerek, parçalayarak milyonlarla organik ve inorganik cisimler meydana getirmek suretiyle yaratmak. Bugün bilinen 105 basit cisim [element = eleman, öğe] yok idi. Bunların hepsini sonradan var etti. Allahü teâlâ, Hz. Adem’i topraktan (A.İmran 59), insanları nutfeden (Nahl 4), cinleri ateş alevinden (Rahman 15) canlıları sudan (Enbiya 30) yaratmıştır. İnsanların, hayvanların ve bitkilerin hareketlerini, işlerini de yaratan Allahü teâlâdır. (Saffat 96) Mesela bir tohumdan ağaç, ağaçtan da meyve yaratması böyledir. Demek ki, mevcut şeyleri, fiziko-şimik, fizyolojik veya metafizik kanunlarla, bir şekilden başka hassalı şekillere çevirmek de yaratmaktır.

Allahü teâlânın âdeti şöyledir ki, her şeyi bir sebep, bir vasıta ile yaratmaktadır. Sebepleri yapan, var eden, bunlarda aktiflik, etki kuvveti yaratan da Odur. Cisimlerin fizik ve kimya özellikleri, fizik, kimya, biyoloji olayları, reaksiyonları, Onun yarattığı sebeplerdir. Elektrik, ısı, mekanik, ışık ve kimya enerjilerini ve tepkimeleri hasıl eden çeşitli kuvvet şekillerini sebep olarak yaratmıştır. Bu sebepleri, cisimleri yaratmasına vasıta kıldığı gibi, insan aklını, insan gücünü de, kendi yaratmasına vasıta kılmıştır. Mesela, kömürün tutuşma sıcaklığına kadar ısınarak yanma olayının başlamasına, bir kibrit alevi sebep olmakta ise de, kömürün oksitlenmesini, yanmasını yaratan Odur. Kibrit, yanma olayının yaratıcısı değildir.

Bunun gibi, tuz asidi içinde, çinko eriyip, çinko klorür adında, yeni özellikte bir bileşik cisim meydana geliyor. Bu iyon şebekesini çinko atomları ve asit molekülleri yarattı denilemez. Çünkü, çinko klorür denilen iyon şebekesindeki, çinko ve klorür iyonlarının atomlardan meydana gelişindeki elektron değişiminde ve bunun sebeplerinde, iyonlar arasındaki çekme ve itme kuvvetlerinde, çinko ve asit bir şey yapmamıştır. Çinko klorürün meydana gelmesinde, insan seyirci kalmış, iyon şebekesini hasıl eden tepkimeyi, özellikleri, kuvvetleri, Allahü teâlâ yaratmıştır.

Demek ki, insanın aklı ve gücü de, tabiat kuvvetleri gibi, Allahü teâlânın önceden yarattığı maddeler, özellikler, kuvvetler, enerjiler arasındaki şartları, dengeleri değiştirerek, yeni bir dengenin, bir sistemin yaratılmasına bir sebep, bir araçtan başka bir şey değildir. Arşimet, bir kanun yaratmamış, daha önce var olan özellikler arasındaki bir bağlantıyı görebilmiştir. Evlenen de çocuk olmasına ortam hazırlıyor, yoksa çocuk yaratmıyor. Kirlenip başı bitlenen ateist de bit yaratmıyor. Megafon ve elektrik ampulü gibi aletlere son şeklini veren Edison, bunları yaratmamış, yapılmasına sebep olmuştur. Hepsini yaratan Allahü teâlâdır.


Sebeplere kuvvet veren Allahü teâlâdır
Yoktan yarattıklarının dışında, Allahü teâlâ, bir şeyi yaratmasına, başka şeyleri sebep yapmıştır. Bu sebepler arasında insan gücü de varsa, yaratılan şeye Yapay cisim denir. Mesela, cam, TV, bilgisayar yapay cisimdir. Sebepler arasında insan gücü yoksa, buna Tabii cisim denir. Petrol, deri, ağaç gibi. Bunların kullanılır hale gelmesine insan gücü de sebep olmaktadır. Bu tabii maddeler için tabiat yarattı, yapay maddeler için de, insan yarattı denilemez. Mesela, balı arı, buğdayı toprak, bebeği ana baba yarattı demek gibi yanlış olur. Çünkü bunlar yaratmıyor, yaratılmaya sebep oluyor.

Allahü teâlânın her şeyi sebeplerle yaratması sosyal hayata düzen vermektedir. Sebepsiz yaratsaydı, âlemdeki bu düzen olmazdı. İnsan da ne yapacağını bilemez ve çalışamazdı. Mikroplar hastalığa, bulutlar yağmura, katalizörler birçok kimya reaksiyonlarının hızlanmasına; hayvanlar, bitkisel maddelerin et, süt, bal haline gelmelerine, yapraklar organik maddelerin sentezine sebep oldukları gibi, insanlar da, uçak, otomobil, ilaç gibi birçok şeyin yapılmasına sebep olmaktadır. Bütün bu sebeplere kuvvet veren Allahü teâlâdır. Sebeplere, yaratıcı demek, (Yaratıcı yok, her şey kendiliğinden olur) demektir ki, akla uygun olmayan cahilce bir sözdür. Çünkü, yok iken var olmak bir iştir. Fizik ve kimya kanunlarına göre, her iş, bu işi yapan bir kuvvet olduğunu gösterir.

Demek ki, daha önce, bir kuvvet kaynağının bulunması, fen bilgilerine göre de şarttır. Yaratılmış her şey, yaratılmamış bir yaratıcının var olduğunu gösterir. Çünkü yaratıcının da yaratıcısı olamaz. Yaratılan, yaratık olur. Yaratıcısız da hiçbir şey var olmaz. Yaratılmamış bir varlık olmalı ki, her yaratma ona dayanmalı. Dayanmazsa kendiliğinden de olmayacağına göre, böyle bir şey yok demektir. Yani mevcut her şeyin varlığı, bunların yaratılmış olduğunu gösterir.

İlk insan olan Hz. Âdem’in varlığı da, bu açıklama ile kolayca anlaşılır. Âdem babamız olmasaydı, ilk insan olmayacağı için şimdi hiç insan olmaması gerekirdi. İnsanlar olduğuna göre, ilk insanın varlığı zaruri olur. İlk insan olmayınca mevcut insanların başlangıcı yok demek olur. Başlangıcı olmayan ise mevcut olmaz. Yapay cisimlerin nasıl bir yapıcısı varsa, tabii cisimlerin de bir yaratıcısı vardır. Yapay cisimler kendiliğinden oldu denemediğine göre, tabii cisimlerin kendiliğinden oldu denmesi yanlış olur. Tabiatçı bile, (Tabiat yaptı) diyerek her varlığın, bir yapıcısı bulunduğunu, farkında olmadan açıklamış oluyor.

Kâinattaki muazzam düzenin tesadüfen olamayacağını anlayan ateist, bir yaratıcının olduğunu ister istemez kabul ediyor, sonra da, (Yaratıcıyı kim yarattı) diyor. Onu da bir yaratanın olması gerekir sanıyor. Bu düşüncesinin de kısır bir döngüye girdiğini görüyor, işin içinden çıkamıyor, mantıksızlığının kurbanı oluyor. Yaratıcıyı yaratıklara benzeterek anlamaya çalıştığı için yanılıyor. Yaratıcının da yaratılmış olması zincirleme olarak sonsuza kadar gittiğini görünce, bunun da imkansız olduğunu anlıyor. Yani yaratıcı yaratılmış olamaz. Yaratıcıyı da yaratan olunca bunun sonu gelmez. Yaratıcının yaratılmamış bir varlık olmasının lazım geldiği açıkça anlaşılmaktadır. Allah’tan başka her şey, mümkin-ül vücud’tur yani bunlardan herhangi birisi bulunsa da olur, bulunmasa da olur. Ama vacib-ül-vücud olan Allahü teâlâ olmasa hiçbir şey olmaz ve mevcut düzen yok olur. Bu açıklamaların, (Allah vardır, birdir, hiçbir şeye muhtaç değildir, her şey ona muhtaçtır. Yaratık değildir. Hiçbir şey ona denk olamaz) mealindeki âyetlere uygun olduğu görülür.


Mucize fenden farklıdır
Bir ateistin, (Peygamberiniz, Bill Gates’tenden mi üstündür) sorusuna gerekli cevaplar vermiştik. Şunu da söyleyelim ki, iki şey arasında kıyas yapılırken vazife ve vasıfları arasında bazı münasebetlerin bulunması lazımdır. Mesela taksi mi üstün, buldozer mi üstün diye sorulmaz. Birisi hız yönünden üstün, öteki de yıkıp geçmekte üstündür. Kumar kralı ile yüzme şampiyonu mukayese edilmez. Elma ile taş mukayese edilmez. 51 kilodaki güreş şampiyonu ile ağır sıkletteki şampiyon kıyas edilmez. Peygamberle fen adamı kıyas olmaz. Fen adamı Allahü teâlânın yarattığı şeyleri birleştirerek yeni âletler meydana getirir. Peygamber ise, Allah’ın kudreti ile birçok harikaların meydana gelmesine sebep olur. Mesela Peygamber efendimizin mübarek parmaklarından akan soğuk sular bir orduya yetmiştir.

Bugün internetle çok uzaklara yazı ve resim gidiyor, ama bizzat kendisi gidemiyor. Peygamber efendimiz, Mirac olayında, bir anda bizzat kendisi milyarlarca yıl uzaklıkta olan yıldızlara gezegenlere Cennete ve Cehenneme gidip gelmiştir. O zamanın müşrik Mekke halkı, buna inanmayıp nerelere gittin, nereden gittin diye sorular sormuşlardı. Kudüs’e de uğradım orada namaz kıldım buyurdu. O zaman Ona hiç gitmediği Kudüs camisinin özelliklerini, kaç penceresi ve kaç direği vardı diye sordular. Hepsine doğru cevaplar verince birçok kişi imana geldi, ama müşrikler ve ateistler inanmadı. Bu olay internetle hiç mukayese kabul eder mi? Birinden yazı ve resim gidiyor, ötekinde bizzat kendisi gidiyor. Şimdi bu, sadece hayal ediliyor, ışınlama deniyor. Masallarda oluyor. Ama Mirac gerçektir.

Hatıra şu gelebilir: Bugünkü fen ilmini Peygamber efendimiz niye bildirmedi? Eshab-ı kiram, (Ya Resulallah, Yemen’de, hurma ağaçları şu şekilde aşılanıyor ve daha iyi hurma alınıyor. Biz de o şekilde aşılayıp, daha iyi ve daha bol mahsul mü elde edelim, yoksa babalarımızdan gördüğümüz gibi mi yapalım?) diye sordular. Resulullah efendimiz, (Cebrail aleyhisselam gelince, sorup size uygun olanını bildiririm. Veya biraz düşüneyim. Allahü teâlâ, kalbime doğrusunu bildirir) demedi. (Tecrübe edin! Bir kısım ağaçları, babalarınızın usulü ile, başka ağaçları da, Yemen’deki usul ile aşılayın! Hangisi daha iyi hurma verirse, her zaman o usul ile yapın!) buyurdu. Yani fennin esası olan tecrübeye güvenmeyi emir buyurdu. Kendisi melekten anlar veya mübarek kalbine elbette doğar idi. Fakat, dünyanın her tarafında, kıyamete kadar gelecek Müslümanların, tecrübeye, fenne güvenmelerini, belli bir sistem içinde çalışmalarına işaret buyurdu.

Yeri, gökleri ve içindekileri kim yarattı? Elbette Bill yaratmadı. Bunları yaratmaya kadir olan da en sevdiği kulu ve peygamberine her şeyi öğretebilir ve her şeyi yaptırabilir. Allah aciz değildir. Allahü teâlânın kudretinin sonsuzluğundan haberi olmayan ateist, fen adamını peygamberden üstün sanabilir. Allahü teâlâyı inkâr eden birinin, Onun Peygamberini kabul etmesi, vazife ve maksadını anlaması zaten mümkün değildir. Çünkü onun hastalığı başkadır.

Ateist, sırf İslamiyet’e aykırı diye maymundan türediğine inanır. Ama maymunu da Allahü teâlânın yarattığını düşünemez. Ateist biyologlar, insan ile hayvan arasındaki farkı, yalnız madde bakımından inceliyor. Halbuki, insan ile hayvanlar arasındaki en büyük fark insanın ruhudur. İnsanlarda ruh vardır. İnsanlık şerefi bu ruhtan gelmektedir. Bu ruh, ilk olarak Âdem aleyhisselama verildi. İnsanlara mahsus olan bu ruh hayvanlarda yoktur. Maddeci veya felsefeci bu ruhtan haberi olmadığı için, insanı maymuna yakın sanıyor. İnsan, maymuna benzese de, insan insandır. Çünkü ruhu vardır. Maymun ise hayvandır ve bu ruhtan ve ruhun hasıl ettiği üstünlüklerden mahrumdur.


Farkında olmadan Allah’a inanmak
Sual: Evrende gördüğümüz maddelerin ezeli olması mümkün müdür?
CEVAP
İslam âlimleri diyor ki:
Ezeli olan şey değişmez. Sonradan olan değişir. Maddenin [elementlerin] fizik ve kimya özellikleri değişmektedir. Demek ki maddeler ezeli değildir. Maddeler, ezelde değişmemiş olsalardı, şimdi de, hiç değişmezdi. Önceden değişmek yoktu, sonradan değişmeler oldu da denilemez. Çünkü, değişmek için, bir kuvvetin tesir etmesi gerekir. Değişmek sonradan başlayınca, kuvvetin de, sonradan var olduğu, ezeli olmadığı anlaşılır.

Görülüyor ki, maddenin ezeli olduğunu söylemek, tabiat kuvvetlerinin sonradan olduklarını, ezeli olmadıklarını ortaya koymaktadır.

Fen ve tabiat bilginleri, birçok bitki ve hayvan nesillerinin tükenip yok olduklarını, birçok türlerin de, sonradan meydana geldiklerini anlamışlardır. Canlı, cansız her şeyin bir ömrü vardır. Her şeyin ömrü, yani varlıkta kalma zamanı başkadır. Ömrü saniye ile ölçülen varlıklar olduğu gibi, asırlarca yaşayanlar da vardır. En uzun ömürlü varlıklar, element denilen basit cisimlerdir. Bunların ömürlerinin çok uzun olması, tabiatçıları şaşırttığı için, (Cisimler yok olur, maddenin fizik ve kimya özellikleri değişir; fakat, madde yok olmaz) demişlerdir. Halbuki, maddenin, cisimlerin değişmelerinin sonsuz olarak, böyle gelip, böyle gideceğini söylemek, ister istemez, ezeli ve ebedi olan varlığa inandığını söylemek ve kabul etmektir. Bu da Allahü teâlânın varlığının, öncesiz olduğunu, maddecilerin ve tabiatçıların da inkâr edemeyeceklerini göstermektedir.

Ateistler, canlı cansız, her şeyin sonsuz olarak, birbirlerinden meydana geldiklerini, bu arada, elementlerin hiç yok olmadıklarını söylüyorlar. Halbuki, elementler de atomlardan meydana gelmiştir. Atom yığınlarıdır. Atomlar da yoktan var edilmiştir. Elementler sonsuz öncelerde var olup, her şey bunların çeşitli birleşmelerinden, öncesiz meydana gelseydi, bunları birleştirmek için, sonsuz öncelerde, muazzam enerjinin, sonsuz kudretin bulunması gerekirdi. Çünkü, enerji olmadan, atomlar birleşemez. Öncesiz olması gereken o kudret, her şeyi yoktan yaratanın kudretidir. Demek ki, ateist de kendi mantığına göre, ister istemez, Allah’ın varlığını kabul etmiş olmaktadır. Atomlar da, elementler de, sonsuz öncelerde yoktu, sonradan oldu. Öncesiz olan yalnız Allahü teâlâdır.

Diyorlar ki: Bir şeyin var olması için, o şeyi meydana getiren şeyin önceden var olması gerekir. Bunun da var olması için, bunu meydana getiren şeyin de var olması gerekir. Öncesiz demek, ucu, başlangıcı yok demektir. Başlangıçta bir şey olmazsa, ondan meydana gelecek şeyler de olmaz. Mevcut şeylerin hiçbirinin var olmaması gerekir. O halde, her maddenin, her cins varlığın, önceden yok iken sonradan var edilmiş, tek bir şeyden çoğaldığı anlaşılmaktadır.

Maddecilerin (sonsuz öncelerde var olmak = öncesiz var olmak) sözleri, maddeler, cisimler için, mümkün değildir. Ancak madde olmayan, bir yaratıcı için bu mümkün ve gereklidir. Varlıkların meydana gelmesinde çelişki olmaması, yani bir başlangıcın olması için bu şarttır.

Görülüyor ki, ezeli olan yani öncesiz madde olmayan bir varlık vardır. Bu varlık inkâr edilirse, şu görülen bütün varlıklar inkâr edilmiş olur. Mevcut varlıkları inkâr etmek mümkün olmadığına göre, zaruri olarak bunları yoktan yaratan ve kudreti sonsuz olan bir varlığa inanmak mecburiyeti ortaya çıkmaktadır. Bu varlık elbette Allahü teâlâdır.
 

guner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
319
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: anlayamadığım bir şey var

İnsana yaratıcı denmez
Sual: Mecaz olarak da, insanlar için “yaratıcı” demek uygun mu?
CEVAP
Yaratmak Allah’a mahsustur. Mecaz olarak da insanlar için yaratıcı demek yanlıştır. (Elektrik ampulünü Edison yarattı) diyenler oluyor. Fonograf, megafon, elektrik ampulü gibi aletleri ilk defa bulan Edison; bunları yaratmamış, sadece yapılmasına sebep olmuştur. Bunları yaratan, Allahü teâlâdır. Hadis-i şerifte, (Allah, her sanatkârın ve sanatının yaratıcısıdır) buyuruldu. (Buhari)

Demek ki, Edison’u da, elektrik ampulünü de yaratan Allahü teâlâdır. Edison’un bunları yaratması şöyle dursun, mevcut maddeleri bir araya toplayıp, yeni aletlerin yaratılmasına sebep olurken, elinin, ayağının, gözünün, diğer duygularının, çeşitli hücrelerinin, kalbinin, ciğer, böbrek ve diğer organlarının işlemesinden ve kullandığı maddelerin, aletlerin yapısından, içlerindeki atom, proton kuvvetlerinden haberi yoktu. Böyle birine yaratıcı denilir mi? Yaratıcı; bunların en ufağını, en incesini, hepsini bilen, hepsini yapandır ki, bu da ancak Allahü teâlâdır. (S. Ebediyye)

Allahü teâlâdan başka yaratıcı yoktur. Her var olanı, O yaratmıştır. Maddeleri hareket ettirir. Yerlerini değiştirir. Bir zamandan, başka zamana ****ürür. Bir halden başka hale döndürür. Akıllara hayret verecek şeyler yaratır. Bir damla nutfeden ve görülemeyen spermatozoidden bir olgun insan yaratır. Nuh aleyhisselam gibi bir peygamberden; asi, kâfir ve ahmak bir oğul yaratır. Ebu Cehil gibi taş yürekli, örümcek kafalı bir kâfirden, Hz. İkrime gibi bir mümin oğul yaratır. En küçük zerre olan, mikroskopta bile görülemeyen atomun derinliğinde; çekirdeğinde, dağları deviren nükleer kuvvetler yaratır. Pancarda şeker yaratır. Yaprakta fotosentez, özümleme kuvveti yaratır. Arıda bal yaratır. Cansız yumurtada, canlı hayvan yaratır. Çiçeklerde güzel kokular, esanslar yaratır. Kuru ağaçta, yapraklar, çiçekler, meyveler yaratır. Su içinde hayvanlar, çiçekler, ağaçlar yaratır. Acı su içinde tatlı su yaratır.

Kimya reaksiyonları ve nice fizik ve kimya özelliklerini yaratır. Toprağı bitki haline, bitkiyi hayvan haline döndürür. İnsanları, hayvanları çürütüp toprak maddelerine, su ve gazlara döndürür. Her şeyin tersini de yaptığı gibi, bunun da ters, geri dönen halini yaratır. Bu kâinat fabrikasında her şeyi, hesaplı, düzenli yaratmaktadır. Gelişigüzel, yıkıcı, bozucu görünen değişmelerin, hepsinin de çok hesaplı, çok ahenkli bağlılıklar, akıllara hayret veren bir düzen içinde yaratıldığı, günden güne daha iyi anlaşılmaktadır.

Allahü teâlânın, hiçbir işinde ortağı yoktur. Her varlığın yaratıcısı yalnız Odur. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Yaratmak Allah’a mahsustur.) [Araf 54]
(Yaratıcı ancak Rabbindir.) [Hicr 86]
(Her şeyi yaratan Allah’tır.) [Zümer 62]
(Sizi de, yaptığınız işleri de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96]

Cenab-ı Hak, tek yaratıcı kendisi olduğunu ve başka ortağının bulunmadığını bildirirken, insana yaratıcı denmez.


Yaratan Allahü teâlâ, kesb eden kuldur
İnsanlar, mahluk olduğu gibi, bütün işleri, hareketleri de, Allahü teâlânın mahlukudur. Çünkü Ondan başka, kimse bir şey yapamaz, yaratamaz. Kendi mahluk, yaratılmış olan, başkasını nasıl yaratabilir? Yaratılmak damgası, kudretin az olduğuna alamettir ve ilmin noksan olduğuna işarettir. Bilgisi, kuvveti az olan, yaratamaz. İnsanın işinde, kendine düşen pay, kendi kesbidir. Yani o iş, kendi kudreti ve iradesi ile olmuştur. O işi, yaratan Allahü teâlâ, kesb eden kuldur.

İnsanların ihtiyari işleri, isteyerek yaptıkları şeyler, insanın kesbi ile Allah’ın yaratmasından meydana gelmektedir. İnsanın yaptığı işte, kendi kesbi, ihtiyarı [seçmesi, beğenmesi] olmasa, o iş titreme şeklini alır. Kalbin hareketi gibi olur. Halbuki, ihtiyari hareketlerin, böyle olmadığı açıktır. Her ikisini de, Allahü teâlâ yarattığı halde, ihtiyari hareketle, titreme hareketi arasında görülen bu fark, kesbden ileri gelmektedir.

Allahü teâlâ, kullarına merhamet ederek, onların işlerinin yaratılmasını, onların kastlarına, arzularına tâbi kılmıştır. Kul isteyince, kulun işini yaratmaktadır. Bunun için de, kul mesul olur. İşin sevabı ve cezası, kula olur. Allahü teâlânın kullarına verdiği kast ve ihtiyar, işi yapıp yapmamakta eşittir. Kullarına, emirlerini ve yasaklarını yerine getirecek kadar kudret [enerji] ve ihtiyar vermiştir. Bir işin iyi veya kötü olduğunu da bildirmiştir. Kul, her işinde, yapıp yapmamakta serbest olup, ikisinden birini seçecek, iş iyi veya kötü olacak, günah veya sevap kazanacaktır.


Takdir edenlerin en güzeli
Sual: Kur’an-ı kerimde “Ahsen-ül-hâlikîn” ifadesine istinaden, bazı kimseler, insanlar için yaratmak, yaratıcı tabirini kullanıyorlar. Böyle kullanmak uygun mudur?
CEVAP
Kur'an-ı kerimde geçen Ahsen-ül hâlıkin ne demektir? Sözlüğe bakılırsa, Yaratıcıların en güzeli demek olduğu, birçok yaratıcı bulunduğu zannedilir. Piyasadaki Kur’an tercümeleri de bundan pek farklı sayılmaz. Onun için sözlükten, Kur'an tercümesinden din öğrenilmez. Muteber tefsirlere, akaid ve fıkıh kitaplarına bakmak gerekir.

İmam-ı birgivi, Vasiyetnamesinde, (Bir kimse, rızık Allah’tandır; fakat, kulun da hareket etmesi gerekir dese, kâfir olur) diyor. Bursalı İsmail Hakkı hazretleri de, Hucet-ül-baliga’da (Hâlık, yalnız Allahü teâlâdır. İnsana yaratıcı demek ilhaddır) diyor. [İlhad, dinden çıkmak demektir.]

Allahü teâlânın, hiçbir işinde, ortağı yoktur. Her varlığın yaratıcısı yalnız Odur. Yaratmak, yoktan var etmektir. Maddeyi, elemanı yok iken var etmek ve var ettikten sonra, başka bir varlığa çevirmek de yaratmaktır. Mesela, insanı, nutfeden, cinleri ateşten yarattığını bildiren âyet-i kerimeler böyle olduğunu bildirmektedir. (Rahman 15, Müminun 12-14)

Hâlık kelimesinin birkaç manası vardır. Esma-i hüsnadan olan Hâlık, yoktan yaratan anlamına gelir. Bu kelimenin şekil veren anlamı da vardır. Bu bakımdan insanlar için yaratıcı tabiri kullanılmaz. Beydavi tefsirinin Şeyhzade haşiyesinde buyuruluyor ki:

(Ahsen-ül-hâlıkîn, takdîr edenlerin [tasvir edenlerin, şekil verenlerin, suret verenlerin, düzene koyanların yeni tabirle dizayn edenlerin] en güzeli, en iyisi demektir. Çünkü halketmenin hakiki manası, ihtira, inşa ve ibdadır. Bu kelime, yani hâlık, bu âyet-i kerimede takdir eden manasında kullanılmıştır. Çünkü ihtira manasındaki halketmek, Allahü teâlâdan başkası için düşünülmez ki, Allah onların en güzeli, densin.) [C.4/68]

Hâlik-ul-hâlikîn = Hâlıkların hâlıkı, şekil verenlerin şekil vereni anlamında kullanılsa da uygun olmaz. Çünkü Allah’ın isimleri tevkifidir, yani dinin bildirdiği isimler söylenir. Herkes bir tabir uyduramaz. İnsanlar için yaratıcı tabiri kullanılmaz. Allah’tan başka yaratıcı yoktur.

İnsanlara, yarattı yaratıcı demek asla caiz değildir. Allah’tan başkasına, her ne maksatla olursa olsun, yaratıcı demek küfürdür. Yaratıcı, yalnız Allahü teâlâdır. Nitekim Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Gökleri ve yeri yoktan yaratan Odur. Her şeyi O yaratmıştır.) [Enam 101]

(Allah’ın yarattığı gibi yaratıcı ortaklar buldular da, bu yaratmayı birbirine benzer mi gördüler? Her şeyi yaratan Allah’tır.) [Rad 16]

(Gökleri ve yeri yaratan Allah’ın, benzerlerini de yaratmaya kadir olduğunu düşünmezler mi?) [İsra 99]

(Her şeyin yaratıcısı olan Rabbiniz Allah’tır. Ondan başka ilah yoktur. Nasıl aldatılıp döndürülürsünüz?) [Mümin 62]

Cenab-ı Hak, tek yaratıcı kendisi olduğunu ve başka yaratıcı, başka ortak bulunmadığını bildirirken, yaratıcının çok olduğu nasıl söylenebilir?


Yaratma işinde mecaz olmaz
Sual: Bir mezhebe uymayı kabul etmeyen biri, “İnsan ve diğer mahluklar için mecaz olarak yaratıcı demek küfür olmaz. Çünkü, öldüren Allah olduğu halde, Secde suresinin (Öldürmek için vekil yapılmış melek sizi öldürüyor) mealindeki 11. âyeti mecaz olarak, Allah’tan başkasına da öldürdü demenin caiz olduğunu göstermektedir. Öldüren Allah iken mecaz olarak bir insana bu şunu öldürdü demek caiz olunca, mecaz olarak, bu kimse şunu yarattı demek de caiz olur” diyor. İnsan için mecaz olarak yaratıcı demekte mahzur var mıdır?
CEVAP
Mecaz olarak da söylemek caiz olmaz. İnsanları yoktan yaratan ve öldüren Allahü teâlâdır. Bir kimse, birisini öldürse, mecaz olarak bunu ben öldürdüm demesi caizdir. Fakat evlenen bir kimsenin bir çocuğu olsa, çocuk olmasına sebep olduğu için mecaz olarak bunu ben yarattım demesi caiz olmaz. Yaratma işinde mecaz da caiz olmuyor.
 

guner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
319
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: anlayamadığım bir şey var

İnsan acizliğini idrak etmeli
Sual: Bazı akıllı ve zeki kimseler bir şey yaratamaz mı?
CEVAP
Elbette yaratamaz. Her şeyi yaratan Allahü teâlâdır. Yerde ve göklerde bulunan bütün varlıkları, maddeleri, cisimleri, özellikleri, olayları, kuvvetleri, kanunları, bağlantıları yaratan, yalnız Odur. Ondan başka yaratıcı yoktur. Ondan başkasına yaratıcı denemez.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Her şeyi yaratan Allah’tır.) [Zümer 62]
(Sizi de, yaptığınız işleri de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96]
(Her şeyin yaratıcısı olan Rabbiniz Allah’tır.) [Mümin 62]

(Allah’ın yarattığı gibi yaratıcı ortaklar buldular da, bu yaratmayı birbirine benzer mi gördüler? Her şeyi yaratan Allah’tır.) [Rad 16]

Karada, denizlerde, havada yaşayan hayvanların [mikropların, atom çevresindeki elektronların, moleküllerin, iyonların] ve insanların, meleklerin ve cinlerin, yani her var olanın kendisini ve hareketlerini ve işlerini ve durmalarını, ibadetlerini ve günahlarını, iyiliklerini, zararlarını, küfürlerini ve imanlarını yaratan Odur.

Sineklerin, böceklerin, mikropların, yıldızların, rüzgarların hareketlerini [elektrik itme ve çekmesini, maddenin çekimini, sıvıların ve gazların kaldırma kuvvetlerini] yaratan yalnız Odur. İnsanların ve diğer canlıların rızkını yaratan, gönderen Odur.

Canlıları öldüren, ölüleri dirilten, sağlamları hasta yapan, hastaları iyi eden yalnız Allahü teâlâdır. Mikrop, doktor birer sebeptir. İşi yaratan, bunlara etki eden Odur. Ateşte yakmak, karda soğutmak, [elektrikte ısı, ışık ve elektroliz hasıl etmek] hassalarını hep O yaratmaktadır. Ateş, kar, elektrik, görünen sebeplerdir. Allah’ın âdeti olan vasıta ve şartlardır. [Duygu organlarımızı, bunlardaki duyma kuvvetlerini, hücrelerdeki beslenme, üreme, zararlı maddeleri çıkarma, kalbi, kanı, kan sisteminin, öteki doku ve organların ve sistemlerin çalışmalarını, aralarındaki düzeni yaratan hep Odur.]

Dinsizlerin ve zındıkların, (Her madde ve kuvvet, kendi özelliği ile kendisi etki eder. Mesela, ateş yakıcıdır. Her zaman, yakar) demeleri çok yanlıştır. Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki: Sebeplerin etkisi kendiliğinden değildir. Sebepleri var edince, bunların etkisini, işlerini de hemen yaratması, Onun âdetidir. Ateşte yakmak özelliğini yaratmasa, ateş yakamaz. Ateşe düşen kimseyi, o istemezse, ateş yakmaz. Maddenin kendinde özellik yoktur. Maddenin özelliklerini, sebeplerin etkilerini ve işlerini, Hak teâlâ yaratıyor. O dilemezse, bu özellikleri ve etkileri yaratmaz. Dileseydi, karda sıcaklık, ateşte soğukluk yaratırdı. Nemrud’un ateşi Hz. İbrahim’i yakamadı. Eğer yakmak, ateşin özelliği olsaydı, elbette yakardı. Yakma işi, ateşten değil, Allahü teâlâdandır. Kılıcın kesmesini, merminin delmesini, zehirin öldürmesini yaratan Odur. Denize düşende boğulmayı yaratıyor. Dilerse, boğulmasına mani olur. Kuşun, tayyarenin uçmasını, [havanın kaldırmasını, sürtünme kuvvetlerini] yaratan Odur. Bu özellikleri, kuvvetleri yaratmasa, bunlar uçamaz.

Allahü teâlâ, maddelerde dilediği özelliği, işi, yaratır. Yarattığı iş, maddeden hasıl olur. Fakat, Allahü teâlânın hikmeti ve âdeti şöyledir ki, her maddeye belli özellik, belli etki vermiştir. Maddeleri, birbirlerinin değişmesine sebep kılmıştır. Buğday tohumundan buğday, arpadan arpa yaratır. İnsandan insan, hayvandan hayvan yaratır. Yemek ile karın doymasını yaratıyor. Eğer doymak yaratmasa, ne kadar çok yesek doymazdık. Susuzluk yaratmasaydı, hiç su içmesek susamaz idik. Her şeyi yerli yerince yaratan Allahü teâlâya hamd olsun!

Allah’ı anlamak
Tıp ve fen fakültelerinde okuyup da, mahluklardaki sanat inceliklerini, aralarındaki mükemmel bağlantıları gören ve anlayabilen aklı başında bir kimsenin, Allahü teâlânın varlığına, birliğine, büyüklüğüne, ilmine, kudretine inanmaması mümkün değildir. İnanmayanın, cahil yahut inatçı olması gerekir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Varlıklardaki nizamı düşünerek Allahü teâlâya iman ediniz!) [Berika]

Astronomi okuyup da, yer küresinin, ayın, güneşin ve bütün yıldızların boşlukta dönmelerinde ve birbirlerinden uzaklıklarında bulunan düzeni, hesapları anlayan kimsenin, imanı artar. Dağların, madenlerin, nehirlerin, denizlerin, hayvanların, nebatların hatta mikropların yaratılmasında, çeşitli faydalar vardır. Hiçbiri boş yere, lüzumsuz yaratılmamıştır. Bulutlar, yağmurlar, şimşekler ve yıldırımlar, yeraltındaki sular ve enerji maddeleri ve hava, kısaca her varlık belirli hizmetler, belli vazifeler yapmaktadır. İnsanlar, bu sayısız mahlukların, sayılamayacak hizmetlerinden bugüne kadar pek azını anlayabilmiştir. Mahlukları kavrayamayan insan aklı, bunların yaratanını nasıl kavrayabilir? Onun büyüklüğünü, sıfatlarını biraz anlayabilen İslam âlimleri, şaşkına dönmüşler, (Onu anlamak, anlaşılamayacağını anlamaktır) demişlerdir. (İslam Ahlakı)


İnsanın yeri
Sual: Mahluklar içinde, insanların yeri nedir?
CEVAP
İnsanların dereceleri, bütün mahlukların tam ortasındadır. İslamiyet’e uyanlar, yükselirler, meleklerden üstün olurlar. Nefslerine ve kötü arkadaşlara uyarak, İslamiyet’ten uzaklaşanlar, alçalırlar.

İnsan, ruhu tarafından meleklere, bedenin yapısı bakımından hayvanlara benzemektedir. Ruh tarafını kuvvetlendiren kimse, meleklerden de üstün olur. Çünkü beden, insanı meleklikten uzaklaştırmakta, hayvanlara yaklaştırmakta iken, bu alçalmaya karşı koymuş ve yükselmiştir. Melekte, hayvanlaştırıcı bir beden yoktur. İyilikleri, meleklik ile birlikte yaratılmıştır.

Bir kimse, bedeni kayırır, nefsi kuvvetlendirirse, hayvanlardan aşağı olur. Allahü teâlâ, (Hatta onlar, hayvanlardan daha aşağıdır) buyurarak, böyle kimselerin kötülüklerini bildirmektedir. (Araf 179, Furkan 44)

Çünkü, hayvanda akıl yoktur. Meleklere benzeyen ruhları da yoktur. Şehvetlerine uymaları suç olmaz. İnsanlara akıl ışığı verilmiş olduğundan, nefslerine uymaları, doğru yoldan sapmaları çok çirkin olur. İnsanların, hayvanların yaşamaları için, en çok gerekeni havadır. Havasızlığa birkaç dakikadan fazla dayanamazlar. Hemen ölürler. Hava, aramakla, bulmakla, zahmet çekmekle ele geçecek bir şey olsaydı, bunu arayacak kadar zaman bile yaşayamazlardı. Bu derece acil olan, bu çok lüzumlu maddeyi, Allahü teâlâ, her yerde bulunacak ve mahluklarının ciğerlerine kadar, kendiliğinden, kolayca girecek şekilde yaratmıştır. Yaşayabilmek için su, bu kadar acil değildir. İnsanlar ve hayvanlar, suyu arayıp bulacak zaman kadar yaşayabilirler.

Bunun için, suyu bulmak icap etmektedir. Hayvanlarda akıl bulunmadığı ve birbirlerine yardımcı olmadıkları için, yiyeceklerine yardımcı olmadıkları için, yiyeceklerini ve giyeceklerini hazırlayamazlar. Bundan dolayı, yiyeceklerini pişirmeleri, hazırlamaları gerekmez. Ot, leş yerler. Tüy, yün, kıl ile ısınırlar. Korunma aletleri, kendilerinde yaratılmıştır. Birbirlerine muhtaç değildirler.

İnsanlar ise, bütün bunları hazırlamaya, düşünmeye mecburdur. Ekip biçmedikçe, ekmek yapmadıkça doyamazlar. İplik ve dokuma ve dikicilik yapmadıkça giyinemezler. Korunmaları için de, akıllarını zekalarını işletmeleri, fen bilgisi öğrenmeleri, sanayi kurmaları gerekir.

Her hayvanda bulunan bir çeşit üstünlük, insanda bir araya getirilmiştir. İnsanın, kendisinde yaratılan bu üstünlükleri meydana çıkarması için, aklını kullanması, fikrini yorması, çalışması gerekir. Saadet ve felaket kapılarının anahtarı, insanın eline verilmiştir. Yükselmesi veya alçalması, kuvvetini sarf etmesine ve çalışmasına bırakılmıştır. Aklını, fikrini işleterek, saadet yolunu görüp, bu yolda yürümeye çalışırsa, içinde yaratılmış olan yükseklikler, kıymetler eline geçer, yükselerek, meleklere karışır. Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşur. Yok eğer, nefsin zararlı arzularına uyarak, yaratıldığı gibi, hayvanlık derecesinde kalırsa, işi tersine dönerek, alçala alçala, esfel-üssafiline düşer. Felaketten felakete, Cehenneme kadar sürüklenir.


Her şeyi intizamlı yaratmıştır
Sual: İman nasıl kuvvetlenir?
CEVAP
Aşağıdaki hususları öğrenen bir kimse, Ehl-i sünnet itikadını da biliyorsa, imanı kuvvetlenir. İmanı olmayan bir kimse ise, bunları incelerse, insafı ve nasibi de varsa, Allahü teâlânın varlığına ve kudretine inanır. Cenab-ı Hakkın varlığını, kudretini gösteren olaylardan birkaçı:

İnsanların, büyük bir süratle fezada tek başına dönmekte olan, içerisi ateş dolu yuvarlak bir gezegen üzerinde, sırf yer çekimi kuvveti ile kalarak yaşaması ne büyük bir olaydır. Dağlar, taşlar, denizler, canlı varlıklar, bitkiler nasıl bir büyük kudret sayesinde meydana gelebilmekte, gelişmekte ve türlü özellikler göstermektedir. Hayvanların bir kısmı toprak üstünde yürürken, bir kısmı havada uçar ve bir kısmı da su içinde yaşar.

Güneş, en yüksek ısıyı sağlar ve bitkilerin yetişmesini, bazılarının içinde ise, kimyevi değişiklikler yaparak, un, şeker ve daha başka maddelerin meydana gelmesini temin eder.

İnsan, kendi vücudunun ne muazzam bir fabrika ve laboratuvar olduğunun farkında değildir. Halbuki, yalnız nefes alıp vermek bile büyük bir kimya olayıdır. Havadan alınan oksijen, vücutta yakıldıktan sonra, karbondioksit halinde dışarı çıkarılır.

Sindirim sistemi ise sanki bir fabrikadır. Ağızla alınan gıda maddeleri ve içecekler, mide ve barsaklarda parçalanıp öğütüldükten sonra, vücuda faydalı kısmı, ince barsaklarda süzülerek kana karışmakta ve posası dışarı atılmaktadır. Bu olay, otomatik olarak ve büyük bir intizam ile yapılmakta, vücut bir fabrika gibi işlemektedir.

İnsanın vücudunda çok karışık formüllü maddeler imal eden, türlü türlü kimya reaksiyonları meydana getiren, analiz yapan, tasfiye eden ve zehirleri yok eden, yaraları tedavi eden, çeşitli maddeleri süzen, enerji veren tertibat olduğu gibi, mükemmel bir elektrik şebekesi, manivela tertibatı, elektronik bilgisayar, haber verme tesisatı, ışık, ses alma, basınç yapma ve ayarlama tertibatı, mikroplarla mücadele ve onları yok etme sistemi de mevcuttur.

Kalb ise, hiç durmadan işleyen muazzam bir pompadır. Bütün bu maddi mükemmellik yanında anlama, düşünme, ezberleme, hatırlama, hüküm ve karar verme gibi çok muazzam, manevi kudretler de bulunmaktadır. Bu kudretlerin kıymetini ölçmek, insanlar için imkansızdır. Demek ki, insanın bedeni yanında bir de ruhu mevcuttur.

Canlı-cansız varlıklardaki bu nizamı inceleyerek, bir yaratıcının bulunduğuna inanan, Peygamber efendimizin bildirdiklerinin hepsine inanmadıkça müslüman olmaz.

Vücut sarayı
Eşref-i mahluk olarak yaratılan insanın vücudu, incelenecek olursa, sayısız odadan meydana gelmiş muazzam bir saray olduğu görülür. Bu sarayda çeşitli fabrikalar var. Sarayın bütün cihazları noksansız. Muazzam bir gıda deposu, alarm tertibatı, ısıtma tesisleri, işitme cihazları, hazır kuvvet, askeri üsler, radarlar, odalar arasında muazzam yollar, modern taşıma vasıtaları, yemekhaneler, kanalizasyon şebekeleri, rasathaneler, mezarlık gibi gerekli her teşkilat mevcut. Bu sarayı gezen, sayısız harikalarla karşılaşır. Bu harikaları gören kimse, imansız ise, Allah’ın varlığına ve kudretine inanabilir. Ondan sonra da dinimizdeki farzları ve haramları öğrenmesi gerekir.

Kan imali:
Vücuttaki kanın vazifeleri çoktur. Mesela hücrelerde lüzumlu gıda maddelerini sağlamak, gıdaların enerji haline gelmesine yarayan oksijeni hücrelere sevk etmek, vücuda dışarıdan girmeye çalışan hastalık mikroplarına karşı vücudu korumak, hücrelerde biriken kirli artıkları çeşitli kanallarla dışarı atmak, vücut ısısını ayarlamak gibi çeşitli vazifeleri vardır. Kandaki bu işleri ayrı görevleri bulunan hücreler yapmaktadır. Mesela alyuvarlar oksijen nakli ile görevlidir. Akyuvarlar ise, vücuda girmeyi başaran mikropları zararsız hale getirir.

Kanda bunlardan başka, kanın pıhtılaşmasını sağlayarak kanamaları önleyici trombositler de vardır. Tekniğin ileri olduğu asrımızda bile, kandaki bir hücre yapılamamıştır. Hücreye hayat sağlayan ruhun yapılması ise imkansızdır.

Hareketler:
Uzuvların hareketi kaslarla olmaktadır. Sinirler kasları, kaslar da uzuvları harekete geçirir. Dışarıdan gelen darbelere karşı koyan iskelet kaslarından başka isteğimiz dışında çalışan düz kaslar var. Kalb kası çizgili kas olmasına rağmen isteğimiz dışında çalışır. Eklem kasları gibi isteğimizle çalışsaydı ufak bir ihmal neticesinde kalb duruverirdi. Uyurken çalıştıracak bir şeye ihtiyaç olurdu. Kalb kasının çalışması elektriksi bir harekettir. Kalbimizi, bilmediğimiz bir elektrikle isteğimiz dışında çalıştıran Allahü teâlânın şanı çok yücedir.

Muhabere işleri:
Ayağa bir diken batsa vücuttaki sinir sistemi sayesinde haberdar oluruz. Bu sistem, beyin, omurilik ve sinirlerden meydana gelir. Omurilik soğanı, solunum, boşaltım, dolaşım gibi hayati faaliyetleri idare eder. Omurilik, refleks hareketleri, iç uzuvlarımızın ve salgı bezlerinin faaliyetlerini idare eder. Bir ikazın nöron denilen sinir hücreleri tarafından teşekkülü elektrik akımına benzer. Felç halinde sinir sisteminde bozukluk olduğu için, uzuvlar istekle hareket edemez. Felçlinin eli ayağı olduğu halde tutmaz. Sinir sistemine böyle bir kuvvet veren Allahü teâlâya sonsuz hamd olsun.

Vücudun direği:
Kemikler, vücuda dayanak ve kasların irtibatını sağlar. Omurga, vücudun ana direğidir. Omurga zedelenirse, felç meydana gelir. O, üç tabaka sağlam zarlar içinde muhafaza edilmiş, en dışı da kolayca tahrip olmayan omurga ile kapatılmıştır. İnsan yürüdükçe birbirine sürten omurlar aşınır. Bu aşınmaya mani olmak için parçalar arasında conta gibi bir şeyin olması gerekirdi. Kıkırdaklar omurlar arasındaki aşınmayı önler. Vücudu taşımak gibi mühim bir vazifesi bulunan kemikler, sağlam olduğu kadar elastikiyet sağlayacak şekilde yaratılmıştır. El, kol, bacak ve parmak gibi kemikler eklemler sayesinde oynar, hareket eder.

Trafik işleri:
Vücuttaki taşımacılık işleri, dolaşım sistemi tarafından yapılır. Dolaşım sisteminin merkezi yürektir. Kalbin muntazam çalışmasıyla kan, damarlar vasıtasıyla vücut sarayının en ücra köşelerine kadar ulaşır. Kirlenen kan, akciğerlerde temizlenir. İstek dışında çalışan kalb, bir müddet dinlense, vücut sarayı yıkılır. Her uzuv, her makine gibi, yürek de dinlenmeye ihtiyaç gösterir. Yürek çalışırken dinlenecek şekilde yaratılmıştır. Her kasılıp gevşedikten sonra yarım saniye kadar istirahata geçer. Yüreğin pompaladığı kan, atardamarlar ile vücuda dağılır, kılcal damarlar ile dokulara kadar ulaşır. Kandaki besin ve oksijen lüzumu kadar dokulara verilmiş olur. Burada besin maddesi oksijen tarafından yakılır. Meydana gelen enerji ile vücut makinesi çalışır. İrademiz dışında her şeyi intizamlı şekilde çalıştıran Allahü teâlâya ne kadar hamd etsek azdır.

Yemek ve enerji:
Çeşitli işleri yapabilmek için vücudun enerjiye ihtiyacı vardır. Besinleri parçalamak için Allahü teâlâ, kesici, öğütücü dişler yaratmıştır. Tükürük bezlerinin salgılarıyla hamur haline gelen lokmalar, kolayca yutulur. Yutulurken yanlış yola gitmeyip mideye gitmesi için nefes borusu küçük dil ile kapanır. Gıdalar mideye gider. Mide duvarını saran kasların kasılmasıyla gıdalar sindirime hazır vaziyete gelir. Etten yapılan bir torba içinde etler ve başka gıdalar burada parçalanmakta ve dinimizin emrine uyulduğu takdirde ömür boyu bu mide bozulmadan vücut sarayına hizmet etmektedir. Eğer dinimizin emrine uyularak mide tıka basa doldurulmazsa, alkol ve daha başka zararlı maddelerle mide tahrip edilmezse, hayatın sonuna kadar insana rahat hizmet eder.

Teneffüs sistemi:
Vücuda alınan gıdalar, enerji haline gelebilmesi için yakılır. Gerekli oksijenin alınıp hücrelerdeki yanma olayından sonra karbondioksitin dışarı atılmasına teneffüs faaliyeti denir. Alınan gıdalar, hücrelerde oksijen vasıtasıyla yakılarak enerji haline döner. Yanmada meydana çıkan karbondioksit teneffüsle dışarı çıkar. Akciğerde kanın temizlenmesi için vazife gören hava, dışarı çıkarken nefes borusundaki telleri titreştirerek sesin teşekkülünü temin eder. Dışarı çıkan kirli hava, içeri giren temiz hava ile karşılaştıkları halde onu kirletmez.

Boşaltma sistemi:
Gıdaların posası barsak vasıtasıyla dışarı atılırken, kan ve hücrelerdeki gıda artıkları ve vücuda zararlı maddeler de böbrekler vasıtasıyla süzülerek dışarı atılır. Bu iki temizleme vasıtası olmasaydı vücut pislik içinde kalır, uzuvlar zehirlenir, üstelik yeni gıda alma imkanı da olmazdı. Üre, ürik asit, tuz gibi maddeler kan ile böbreğe gelerek idrar havuzunda toplanır. Bu idrar torbası olmasaydı devamlı idrar akıp duracaktı. Her uzvumuzu intizamlı şekilde yaratan Rabbimize ne kadar şükretsek azdır.

Gıda deposu:
Birçok vazifesi olan karaciğer, erzak deposu olan bir fabrikadır. İnce barsakta emilerek kana karışan gıdalar karaciğerde depo edilir. İhtiyaç halinde, kullanılmak üzere, şeker ve asitler, glikojen halinde kullanılmaya hazır vaziyette karaciğere depo edilir. Karaciğer, yağların sindirimine yardımcı olan safrayı çıkarır. Bu salgının, karaciğer hücreleri tarafından süzülen zehirli artıkları barsak vasıtasıyla dışarı atılır. Safra kesesi olmasa yağlı gıdaları sindirmek mümkün olmaz. Karaciğerin bir kısmı alınsa, kalan kısımdaki hücreler, çoğalarak eksik kısmı tamamlar. Yani kendini tamir eder. Böyle kudret sahibi Allahü teâlâya hamd olsun!

Konuşma uzvu:
Dil, ağızdaki lokmaları çevirerek sindirime yardımcı olur, tat alır ve konuşur. Gıdaların tadı, acı, ekşi, tatlı, tuzlu olmak üzere dörde ayrılır. Cenab-ı Hakkın dilde yarattığı özellikler ile bu gıdaların tatları bilinir, faydalı olan zararlıdan ayrılır. Gıdaların kokuları tat alma hassasiyetini artırır ve iştah meydana getirir. Böylece gıda alma işi bir külfet değil, bir lezzet olur. Konuşmada da dilin önemi büyüktür. Bu nimetleri bize bahşeden Rabbimize hamd olsun!

Dış cephe:
Vücudu örten deri, ırka göre değişir. Bir Japon, bir Zenci, bir Türk renginden bilinebilir. Deri, dokunma işini yapar, vücudu dış etkilerden, soğuk ve sıcaktan korur. Derinin dış tabakası ölü hücrelerden meydana gelmiştir. Derideki kıllar, saç, kaş, kirpik, aynı dokudan meydana geldiği halde, kaş ve kirpik belli bir uzunluktan fazla uzamaz. Kirpikler devamlı uzasaydı görmek zorlaşır, her zaman kirpikleri kısaltmak gerekirdi. Canlı hücrelerden cansız kıllar meydana getiren Rabbimiz sonsuz hikmet sahibidir. Eğer bu kıllar canlı olsaydı, tıraş olurken çok acı duyardık. Canlı hücrelerin besleyip büyüttüğü tırnaklar da cansızdır. Acı duymadan fazlasını kesip atarız. Canlı vücuttan, saç, tırnak gibi ölü şeyler yaratan Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur.

Dürbünler:
Her uzuv önemli ise de, gözlerin önemi daha büyüktür. Gözler çok hassastır. Kaşlar terlerin göze gitmesini engeller. Göz kapakları istek dışında çalışır. Kirpikler de dışarıdan gelecek toz ve zararlı maddelerin göze girmesine mani olur. Gözü meydana getiren hücrelerde görme kabiliyetini yaratan Allahü teâlâ, diğer hücrelere bu vasfı vermemiştir.

İşitme cihazları:
Kulaklar, işitme sinirleri sayesinde sesleri işitir. İşitme sinirleri gözde, görme sinirleri kulakta olsaydı, fonksiyonunu icra edemezdi. Her hücreyi yerli yerinde en güzel şekilde yaratan Allahü teâlânın şanı çok yücedir. Kulak zarının gergin durması ve ses dalgalarından zarar görmemesi için orta kulaktan nefes borusuna bir kanal açılmıştır. Ağzımız açık iken top patlasa kulak zarı patlamaz. Ağız kapalı da olsa burun deliklerinden giren ses ile kulaktan giren ses birbirini dengeler. Kulak küçük ve büyük frekanslı sesleri işitebilecek vasıfta yaratılsaydı, maddelerin atomlarındaki sesler, birbirine karışır, hem konuşulanları duyamazdık, hem de gürültü içinde yaşama imkanı kalmazdı. Her şey hikmetle yaratılmıştır. Vücutta ve kâinatta tesadüfi ve maksatsız yaratılmış hiçbir şey yoktur.

Vücuttaki su:
Vücudun üçte ikisi sudur. İç salgı bezlerinin sıvıları, kana karışarak hayati faaliyetlerde önemli rol oynar. Gıdaların sindirilmesi, kan dolaşımı, tuz ve şeker gibi maddelerin dengelerini ayarlama vazifeleri bezler sayesinde olur.
Hipofiz, kan kaybını önler. Vücuttaki su dengesini korur. Eğer düzenli çalışmaz, fazla hormon salgılarsa dev hastalığı, az salgılarsa cücelik meydana gelir.

Pankreas bezi, salgıladığı enzimlerle gıdalarının vücuda yarayışlı hale gelmesine vesile olur. Pankreas, insülin hormonu salgılayarak kandaki şekeri ayarlar. İnsülin salgısı azalırsa şeker hastalığı meydana gelir.

Tiroid bezi, iyot ihtiva eden tiroksin hormonu salgılar. Kâfi iyot alınmazsa guatr meydana gelir.

Canlı maddesi olan protoplazma, gayet küçük ve mükemmel tanzim olunmuş bir makine gibidir. Hücre, hayatın ilk müstakil parçasıdır. Canlılar hücreden yapılmıştır. İnsan hücresi, bir elektrik makinesine, bir radyoya benzer. İnsan vücudu otuz trilyon hücre motorundan yapılmış muazzam bir fabrikadır.
Vücutta 5-6 litre kan bulunur. Plasma denilen kan suyunun içinde Alyuvarlar ve Akyuvarlar vardır. Bir milimetreküp kanda beş milyon alyuvar vardır. 30-40 gün çalıştıktan sonra yaşlanırlar. Dalak, bu yaşlı alyuvarları kandan alarak öldürür. Kan zayiinde ve bazı hastalıklarda kandaki alyuvar sayısı azalır. Kan azalmadığı halde kandaki alyuvar azaldığından halsizlik ve kalb çarpıntısı görülür. Buna kansızlık denir.

Saray muhafızları
Akyuvarlar kanın muhafızlarıdır. Bir milimetreküpte 6-8 bin kadardır. Vücuda mikrop girince sayıları artar. Mikrop savaşında akyuvarlar ölür. İrin, bu akyuvar ölülerinin yığınıdır.

Lenf sistemi, vücuda giren mikropları zararsız hale getirir. Lenf düğümleri akyuvar imal eder. Ayrıca ikinci bir bakteri hücumuna karşı koymasına yardımcı olan bazı proteinler imal eder. Eskiden bademciklerin vazifesi bilinmiyordu. Bugün bademciklerin de bakteri hücumuna karşı protein imal ettiği bilinmektedir. Zamanla başka vazifeleri de tespit edilebilir. Dalağın da aynı işi yaptığı bilinmektedir.

İlk hücumdan sonra tutularak muhafaza edilen bakteriler, yeni bir bakteri hücumuna karşı değiştirilip vücudun müdafaasında muhafız olarak kullanılır. Düşman askerleri olan bakteriler, lenf düğümlerinde düşmanlık vasfı kaldırılarak yeni bakterilere karşı savaş açar. Lenf sistemi aynı zamanda sindirilen yağları toplar damarlara ulaştırır. Lenf sistemi, akyuvar muhafızlarının müdafaa hattı olduğu gibi, gıdaların hücrelere ulaşmasını sağlar. Tesadüfi olmayan bu işlerin ne muazzam bir sistem olduğu meydandadır. Her şeyi intizamlı şekilde yaratan Allahü teâlânın şânı çok yücedir.
Muntazamdır cümle işlerin senin
Aklı ermez, hikmetine kimsenin


İnanmak ihtiyaç mı?
Sual: İnsanlar niçin Allah’a inanmak ihtiyacı duyarlar?
CEVAP
Bazı felsefeciler (İnsanda tapma ihtiyacı vardır. Bunun için de, ateşe, güneşe, puta tapanlar olmuştur) diyorlar. İşin aslı ise şöyle:
Allahü teâlâ, insana, iyiyi kötüden, hakkı bâtıldan ayırması için akıl vermiştir. Akıl, bir şeyin kendiliğinden olduğunu kabul etmez. Her şeyi bir sebebe bağlar. İnsanın ve insandaki organların ve tabiattaki düzenin yerli yerince yaratılmasını tesadüf olarak kabul edemez. Bunun gibi tabiatta bulunan canlı cansız her şeyin, bir yaratıcı tarafından yaratıldığını ister istemez kabul eder.

İnsanın kendi başına Allah’ı tanıması zor, hatta imkansızdır. Tarih boyunca, Allahü teâlânın gönderdiği bir rehber olmadan, insan; kendisini yaratan büyük kudret sahibinin var olduğunu, aklı ile anladı. Fakat Ona giden yolu bulamadı.

İnsanlar, yaratıcıyı önce etraflarında aradı. Kendilerine en büyük faydası olan güneşi, yaratıcı sanıp, ona tapmaya başladılar. Sonra büyük tabiat güçlerini, fırtınayı, ateşi, kabaran denizi, yanardağları ve benzerlerini gördükçe, bunları yaratıcının yardımcıları zannettiler. Herbiri için bir suret, alamet yapmaya kalktılar. Bundan da putlar doğdu. Böylece, çeşitli putlar çıktı. Bunların gazabından korktular ve onlara kurbanlar kestiler. Hatta, insanları bile bu putlara kurban ettiler. Her yeni olay karşısında, putların miktarı da arttı. İslamiyet’in başında Kâbe’de 360 put vardı.

Kısacası insan; Bir, ezeli ve ebedi olan Allahü teâlâyı kendi başına bir türlü tanıyamadı. Bugün bile güneşe ve ateşe tapanlar vardır. Bunlara şaşmamalı! Çünkü rehbersiz karanlıkta doğru yol bulunamaz.

Kur’an-ı kerimde, (Biz, peygamber göndermeden önce azap yapıcı değiliz) buyuruldu.(İsra 15)

Allahü teâlâ; kullarına verdiği akıl ve düşünme kuvvetinin nasıl kullanılacağını onlara öğretmek, kendi birliğini onlara tanıtmak ve iyi işleri kötü, zararlı işlerden ayırmak için, dünyaya peygamberler gönderdi. Peygamberler en büyük rehberlerdir. Ruh-ul beyan’da, Zümer suresinin, (Allah’tan başkasını dost edinenler, “Biz bunlara bizi Allah’a yaklaştırmaları için, bize şefaat etmeleri için tapınıyoruz” derler) mealindeki 3. âyetinin tefsirinde deniyor ki:

(İnsan, kendisinin ve her şeyin yaratıcısını tanımaya elverişli olarak, yaratılmıştır. Yaratıcısına ibadet etmek ve Ona yaklaşmak arzusu, her insanda vardır. Fakat böyle elverişli olmanın ve bu isteğin kıymeti yoktur. Çünkü, nefs, şeytan ve kötü arkadaş, insanı aldatarak [yaratana ve kıyamete inanmayan birer dinsiz veya] müşrik yaparlar. Müşrik, Allahü teâlâya yaklaşamaz. Onu tanıyamaz. Şirkten uzaklaşıp, tevhide sarılarak hasıl olan tanımak, kıymetlidir. Bunun alameti, peygamberlere ve kitaplarına inanmak ve bunlara uymaktır. İnsan, Allahü teâlâya ancak böyle yaklaşabilir.)

Zâriyat suresinin, (İnsanları ve cinni, bana ibadet etmeleri için yarattım) mealindeki 56. âyet-i kerimesindeki (ibadet etmeleri için) ifadesi, (beni tanımaları için) demektir. Yani, Allahü teâlâyı tanımak, inanmak için yaratıldık. Hadis-i kudside, (Tanınmak için her şeyi yarattım) buyurması, (Onların beni tanımakla şereflenmesi için) demektir.

Peygamber efendimiz, ilmin inceliklerini soran bedeviye, (İlmin başını öğrendin mi?) diye sordu. O da, (İlmin başı ne ki?) dedi. Bedeviye, (İlmin başı, Allah’ı tanımaktır. Bu da Onun; misli, benzeri, zıddı, dengi, eşi olmadığını, vâhid, evvel, ahir, zâhir ve bâtın olduğunu bilmektir) buyurdu.


Huzura kavuşmak için
Yalnız maddiyata inanan kimselerin çok defa dertlerine çare bulamadıklarını, intihara kadar gittiklerini görüyor ve okuyoruz. Yalnız maddeye inanan kimseler, çok kereler dertlerine çare bulamayıp, ümitsizliğe kapılmaktadır. Bu, onların ruhlarının boş kalmasından ileri gelmektedir. İnsanın ruhu da, bedeni gibi gıdaya muhtaçtır. Bu da, ancak iman etmekle mümkündür ve Allahü teâlânın yolunu ancak din gösterir. Allahü teâlâyı inkâr edenler bile, muhakkak bir gün bu ihtiyacı duyarlar.

Ünlü Rus yazarı Soljenitsin, Amerika’ya yerleştiği zaman, kendisinin büyük sıkıntılardan, ruhi bunalımlardan kurtulacağını zannetmişti. Bir gün bir üniversitede Amerika gençlerini başına toplayarak onlara şöyle hitap etmişti:

(Ben buraya gelince, çok bahtiyar olacağımı sanmıştım. Ne yazık ki, burada da büyük bir boşluk hissediyorum. Çünkü siz, artık maddenin esiri olmuşsunuz. Evet, burada hürriyet var, herkes istediğini yapıyor. Fakat, ancak maddeye önem veriyor. Ruhları bomboş. Halbuki, insanı hakiki insan yapan, onun tekamül etmiş [gelişmiş], temizlenmiş ruhudur. Size tavsiyem şudur: Ruhunuzu geliştirmeye, güzelleştirmeye bakın! Ancak o zaman, ülkenizde bulunan ve sizi de üzen çirkinlikler yok olmaya başlar. Dine önem verin! Din, insan ruhunun gıdasıdır. Dinine bağlı insanlar, her işte sizin en büyük yardımcınız olacaktır. Çünkü, onları Allah korkusu doğru yoldan ayırmaz. Sizin en büyük güvenlik teşkilatınız bile, herkesi gece gündüz kontrol edemez. İnsanları kötülükten alıkoyan polis gibi, onların duyduğu Allah korkusudur
 

guner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
319
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: anlayamadığım bir şey var

Yarattığı her şeyde nice hikmet var
Sual: Allah faydasız bir şey yaratmaz mı?
CEVAP
Yaratmaz. Allahü teâlâ hakimdir, yarattığı her şeyde nice faydalar vardır. İnsan aklı bunları anlayamaz. Akıl ancak alıştığı, duygu organları ile aldığı bilgileri ölçer, kavrar.

Kâfirleri yarattığında, bunlara uzun ömür, bol rızık, mevki, rütbe verdiğinde, küfürlerini, kötülük yapmalarını dilediğinde ve yılanları, hınzırları, zehirleri yarattığında [görülemeyen atomun, düşünülemeyen küçücük çekirdeğinde, akılları şaşırtan, şehirleri yok eden muazzam kuvvet yerleştirmesinde, ışık, elektrik, mıknatıs ve kimya enerjileri yaratmasında, fizikte, kimyada, biyolojide okunan ve pek çoğu henüz anlaşılamayan madde ve kuvvet ve hayat kanunlarını, nizamını kurmasında] sayısız hikmetler, faydalar vardır. Faydasız bir şey yapmak aşağılıktır.

Dinimiz, sayısız varlıkların yaratılış hikmetini açıkça bildirmemiştir. Allahü teâlânın yarattıklarındaki hikmetlere bakıp, gerekli ibreti almayı emrettiği için insanoğlu gücü nispetinde ibret almaya gayret etmelidir!

Her varlığın yaratılışında, her emir ve yasakta nice hikmetler vardır. Ölçüsüz konuşan bazı kimseler (Bunun hikmeti şudur) diyerek kestirip atıyorlar. Halbuki, (Sayısız hikmetinden birisi de şu olabilir) dense belki daha az hata edilmiş olur. Meşhur ölçüsüzlerden birisi (Domuz etinin yasaklanmasındaki hikmet, içinde trişin isimli kurtların bulunmasıdır) demişti. Münkirler ise (Haram olmasındaki sebep, trişin ise, öldürülmesi mümkün) diyerek kafasına göre haramlığını kaldırıyordu. Eğer, (Domuz etinin haram edilişindeki hikmetlerden birisi de trişin) denseydi, münkirin itirazına da sebep olmazdı. Besmelesiz kesilen kuzu eti de haramdır. İnsanoğlu, emir ve yasaklardaki hikmetlerden kaçını anlayabilir?

Tek hikmet aramak yanlış olur
Allah’a inanan tanıdık bir jinekolog doktor, (Kız çocukların bakire olarak doğması, mikropları önlemek için) demişti. Bu cevap çok tuhafıma gidince, ona şöyle sorular sormuştum:

Niye mikrobu önlemek için kızlara böyle bir tedbir alınmış da, kadınlara alınmamış?

Kadınların, kızların sakalsız yaratılışları, traş olma güçlüğünü önlemek için mi?

Erkeklerin kadınlar gibi çocuk doğuracak vasıfta yaratılmayışı, erkeklerin sıkıntılara katlanamayacağı için mi?

Her şeyde tek hikmet aramak yanlış olur. O halde insan, akıllara hayret ve durgunluk veren sayısız hikmetlere bakıp acizliğini idrak etmelidir! Allah’a iman eden, Onun emir ve yasaklarına riayet ederse, huzura kavuşur.

Yeşile, maviye, denize bakmak göz sıhhati için faydalıdır. Gökteki yıldızların, gezegenlerin hepsinin hikmetleri vardır. Bu gezegenler yollarından azıcık saparsa birbirlerine çarpıp paramparça olurlar.

Yerin içinde maden hazinesi saklıdır. Çeşitli madenler, kömür, petrol, soğuk ve sıcak sular, maden suları, kaplıca suları... Yerin içinde daha neler gizlidir. Yeryüzündekilerin hangi birisini sayabiliriz. İnsanoğlunun istifadesine verilen çeşitli bitkiler, sebzeler, meyveler, hayvanlar bulunur. Bütün bunları yerli yerince dilediği gibi yaratan eşsiz hikmet sahibi Allahü teâlâya hamd olsun. Bunlar Onun varlığının apaçık delilleridir.

Bilmediğimiz birçok hikmetlerin yanında bildiğimiz hikmetler çok azdır. Güneş ışığında çeşitli ışınlar vardır. Işık olmasaydı gözlerden istifade mümkün olabilir miydi? Renkler nasıl ayırt edilebilirdi? Güneş olmasaydı, gece ile gündüz olmaz, her yer karanlık olurdu. Güneş, şimdiki yerinden dünyaya çok yakın olsaydı, fazla sıcaktan dünyada hiçbir canlı yaşayamazdı. Güneş dünyaya uzak olsaydı, soğuktan yine dünyada hayat olmazdı. Güneşi böyle dünyaya en uygun uzaklıkta yaratan Allahü teâlânın şanı ne yücedir.

Ayın hikmetlerinden birisi, kameri takviminin hesap edilmesine yaramasıdır. Bazı geceler ay ışığından da istifade edilir. Med-cezir hadisesi, ayın çekim kuvvetinden ileri gelir. Eğer Ay, dünyaya çok yakın olsaydı, med olayı olunca, denizlerdeki sular kabarıp dünyayı su altında bırakırdı. Ay’ı zararsız, ama faydalı bir uzaklıkta yaratan Rabbimizin şanı çok yücedir.
Muntazamdır, cümle efalin senin,
Akıl ermez, hikmetine kimsenin.

Allah’ın yaratma gücünü anlamak için
Sual: Allah’ın varlığına inanmayan bazı kimseler, (Allah her şeye gücü yetiyorsa, kendisi gibi bir ilah veya kaldıramayacağı bir taş yaratabilir mi?) gibi sorular soruyorlar. Cevap verir misiniz?
CEVAP
Bunlar gibi sorular sorarak güya Müslümanları zor duruma sokmaya çalışıyorlar. Aklı ve ilmi olan kimse için bu soruların cevapları çok basittir.

Allah’ın yaratma gücünü anlamak için Allahü teâlâyı ve bütün sıfatlarını iyi bilmek gerekir. Allahü teâlânın kıdem sıfatı da vardır. Yani evveli yoktur, yaratık, yani mahluk değildir. Allah’ın yarattığı her şey mahluk olur. (Allah, evveli olmayan, yani kıdem sıfatlı bir varlık, yani bir ilah yaratabilir mi?) demek tenakuz [çelişki] olur. Yaratılan şey yaratıktır, mahluktur. (Bir şey yarat ki, mahluk olmasın!) denmez. Çünkü yaratılan şey mahluk olur. Mahluk olan şey de yaratıcı olmaz. Onun için, (Allah kendisi gibi yaratıcı olan bir ilah yaratabilir mi?) sözü, mantıksız, çelişkili bir sözdür.

Her yaratık, bir yaratıcı tarafından yaratıldı gerçeği kabul edilmezse, inanmayan da bu işe cevap veremez. Mesela bir kimse, ben nereden geldim dese, bu sırası ile Hz. Âdem’e kadar gider. Ondan sonra, Onun topraktan yaratıldığı, toprağı da Allah’ın yarattığı anlaşılır. İnanmayanların dediği gibi, Allah’ı da başka bir ilah yarattı denirse, bu çok yanlış olur, çünkü, bu sefer de onu kim yarattı denir. Onu da bir başkası yarattı denirse, bu sefer peki onu kim yarattı denir. Bu sonsuza kadar böyle sürüp gider, bir netice alınamaz. Her şeyin bir sebebi vardır. Bu sebepleri kendisinin sebebi ve başlangıcı olmayan biri yaratabilir o da Allah’tır.

Allah’ı cisim gibi, insan gibi düşünenler, (Allah kaldıramayacağı taş yaratabilir mi?) diye soruyorlar. Bütün kâinatı bir anda yok edebilir. Hepsini de bir anda yaratabilir. Kur’an-ı kerimde mealen, (Ol dememiz kâfidir) buyuruluyor. Bir taşa ağırlık veren, yer çekimi kuvvetini yaratan Odur. Yer çekimini yaratmasa idi, ağırlık da olmazdı. Yarattığı her şeye hakimdir, gücünün yetmeyeceği bir şey olmaz. Yarattığı her şeye gücü yeter. Her şeye gücü yetenin gücü yetmediği şey olmaz. Gücü yetmediği bir şey, kaldıramadığı bir taş yaratabilir mi demek mantıksızlık olur.
 

guner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
319
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: anlayamadığım bir şey var

Kâinatta tesadüflere yer yoktur
Sual: Evrende her şeyin kendiliğinden, tesadüfen olması mümkün müdür?
CEVAP
Bu bilgileri şu anda bilgisayarla yazıyoruz. Bu aletin kendiliğinden olduğunu, bir ustasının olmadığını söylemek kadar anlamsız söz olmaz. Kâinattaki diğer şeyler de böyledir. Bu muazzam kâinat, tesadüfen olabilir mi? Basit bir örnek verelim. Bilgisayarın klavyesindeki tuşlara rastgele bassak, acaba anlamlı bir cümle meydana gelebilir mi? Peki bir sayfa yazacak kadar tuşlara rastgele vursak veya bir kitap olacak kadar tuşlara bassak, anlamlı, konusu olan bir kitap meydana gelebilir mi? Bunu biz yaparsak, anlamsız da olsa bir kitap dolusu yazı meydana gelir. Peki, klavye hiçbir etki olmadan kendi kendine çalışıp, anlamı ve konusu olan bir kitap yazabilir mi?

Bir kayık yapıp denize açılmak istesek, önce odun bulmamız, sonra bundan tahtalar çıkarmamız, bunları belli birer ölçüde keserek çivilerle çakmamız gerekir. Sonra küreklerle çekerek istediğimiz yere gidebiliriz. Acaba tahta, çivi, keser, usta gibi şeyler olmadan, kayık kendiliğinden meydana gelir mi? Kendiliğinden istenilen yere gider mi? Yani, bir ağaç kendiliğinden oldu, kendiliğinden kesildi, kalaslara bölündü. Bu kalaslar kendiliğinden çivilenip kayık oldu. Bu kayık, kendiliğinden bir deniz buldu. Kürekler kendi kendine çekiliyor, kayık kendi kendine yüzüyor, rotasını biliyor ve istenilen yere gidiyor. Bunun olması mümkün mü?

Bugün robotlar yapılıyor. Muazzam işler yapıyorlar. Bu kayık örneğini bir robot yapabilir. Ama bu robotu da bir yapanın olması gerekiyor. Yani kendiliğinden olması mümkün olmuyor.

Kitabın, kayığın, bilgisayarın tesadüfen meydana geleceğini kabul etmeyen kimse, baştan başa bir sanat eseri olan bu muazzam âleme tesadüfen yaratıldı diyebilir mi? Yahut şuursuz, cansız tabiat yaratmıştır diyebilir mi? Elbette diyemez. Hesaplı, planlı, ilimli, sonsuz kuvvetli bir yaratıcının yaptığına şeksiz, şüphesiz inanmaya mecbur kalır.


Bunların hangisi tesadüftür?
Kâinata bakılınca, her şeyin bir düzen içinde olduğu, hiçbir şeyin başıboş olmadığı görülür. İnsanların fezada saatte 1600 km. hızla dönmekte olan, içi ateş dolu bir gezegen olan dünyanın üzerinde, yalnız yer çekimi kuvveti ile kalarak yaşaması ne büyük bir harikadır. Bunu tesadüfe bağlamak ne kadar yanlıştır.

İnsan kendine baktığı zaman, bir damla sudan, göz, baş, kan, sinir gibi vücudunun bütün organlarının ve akıl ve ruhunun yaratılmış olduğunu görür. Bunu kendisinin yaratmadığını, bir yaratıcının bulunduğunu zaruri olarak bilir. Tesadüfen muazzam bir vücudun meydana geldiğini düşünmek akla uygun olmaz. Vücuttaki organların yerli yerinde yaratılışını, hiçbir uzuvda eksiklik ve fazlalığın bulunmayışını görür ve bunları yoktan yaratanın kudretini anlar.

Işık saçan Güneş, en uygun ısı ile bitkilerin yetişmesini, bazılarının içinde ise, kimyasal değişikler yaparak un, şeker ve daha nice gıda ve deva maddelerinin meydana gelmesini temin eder. Halbuki, dünya kâinat içinde ufacık bir varlıktır.

Güneş etrafında dönen gezegenlerden meydana gelen ve içinde dünyanın da bulunduğu güneş sistemi, kâinat içinde bulunan ve sayısı bilinmeyen pek çok sistemlerden sadece biridir. Güneşin ışınlarının, 150 milyon km uzağındaki dünyaya ancak milyarda biri gelmektedir. Sadece bu kadar bile arz-atmosfer makinesini çalıştırmaya yetmektedir. Yani bütün canlıların hayatiyetlerini devam ettirebilmeleri mümkün olabilmektedir.

Güneşin sıcaklığı, sathında 5500, merkezinde ise 20 milyon dereceyi bulur. Dünyanın güneşe olan mesafesi, bizim ihtiyacımız olan sıcaklığı alacak kadar ayarlıdır. Eğer dünyanın güneşe olan uzaklığı daha fazla olsaydı, dünyaya daha az ışık gelir, soğuktan hiçbir canlı var olamazdı. Dünya, güneşe daha yakın olsaydı, bu sefer de sıcaklıktan hiçbir canlı var olamazdı. Buna tesadüf denebilir mi?

Atmosferde bulunan su buharı, radyasyon kaybından ötürü geceleri yeryüzünün aşırı soğumasını, sebze ve meyvelerin donmasını da önler. Gece ile gündüz arasında çok aşırı sıcaklık farkı da görülmez. Toprak üstündeki su, ya buharlaşarak havaya geçer, yahut toprak altına sızarak, yer altı sularını meydana getirir. Suyun en önemli kaynağı okyanuslardır. Dünyanın dörtte üçü su ile kaplıdır. Su bu kadar geniş alana yayılmakla kâfi buharlaşmayı sağlar, yağış rejimini düzenler. Eğer, okyanusların dağılımı şimdiki gibi yaygın olmasaydı, yağmurda önemli ölçüde bir azalma görülür, neticede, şiddetli bir kuraklık hüküm sürerdi. Okyanuslardan buharlaşan su, sadece okyanuslar üzerine düşmez. Su buharı olarak havaya karışır ve üst atmosferdeki kuvvetli rüzgarlarla dünya üzerine dağılır, böylece ihtiyaç duyulan nem, değişik bölgelere kadar ulaşır. Her bölge, az veya çok suya, rahmete kavuşur.

Her madde, ısınınca hacmi büyür, soğuyunca küçülür. Fakat su, +4°C den itibaren soğursa hacmi genişler. Suda bu özellik olmasaydı, deniz ve göllerde buz haline gelen su tabakası dibe çöker ve bu olay 0°C ve daha düşük sıcaklıkta tekrarlanarak neticede suların buz tabakaları yığını haline gelmesine sebep olur, böylece buradaki bütün canlılar ölürdü. Suyun böyle bir özelliğe sahip olması bir tesadüf müdür? Suyun bu özelliğinin de bir gaye için olduğu görülür. Bir gayeye hizmet eden sebep ise tesadüf olamaz.

En büyük iplik fabrikalarının, modern makinelerle yaptığı ipek, küçük bir ipek böceğinin yaptığı ipek randımanının çok altındadır. İpekböceği gibi hangi modern fabrika, ağaç yaprağından sağlam kumaş imal edebilir? İpekböceğine dut yaprağı yemesini, ondan ipek imal etmesini kim öğretmiştir?

Aynı toprakta yetişen limon ekşi, portakal tatlı olur. Topraktan aynı gıda ve aynı suyu aldığı halde soğan acı, karpuz tatlı oluyor. Rengarenk çiçeklere, mesela menekşeye bakılınca, çeşitli renklerin bir yaprak üzerine işlendiği görülür. Böyle akıl almaz derecede mükemmel ve muazzam eserleri hikmetli bir şekilde ancak sonsuz bir kudret sahibi yaratabilir. O da elbette Allahü teâlâdır.


Hayvanların özelliklerini hiç incelediniz mi?
Allahü teâlâ, sayısız hayvan yarattı. Bir kısmının zararından emin olmak, bir kısmının da insanlara itaat etmesi için, onlara akıl vermedi. Mesela bir çocuk, bir koyun sürüsünü güdebilir.

Et yiyen hayvanların kolay avlanabilmeleri için, onlara sıçrama kabiliyeti, parçalayıcı dişler ve pençe ihsan etti. Av veya polis köpeğini insanların menfaatine uygun kabiliyette yarattı. Bazı hayvanları binmeye ve yük taşımaya elverişli, bazılarının etinden, sütünden, derisinden, yününden, yumurtasından, kemiğinden, dişlerinden istifade edilecek özellikte yarattı. Nesillerini devam ettirebilmeleri için her hayvanın cinsine göre en uygun şekilde üreme organlarını da yarattı.

Fil, hortumu sayesinde yerden bir şey alıp ağzına ****ürür. Filin hortumu su içmeye mahsus bir kap, yiyeceklerini toplayıcı bir el, nefes alacak bir burun, sırtına yük yükleyecek bir kol, ağırlık kaldırıcı bir vinçtir. Allahü teâlâ, fili binicilerinin faydalanacağı bir vasıta olarak yaratmış, ayrıca özel anlayış kabiliyeti de vermiştir. Bu sayede ehlileştirilip yük taşır ve harpte kullanılır.

Zürefa, yüksek yaylalarda, kayalık, ağaçlık yerlerde yaşar. Cenab-ı Hakkın kendisine ihsan ettiği uzun boynu sayesinde diğer hayvanların yetişemediği, çıkamadığı yüksek yerlerdeki otlardan, ağaçların tepesinden rızkını temin eder.

Balık suda yaşar. Allahü teâlâ, balıkların suda kolayca gidebilmeleri için yüzgeçler yaratmıştır. Suda boğulup ölmemeleri için akciğer yaratmamıştır. Su içindeki oksijeni alabilecek solungaçlar yarattı. Balığın ayağı olmadığı halde suda çok süratli hareket edebiliyor. Deniz üzerinde uçan kanatlı balıklar da vardır. Mürekkep balığı tehlikeyi sezdiği zaman, derhal bir boya ifraz ederek görünmez olur, nereye gittiği anlaşılamaz.

Bukalemun, hareket kabiliyeti az olduğu için düşmanlarından kaçamaz. Fakat Allahü teâlâ buna renk değiştirme hususiyeti vermiştir. Çevreye kolaylıkla uyar. Kırmızı, yeşil veya sarı renge bürünebilir. Bulunduğu yerin rengine uyarak, kamufle olur, düşmanlarından korunabilir. Gözleri her tarafa dönebilecek şekilde yaratılmıştır. Bir gözüyle karşısına bakarken, öteki gözüyle de arkasını görebilir. Öyle ki, avını veya düşmanını başını çevirmeden görebilir. Vücudunun uzunluğu kadar dili vardır. Arkasındaki avına kolayca ulaşabilir, dilini bir ok gibi fırlatır. Dilinin ucu yapışkan olduğundan avını hemen yakalar. Dilin ucundaki yapışkan kısma isabet eden avın kurtulma ihtimali yoktur. Her hayvana rızkını ve düşmanı için silahını yaratan Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur.

Karınca, topladığı danelerin yerdeki nem sebebiyle yeşerip bitmemesi için daneleri parçalar. Islanan danelerin çürüyüp bozulmaması için de dışarı çıkarıp kurutur. Sellerin zarar vermemesi için yuvasını yüksek yere yapar. Allahü teâlâ, cemiyet halinde yaşamayı, yardımlaşmayı, kış için azık toplamayı karıncaya ilham etmiştir. Bu ilhamı veren cenab-ı Hakkın şanı çok yücedir.

Arı da cemiyet halinde yaşar. Her grup kendisine bir başkan seçer. Eğer ikinci bir başkan çıkarsa onu öldürürler. Arı dışkılarını balın içine koymaz. Dışarıya bırakır. Uzak yerlere gidip dolaştıktan sonra şaşırmadan kovanını bulur. Balın imalini, yapısını, faydalarını, bal mumunu, peteklerin altıgen şeklinde yapılışını anlatmak için kitap yazmak gerekir. Akılları durdurucu duyguları arıya ilham eden Allahü teâlânın hikmetlerini anlamak ve anlatmak mümkün müdür?

Karasinek, altı ayaklı olarak yaratılmıştır. Dördü ile yürür, ikisi yedektir. Yürüdüğü ayakları çamurlanırsa yedek ayakları ile bunları silip kurular.

Örümcek, yuvasını yapmak ve avına tuzak kurmak için ağ deposu ile yaratılmıştır. Kurduğu ağ, sineklerin ve bazı böceklerin ayaklarına takılır. Örümcek, tuzağa yakalanan haşereyi, sıvı bir madde ile etrafını sararak, her an taze yiyebilmek için onu konserve haline getirir. Acıkınca biraz yer, sonra yediği yeri mumyalar. Bütün bu işleri örümceğe ilham eden Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur.

İpekböceği gibi hangi modern fabrika, ağaç yaprağından sağlam kumaş imal edebilir? İpekböceğine dut yaprağı yemesini, ondan ipek imal etmesini ilham eden Allahü teâlâ, insanların istifadeleri için neler yaratıyor. İpekböceği, zamanla kelebek olur. Eğer kurt [larva] halinde kalsalardı, üremeleri mümkün olmazdı. Bunlar tesadüf mü?

Ayaksız yürüyen yılan, su içer, inek de su içer. Aynı su, birinde zehir, birinde süt olur. Kaplumbağa tehlike görünce büzülüp taş haline gelir, kirpi de keven dikeni gibi büzülür. Ateş böceği ışık saçar.

Tahtakurusu, kan emmek için duyargasının ısı ve koku alma yolu ile kan emeceği insanı tanır. Çünkü böceğin duyargası hassas bir antendir. Bununla, hafif bir ısının yol açtığı hava dalgasını fark eder. Kanını sevdiği bir insanın etrafına birkaç sıra kanını sevmediği kişilerden barikat kurulsa, tahtakurusu hepsini geçip kanını sevdiği insana gelir. Kiminden kaçar kimine koşar. Küçücük böceği böyle bir hisle yaratan Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur.

Çölün şartlarına en uygun hayvan
Her hayvan ve her vasıta çöldeki kuma batmadan kolaylıkla gidemez. Çölde her zaman su bulmak güçtür. Kavurucu sıcaklar su kaybına, terlemeye sebep olur. Allahü teâlâ, çölün şartlarına uygun bir hayvan yaratmıştır. Bu acaip hayvan devedir. Ayaklarının tabanı yastık gibi yumuşak olduğundan, diğer hayvanların aksine kuma batmaz.

Deve, uzun müddet yiyip içmeden yaşayabilen bir hayvandır. Çölde aç kalan deve, vücudundaki yağları yakarak lüzumlu gıdasını temin eder. Hörgücü yağ deposudur. Uzun çöl yolculuğunda yedek gıda deposu olan hörgücünün yavaş yavaş azaldığı görülür. Böylece kendi kendini besleyebildiği için açlık deve için bir mesele sayılmaz.

Devenin, ikinci mühim hususiyeti de susuz yaşayabilmesidir. Kızgın kumlar üzerinde ağır yükün altında bir hafta su içmeden yol alabilir. Bu şaşılacak bir özelliktir.

Devenin yağ deposu olan hörgücü aynı zamanda bir su kaynağıdır. Bilim adamlarının aklının alamadığı kimyevi hadiseler neticesinde, hörgüçteki yağ suya da dönmektedir. Yağ, hem gıda, hem de su ihtiyacını karşılamaktadır.

Nemli bir yere çöken deve, ihtiyacı olan suyu, yerin neminden alır. Tüyleri, güneşin sıcaklığını yansıtabildiğinden, sıcağın yakıcı tesirinden korunarak su ihtiyacı hissetmez. Devenin başka bir özelliği de, vücuttaki suyun kaybolmaması için hemen hemen hiç terlemeyecek şekilde, kum fırtınasında kumların burnuna kaçmaması için burnu hemen kapanacak şekilde yaratılmıştır.

Otlarken dilini çıkarmadığı için su kaybı daha az olur. Az idrar çıkarır. İdrardaki ürenin çoğu yeniden protein yapılarak hem gıda, hem de su kazanmak için karaciğerinden geçer. Bütün bunları yaratan Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur.

Kendilerine mahsus silahları var
Her hayvan neslini devam ettirecek şekilde yaratılmıştır. Düşmandan korunacak, avını yakalayacak silahı vardır. Mesela bir cins çekirge düşmanı saldırınca, çok kötü kokulu ve zehirli köpük fışkırtır. Düşmanı saldırmaktan vazgeçmek zorunda kalır. Bir cins hamamböceği de, düşmanına karşı çok sıcak bir sıvı fışkırtır.

Memeli hayvanlar içinde uçabilen tek hayvan yarasadır. Ses dalgalarına karşı muazzam hassastır. 200 bin frekanslı sesleri rahatlıkla duyar. Halbuki insan, azami 20 bin titreşimi ses olarak duyar. Karanlık gecede rahatlıkla bir yere çarpmadan uçar. Uçarken, kanat çırparken insanların duyamayacağı yüksek frekanslı sesler çıkarır. Bu sesler bir cisme çarpınca hemen yarasaya geri akseder. Yarasa bu cisimlerin hareketli veya sabit olduğunu anlar. Ona göre vaziyet alır. Bu sayede avını yakalar, düşmanından kaçar.

Yarasa, dinlenirken baş aşağı durur. Kanatları ile vücudunu öyle örter ki, yağan yağmurlar kanatları üzerinden aşağı akarak vücudu ıslatmaktan korur. Kapalı yerlerde de tavana yapışıp baş aşağı durur.

Yarasa, bazı hayvanlar gibi, kışlık yiyeceği koyacak yer bulamaz. Kışın aç kalmamak için Allahü teâlâ bu çeşit hayvanlara kış uykusu ihsan etmiştir. Yarasa, kış uykusu esnasında vücudundaki yağı azar azar tüketir. Yağ tabakası aynı zamanda hayvanın üşümemesini sağlar.

Yarasanın bir kısmı sivri sinek ve mahsule zarar veren böcekleri yer. Bir kısmının gübresinden istifade edilir. Gübresi ziraat dışında, barut yapmak için güherçile imalinde kullanılır. Her hayvanın yaşaması için çeşitli imkanlar yaratan ve hayvanlardan çeşitli şekilde istifade sağlayan hikmet sahibi Rabbimize hamd olsun!

Kuşlardaki ilginç özellikler
Allahü teâlâ, her kuşun kolayca uçabilmesi, gıdasını toplayabilmesi, soğuktan, sıcaktan korunması, kendini savunması ve üremesi için muhtaç olduğu her şeyi en uygun şekilde yaratmıştır. Mesela, yerde yürüyebilmesi, uçuş için yerden yukarıya yükselmesine ve yere konmasına yardımcı olması için kuşları iki ayaklı yaratmıştır.

Fazla soğuk ve sıcaktan etkilenmemesi için kuşun vücudunu tüylerle kaplı olarak, ayak derilerini de kalın ve dayanıklı olarak yaratmıştır. Kuşların ayak derileri de tüylü olarak yaratılsaydı, çamura girince çamur tüylere yapışıp uçuşa mani olurlardı. Uçuş esnasında tüylerin kolay kopup kuşların çıplak kalmamaları için deriye çok sağlam raptetmiştir. Bunun gibi, yağmurdan etkilenmeyecek biçimde tüyleri kaygan bir özellikte yaratmıştır.

Kuşlardaki kanatların hikmetini düşünmeye çalışmalıdır! Kalın tüyleri tutan kemiğimsi çubuk olmasaydı, tüyleri bütün vücutta kıl gibi bitseydi, rüzgara karşı mukabele edemezdi. Tüyleri tutan çubuk kalın olduğu halde içi boş olduğundan uçuşa mani değildir. İçi boş olduğu için de kolay kolay kırılmaz.

Leylek gibi uzun ayaklı kuşların suda kolayca gıdalarını almalarını sağlamak için boyun ve gagalarını da uzun yaratmıştır. Ayaklar uzun olduğu halde boynu kısa olsaydı veya ayakları kısa olduğu halde boynu uzun olsaydı gıdalanmaları mümkün olmayacak kadar zor olurdu. Mesela gagası kısa olsaydı, su içinde boğulabilirdi.

Allahü teâlâ, her cins kuşa, beslenmelerine uygun şekilde gaga yaratmıştır. Gaga, keskin olduğu için bıçak vazifesini görür. Gaga ile parçalanıp yenen şeyler, karındaki yüksek ısı sayesinde gayet ufak olarak öğütülür, böylece dişlere lüzum kalmaz.

Cenab-ı Hak, kuşların üremesini yumurta ile yarattı. Eğer yavrusunu karnında yaratmış olsaydı, bu hâl, kuşun uçmasına mani olurdu. Kuluçka müddeti boyunca yumurtaların üzerinde yatması kuşa ilham olunmuştur. Güvercinler, kuluçkadaki yumurtalar soğuyup bozulmasın diye biri çıktığı zaman diğeri ona vekalet ederek kuluçka müddetince nöbetleşe yumurtalar üzerinde yatıyorlar. Sanki bu tedbir kalkınca yumurtaların bozulacağı kendilerine öğretilmiştir. Kuşlara bunları kim öğretmiştir? Bütün bunlar tesadüfi şeyler değildir. Cenab-ı Hakkın kudretinin tezahürüdür.

Leylekler, Anadolu’dan kalkıp Afrika’ya göç ediyorlar. Göç sadece leylekler arasında değil, başka kuşlar arasında da meydana gelmektedir. Turna ve kırlangıç gibi Amerika’da ötleğen denilen kuşları, Kanada’daki yazlık yuvasını terk ederek, dağ, orman ve nehirler aşarak 4-5 bin km.lik bir seyahatten sonra Güney Amerika’daki kışlıklarına ulaşırlar. Üç gün, geceli gündüzlü hiç durmadan kafile halinde uçarlar.

Göçmen kuşlar, uygun rüzgarlar bulabilmek için yerden 6 km yukarılara kadar çıkarlar. Yiyecek bulmak ve soğuktan korunmak için göç ederler. Seyahate çıkmadan önce vücutlarına yağ depo ederler. Yağın, aynı miktardaki protein ve karbonhidrata göre iki misli enerjiye sahip olması, kuşlar için en iyi bir yakıt olmasına sebeptir. Kuşlar, eski yuvalarını bulmak için Güneşi pusula olarak kullanırlar. Sisli ve bulutlu havalarda ise, yerin manyetik sahasını, geceleri ise yıldızları pusula olarak kullanırlar. İnsanlar frekansı 16000den az olan sesleri işitemediği halde, kuşlar rahatça işitebildikleri için yollarını kolayca bulabiliyorlar.

İnsanlar, mevcut olan yerçekimi kanununu 17. asırda öğrenmişken, kuşların, asırlardan beri yerin manyetik alanıyla çekim gücü arasındaki açıyı ölçerek yönlerini tayin etmeleri bir tesadüf olamaz. Kâinatta tesadüflere yer yoktur. Her şey kudret sahibi Yüce Rabbimizin yaratmasıyla meydana gelmektedir.

Hayvanların yavru sevgisi
Yırtıcı kuşlar ve bazı hayvanlar yavrularına hiçbir zarar vermeden uzak yerlere ****ürürler. Yarasalar emin yer bulana kadar 2-3 gün yavrularını sırtlarında taşırlar. Aksilokop hayvanı yumurtladıktan hemen sonra ölür, yavrusunu hiç görmez buna rağmen yumurtadan çıkacak yavrusuna gösterdiği ihtimam dikkate şayandır. Yavrusu bir sene gıdasını temin etmeye muktedir değildir. Bundan dolayı anne, bir ağaç parçasında uzunca bir oyuk meydana getirir. Çiçek yapraklarını ve bazı yumuşak dalları buraya doldurmaya başlar ve oraya bir yumurta bırakır. Sonra ağaçtan çıkardığı tozları hamur haline getirip tavan yapar. Bundan sonra başka bir yuva yapmaya koyulur. Buraya bıraktığı yiyecekler, bu yavruya tam bir sene yeter.

Eşek arısı toprakta kazdığı çukura yumurtasını bırakmadan önce avladığı hayvanları da yumurtanın yanına bırakır. Sonra üstünü örter.

Yapılan araştırmalarda, bir serçenin yeni çıkmış bir yavrusu için günde 1217 kere gıda aramak için sefer yaptığı tespit edilmiştir.

Yavrularının kaybolması üzerine hayvanlardaki üzüntünün, araştırmalara göre insanlardan daha çok olduğu tahmin edilmektedir.

At, yavrusu öldüğünde acı acı kişner, gözlerinden yaşlar akar, ölüsünün başına kimseyi yaklaştırmaz. Gömdükten sonra başında bekler. Yemeden içmeden kesilir. Bazılarında bu üzüntü, ölümle neticelenir.

Tavuk, kaz, köpek gibi hayvanların yavrularını vermemek için insanlara saldırdığını, kedilerin, yavrularını ağızlarına alarak, onları incitmeden ****ürdüklerini görenler çoktur.

Yaban domuzu avında, domuzların, yavrularını bırakıp kaçmadığı, bilakis, yavrularını burunları ile iterek kaçmalarını sağladığı defalarca görülmüştür.

Kangurunun, tehlike görünce yavrularını karnındaki torbaya doldurup kaçtığı bilinmektedir.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, yarattığı yüz rahmetten birini mahlukat arasında taksim etti. Bu sebeple anne evladına şefkat eder, hayvanlar yavrularını sever ve bütün mahlukat birbirine merhamet eder.) [Ebu Ya’la]

Nesillerini devam ettirebilmeleri için hayvanlara da bu sevgiyi veren Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur.


Su, ateş ve hava’nın önemini düşündünüz mü?
Her canlıyı sudan yaratan Allahü teâlâ hayatın devamı için suyu insanların istifadesine vermekle en büyük nimetlerden birini ihsan etmiştir. Susuz kalmayanın, suyun kıymetini bilmesi pek kolay olmaz. Ayrıca Allahü teâlâ, bol bol ihsan ettiği için kıymeti herkesçe bilinmemektedir.

Her meyve, sebze ve diğer bitkilerin ve her canlının varlığı suya bağlıdır. Yenilen gıdaları su ile sindirme zarureti vardır. Su olmasaydı, sindirim gerçekleşmez, yaşamak da mümkün olmazdı.

Suyun temizleyicilik özelliği bile ne büyük nimettir. Su ile yapılan ihtiyaç maddelerine bakmak, su ile pişirilen yemekleri düşünmek gerekir. Şiddetle muhtaç olduğumuz suyun kadrini biliyor muyuz? Su nimetindeki hikmetleri düşünebilen kimsenin, Yaradanına teslim olmaması mümkün müdür?

Allahü teâlâ, insanlar için en büyük nimetlerden biri olan ateşi bir lütuf ve ihsan olarak ihtiyaca yetecek kadar yarattı. Her canlıda ısı mevcuttur.

Ateş nimetinin de faydaları sayılamayacak kadar çoktur. Ateş sayesinde madenler eritilerek çeşitli sanayilerde kullanılmakta, yemekler pişirilmektedir. Kışın soğuktan ateş sayesinde korunulur. Bütün aydınlatma cihazları yine ateş sayesinde mümkün olmaktadır. Ateşi istediğimiz gibi çeşitli işlerde kullanmamızı ihsan eden cenab-ı Hakka ne kadar şükretsek azdır.

Eğer bir müddet hava nimeti yok olsa, bütün canlılar helak olur. Uçsuz bucaksız boşluk hava ile dolu olduğu için, bu büyük nimetten habersiz yaşanıyor. Birkaç dakika nefes alıp veremesek ölürüz. Hava olmasaydı, uçaklar uçamazdı. Gemiler ve diğer vasıtalar da havaya muhtaçtır. Yağmur bile hava sayesinde düzgün yağmaktadır. Çünkü hava olmasaydı, yağmur kütle halinde düşer, ondan istifade zorlaşır, hatta felaket olurdu. Hava ve rüzgar olmasaydı, yağmurlar hep belli yerlere düşer, birçok yerlere de yağmaz, böylece fayda yerine zararı olurdu. Bazı yerlerde kuraklık hüküm sürerken, bazı yerlerde devamlı seller meydana gelir, birçok şeyler harap olurdu.

Hava olmasaydı kuraklık hüküm süren yerlerde bitkiler kurur, pınarlarda su kalmazdı. Böylece havada istenilen nem bulunmayacağı için ziraat yapılamaz, hastalıklar baş gösterir, kıtlık ve felaket meydana gelirdi.

Allahü teâlâ, insanoğlu için bunlar gibi daha nice sayısız nimetler yaratmıştır. Bunları kullanabilmek için akıl ihsan etmiştir. Bu ihsanlara karşı kulluk vazifemizi yapmamız gerekmez mi?

Yeryüzünde toprak olmayıp hep kaya ve taş gibi sert maddeler bulunsaydı, ziraat yapılmaz, toprak nimetinden istifade edilemezdi.

Yer çekimi kuvvetinin yaratılması ne büyük nimettir. Yer çekimi olmasaydı yeryüzünde yaşamak mümkün olmazdı. Hiçbir şey konduğu yerde durmaz, hafif bir etki ile göklere yükselirdi.

Mevsimlerin meydana gelmesi için dünyanın oval yaratılıp güneş etrafında, gece ile gündüzün meydana gelmesi için de kendi etrafında dönmesinin sayısız faydaları vardır.

Denizdeki hayvanlar, karadaki hayvanlardan daha fazladır. Bütün bu hayvanların rızıklarını veren Allahü teâlâ, hayvanları su içinde nefes alacak şekilde yaratmıştır. Deniz içinde boyu 25 metreyi bulan Anber balıklarını yaratmış, istiridye cinsinin karnında yüksek değerli inciler ve kabuklarından düğme ve süs eşyası yapılan sedefler yaratmıştır.

Cenab-ı Hak, suya belli kaldırma kuvveti vermeseydi, denize giren suyun dibine batar, bir daha çıkamaz, gemiler yüzemez, balıklar yaşayamazdı.

Sel, deprem, kuraklık gibi felaketlerin ara sıra meydana gelmesi, Allahü teâlânın sonsuz nimetlerine, lütuf ve ihsanına karşı isyanda olanları ikaz mahiyetindedir. Hiçbir nimet ve felaket sebepsiz değildir. Düşünenler için sayısız hikmetleri vardır.


Kâinat ve düzenli hayat
Canlı cansız bütün varlıklar bir düzen içindedir. Her maddenin yapısında, her olayda, her reaksiyonda, hiç değişmeyen bir düzen, bir matematik bağlantı vardır. Bunlara fizik, kimya, astronomi ve biyoloji kanunları diyoruz. Bu değişmez düzenden faydalanarak, insanlar fabrikalar kuruyor, ilaçlar imal ediyor, radyolar, televizyonlar, elektronik beyinler yapıyor. Mahluklarda, bu düzen olmasaydı, her şey rastgele olsaydı, bunların hiçbiri yapılamazdı. Her şey bozulur, yok olurdu.

Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Gökleri yedi kat ve birbirine ahenkli şekilde yaratan Rahmanın yarattığı her şeyde bir düzensizlik bulamazsın. Gözünü çevir de ibretle bak, bir aksaklık, bir eksiklik var mı? Bir aksaklık var mı diye gözünü tekrar çevir de bak, ama umduğunu bulamayıp bitkin düşersin.) [Mülk 3-4]

Varlıkların düzenli, bağlantılı, kanunlu olmaları; bunların kendiliklerinden, rastgele var olmadıklarını; her şeyin bilgili, kudretli, gören, işiten, dilediğini yapan bir yaratıcı tarafından var edildiğini göstermektedir. O, dilediğini var veya yok eder. Bir şeyi var etmeye ve yok etmeye, başka şeyleri sebep yapmıştır. Bu sebepleri yaratmasaydı, varlıkların arasında bu düzen olmazdı. Her şey karmakarışık olurdu. Fen, medeniyet hasıl olamazdı. Bir yaratıcının olduğu da bilinemezdi.
O, varlığını bu düzen ile belli ettiği gibi, insanlara çok acıyarak, var olduğunu da ayrıca bildirmiştir.

Âdem aleyhisselamdan başlayarak, her asırda, dünyanın her yerindeki insanlar arasından en iyi, en üstün olarak yarattığı birisine melek ile haber vererek, kendini bildirmiş ve insanların dünyada ve ahirette rahat etmeleri, iyi yaşamaları için, ne yapmaları ve nelerden sakınmaları gerektiğini açıklamıştır. Böyle üstün insanlara Peygamber, bildirdiklerine de Din denir. İnsanlar eski şeyleri unuttukları için ve her zaman bulunan kötü kimseler, peygamberlerin kitaplarını ve sözlerini değiştirdiklerinden, eski dinler unutulmuş, bozulmuştur. Kötü insanlar, uydurma dinler de meydana getirmişlerdir.

Her şeyi yaratan yüce Allah, insanlara çok acıdığı için, kullarına son bir peygamber ve yeni bir din yani Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselam ile İslam dinini göndermiştir. Bu dini, kıyamete kadar koruyacağını, kötü insanlar saldıracaklar, değiştirmeye, bozmaya kalkışacaklar ise de, kendisi bunu, bozulmamış olarak her yere yayacağını müjdelemiştir.


Tabiata yaratıcı denir mi?
Sual: Allah’a inanmayanlar, "Kâinattaki her şeyi tabiat yapıyor. Her şeyi tabiat kuvvetleri yaratıyor" diyorlar. Tabiata yaratıcı denir mi?
CEVAP
Bunlara sorulsa ki:
Bir otomobilin parçaları, tabiat kuvvetleri ile mi bir araya gelmiştir? Suyun akıntısına kapılan, sağdan soldan çarpan dalgaların tesiri ile bir araya yığılan çöp yığını gibi mi bir araya gelmişlerdir? Otomobil, tabiat kuvvetlerinin çarpmaları ile mi hareket etmektedir?

Onlar buna cevap olarak, (Hiç böyle şey olur mu? Otomobil, akıl ile, hesap ile, plan ile, birçok kimsenin titizlikle çalışarak yaptıkları bir sanat eseridir. Otomobil, dikkat ederek, akıl, fikir yorarak, hem de trafik kaidelerine uyarak, şoför tarafından yürütülmektedir) derler.

Tabiattaki her mahluk da, böyle bir sanat eseridir. Bir yaprak parçası, muazzam bir fabrikadır. Bir kum tanesi, bir canlı hücre, fennin bugün biraz anlayabildiği ince sanatların birer sergisidir. Bugün fennin buluşları, başarıları diye öğündüklerimiz, tabiattaki bu güzel sanatlardan birkaçını görebilmek ve taklit edebilmektir. İslam düşmanlarının, kendilerine önder olarak gösterdikleri İngiliz tabibi Darwin bile (Gözün yapısındaki sanat inceliğini düşündükçe, hayretimden tepem atacak gibi oluyor) demiştir.

Bir otomobilin tabiat kuvvetleri ile, tesadüfen meydana geleceğini kabul etmeyen kimse, baştan başa bir sanat eseri olan bu muazzam âlemi, tabiat yaratmıştır diyebilir mi? Elbette diyemez. Hesaplı, planlı, ilimli, sonsuz kuvvetli bir yaratıcının yaptığına tereddütsüz inanmaya mecbur kalır.

İnsan, daha kendi vücudunun ne muazzam bir fabrika ve laboratuvar olduğunun farkında değildir. Halbuki, yalnız nefes alıp vermek bile muazzam bir kimya hadisesidir. Havadan alınan oksijen, vücutta yakıldıktan sonra, karbondioksit halinde dışarı çıkarılır.

Sindirim sistemi ise sanki bir fabrikadır. Ağızla alınan gıda maddeleri ve içecekler, mide ve bağırsaklarda parçalanıp öğütüldükten sonra, vücuda faydalı kısmı, ince bağırsaklarda süzülerek kana karışmakta ve posası dışarı atılmaktadır. Bu muazzam hadise, otomatik olarak ve büyük bir intizam ile yapılmakta, vücut bir fabrika gibi işlemektedir.

İnsanın vücudunda türlü türlü ve çok karışık formüllü maddeler imal eden, türlü türlü kimya reaksiyonları meydana getiren, analiz yapan, tedavi eden, tasfiye eden ve zehirleri yok eden, yaraları tedavi eden, çeşitli maddeleri süzen, enerji veren sistem olduğu gibi, mükemmel bir elektrik şebekesi, manivela sistemi, elektronik bilgisayar, haber verme tesisatı, ışık, ses alma, basınç yapma ve ayarlama sistemi, mikroplarla mücadele ve onları yok etme sistemi de mevcuttur. Kalb ise, hiç durmadan işleyen muazzam bir pompadır.

Eskiden Avrupalılar, (Bir insanın vücudunda bol su, biraz kalsiyum, biraz fosfor ve biraz da inorganik ve organik maddeler vardır. Onun için bir insan vücudunun kıymeti beş-on liradan ibarettir) derlerdi.

Bugün, Amerika Üniversitelerinde yapılan hesaplar, insan vücudunda durmadan meydana gelen çeşitli kıymetli hormon ve enzimlerle birçok uzvi maddelerin en azından milyonlarca dolar kıymetinde olduğunu meydana koymuştur. Hele, bir Amerikan profesörünün dediği gibi, (Devamlı olarak, böyle kıymetli maddeleri muntazaman meydana getiren bir sistem yapmaya kalkacak olursak, dünyada bulunan bütün paralar, bunu yapmaya kâfi gelmez.)

Halbuki, insanda bütün bu maddi mükemmeliyet yanında, anlama, düşünme, ezberleme, hatırlama, hüküm ve karar verme gibi çok muazzam, manevi kudretler de bulunmaktadır. Bu kudretlerin kıymetini ölçmek, insanlar için imkansızdır. Demek ki, insanın bedeni yanında bir de ruhu mevcuttur. Beden ölür, ruh ölmez.

Böyle akıl almaz derecede mükemmel ve muazzam eserler karşısında hayran olmamak mümkün değildir. Bunlar Allahü teâlânın yüceliğini ve kudretini göstermeye yetmez mi?

Bir otomobilin tabiat kuvvetleri ile, tesadüfen meydana geleceğini kabul etmeyen, baştan başa bir sanat eseri olan bu âlemi tabiat yaratmış diyebilir mi? Elbette diyemez. Kâinat tesadüfi değilse, bir gaye için yaratılmıştır. İnsanın yaratılışındaki maksat, Allahü teâlâyı tanıyıp Ona ibadet etmesidir. (Ben kâinatı inceledim. Tesadüfi değildir. Bunun bir yaratıcısı vardır) demek insanı felaketten kurtaramaz. Çünkü aklı başında her insan da (Allah var) diyor. Doğru iman sahibi olabilmek için, Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselamın getirdiklerinin hepsine de inanmak, beğenmek gerekir.

İnsan niçin yaratıldı?
Allahü teâlâ, her şeyin sahibidir. Bütün insanlar, Onun kullarıdır. Kullarına verdiği her emri ve her şeyi istediği gibi kullanması, hep yerindedir ve faydalıdır.

Allahü teâlâ, bu dünyanın düzeni için ve bazı faydalara yol açması için, bunları bize mülk kılmış ise de, hakikatte hepsi Onundur. O halde, bizim bunları, asıl sahibinin izin verdiği kadar kullanmamız gerekir.

İnsan, eğlence için, oyun için, yiyip içmek, gezmek, yatmak zevk sürmek için yaratılmadı. Kulluk vazifelerini yapmak için, Rabbine itaat, kuvvetsizliğini, ihtiyacını göstermek, Ona sığınmak ve yalvarmak için yaratıldı. Peygamber efendimizin bildirdiği ibadetlerin hepsi, insanlara faydalı şeylerdir. İnsanlara yaradığı için emredilmiştir. Yoksa, hiçbir ibadetin Allahü teâlâya faydası yoktur.
Şükrederek ibadet yapmalı, tam teslim olarak emirleri yapmaya ve yasaklardan kaçınmaya çalışmalıdır.

Allahü teâlâ hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde, kullarını, emir ve yasaklar vermekle şereflendirdi. Her şeye muhtaç olan biz kulların, bu büyük ihsana, bol bol şükretmemiz, bunun için de, emirleri yapmaya, yasaklardan da kaçmaya çalışmamız gerekir.

Başıboş mu yaratıldık?
Bir aletin, bir evin nasıl bir yapıcısı varsa, bu kâinatın da elbette bir yapıcısı, yaratıcısı vardır. Bu körükörüne bir inanış değil, aklı olan herkesin kabul edeceği bir gerçektir.

Bir insan bir alet, bir makine yapınca bunun nasıl ve nerelerde kullanılacağına dair bir tarifnamesini de yanına koyar. Tarifname ile de anlaşılması zor ise, kullanması için kurslar açar. Bir makine yanlış kullanılırsa elden çıkar. Her şeyin yaratıcısı olan Cenab-ı Allah da, insan denilen bu muazzam makineyi yaratıp başıboş bırakmamıştır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Sizi boş yere yarattığımızı mı sandınız?) [Müminun 115]

Başıboş yaratılmayan insanın, ne yapması gerektiğini Peygamberleri vasıtası ile, kitaplar göndererek bildirmiştir. Peygamber efendimiz son peygamber, Kur’an-ı kerim de son kitaptır.

Kur'an-ı kerimde insanın niçin yaratıldığı açıkça bildirilmiştir:
(Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.) [Zariyat 56]

İbadetlerin faydası Allahü teâlâya değil, herkesin kendinedir. Maaşla çalışan bir doktor, bir hastaya ilaç verse, ilacın doktora faydası yok diye o ilacı kullanmamak akla uygun değildir. Zehir içsem doktora ne zararı olur diyerek zehir içmesi de ahmaklıktır. İşte, günahlarımın Allah’a bir zararı yok diyerek, her çeşit günahı işlemek akıllı insanın yapacağı iş değildir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Akıllı kimse, Allah’a ve Peygamberine inanan ve ibadetlerini yapandır.) [İ.Muhber]

Öldükten sonra başına gelecekleri düşünmeyen kimse akıllı olabilir mi? Kendisini sonsuz tehlikeye atana akıllı denebilir mi? Kur'an-ı kerimde sık sık, (Düşünmüyor musunuz?) diye ikaz edilmektedir. Hadis-i şerifte, (Aklı olmayanın dini de yoktur) buyuruldu. (Tirmizi)

Şerefüddin Ahmed bin Yahya Müniri hazretleri buyuruyor ki:
Bazıları, ibadetlerin Allahü teâlâya faydası olduğunu ve bunun için emrolunduklarını zannediyorlar. Böyle zannetmek çok yanlıştır. Her insanın yaptığı ibadetin faydası kendisinedir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kim, [ibadetlerini yapar ve günahlarından] temizlenirse, faydası kendisinedir.) [Fatır 18]

(Benim ibadetime Allah’ın ihtiyacı yok) diye, yanlış düşünen kimse, perhiz yapmayan hastaya benzer. Bu hastasına doktor, perhiz yani şu faydalı gıdaları, ilaçları al, şu faydalı hareketleri yap. Şu zararlı gıdaları yeme, şu zararlı hareketleri yapma diye tavsiye ediyor. Bu ise, (Perhiz yapmazsam doktora hiç zararı olmaz) diyerek, perhiz yapmıyor. Doktora zararı olmadığı doğrudur. Fakat kendine zarar vermektedir. Tabib, kendine faydası olduğu için değil, onun hastalıktan kurtulması için, perhiz yapmasını tavsiye etmiştir. Doktorun tavsiyesine uyarsa, şifa bulur. Uymazsa ölür gider. Tabibin bundan hiç zararı olmaz. Bunun gibi, (Allah’ın benim ibadetime ihtiyacı yok) diyerek ibadetten kaçanlar da, Cehenneme gider.

Varlıklardaki düzeni düşünerek
Tıp ve fen bilgilerini iyi bilen, mahluklardaki sanat inceliklerini, aralarındaki mükemmel bağlantıları gören ve anlayabilen aklı başında bir kimsenin, Allahü teâlânın varlığına, birliğine, büyüklüğüne, ilmine, kudretine inanmaması mümkün değildir. İnanmayanın cahil olması, yahut inatçı olması gerekir. Peygamber efendimiz, (Varlıklardaki düzeni düşünerek Allahü teâlâya iman ediniz) buyurmaktadır. Astronomi okuyup da, yerküresinin, Ay’ın, Güneş’in ve bütün yıldızların boşlukta dönmelerinde ve birbirlerinden uzaklıklarında bulunan düzeni, hesapları anlayanın imanı kuvvetlenir.

Dağların, madenlerin, nehirlerin, denizlerin, hayvanların, bitkilerin, hatta mikropların yaratılmasında çeşitli faydalar vardır. Hiçbiri boş yere, lüzumsuz yaratılmamıştır.

Bulutlar, yağmurlar, şimşekler ve yıldırımlar, yer altındaki sular ve enerji maddeleri ve hava, kısaca her varlık, belirli hizmetler yapmaktadır. İnsanlar, bu sayısız mahlukların, sayılamayacak hizmetlerinden bugüne kadar pek azını anlayabilmiştir. Yaratıkları kavrayamayan insan aklı, bunların yaratanını nasıl kavrayabilir? Onun büyüklüğünü biraz anlayabilen İslam âlimleri, şaşkına dönüp, (Onu anlamak, anlaşılamayacağını anlamaktır) demişlerdir.

Dünyanın yaratılışı
Fen adamları diyor ki:
(Milyarlarca yıl önce, bütün kâinat [evren] bir tek parçadan ibaret idi. Bu tek parçanın ortasında birdenbire büyük bir infilak oldu ve bu tek parça birçok parçalara ayrıldı. Parçaların herbiri başka bir yöne doğru gidiyordu. Nihayet, bu parçaların bazıları birbirleriyle birleşerek muhtelif gezegenler ve ayrı ayrı galaksiler, güneşler ve peykler meydana getirdiler. Artık uzayda bir ilk patlamaya karşı bir mukavemet kalmadığı için, bu gezegenler, uydular ve bunların içinde bulundukları galaksiler uzayda kendi yörüngelerinde dönmeye ve yüzmeye devam ettiler. Dünya, içinde Güneşin de bulunduğu bir galaksidir. Kâinatta sayılamayacak kadar çok galaksi vardır. Kâinat, gittikçe genişleyen bir sistemdir. Galaksiler yavaş yavaş Dünyadan uzaklaşıyor. Bir kere, süratleri ışık hızına varırsa, artık öteki galaksileri görmeye imkan kalmayacaktır. Daha kuvvetli teleskoplar yapmaya mecburuz.)

Fen adamlarına, (Bu neticeye ne vakit ulaştınız?) denildiği zaman, (60 yıldan beri, bütün dünya fen adamları bu kanaatlerde birleşmiştir) diyorlar. 60 yıl, dünya hayatında çok kısa bir fasıladır. Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(İnkârcılar, gökler ve arz küresi birbirlerine yapışıkken onları ayırdığımızı bilmezler mi?) [Enbiya 30]

Demek ki, Allahü teâlâ, fen adamlarının ancak 60 yıl kadar önce meydana çıkarabildikleri Dünyanın yaratılışını, bundan 1400 yıl önce insanlara bildirmiştir.

Biyologlar, hayatın başlangıcını şöyle anlatıyorlar:
(Hayatın nasıl meydana geldiği bugün için şöyle açıklanıyor: Dünyanın ilk havasında amonyak, oksijen ve karbonik asit vardır. Yıldırımların etkileri ile bunlardan amino-asitler meydana geldi. Milyarlarca sene önce, ilk defa su içinde protoplazma husule geldi. Bunlardan ilk amibler meydana çıktı. Hayat suda başladı. Sudan karaya çıkan canlılar, havadan amino-asitleri alarak proteinli bünyeler meydana getirdiler. Bütün canlılar sudan gelmektedir ve ilk canlılar suda teşekkül etmiştir.)

Kısa bir zaman önce bulunan bu gerçek, Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(İnkâr edenler, bütün canlıları sudan yarattığımızı bilmezler mi?) [Enbiya 30]
(İnsanı sudan yaratarak erkek ve kadın akrabalar yapan Allah’tır.) [Furkan 54]

(Yerin yetiştirdiklerinden ve kendilerinden ve bilmedikleri birçok şeylerden çift çift yaratan Allahü teâlâ, her türlü ayıp ve noksandan münezzehtir.) [Yasin 36]

Burada, bitkileri ve hayvanları inceleyenlere ve bunların yanında (Bilmedikleri şeyleri) buyurarak, insanların ancak zamanla ve yavaş yavaş bulabildikleri, atom enerjisi gibi, yeni kaynakları inceleyen ilim adamlarına imalar vardır. Nitekim buyuruluyor ki:
(Gökleri ve yerleri yaratması, renklerinizin ve lisanlarınızın ayrı olması, Onun varlığının âyetlerinden [işaretlerinden]dir. Burada âlemler için ibret vardır.) [Rum 22]

Ölüler nasıl dirilir?
Kendilerine ateist denilen bazı kimseler, bütün kâinatın yoktan meydana geldiğini kabul ettiği halde, yok olanların, ölülerin tekrar dirileceğine akılları almıyor. Ateistlere eskiden müşrik deniyordu. Bir müşrik, eline bir insan kemiği alır, Resulullah efendimizin yanına gelir, kemiği ufalayıp üfledikten sonra, meydan okurcasına (Ölülerin, dirilip mahşere geleceğini söylüyorsun. Bu çürümüş kemik, nasıl dirilir?) diye sorar. Resulullah efendimiz, (Elbette, kâinatı yaratan Allahü teâlâ, onu canlandırır ve seni de öldürüp, diriltir ve Cehenneme sokar) buyurur. Sonra şu âyetler nazil olur:
(İnsan bilmez mi ki, biz onu bir damla nutfeden yarattık. O, apaçık düşman kesilip kendi yaratılışını düşünmeden bize karşı örnek getirmeye kalkışarak “şu çürümüş kemikleri kim diriltir” der. Ey Resulüm, de ki, o çürümüş kemikleri, hiç yokken var eden, onu diriltir.) [Yasin 77- 79]

Dirilişi bildiren üç âyet-i kerime meali:
(Öldükten sonra bizi kim diriltir derler. De ki, sizi ilk defa yaratan Allah, can verip, diriltir. Bunun üzerine onlar sana alaylı bir tarzda başlarını sallayıp “Ne zaman” derler. De ki, yakındır.) [İsra 51]

(Allah, ölüleri diriltir ve her şeye hakkıyla kadirdir. Kıyamet vakti de gelir; bunda elbette şüphe yoktur. Allah kabirlerdekileri diriltip kaldırır.) [Hac 7]

(O gün yer yarılıp, halk kabirlerinden süratle çıkar. Bunları diriltip haşretmek bizim için kolaydır.) [Kaf 44]


Doğuran kazan
Sual: Sitenizi inceledim. Evrende tesadüfe yer olmadığını, bunların bir yaratıcısının bulunduğunu iddia ediyorsunuz. Biz, Ay, Güneş, Dünya ve her şey kendiliğinden oldu diyoruz. Ölüp toprak olduktan sonra tekrar dirilme yok diyoruz. Bunun aksini ispat edebilir misiniz?
CEVAP
Sitemizi okumuşsanız, orada bütün akli ve nakli deliller var idi. İnanmayana neyi ispat edebiliriz ki? Size bir tek soru soracağız. Buna cevap verebilecek misiniz? Bu muazzam kâinatın tesadüfen olduğuna inancınızda samimi misiniz? Evet diyorsanız, sorumuz şu:
Bu insanlar madem tesadüfen var oldu, tesadüfen de dirilemez mi?
Tesadüfen doğan tesadüfen ölemez mi? Tesadüfen ölen, tesadüfen dirilemez mi?

Nasreddin Hocanın kazan olayı, ateistleri susturmak için mükemmel bir cevaptır. (Kazanın yoktan var olduğuna inanıyorsun da, tekrar yok olacağına, öleceğine niye inanmıyorsun) diyor.

Madem tesadüfle her şey yoktan var olabiliyor, o halde, yok olduktan sonra yine var olmasına imkansız demek çok yanlıştır, kendi kendini yalanlamak olur.

Bugün teknoloji zirvelere çıkmaya çalışıyor. Buna rağmen değil bir karıncayı, bir buğday tanesini, bile yapmaktan âciz kalıyor. Bırakın insan veya bir hayvan yapmayı, bir buğday yapılabilse, dünyada açlıktan ölen olmaz. Bir buğdayı yapmaktan aciz olan insanın, kendini ve bu muazzam kâinatı yoktan var edeni inkâr etmesi, akıl işi değildir; ahmaklığın daniskasıdır
 

guner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
319
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: anlayamadığım bir şey var

Allah birdir, niçin Biz deniyor
Sual: Allahü teâlâ bir olduğunu Kur'an-ı kerimde bildirmiş midir?
CEVAP
Defalarca bildirmiştir. Birkaçı şöyle:
(İlahınız bir tek ilahtır. Ondan başka ilah yoktur.) [Bekara 163]
(Allah’tan başka ilah yoktur.) [Bekara 255, Al-i İmran 2, Nisa 87, Taha 8, Tegabün 13]

(Ondan başka ilah yoktur.) [A.İmran 6,18, Enam 102, Tevbe 31, Hud 14, Rad 30, Müminun 116, Kasas 88, Fatır 3, Zümer 6, Mümin 3,62,65, Müzzemmil 9]

(Tanrı üçtür demeyin! Allah, ancak bir tek ilahtır.) [Nisa 171]
(O ancak bir tek ilahtır.) [Enam 19]
(İlahınız tek bir ilahtır.) [Nahl 22]

(İki ilah edinmeyin, O ancak bir ilahtır. O halde yalnız benden korkun.) [Nahl 51]

(Allah’tan başka ilahlar olsaydı, bu ilahlar, Arşın sahibi Allah’a elbette bir yol ararlardı. İlahlıkta ortaklık olmaz. Onun için, Allah ile savaşıp Onu yok etmeye çalışırlardı.) [İsra 42]

(Allah’tan başka ilah olsaydı, her ilah, kendi yarattığını idare eder, bir gün elbette biri diğerlerine galip gelirdi. Allah, onların vasfettiklerinden münezzehtir.) [Müminun 91]

(Sizin ilahınız, elbette kendisinden başka ilah olmayan Allah’tır.) [Taha 98]

(Allah’tan başka, yerde-gökte ilahlar olsaydı, yerin-göğün nizamı bozulurdu. Arşın rabbi olan Allah, onların vasfettiklerinden münezzehtir, Allah’tan başka ilah yoktur.) [Enbiya 22]

(Ey Resulüm, senden önceki her peygambere, "Benden başka ilah yoktur. Bana kulluk edin" diye vahyettik.) [Enbiya 25]

(Allah her şeyin yaratıcısıdır. O birdir.) [Rad 16]
(Her şeyi O yaratmıştır.) [Enam 101]
(Yaratmak Ona mahsustur.) [Araf 54]

(İlahınız birdir.) [Saffat 4]
(O Allah birdir.) [Zümer 4]
(O Allah tektir.) [İhlas 1]


Allah niye biz ve o diyor?
Sual: Meşhur bir ateist “Kur’an çelişkilerle doludur, Allah kelamı olsa, bir yerde ben, bir yerde biz, bir yerde o diye söylemez. Mesela Fatiha’da alemlerin rabbi diye üçüncü şahıs olarak söylüyor” diyor. Böyle diyenlere nasıl bir cevap vermeliyiz?
CEVAP
Bu ateistin ifadeleri, din düşmanlığından çok, onun cahilliğini göstermektedir. Fatiha bir duadır. Müminlerin nasıl dua etmesi gerektiği bildirilmektedir. Meali şöyledir:

Alemlerin rabbi, ceza gününün tek sahibi, rahman ve rahim olan Allah’a hamd olsun. Ey rabbimiz, sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi nimet verdiğin kimselerin doğru yoluna ilet, gazaba uğrayanlarla sapıtanların yolundan uzak tut.

Kur’anda ben, biz, o gibi ifadelerin kullanılışı hakkında İsmail Hakkı Bursevi hazretleri buyuruyor ki:
Sultanların dört türlü konuşma tarzı vardır:
1- Ben yaptım der.
2- Biz yaptık der.
3- Kendinden bahsetmeden (Şunlar emredildi) der.
4- Yalnız unvanı ile (Sultanınız size şunu emretti, şunlar size yasak kılındı) der. Üçüncü şahıs olarak o diye de bildirir.

Allahü teâlânın, bazen ben, bazen biz demesi, halkın aşina olduğu sultanlara mahsus bir hitap tarzıdır. O, sultanlar sultanıdır. Yukarıdaki gibi dört tarzla da hitap etmiştir. Kur’an-ı kerimden üçer örnek verelim:

1- Ben dediğine örnekler:
Yalnız benden korkun. (Bekara 40)
Ben tevbe edenin tevbesini kabul ederim. (Bekara 160)
Kullarım beni sorarlarsa, bilsinler ki ben, onlara yakınım. Benden isteyenin, bana dua edenin duasını kabul ederim. (Bekara 186)

2- Biz dediğine örnekler:
Biz şükredenlerin mükafatını vereceğiz. (Al-i İmran 145)
Biz kâfirler için perişan edici bir azap hazırladık. (Nisa 37)
Biz Cehennemi kâfirler için bir zindan yaptık. (İsra 8)

3- Kendinden bahsetmeden verdiği emirlere örnekler:
Oruç size farz kılındı. (Bekara 183)
Evli kadınlarla evlenmeniz de haram kılındı. (Nisa 24)
Namaz, müminlere belirli vakitlerde farz kılınmıştır. (Nisa 103)

4- Üçüncü şahıs olarak bildirdiğine örnekler:
Allah ki sizi yarattı. (Rum 40)
O Rab ki, yeri sizin için bir zemin, göğü de bir tavan yaptı. (Bekara 22)
O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. (Bekara 29)

Allahü teâlânın Ben demesi yüce zatına göre, Biz demesi, isim ve sıfatlarına göredir. İsim ve sıfatlarının çokluğu zatının birliğine zıt değildir. Çünkü isim ve sıfatların hepsi, zata aittir. (Ruh-ul-beyan c.1, s.37)


Rablerin rabbi demek
Sual: Mektubat-ı Rabbanide, (Ellerimizi rablerin rabbi olan yüce Allah’a açtık) deniyor. Rabler diye çoğul kullanmak uygun mu?
CEVAP
Bazı kelimelerin birkaç manası olur. Rab kelimesi de böyledir. Rab = Besleyen, yetiştiren, terbiye eden demektir. O zaman yukarıdaki ifade, (Ellerimizi terbiye edenlerin terbiye edeni olan yüce Allah’a açtık) anlamına gelir.
 

guner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
319
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: anlayamadığım bir şey var

Allah birdir, niçin Biz deniyor
Sual: Allahü teâlâ bir olduğunu Kur'an-ı kerimde bildirmiş midir?
CEVAP
Defalarca bildirmiştir. Birkaçı şöyle:
(İlahınız bir tek ilahtır. Ondan başka ilah yoktur.) [Bekara 163]
(Allah’tan başka ilah yoktur.) [Bekara 255, Al-i İmran 2, Nisa 87, Taha 8, Tegabün 13]

(Ondan başka ilah yoktur.) [A.İmran 6,18, Enam 102, Tevbe 31, Hud 14, Rad 30, Müminun 116, Kasas 88, Fatır 3, Zümer 6, Mümin 3,62,65, Müzzemmil 9]

(Tanrı üçtür demeyin! Allah, ancak bir tek ilahtır.) [Nisa 171]
(O ancak bir tek ilahtır.) [Enam 19]
(İlahınız tek bir ilahtır.) [Nahl 22]

(İki ilah edinmeyin, O ancak bir ilahtır. O halde yalnız benden korkun.) [Nahl 51]

(Allah’tan başka ilahlar olsaydı, bu ilahlar, Arşın sahibi Allah’a elbette bir yol ararlardı. İlahlıkta ortaklık olmaz. Onun için, Allah ile savaşıp Onu yok etmeye çalışırlardı.) [İsra 42]

(Allah’tan başka ilah olsaydı, her ilah, kendi yarattığını idare eder, bir gün elbette biri diğerlerine galip gelirdi. Allah, onların vasfettiklerinden münezzehtir.) [Müminun 91]

(Sizin ilahınız, elbette kendisinden başka ilah olmayan Allah’tır.) [Taha 98]

(Allah’tan başka, yerde-gökte ilahlar olsaydı, yerin-göğün nizamı bozulurdu. Arşın rabbi olan Allah, onların vasfettiklerinden münezzehtir, Allah’tan başka ilah yoktur.) [Enbiya 22]

(Ey Resulüm, senden önceki her peygambere, "Benden başka ilah yoktur. Bana kulluk edin" diye vahyettik.) [Enbiya 25]

(Allah her şeyin yaratıcısıdır. O birdir.) [Rad 16]
(Her şeyi O yaratmıştır.) [Enam 101]
(Yaratmak Ona mahsustur.) [Araf 54]

(İlahınız birdir.) [Saffat 4]
(O Allah birdir.) [Zümer 4]
(O Allah tektir.) [İhlas 1]


Allah niye biz ve o diyor?
Sual: Meşhur bir ateist “Kur’an çelişkilerle doludur, Allah kelamı olsa, bir yerde ben, bir yerde biz, bir yerde o diye söylemez. Mesela Fatiha’da alemlerin rabbi diye üçüncü şahıs olarak söylüyor” diyor. Böyle diyenlere nasıl bir cevap vermeliyiz?
CEVAP
Bu ateistin ifadeleri, din düşmanlığından çok, onun cahilliğini göstermektedir. Fatiha bir duadır. Müminlerin nasıl dua etmesi gerektiği bildirilmektedir. Meali şöyledir:

Alemlerin rabbi, ceza gününün tek sahibi, rahman ve rahim olan Allah’a hamd olsun. Ey rabbimiz, sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi nimet verdiğin kimselerin doğru yoluna ilet, gazaba uğrayanlarla sapıtanların yolundan uzak tut.

Kur’anda ben, biz, o gibi ifadelerin kullanılışı hakkında İsmail Hakkı Bursevi hazretleri buyuruyor ki:
Sultanların dört türlü konuşma tarzı vardır:
1- Ben yaptım der.
2- Biz yaptık der.
3- Kendinden bahsetmeden (Şunlar emredildi) der.
4- Yalnız unvanı ile (Sultanınız size şunu emretti, şunlar size yasak kılındı) der. Üçüncü şahıs olarak o diye de bildirir.

Allahü teâlânın, bazen ben, bazen biz demesi, halkın aşina olduğu sultanlara mahsus bir hitap tarzıdır. O, sultanlar sultanıdır. Yukarıdaki gibi dört tarzla da hitap etmiştir. Kur’an-ı kerimden üçer örnek verelim:

1- Ben dediğine örnekler:
Yalnız benden korkun. (Bekara 40)
Ben tevbe edenin tevbesini kabul ederim. (Bekara 160)
Kullarım beni sorarlarsa, bilsinler ki ben, onlara yakınım. Benden isteyenin, bana dua edenin duasını kabul ederim. (Bekara 186)

2- Biz dediğine örnekler:
Biz şükredenlerin mükafatını vereceğiz. (Al-i İmran 145)
Biz kâfirler için perişan edici bir azap hazırladık. (Nisa 37)
Biz Cehennemi kâfirler için bir zindan yaptık. (İsra 8)

3- Kendinden bahsetmeden verdiği emirlere örnekler:
Oruç size farz kılındı. (Bekara 183)
Evli kadınlarla evlenmeniz de haram kılındı. (Nisa 24)
Namaz, müminlere belirli vakitlerde farz kılınmıştır. (Nisa 103)

4- Üçüncü şahıs olarak bildirdiğine örnekler:
Allah ki sizi yarattı. (Rum 40)
O Rab ki, yeri sizin için bir zemin, göğü de bir tavan yaptı. (Bekara 22)
O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. (Bekara 29)

Allahü teâlânın Ben demesi yüce zatına göre, Biz demesi, isim ve sıfatlarına göredir. İsim ve sıfatlarının çokluğu zatının birliğine zıt değildir. Çünkü isim ve sıfatların hepsi, zata aittir. (Ruh-ul-beyan c.1, s.37)


Rablerin rabbi demek
Sual: Mektubat-ı Rabbanide, (Ellerimizi rablerin rabbi olan yüce Allah’a açtık) deniyor. Rabler diye çoğul kullanmak uygun mu?
CEVAP
Bazı kelimelerin birkaç manası olur. Rab kelimesi de böyledir. Rab = Besleyen, yetiştiren, terbiye eden demektir. O zaman yukarıdaki ifade, (Ellerimizi terbiye edenlerin terbiye edeni olan yüce Allah’a açtık) anlamına gelir.
 

guner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
319
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: anlayamadığım bir şey var

Allah mekandan münezzehtir
Sual: Hıristiyanlar da Vehhabiler gibi tanrı gökte diyorlar. Bu inanç İncillerde var mıdır?
CEVAP
Hz. İsa’nın, göğe çıkıp, Allah’ın sağına oturduğu ve Allahü teâlânın gökte olduğu inancı Hıristiyanlığa sonradan sokulmuştur. Hıristiyan İngilizler tarafından kurulan Vehhabi inanışına göre de tanrı gökte, Hz. Muhammed de sağ tarafında oturmaktadır. Kitabül-Arş isimli Vehhabi kitabında, “Allah Arş’ın üzerinde oturur, yanında Resulullaha da yer bırakır” deniyor. Hıristiyanlıkla Vehhabiliğin bu konuda da birbirine benzemesi tesadüf değildir. Ehl-i sünnet âlimlerinin hepsi “Allah mekandan münezzeh” buyuruyor.

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, zamanlı, mekanlı, cihetli değildir. Bir yerde, bir tarafta değildir. Zamanları, yerleri, yönleri O yaratmıştır. Cahiller, Onu Arş’ın üstünde veya yukarıda gökte sanır. Arşı da, yukarısını da, aşağısını da O yaratmıştır. Sonradan yaratılan bir şey, kadim [ezeli] olana yer olamaz. Allah, madde, cisim ve hâl değildir. Benzeri, ortağı, zıddı yoktur. Bildiğimiz, düşünebileceğimiz şeyler gibi değildir. Nasıl olduğu anlaşılamaz, düşünülemez. Hatıra gelen her şey yanlıştır. O kâinatın ne içinde, ne de dışındadır. İçinde, dışında olmak, var olan iki şey arasında düşünülür. Halbuki kâinat, hayal mertebesinde yaratılmıştır. Hayal mertebesindeki âlemin devamlı var görünmesi, Allah’ın kudreti ile oluyor. (c.2, m.67)

Bir filmdeki cansız resimler, aynen canlı gibi hareket etmektedir. Bir kimse hayal kursa, hayalinde çeşitli işler yapsa, (Bu kimse, hayalinin içindedir, dışındadır) denemez. Çünkü hayal gerçek değildir. Rüya da hayale benzer. Rüya gören kimse, rüyasının ne sağındadır, ne solundadır. Rüyasında gözsüz görür, kulaksız işitir, dilsiz konuşur, yer, içer, hatta rüyasında rüya bile görür. Allahü teâlânın kudreti ile hep devam etse, insan rüyayı gerçek bilir, rüyadan başka hayat yok zanneder. Bu dünya hayatı da bir rüyadan ibarettir. Demek ki; kâinat hayal mertebesinde yaratıldığı için bize var gibi görünmektedir. Ezeli ve ebedi var olan yalnız Allahü teâlâdır. O halde, Allah, hayal olan bu kâinatın içinde, dışında denemez. (Mektubat-ı Rabbani – Sefer-i Ahiret Risalesi)

Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:
Allah, yukarıda, aşağıda, yanda değildir. Her varlık, Arş’ın altındadır. Arş ise, Onun kudreti, kuvveti altındadır. O, Arş’ın üstündedir. Fakat bu, Arş Onu taşıyor demek değildir. Arş, Onun lütfu ve kudreti ile vardır. O, ezelde, sonsuz öncelerde nasıl ise, şimdi hep öyledir. Arş’ı yaratmadan önce nasıl idi ise, ebedi sonsuz geleceklerde de, hep öyledir. Onda değişiklik olmaz.

İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
(Allahü teâlâ, mekandan münezzehtir. Ehl-i bâtıl, istiva, vech, yed gibi kelimeleri tevil etmedikleri için sapıtmışlardır. Allah’ın, Arşı istiva etmesi, Arşı hükmü altına alması demektir. “Hükümdar, Irak’ı kansız olarak istiva etti” demek, “Irak’ı kansız olarak ele geçirdi” demektir. Bu sapıklıklarına da “Selefin yolu” diyerek selef-i salihine, [Eshaba ve Tabiine] iftira ediyorlar. Yedullahtaki yed kelimesini el gibi düşünmemeli. Mesela “Falanca şehir, filanca valinin elinde” denilince, o şehrin valinin elinin içinde değil, onun idaresi altında olduğu anlaşılır. İstiva, vech gibi kelimeler böyle tevil edilir.) [İlcam-ül-avam]

Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri de buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, zamanlı ve mekanlı olmadığı için, hazır ve nazırdır sözü mecazdır. Yani zamansız ve mekansız [hiçbir yerde olmayarak] hazırdır [bulunur] ve nazırdır [görür] demektir. Allahü teâlânın bütün sıfatları zamansız ve mekansız olduğu gibi, hazır ve nazır olması da, zaman ile ve mekan ile değildir.
(S.Ebediyye)
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt